• Sonuç bulunamadı

Bölge Üniversiteleri (Türkiye’deki Uygulamalarıyla Yerleşke

3. TARİHSEL SÜREÇ VE ÜNİVERSİTE SİSTEMLERİ

3.1.2. Ortaçağ Üniversitesinden Modern Üniversiteye Geçiş

3.2.3.1. Bölge Üniversiteleri (Türkiye’deki Uygulamalarıyla Yerleşke

Yerleşke (campus) “Bir üniversitenin, öğretim ve araştırma etkinliklerinin görülmesine yarayan yapılardan ve türlü kolaylıklardan oluşan, üniversitenin olmayan yapıların yer almadığı, genellikle kent özeğinden uzakta bulunan geniş alan” (Keleş,1998, 146) olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir ifade ile, “Esas olarak fonksiyonları eğitim-öğretim, araştırma ve uygulama olan, kullanıcıları için gerekli yaşam koşullarını (barınma, eğlence, alışveriş, spor, sağlık ve rekreasyon) sağlayan, kendi kendine yeterli üniversite kentleridir (Türeyen’den aktaran, Oruçkaptan,2003,167).

Üniversite yerleşke modeli’nin fikir babası olarak görülen mimarlar, 1900’lerin başında endüstrileşmiş kent planı ile Tony Garnier, 1930’larda “Işıklı kent” projesi ile Le Corbusier olmuştur. Bu projeler 1933 Atina Anlaşması’nın önemli ilkelerine temel oluşturmuştur. Her iki projede kenti işlevlerine göre bölgelere bölmektedir. Bu yaklaşım çerçevesinde 1933 yılında CIAM (Uluslararası Mimari Kongresi)’nde alınan Atina Anlaşması olarak anılan kararlar ile, kent başlıca 4 farklı işlevine yanıt verecek biçimde bağımsız bölgelere ayrılmıştır. Bu bölgeler, konut (barınma), çalışma bölgesi, boş zaman değerlendirme bölgesi, ulaşım düzeni olarak sınıflandırılmıştır. Yerleşke üniversiteleri de bu sınıflandırmaya koşut olarak biçimlendirilmeye başlanmıştır. Bu dönemde Le Corbuiser tarafından tasarlanan Brezilya Üniversite Kenti bu sisteme en önemli örneklerden birisi olarak sunulmaktadır (Kortan,1981,12-15).

Brezilya Üniversitesi’ni tanımlarken günümüzdeki temel eleştirilerden birisi olan ve yerleşkeleri kendi içine kapanmış olarak tanımlayan sistemi önceden görerek engellemeye çalışan bir yaklaşım ile toplumdan kopmadan, fiziksel olarak kentin merkezine bağlı ve kentin devamı olarak düşünülmüş, kentin ana caddesine doğrudan bağlanmış ve kent merkezi ile üniversite arasındaki yol boyunca konut bölgesi oluşturulmasının öngörüldüğü bir sistem yaratılmaya çalışıldığı belirtilmiştir (Kortan,1981,38-39).

Daha sonraki süreçte yerleşke tipi üniversiteler ile ilgili zaman zaman tartışmalar yapılmış, sistemin işlemediğini düşünen mimarlar, sistemde değişiklikler yaparak yürütmeye çalışmışlardır. Bölgeleme sistemi ile tasarlanmış yerleşkelere yapılan eleştiriler, dağınık olması ve arazide çok yer kaplaması, doğal çevreyi yapaya dönüştürmesi, tarımsal araziyi işgal etmesi, altyapı hizmetlerinin pahalıya mal olması, disiplinler arası beklenen ortaklığın sağlanamaması, sosyal bütünleşmeye olanak sağlayacak bir durumdan uzaklaşmak tehlikesi olarak sıralanmıştır. Bu değişiklikler, bazen katı bölgelemenin olmaması olarak, bazen doğada daha az yer kaplaması gerektiği düşüncesiyle üniversite yerleşkelerine yansımıştır. Bunun temel nedeni, üniversitelerdeki tasarım ilkelerinin kendi başına bağımsız olarak değil, çağdaş kent tasarım ilkelerine koşut olarak gelişmesidir (Kortan,1981,154-156).

