• Sonuç bulunamadı

Bilgi Toplumu Üniversiteleri (Girişimci Üniversite Modeli)

3. TARİHSEL SÜREÇ VE ÜNİVERSİTE SİSTEMLERİ

3.1.2. Ortaçağ Üniversitesinden Modern Üniversiteye Geçiş

3.2.2.3. Bilgi Toplumu Üniversiteleri (Girişimci Üniversite Modeli)

öncülüğünü ABD üniversitelerine devretmiştir. Yeni bir üniversite türü olarak ortaya çıkan ABD üniversitelerinin, Humbolt türü araştırma üniversitesi ile Amerikan popülizminin bir kurumu olan Land-Grant Kolej’lerinin bir sentezi olarak oluştuğu ifade edilmektedir (Tekeli, 2003,131). Bu dönemde üniversite artık bilgiye değil “aksiyona” dönüktür (Janne,1973,12).

20. yüzyıldan itibaren görülmeye başlanan Bilgi Toplumu Üniversitelerindeki gelişmeler temel olarak iki özelliğe sahiptir. Bunlardan birincisi, eğitim-öğretimin yanında, temel bilimsel ve uygulamalı araştırmalar ile toplum hizmetlerinin, üniversitenin temel işlevleri arasına girmeye başlamasıdır. İkincisi ise mesleki öğretimin önem kazanması, üniversitenin bir kurum olarak toplum üzerindeki etkisinin derinleşmesi ve üniversitenin faaliyetlerinin yürütülmesi için gerek kamu kaynaklarından gerekse özel kaynaklardan giderek artan miktarlarda harcama yapılmasının zorunlu hale gelmesi ile üniversitenin topluma ve kamuya karşı sorumlu kılınmasını ve denetlenmesini temine yönelik yapılar tesis edilmeye ve düzenlemeler yapılmaya başlanmıştır (Gürüz ve diğerleri,1994,64).

19. yüzyılda Alman üniversitelerinde kürsü profesörü olarak çalışan bilim adamları modern bilimlerin temellerini atarak, 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında meydana gelen ve Gürüz’ün (2001,84) “bilimsel patlama” olarak tanımladığı döneme öncülük etmişlerdir.

Gürüz (2001,95) 19. yüzyıl başlarında ABD’ndeki yükseköğretimi şekillendiren beş eğilimden söz etmektedir. Bunlar:

1) İngiltere’ye ve İngiliz kurumlarına duyulan antipati Amerikan üniversitelerini Oxford ve Cambridge modelinden uzaklaştırmıştır. Bağımsızlık mücadelelerine yardımcı olan Fransa’nın etkisi kendini göstermiştir.

2) Batı Avrupa’da sanayi devrimi yaşanırken, ABD’de fen ve teknoloji eğitimi neredeyse yoktur.

3) Halk fildişi kulelerde yaşayan ve kendi bildikleri doğrultuda eğitim- öğretim yapan profesörlerden oluşan üniversiteler yerine, günlük hayatlarında karşılaştıkları sorunlara çözüm üretecek yapıda üniversiteler istemiştir.

4) Halk elitist kurumlar değil, büyük kitlelere açık demokratik kurumlar istemiştir.

5) Amerikalılar, 19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Alman üniversitelerindeki gelişmelerin farkına varmaya başlamıştır.

Bu dönemde meydana gelen önemli bir gelişme ise yükseköğretimin kitleleşmesidir. Bu dönemde Kıta Avrupa’sı modeli ciddi bir biçimde eleştirilmiş ve üniversiteler halka açılmaya başlanmıştır. Bu süreç 2. Dünya Savaşı’ndan sonra hızlanmış ve öğrenci sayıları hızla artmaya başlamıştır. Toplumun görece az gelire sahip kesimlerine ve kadınlara yükseköğretime girişte fırsat verilmiştir. Ayrıca, o zamana kadar nisbi bir izolasyon içinde yaşamakta olan üniversiteler aniden kendilerini milli sosyoekonomik politikaların arasında bulmuşlardır (Gürüz ve diğerleri,1994,64).

Üniversite çatısı altında yer alan meslek yüksekokulları ise yükseköğretim içerisinde üniversite dışında ikinci alt sistemi oluşturmuştur. Gelişen teknolojinin lise sonrası işgücüne olan talebi arttırması sonucu kısa süreli yükseköğretim kurumlarının kurulmasının zorunlu hale gelmesiyle görülmeye başlamış olan bu okullar, 2. Dünya Savaşı sonrası ABD’de süratle yaygınlaşmaya başlamıştır. 1960’lı yıllarda ise diğer Avrupa ülkelerinde yaygınlaşmıştır (Gürüz ve diğerleri,1994,65-66).

