• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİNDE TARİHSEL SÜREÇ

1.2. İki Ülke Arasındaki Uyuşmazlıklar

1.2.3. Ege Deniz’ine İlişkin Sorunlar

1.2.3.2. Kıta Sahanlığı

Kıta Sahanlığı meselesi, Yunanistan ile Türkiye arasında Ege denizine ilişkin diğer bir sorun alanını oluşturmaktadır. Kıta sahanlığı terimi, ilk defa ABD Başkanı Truman’ın 23 Eylül 1945 tarihi bildirisinde ortaya atılmıştır (Toluner, 1996:196).

Deniz dibi sahilden itibaren açık denize doğru uzanırken, muayyen bir derinliğe indikten sonra birden keskin bir yamaç halini alarak büyük derinliklere gitmektedir. Sahil ile bu yamacın başladığı kenar arasında kalan kısma “kıta sahanlığı” (Continental Self ) denilmektedir. Diğer bir değişle Kıta Sahanlığı, kara suları dışında kalan sahile

36

bitişik deniz tabanı ve toprağın altının 200 metre su derinliğine kadar olan kesimi olarak tanımlanmıştır.

Türkiye ile Yunanistan 1973’ten beri Kıta sahanlığı sorununa çözüm konusunda anlaşamamışlardır (Ülger, 2002:204). Bu konuda anlamlı görüşmeler ancak 1975- 1981 yılları arasında yapılabilmiştir (Bilge, 2000:241). İki ülke arasında Kıta sahanlığı konusunda ki anlaşmazlık, Türkiye’nin 1 Kasım 1973’de TPAO’ya Anadolu’nun doğal uzantısı, yani kendi kıta sahanlığını saydığı yerde petrol arama ruhsatı vermesi ve Yunanistan’ın bunu reddetmesi ile başlamıştır (Aklar, 2003:28). Bu olay iki ülke arasında hala halledilemeyen kıta sahanlığın uyuşmazlığının kaynağını oluşturmaktadır (Katsoufros, 1990:89). Yunanistan’ın Türkiye’nin karasularına kadar Ege Deniz’inin tamamını kendi kıta sahanlığı sayarak, Türkiye ise kendi kıta sahanlığının Ege’nin ortasına kadar uzandığına inanarak ruhsat vermek istemesi iki ülke arasında anlaşmazlığı ortaya çıkarmıştır. Birlikte kararlaştırılmış tek bir sınırın olmaması ortaya iki farklı sınırın ortaya çıkmasına neden olmuştur (Bilge, 2000:236). Ardından 1976’da Yunanistan Uluslararası Adalet Divanı’na tek taraflı olarak başvurmuş ve Egede kıta sahanlığının tespit edilmesini istemiştir. Fakat bu konuda yetkisiz olduğuna karar vermiştir (Aklar, 2003:29).

1958 Cenevre Kıta sahanlığı sözleşmesinin 6. maddesinde iki devletin kıta sahanlığı karşı karşıya ya da yan yana oldukları hallerde sınırı aralarında anlaşarak saptanmalarını öngörmüştür. Eğer ülkeler aralarında antlaşma yapmamışlar ise kıta sahanlığı özel durumlar yoksa orta hat ve eşit uzaklık ilkesine göre çizileceği belirtilmiştir. Fakat Türkiye bu sözleşmeyi kabul etmediği için bu kuralla bağlı olmamıştır. Bu kural daha sonra 1982 Deniz Hukuku sözleşmesinde değişmiştir. Sözleşmenin 83. maddesi “kıyıları yan yana ve karşı karşıya olan devletlerarasındaki kıta sahanlıkları, uluslar arası Adalet Divanı Statüsü’nün 38. maddesinde gösterilen uluslararası hukuka uygun ve hakça bir sonuca varacak antlaşmalar ile sınırlanır” şeklinde belirtilmiştir (Bilge, 2000:237).

Kıta sahanlığı sorunu iki ülke arasında 1987 yılında tekrar gündeme gelmiştir. Yunanistan’ın, Taşoz Adası’nın 10 mil doğusundaki bir bölgede petrol arama ve sondaj çalışmalarına başlayacağını açıklaması Türkiye’nin sert tepkisine neden olmuştur. Türkiye bu durumu engellemek için harekete geçeceğini açıklamış ve Piri Reis