Yurt, lojman, alışveriş merkezleri, kültür merkezleri gibi yapılanmaları içinde bulunduran yerleşke tipi üniversitelerle herhangi bir kent hizmetine ihtiyaç duyulmayacak, bir anlamda bütün ihtiyaçların görüldüğü kentler yaratılmak hedeflenmektedir. Bu nedenle geniş alanlara ihtiyaç duyulduğu ve kent merkezlerinde büyük arazilerin sağlanamama ihtimalinin yüksek olmasından dolayı kentin çeperinde kurulmaktadırlar.

Buna ilişkin örneklerle açıklama yapan Çağlar’a göre (1992,171), “[b]azen binlerce dekar arazi üzerinde kurulmuş, gündüz nüfusu küçük bir şehir kadar olan yerleşimler haline gelmektedir. Bunların kendine özgü bakım, yönetim, destek hizmeti ve altyapı güvenlik sistemi ihtiyaçları vardır…içerisinde kilometrelerce yol ve kanalizasyon galerisi, aydınlatma sistemi, park, bahçe ve yeşil alan bulunabilir. Otoparklar, trafik düzeni, kampüs içi taşımada ek boyutlar ortaya çıkarır. Kampüslerin şehirden uzak, kendi kendine yeterli olmaya çalışan birer askeri üs gibi olduğu durumlar olağandır. Burada sosyal, kültürel, sportif, hatta dini ihtiyaçların karşılanması bir zorunluluk olarak gündeme gelir. Bu kadar geniş alana yayılan, merkezi ısıtma, telefon, aydınlatma, su temini, kanalizasyon, ulaştırma, nöbet tutma gibi bir kente gerekli bütün hizmetlerin yürütülmesi iyi bir işletmecilik ve yeterli teknik kadro ister. Küçük krizleri kendisi atlatabilmeli ve küçük yangınları kendisi söndürebilmelidir”

Yerleşke tipi üniversitelerin ortaya çıkışı Amerikan Land-Grant tipi eyalet üniversitesi ile olmuştur. Land-Grant tipi üniversiteler eğitime “1862 ve 1890 yıllarında kabul edilen Morrill kanunları uyarınca federal yardımdan faydalanan

yüksek öğretim kurumları” (Brown ve Thornton,1965,7) olarak başlamıştır. ABD’de Kongre tarafından ilki 1862’de çıkarılan Morril Land-Grant Acts adlı federal yasalar önemli bir aşamadır. Bu yasalarla, “tarım ve mekanik sanatlar” yanında, serbest sanat alanlarında da yükseköğretim düzeyinde eğitim-öğretim ve araştırmalar yapmak üzere kurulacak kurumlara arazi tahsis eden eyaletlere ve bu alanlarda program başlatan kolejlere federal bütçeden mali yardım yapılması hükme bağlanmıştır. 1887’de çıkarılan diğer bir federal yasayla da (Hatch Act of 1887) bu kurumlarda kurulacak araştırma ve deney merkezlerine federal bütçeden yardım yapılması ve kurumun araştırma faaliyetleri yeterli düzeye ulaştığında üniversite statüsü verilmesi hükme bağlanmıştır. Her bir eyalette geniş kitlelere yükseköğretim imkanı sağlayan ve aynı zamanda yörenin ihtiyaçlarına çözüm getirmeye yönelik deney ve araştırmalar yapan bu tür en az bir kolejin kurulması öngörülmüştür (Gürüz,2001,98- 99).

Bu üniversiteler, daha çok kampüs21 sisteminde kurgulanmış bölgelerinin tarımsal ve ekonomik yapısı, sosyal refahı ve sağlık gibi temel sorunlarını ele alarak onları çözümlemişler, yöre kalkınmasına, dolayısıyla ülke kalkınmasına önemli katkılarda bulunmuşlardır (Korkut,2002,223). Bölgenin geliştirilmesine yönelik araştırmalar yapan bu üniversiteler yetişkin araştırıcı grupları kurmuşlar, uzun dönemli planlamalar gerçekleştirmişler, yeterli maddi ve manevi desteği sağlamak için çevredeki ilgili kuruluşlarla işbirliği yapmışlardır (Gürüz ve diğerlerinden aktaran, Erdem,A.,2004).

