• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: TÜRKİYE VE YUNANİSTAN’IN AVRUPA BİRLİĞİ SÜREÇLERİ

2.3. Türk-Yunan İlişkilerinde AB Faktörü

AB Yunanistan’ın içinde bulunduğu, Türkiye’nin ise üyelik yolunda ilerlediği bir örgüt olarak iki ülke arasında ki uyuşmazlıkların ele alınmasında ve çözüme ilişkin görüşme sürecinin işleyişinde etkin bir faktör olarak yer almaya başlamıştır. AB faktörü, gerek Türkiye’nin bu örgüte üyeliğini gerekse Yunanistan ile uyuşmazlıkların nasıl sonuçlanacağını derinden etkilemektedir. Nitekim Yunanistan’ın AB üyeliği ile her zaman Türkiye’nin karşısında öncelikli konumunu korumuş, hala üyelik sürecinde olan Türkiye’nin diplomatik manevra alanını daha da daraltmıştır.

AB’nin ilişkilere bakışı 1981’e Yunanistan’ın birliğe üye olana kadarki olan dönemde, Yunanistan’ın 1981 yılında üyeliğinden 1995 yılına kadar ve 1995’ten günümüze kadar olan dönemlerde farklılık göstermektedir. İlk dönem de iki ülke de birliğe üye olmadığından AB için iki ülkeye de eşit yaklaşım söz konusu olmuştur. İkinci dönemde, Yunanistan’ın AB’ye üye olmasıyla ilişkilerdeki denge Türkiye aleyhine bozulmuş, buna rağmen AB, Türk-Yunan uyuşmazlığa taraf olmamayı tercih etmiştir (Aksu, 2004:103). Fakat, Yunanistan ülkesinde yarattığı Türk düşmanlığını, AB’ye de taşıyarak üyelik konusunda atılan adımlarda etkisini büyük ölçüde hissettirmiştir (Ceren, 2009). Ayrıca 1987 yılında Türkiye’nin AB’ye tam üyelik için başvurması, birlik içerisinde veto yetkisine sahip olan Yunanistan’ın pazarlık gücünü arttırmış ve süreç içerisinde avantajlar elde etmiştir (Aksu, 2007). 1995 sonrası dönemde ise açıkça taraf olmuş ve tam üyelik süreci için iki ülke arasındaki uyuşmazlıkların çözümünü ön

şart koşmuştur (Aksu, 2004:103). AB’nin Türk-Yunan ilişkilerine tarafsızlığını yitirdiği

bu dönemde baskı Türkiye’nin üzerinde yoğunlaşmış, AB Türkiye’nin üyeliğini Yunanistan’la arasındaki sorunların çözüme bağlamıştır. Halbuki sorunlar iki ülke arasında çözülmesi gerekirken, Yunanistan’ın çabalarıyla AB de sorunun bir tarafı haline getirilmiştir. AB tarafsızlığını bir kenara bırakarak iki ülke arasında ki çözümü daha da zorlaştırmıştır. Zaten Yunanistan kuruluşundan bu yana yürüttüğü politikalarda Türkiye’den tehdit var gerekçesini göstererek Batıya yaklaşmış sürekli olarak bir şeyler talep eden taraf olmuş ve bunun karşılığında da Batı’lı devletlerden ödünler almayı başarmıştır. (Özkan, 1999:164). Bu seferde Türkiye ile sorunlarını karşılıklı diyalogla çözmek yerine, AB’ye taşıyarak politikalarını gerçekleştirmek ve ödünler almak için üyeliğini kullanmıştır (Kona, 2007). Türkiye ise kendi aleyhine bozulan dengeyi tam üyelik olmasa da Gümrük birliğinin gerçekleştirmeye çalışarak yumuşatmaya

56

çalışmıştır. Gümrük Birliği antlaşmasının imzalanması ve Güney Kıbrıs Rum kesimi ile müzakere sürecinin başlaması AB’nin Türk-Yunan ilişkilerine bakışında dönüm noktası olarak nitelendirilebilir (Kirişçi ve Çarkoğlu, 2004:37). Nitekim 1996 yılında Kardak bunalımları sırasında AB’nin Yunanistan’ın yanında yer alması durumu açıkça özetlemektedir. AB, Kardak Krizi sonrasında yaptığı açıklamada AB ile Yunanistan’ın dayanışma içerisinde olduğunu, Yunanistan’ın güney sınırının AB’nin de sınırı olduğu açıklayarak, iki ülke arasındaki ilişkilerin diplomatik yollarla çözülmesine vurgu yapmıştır (Türkeş ve Uzgel, 2002: 56-57). Yunanistan’ın Türkiye’nin tutumunu sert dille eleştirip bu konuda destek bulmaya çalışması üzerine AB’de Türkiye’yi kınadığını açıklamıştır.Sonrasında ise AB, Türkiye’ye verilmesi planlanan yardımlar için ön şartlar koymuştur. AB, Türkiye’nin yardımları alabilmesi için Ege’de gerginliğin arttırılmaması ve egemenliği belirsiz adalar için Uluslar arası Adalet Divanına gidilmesini şart koymuştur. Türkiye’nin kabul etmemesi üzerine ise yardımlarda kısıntıya gidilmiştir(Türkeş ve Uzgel, 2002: 252-253).

