• Sonuç bulunamadı

I. 2 2 Bir Kimlik Arayışı ve Türkçülük

I.2.2.3 Türk Dünyası Aydınlarının Türk Milliyetçiliğine Katkıları

19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında Volga, Türkistan, Azerbaycan, Kırım’dan Osmanlı ülkesine çeşitli sebeplerle gelen aydınlar, Türkçülük hareketinin düşünsel ve siyasi alandaki oluşum ve gelişiminde temel belirleyici dinamik unsurlar olmuşlardır. Bu dönem nüveleşmeye başlayan Türkçülük’e siyasi, kültürel ve dini rengini verenler de büyük ölçüde bu aydınlardır. Söz konusu aydınların geldiği bu bölgelerde milliyetçi düşüncenin teşekkülünü sağlayan sosyolojik, siyasi ve ekonomik şartlar Osmanlı şartlarına göre epey erken bir gelişme göstermiştir. Gaspıralı’nın, sayıları beş bine varan ve Türk Dünyası’nın bütün mekânlarına ulaşan “Usul-ü Cedid”

okulları ve bu okulların bulunduğu bütün bölgelerde takip edilen ve okunan Tercüman Gazetesi vasıtasıyla kültürel alanda göz ardı edilemeyecek bir gelişme sağlamıştır. Bu kültürel atmosferden beslenen ve zamanla güçlenen siyasi hareketlilik de, milliyetçiliğin oluşumunda etkin rol oynamıştır. Elbette, Kuzey Türkleri ve Azerbaycan, burjuvazinin erken bir dönemde çok güçlü bir şekilde kendini geliştirmiş olması, bu hareketin en güçlü oluşturucu unsuru olmuştur. Rus ırkçılığı ve Pan- Slavizm hareketi de Türkçülük için psikolojik boyutunu tamamlamıştır. Gaspıralı İsmail, Yusuf Akçura, Hüseyinzade Ali, Ağaoğlu Ahmet57 Türkiye’de Türkçülüğün gerek fikri alanda58 gerekse örgütlenme aşamasında etkin olarak görev alan, Türk Dünyası’nın önemli düşünürleri ve aynı zamanda eylem adamlarıdır.

Georgeon, Osmanlı İmparatorluğu’nda Türk Milliyetçiliği’nin gelişimini, çeşitli Türk halkları arasında kültürel, hatta siyasal birlik yaratmayı hedefleyen Pan- Türkizm’den ayrılamadığını söyler. Yazar, Türk Milliyetçiliği’nin ilk formülasyonlarının Pan-Türkistlerin eseri olduğunu, Pan-Türkist milliyetçiliği savunan özellikle Rusya asıllı göçmenlerin, Türk ulusal hareketi içinde önemli bir rol oynadıklarını belirtir. Ayrıca, Türk dilini kullanan halkların birleştirilmesi fikrinin, Rusya’nın Türk toprakları üzerindeki işgallerine ve Pan-Slavizme bir tepki olarak, Çarlık Rusya’sında 19. yüzyılda Müslüman Türk halkları arasında doğduğunu vurgular.59

Türk düşünce tarihinin Osmanlı kesiminin incelenmesinde genel olarak kullanılagelen tasnif, Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük ve Batıcılık ekseninde gerçekleştirilmektedir. Buradaki tasnif yaygın olarak söz konusu düşünce akımları arasında keskin hatlarla birbirinden ayrılmış, etkileşim ve ilişkiden uzak bir sistem gibi algılanmaktadır. Oysa bu akımların edimcileri ve yayınları ekseninde gerçekleştirilecek bir çalışma ile, aralarında keskin bir farklılık değil aksine örtüşme ve iç içeliğin söz konusu olduğu görülecektir. Özellikle ilk dönem düşünce adamları arasında bu örtüşme

      

57 Bu Türk aydınları konusunda kısa ve öz bir çalışma için bkz: Bilge Ercilasun, “XX. Yüzyılın

Eşiğinde Dört Türk Aydını: Gaspıralı İsmail, Hüseyinzade Ali, Akçuraoğlu Yusuf, Ağaoğlu Ahmet”, Türkler, Cild: 14, s. 859–868.

58 Bilge Ercilasun, “Gökalp’in Türk dili ve İstanbul Türkçesi hakkındaki görüşleri

Gaspıralı’nınkilerle büyük bir benzerlik taşımaktadır. Bu da, onun Gaspıralı’dan büyük ölçüde etkilendiğini gösterir”, demektedir. Bu etkileme konusunda kısa bir değerlendirme için bkz: Ercilasun, a.g.m., s. 861.