Yerleşke üniversiteleri özellikle kitle eğitimi için uygundur. Kent içi üniversitelerin kabul edebileceği öğrenci sayısı sınırlıdır. Örneğin ABD’de 500- 40.000 öğrencisi olan yükseköğretim kurumuna rastlanmaktadır. Bu rakama bakıldığında Türkiye’de 50.000 nüfusu olan üniversiteler görülmektedir (Göçer,1971,104).

Land-Grant kolejleri’nin kuruluşu ile bilginin pratik bir şekilde uygulanması daha büyük bir önem kazanmıştır. 19. yüzyıldan itibaren tarımsal maddelerin üretiminde görülen önemli artış, büyük ölçüde, Land-Grant Kolejleri’nde yapılan araştırmaların sonucudur (Brown ve Thornton,1965,12). Land-Grant kolejlerin toplumsal bir ihtiyacı görürken, multiversite öncesi dönemde tanımlanan üniversitenin temel işlevlerini görmezden geldiğine ilişkin, bu durumun

21

Çalışmada kampüs ve yerleşke kavramları özellikle doğrudan alıntılamalar nedeniyle zaman zaman birbirinin yerine kullanılmıştır.

önemsenmesi gerektiğini belirten bazı bilim adamları kaygılarını dile getirmişler ve bu durumu eleştirmişlerdir.

Abraham Flexner, Land-Grant kolejleri ile eyalet üniversitelerinin mesleki ve pratik yetişme alanlarında ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar karşısında çok duyarlı olduklarını tespit etmiştir. Bu ticaret okulları veya mühendislik kolejleri kurma isteğini ‘bir servis istasyonu anlayışı’ olarak damgalamış ve üniversitelerin fikri, soyut disiplinler ve teorik araştırmalar çerçevesinde çalışması gerektiğini belirtmiştir. Eğer yükseköğretim dünyanın geçici buhranları ile çok yakından ilgilenirse, üniversite bağımsızlığını ve gerçeği araştırma işinin tehlikeye gireceğini vurgulamıştır (Brown ve Thornton,1965,7).

Bu konuda görüş belirten İspanyol filozof Ortega y Gasset ise araştırma yapmanın üniversitenin temel amacı olduğu düşüncesini reddetmektedir. Üniversiteyi alelade bir öğrenciyi kültürlü bir kimse yapmak üzere yetiştiren bir kurum olarak gören Gasset’e göre bilimsel araştırma, üniversitenin özünden çıkarılmalıdır. Bu görüşe göre üniversite asıl alanını belirleyip sınırlarını çizdikten sonra, eğer istenirse araştırma bölgeleri ile çevrilmelidir. John Cardinal Newman ise topluma rengini verdiğini ifade ettiği üniversiteyi şöyle tanımlar: “Üniversite, toplumun fikri sesini yükseltmeyi, kamu düşüncesini geliştirmeyi, ulusal zevki inceltmeyi, popüler heyecanın gerçek ilkelerini ve popüler ilhamın değişmez gayesini tesis etmeyi, çağındaki fikirlere genişlik ve olumluluk vermeyi, siyasal kudretin kullanılmasını kolaylaştırmayı ve özel hayat münasebetlerini zarif bir hale getirmeyi amaç edinir” (Brown ve Thornton,1965,6).

Ancak bu tanımlamanın içinde de tarım ve ekonomiyi kalkındırma amaçlı araştırma bulunmamaktadır. Türkiye’de de Land-Grant benzeri bir beklenti ile “Bölgesel Üniversite” kurulması fikri, hem Türkiye’nin nitelikli insan gücü ihtiyacını karşılamak hem de bulundukları bölgeleri kalkındırması amacıyla 1950’li yıllarda ağırlık kazanmıştır. Bu üniversiteler, bölgelerinin tarımsal ve ekonomik yapısını, sosyal refahını ve sağlık gibi temel sorunlarını çözümlemek; yöre kalkınmasına, dolayısıyla ülke kalkınmasına önemli katkılarda bulunmak hedefinde olup, üniversite-sanayi işbirliğinin de temelini atmışlardır. (Gürüz ve Korkut’tan aktaran Erdem,A.,2004; 2005).