37

araştırma gemisini Ege’ye göndermiştir. Ayrıca, 26 Mart tarihinde Ege’de tartışmalı bir bölgeyi kapsayan alan için Türkiye tarafından TPAO’ya ruhsat verilmesi gerginliği tırmandırmıştır. Bunun üzerine Yunanistan, tepki göstererek fiili olarak karşılık vereceğini açıklamış ve ordusunu alarma geçirmiştir (Aksu, 2001). Karşılıklı olarak yapılan açıklamalardan sonra, iki ülke arasında diplomatik münasebetler hızlanmış, Yunanistan’ın sadece kendi karasularında kalacağı, Türkiye’nin de yalnızca kendi karasularında araştırma yapacağı açıklanarak ilişkiler yumuşamıştır (Oran, 1999:84). Yunanistan ve Türkiye Kıta sahanlığı konusunda farklı tezleri savunmaktadırlar. Buna göre Yunanistan adaların kıtalarla eşit haklara sahip olması gerektiğini, Türkiye ise Ege denizinin kendine özgü niteliklerinden dolayı, buradaki adaların böyle bir eşitlikten yararlanamayacağını ileri sürmektedir (Pazarcı, 1990:108). Yunanistan Kıta sahanlığı konusundaki tezini üç görüşe dayandırmaktadır. a) 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi ve 1982 BMDHS uyarınca adaların kendi Kıta Sahanlıkları’na sahip olma hakkı vardır. Yunanistan’ın bu görüşü uluslar arası pozitif hukuk açısından doğrulanmamaktadır. Çünkü Cenevre Sözleşmesi’nin adaların ilke olarak kıta sahanlığından yararlanacağını kabul etmesi bu adaların özelliklerine olursa olsun kendi kıta sahanlıklarına sahip olacağı anlamına gelmemektedir. b) Yunanistan anakarası ve adaları siyasal ve ülkesel bütünlük oluşturmaktadır. Bu bütün arasında yabancı unsurların varlığı kabul edilemez. Uluslararası pozitif hukuk açısından bakıldığında bu tezin de geçerli temeli olmadığı görülmektedir. Ülke bütünlüğü ilkesi Ege’de açık denizi bulunan ya da başka bir devlete ait olan deniz alanlarının Yunanistan’a ait olarak gösterilmesine destek sağlamaz. c) Türkiye ile Yunanistan arasında Kıta Sahanlığı’nın sınırlandırılmasının, eşit uzaklık ilkesi temelinde, Türkiye kıyılarıyla Yunanistan’ın Ege Denizi’nde en doğuda yer alan adalarının uç noktaları arasında yapılması gerekmektedir. Yunanistan bu tezini, 1958 Kıta sahanlığı sözleşmesinin 6. Maddesine dayanarak iddia etmiştir (Pazarcı, 1990:108).

Türkiye’nin tezine bakarsak; a) Kıta sahanlığının sınırlandırılması için temel ölçüt doğal uzantıdır. Bu görüş Uluslar arası Adalet Divanının Kuzey Denizi kıta sahanlığı Davasında verdiği kararın devletlerin kıta sahanlığının kendi anakarasının bir uzantısı olduğu şeklindeki 85. Paragraftan alınmıştır. b) Adalar kıta sahanlığı açısından ‘özel durum’ oluştururlar. c) Ege denizi yarı kapalı denizdir, genel kurallar yerine özel

38

kuralların uygulanmasını gerektirir (Pazarcı, 1990:1109. d) Bu sorunun çözümünde uygulanacak kural hakça bir çözüme ulaşmaktır. Bu yüzden hakkaniyet ilkesi uygulanması gerekir. Bu ilke 1982 sözleşmesinin 82. Maddesine dayandırılmaktadır (Oran, 1999:86). Türkiye, Kıta sahanlığı sorununa, Ege’de sadece Kıta sahanlığının sınırlandırılması gibi dar açıdan bakmak yerine karasuları, kıta sahanlığı, hava sahası sınırlaması gibi kısaca Ege’nin siyasi statüsü olarak bakmakta Ege denizine ilişkin sorunları bir bütün olarak görmektedir (Bilge, 2000:239). Bunun için Kıta sahanlığı sorununda hakça bir çözüme ulaşmak istemekte, hakkaniyet ilkesinin uygulanmasını istemektedir (Oran, 1999:86). Yunanistan ise Ege’nin bütün kıta sahanlığına sahip çıkarak bütün bu denizde egemenlik kurmak istemektedir. Bu anlamda Türkiye, sorunun başkaların ellerine bırakılmayacak kadar önemli olduğunu ve görüşmeler yoluyla çözülmesi gerektiğini düşünürken, Yunanistan ise Lahey Adalet Divanı yoluyla çözüm aramaktadır (Sönmezoğlu, 2000:332; Ülger, 2002:204).