59 Georgeon (2006), a.g.e., s. 4-5; ayrıca Türk Birliği fikrinin ilk doğduğu dönem ve Gaspıralı

daha bir bütünsel nitelik sergiler. Örneğin, ikinci bölümde ayrıntılarıyla görüleceği gibi, ilk Türkçü dernek olan Türk Derneğinin Nizamnamesi; Sebil-ür Reşad dergisinde yayınlanmış ve dernek kendi dergisini çıkarıncaya kadar Türkçü münevverler bu dergide fikirlerini kaleme almışlardır. İslamcılık ve Türkçülüğün Georgeon’ın dile getirdiği gibi Osmanlı döneminde, İslam ve Türkçülüğün karşıt birer toplumsal kültürel kod olduğu formülasyonu eksik bir yargıdır. Türk Milliyetçiliği ile İslam arasındaki ilişki, Batıdaki gibi bir ayrışma süreci içerisine girmemiş aksine özdeş bir konumda bulunmuşlardır. Ziya Gökalp başta olmak üzere bütün Türkçülerde bu ilişki farklı derecelerde olmak üzere belirgindir. Bu konuda Öğün, Türkçülüğün seküler bir ulusçuluk olamadığını, İslami değerlerin hâkim olduğu bir düşünce olduğunu vurgular. Bu eksende Türkçülük, özerk bir yapılaşma gösterememekte, İslam’a eklemlenmektedir. Yazar, Türkçülüğün Pan-Türkizm ile olan bağlantısına da alışıla gelmişten farklı bir yaklaşım ortaya koyar. Ona göre, “Türkçülük, özünde Pancı bir harekettir. Türkçü tarihçiliğin özerk anlamda bir ulusal tarihçilik olmamasının ana nedenlerinden biri de budur. Çünkü, yüzyılların kopukluğunu yaşayan çeşitli Türk topluluklarının birbirleriyle ilişkileri, İslami bir çevrede sürmekteydi. Örneğin, bir Azeri ya da Kırım Türklüğünün Osmanlı Türklüğü ile kurduğu bağ, aynı dili farklı lehçelerle konuşuyor olmaktan, ya da Orta Asya Stepleri’nde bir zamanlar yaşanmış olan ortak bir tarihten ziyade aynı dine mensup olmaktan ileri geliyordu. Çeşitli Türk toplulukları arasındaki ilişkiler, hilafete duyulan bağlılıkla ve bir dizi tarikat aracılığı ile birlikte yürümektedir. Pan-Türkizm, her ne kadar kavim gibi bir dini olmayan bir bağı ileri sürüyor gözükse de, bu birliğin içeriği, İslami bir özelliğe sahip”.60

24 Temmuz 1908’de Kanun-i Esasi’nin ilan edildiği tarih, Türk Milliyetçiliği açısından da bir dönüm noktasıdır. Bu inkılâbın neticesi olan özgürlükler, devlet içindeki Milliyetçiliklerin gelişmesine ciddi katkılar sağlamıştır. Sağlanan özgürlüklerle, etnik ve dini temelli örgütlenmeler hızla arttı ve yayıldı. Burada ele alınan konu, yani Turancılık ve Türkçülük düşüncesinin durumu ve gelişimi açısından ise, bu siyasi olayın Türk Dünyası’ndaki etkili Türkçü aydınların Osmanlı ülkesine gelmesiyle bağlantılıdır. Pek çok “özellikle Tatar ve Azeri aydının Çarlık

      

60 Süleyman Seyfi Öğün, “1908 Sonrası Çeşitlenen Osmanlı Siyasal Hayatında Türkçülüğün

Konumu”, Modernleşme, Milliyetçilik ve Türkiye kitabı içinde, İstanbul, Bağlam yayınları, 1995, s. 163-175.

Rusya’sındaki baskıdan kaçıp Türkiye’ye gelmesine de neden olmuştur.”61 Daha önce de Türk Dünyası kaynaklı fikri etkilenmelere açık olan Osmanlı ülkesinde, özellikle Gaspıralı’nın Tercüman gazetesi ve Usulü Cedid mektepleri vasıtasıyla, belirli derecede bir tesir ve etkileşim alanı vardı. Fakat, Türkiye’ye göçen münevverlerin önem ve değeri, her birinin geldikleri ülkelerde etkin birer eylem ve düşünce adamı olmalarından dolayıdır.

Türk Dünyası aydınları, Osmanlıya göre çok erken bir dönemde milliyetçilik ve Pan-Türkçülük faaliyetlerine girişmişlerdir. Bu gelişim seviyesinde yukarıda da belirttiğimiz gibi Rusya’da ki Rus ırkçılığı ve Pan-Slavizm’in etkisi belirleyici kıymettedir. Rus toplumu içindeki bu oluşumlara karşı geliştirilen savunma mekanizması, gayri Ruslar arasında da muadili hareketlerin oluşum ve gelişimine başlangıç teşkil etmiştir. İşte bu bölgelerden gelen aydınlar, bu tecrübelerini Osmanlı ülkesine taşımışlar ve Türkçülük’ün tezahür etmesinde birincil derecede rol oynamışlardır. Türk Milliyetçiliği’nin nüveleşmeye başladığı bu dönemde, Türkçülük ile Turancılık düşüncesinin özdeşleştiği bir tahayyülün tahakkuku, büyük ölçüde bu aydınların bir katkısıdır.