Korkut (2002,63) Türkiye’de bölge üniversitelerinin kuruluş gerekçelerini şöyle sıralamaktadır: (1) Modern bir kültür şehri yaratmak (Atatürk’ün, Van’da

üniversite kurulması görüşü). (2) Bölgenin sosyal, kültürel, ekonomik ve teknik açıdan kalkınmasında rol oynamak (Atatürk Üniversitesi). (3) Uluslararası bilgiyle yetinmeyip, özellikle doğal kaynakları, mahalli olanakları incelemek, halkın özel yeteneklerini de ele alarak, şimdiye kadar değinilmemiş ekonomik sorunları çözmeye çalışmak (Karadeniz Teknik Üni.). (4) Bulunduğu bölgenin kültür hayatını, modern yöntemlerle çalıştırma imkanlarını ve refahını yükseltmede doğrudan etkili olmak (Ege Üniversitesi). (5) Çevreyi kültürel ve ekonomik yönden inceleme ve laboratuar olarak kullanarak bölge kalkınmasına katkıda bulunmak (Dicle Üniversitesi).

Bölge üniversiteleri ile ilgili bölgeye eğitim hizmeti götürürken üniversitenin dikkate alacağı bir unsur ise, Kıta Avrupası modelinde üniversite kapsamında değerlendirilmeyen meslek yüksekokullarının önem kazanmasıdır. Bu yaklaşım ile kısa sürede yetiştirilen ara elemanlar, bölgenin kalkınmasında görev alacaklardır. Bütün bu özelliklerinin yanında yerleşke üniversitelerinin öğrenci sayılarında artış olması ile birlikte bazı yönetsel sorunlarla karşılaşılacağını ifade eden Ataman (1979,69), bir üniversitenin eğitim araştırma yönetim binalarının yerleşke tarzında bulunup bulunmamasının yönetsel yapıyı önemli ölçüde etkileyebileceğini, yönetim yapısını ve işletmesini etkileyen en önemli etmenlerden birinin öğrenci sayısı olduğunu belirtmektedir. Bu yaklaşıma göre, öğrenci sayısının yaklaşık 12.000 civarında olduğu bir üniversiteyi tek yerleşke olarak düzenlemek olanaklıdır. Ancak bu büyüklük aşıldığında, personel sayısını arttırarak bazı hizmetleri vermek olanağı olsa da bu durum uzun süre devam ettirilemeyecek ve bir süre sonra personel sayısı ne kadar arttırılırsa arttırılsın yönetsel etkinlik azalacaktır. Bu durumda merkezi yönetim fikri esas olmakla birlikte yönetim merkezlerini arttırma zorunluluğu olacaktır. Ancak ikinci merkezlerle merkezi yönetim arasında çok hızlı bir iletişim ve bütünleşme sistemi kurulmalıdır.

Yerleşke üniversitelerinin temel amaçları gözetilerek Türkiye’de kurulan üniversitelerden ilk olanları, 1955’de İzmir’de kurulan Ege Üniversitesi, Trabzon’da kurulan Karadeniz Teknik Üniversitesi, 1957’de Erzurum’da kurulan Atatürk Üniversitesi, daha sonra ise 1973 yılında Diyarbakır’da kurulan Dicle Üniversitesi, Adana’da kurulan Çukurova Üniversitesi, Eskişehir’de kurulan Anadolu Üniversitesi, 1975 yılında Elazığ’da kurulan Fırat Üniversitesi,vb. bu üniversite tipinin örnekleridir. Önceleri bölgesel kalkınma amaçlı az sayıda ve bölge gözetilerek açılan üniversiteler, daha sonraki süreçte 1990’lı yıllara gelindiğinde 21

üniversite, 2 Yüksek Teknoloji Enstitüsünün (YTE) kurulmasında da aynı yöntemi izlemiştir. Ancak bu kez bölgesel gelişmeden çok hangi il sınırları içerisinde kurulacağı tespit edilmesi gereken bir unsur olup, bu üniversite biçimi önceleri “kampüs” olarak İngilizce’den olduğu gibi alınmışken, günümüzde Türkçe karşılığı olarak türetilen “Yerleşke” kavramı ile ifade edilmektedir. Uzun bir süredir Türkiye’de açılan üniversiteler olanaklar ölçüsünde kentin çeperinde yerleşke tipi tercih edilerek açılmaktadır.