Alman üniversitesinde yer alan kürsüler ve enstitüler yerini daha esnek olan bölümlere bırakmıştır. Bu üniversite kendini sadece bilim dünyasına hapsetmemiş, artık yüksek teknik okullar ya üniversite haline dönüşmeye ya da üniversite içine alınmaya başlamıştır. Dış dünyanın taleplerine piyasanın isteklerine uyum sağlamak hedefinde olan yeni üniversite, öğretim, araştırma yapma ve topluma hizmet sunma işlevlerini yüklenen bir değişik türde organizasyonlar topluluğu haline gelmiştir (Tekeli,2003,132). Bu yeni oluşum “multiversite” olarak adlandırılmıştır.

Bu üniversite biçimi bir diğer ifade ile “girişimci üniversite” olarak da adlandırılmakta olup, araştırmanın ve eğitimin içeriği de değişmiştir. Öğretilen ve araştırılan artık bilim için bilim değildir. Pratik sorunların çözümü için öğretim ve araştırma yapılmakta, ayrıca meslek okulları da bu kurumun içinde yer almaktadır (Tekeli,2003,132).

Girişimci üniversite modelinde üniversite kendine tahsis edilen kamu kaynaklarını, sahip olduğu her türlü tesis, teçhizat, bilgi birikimi ve insangücünü müteşebbis bir yaklaşımla değerlendirerek yarattığı kaynaklar ve öğrencilerden aldığı reel öğrenim ücretleri ile birleştirerek faaliyetlerinin kapsam ve niteliğine uygun kendi gider bütçesini kendi yapabilmektedir (Gürüz,2001,281).

Üniversite akademisyenler komünitesi olmaktan çıkmış, piyasa güçlerinin etkisi altında şekillenen bir organizasyonlar topluluğu haline gelmiştir. Rektör ise artık eşitler arası birinci değil, daha uzun süreli olarak seçilen/atanan, lider niteliği ön plana çıkan kısmen kollegial kısmen toplam kalite anlayışında girişimci bir konumdadır. Multiversite başlangıçta öğrenci sayısının azlığı nedeniyle elitist bir tablo çizmişse de günümüzde artık kitle eğitimi yapılmaktadır. Bu dönüşüm dünyanın sanayi toplumundan bilgi toplumuna, Fordist üretimden esnek üretime geçmesiyle yakından ilişkilidir (Tekeli,2003,128,132-133). Görüldüğü gibi bu dönüşüm dünyanın ekonomik ve siyasal değişimlerinin etkisi ile gerçekleşmiştir.

Devlet artık üniversite hizmetlerinin sağlayıcısı olmaktan çok düzenleyicisi olma işlevini yüklenmiştir. Bunun doğal sonucu olarak hem sağlanan eğitim için öğrencilerden ücret alınmaya başlanmış, hem de metalaşan bilginin üretimi bir girişimci mantığıyla piyasaya yönelik yürütülmeye başlanmıştır. Üniversite eğitim programlarını tüketici eğilimlerine hassas hale getiren ve ucuzlatan modüler programlar üretilmeye başlanmıştır. Bu dönemde uluslararası geçerliliği ve saygınlığı olan diploma önemini yitirmeye başlamış, gelişen teknolojinin ve yaşanan değişimin hızına yetişebilmek için ömür boyu öğretim kavramı ön plana çıkmıştır. Üniversiteler farklı olarak artık açık sistem haline gelmiştir (Tekeli,2003,133-134).

20. yüzyılla birlikte kurumsallaşan bilimin üretim gücü ve toplumsal kontrol işlevi giderek daha belirgin hale gelmiştir. Üniversite sanayi işbirliğini sağlama çabaları içerisinde Amerikan sanayi, üniversitelere kârlı bir işbirliği ve yatırım alanı olarak kapılarını ve kasalarını açmıştır. Bunun sonucu artık üniversitelerdeki bilimsel çalışmalarda hangi soruların peşine düşüleceğini, hangi problemlerin inceleneceğini, ne tür çözümler aranacağını ve ne tip sonuçlar çıkarılması gerektiğini bu yapılar belirler olmuştur (Ansal,1995,190-191). Bu dönemle birlikte ileri sürülen önemli tezlerden birisi, bilimle teknolojinin giderek aynı şey haline geldiğidir. Bu görüşün temel dayanağı, bilimin maddi üretim için kullanılacağı, bunun dışında bir bilimsel faaliyetin anlamsız olduğu şeklindedir (Sertlek,1995,242).

3.2.3. Yer Seçim Kararlarına Göre Üniversite Sistemleri

Tarihsel gelişim süreci içinde kentle ilişkiler bağlamında üniversiteler kent ve yerleşke üniversiteleri olmak üzere iki tipte tanımlanmaktadır. Bu bölümde üniversiteler yerleşim düzeneklerine göre sınıflandırılmış olup, temelini Land-Grant

tipi üniversitelerin oluşturduğu, Türkiye’de literatüre Bölgesel Üniversiteler olarak giren üniversite yerleşim sistemi ve çok yerleşkeli üniversite sistemi olarak biçimlenen kent içi üniversiteler tanımlanmıştır

3.2.3.1. Bölge Üniversiteleri (Türkiye’deki Uygulamalarıyla Yerleşke