Birçok konuda Türkiye’yi karşılarına almak istemeyen AB, Yunan vetosunun arkasına saklanmış, Türkiye’ye karşı kendi politikalarını ortaya koyma ihtiyacı hissetmemiştir (Ünal ve Coşkun, 2001; Aksu, 2008:238). Bunun sonucu olarak da AB’nin Türkiye’yi üye olarak istemediği ve Yunanistan’ın vetosunun aslında kendi politikalarını desteklediği görüşü savunulmaya başlanmıştır.

Türkiye’nin AB ile yaptığı her zirvede Yunanistan’la sorunları gündeme gelmiş ve Yunanistan lehine ödünler istenmiştir. 1997 Lüksemburg zirvesinde bunlarda biri olmuştur. Zirvede Kıbrıs ve sınır sorunlarına vurgu yapılmış, Türkiye’ye aday ülke sıfatı bile verilmemiştir. Bunun üzerine Türkiye ise kendisine diğer aday ülkelerden farklı yaklaşıldığını öne sürerek AB ile siyasi ilişkilerini askıya aldığını açıklamıştır. Yine 1999 Helsinki zirvesi kararlarında Yunanistan’ın çabalarıyla Kıbrıs ve Ege konuları yıllardır Türkiye’ye kabul ettirmek istediği biçimde ele alınarak AB gündemine taşımış ve Türkiye’nin AB üyeliği için bir ön koşul haline gelmiştir (Aydoğan, 2004). Helsinki de Ege konusunda alınan kararda Türkiye’nin Yunanistan ile sorunlarına çözüm bulmak için tüm gayreti sarf etmesini, bunda başarısız olunduğu taktirde anlaşmazlığı Uluslararası Adalet Divanına götürmesini ve onun vereceği karara uymasını belirtmektedir. Görüldüğü gibi AB Türkiye’den Atina’nın kararlarına uyum

57

gösteren isteklerde bulunmuştur. Ege sorunu Helsinki’den sonra AB’nin de bir sorunu haline gelmiştir (Aydoğan, 2004). Aynı zamanda Yunanistan, Helsinki Zirvesinde Türkiye’nin AB üyeliğindeki vetosunu geri çekmiştir. Bunun en önemli sebeplerden biri Güney Kıbrıs Rum yönetiminin tam üyelik gerekliliklerini yerine getirdiği takdirde 2004 yılında AB’ye üye alınmasının garantisini almış olmasıydı. 2004 yılında Güney Kıbrıs Rum yönetimin AB’ye üye alınmasıyla zaten AB içine taşınan sorun çözülmeden AB’nin iç meselelerinden biri haline gelmiştir. Bu durum da AB içinde Yunanistan’ın AB’ye yüklediği siyasi sorunlardan biri olarak tartışılmaya halen devam etmektedir (Cihangir, 2010:3). AB, adada yaşayan her iki toplumdan sadece biri varlığını dayandırdığı temel metinlere aykırı olarak (Garanti ve Ortak antlaşmaları) adanın tümünü temsilen AB’ye tam üye yapılmıştır. Kıbrıs sorunun çözümü için AB çerçevesinde dile getirilen önlemler de hayata geçirilememiştir. AB sorunun çözümüne vurgu yapmış fakat çabaların tek yanlı kalmasına tepki göstermemiştir (Aksu, 2007:9). Halbuki AB, hem Türkiye hem Kuzey Kıbrıs Türk kesimini hem Yunanistan hem de Güney Kıbrıs Rum Kesimini birleştiren ortak paydaydı. Bu yüzden AB Kıbrıs sorunun çözümünü hızlandıracak etkiye sahip olabilirdi. Fakat AB Rum kesimini birliğe alarak Kıbrıs Rum kesimi lehine soruna dahil olmuş, Yunanistan 1980’ler ve 1990’lardan günümüze kadar AB’nin gücünden ve prestijinden Türkiye’ye karşı çok iyi faydalanarak, AB’de Yunanistan’ın üyeliği Türkiye aleyhine kullanmasına izin vermiştir (Ünal ve Coşkun, 2001; Gürzel, 2004:23).

Türkiye ile Yunanistan arasında ki sorunların temelinde karşılıklı güvensizlik yatmaktadır. Bu yüzden iki ülke arasında uzlaşmayı sağlayabilecek potansiyele sahip olan AB’nin taraf olmak yerine aradaki güvensizliği çözmek için katkıda bulunması gerekmektedir. Aksi takdirde AB’nin rolü Türkiye ve Yunanistan arasında ki sorunların çözümün zorlaştırmaktan’ öteye gidemeyecektir. Aynı zamanda AB’nin uyuşmazlıklara taraflı bir şekilde müdahale etmeye başlaması Türkiye’nin dar olan diplomatik manevra alanını daha da daraltmaktadır.

58