Pan-Türkist fikirlerin, Akçuraoğlu Yusuf, Ağaoğlu Ahmet, Hüseyinzade Ali gibi Rusya’dan gelen göçmenler tarafından Türkiye’deki Türkler arasında da yayıldığını belirten62 Lewis, Rusya’dan gelen Türk göçmenler için Pan-Türkizm’in, en aşırı şeklinde, Türkiye, Rusya, İran, Afganistan ve Çin’deki bütün Türkçe konuşan halkların tek bir devlet halinde siyasal birliğini ifade eden, gerçekten bir siyasal program olduğunu belirtir. Türkiye Türkleri arasında bu programın ise, ancak sınırlı bir destek kazandığını da ekler. Çünkü, bunların harekete karşı ilgileri sosyal, kültürel ve edebi –Türk olarak kendi ayrı özdeşlik bilinçlerinin artması, yeniden keşfedilmiş ataları ve uzak kuzenleri ile yeni bir hısımlık duygusu, Türk folklar ve geleneğine yeni bir ilgi- nitelikte idi.63

Osmanlı düşünce sistemindeki Pan-Türkizm hareketinin kültürel veçhesi ağırlık taşırken, Rusya Türkleri arasındaki Pan-Türkizm’in siyasi veçhesi belirgindir. Böyle bir farklılığın temel kaynağı ise, şüphesiz siyasi bağımsızlıkta görülebilir.

      

61 Georgeon (2006), a.g.e., s. 25; ayrıca bakınız: Lewis, a.g.e., s. 345-347. 62 Lewis, a.g.e., s. 346.

Yukarıda da belirtildiği gibi Rusya Türkleri arasında Pan-Türkizm, Rus sömürgeciliği ve bir Rus ırkçılığı olarak tezahür eden Pan-Slavizm’e bir tepki niteliği taşıyordu. Bundan hareketle Türkler arasında Gaspıralı, önce bir kültürel ve eğitim ağırlıklı olarak Türk Dünyası’nda birlik hareketlerini başlatırken, belirli bir süreçten sonra siyasi karakterde de bir boyut kazanmaya başlamıştır. Osmanlı’da da Türkoloji etkisiyle birlik hareketleri görülmeye başlandığında, kültürel kimliğin inşası için rol oynarken çok önceden teşekkül etmeye başlayan Rusya Pan-Türkizm’i, siyasi bir renge bürünmeye başlamıştı. Georgeon, bu iki farklı Pan-Türkizm hareketinin yani siyasi Pan-Türkizm ile kültürel Pan-Türkizm’in 1908 Jön-Türk devriminden sonra buluştuğundan bahseder.64

Modernleşme hareketleri, Rusya aracılığıyla Türkistan Türklerinde ve doğrudan Batı ile temas neticesinde Osmanlı toplumunda, aynı zaman dilimine rastlar. Fakat her iki Türk kültür çevresinin farklı bir tarihsel, toplumsal ve kültürel bir yapıya müteallik olması, modernleşme süreçlerini de benzeştirmemiş ayrıştırmıştır. Rusya Türkleri’nin, Rus tahakkümünde bir modernleşme hareketi, milli kimlik bağlamında ilgi ve yönünü, ekonomik ve kültürel gelişmeye doğru kanalize etmiştir. Bu durumun Rusya Türklerinden Osmanlıya göre erken bir dönemde sosyo-ekonomik gelişmenin dinamosu olan burjuva tabakasının oluşum ve gelişimini tetiklemiştir. Bu gelişim bütün Rusya Müslümanları ve Türkleri’nin siyasi alandan ziyade eğitim vasıtasıyla kültürel, sosyal ve ekonomik alanda yukarı bir seviyeye çıkmasını sağlamıştır. Osmanlı toplumunda ise, Batılılaşma, bürokratik ve askeri bir karakter taşıdığı için modernleşmede öncelik devletin kurtarılmasına verilmiştir. Bu da milli kimliklerin azınlık topluluklarında gelişirken, Türkler arasında nüveleşmesi engellenmiştir. Batı tarzı bir milliyetçiliğin, Doğu Türklerinde yaygınlaşırken bunun etkisinin Osmanlı sınırlarına sızmasının engellenmesi için bazı tedbirlerin alınması kayda değerdir.65 Bu tedbirler bize göstermektedir ki, Türk Milliyetçiliği’nin Osmanlı toplumunda oluşum ve gelişimi siyasi erk tarafından tehlikeli görülmüş ve toplumsal dinamikler tıkanmıştır.

      

64 Bkz: Georgeon (2006), a.g.e., s. 81.

Genel olarak Osmanlı düşüncesinde ve özel olarak da Türkçülük düşüncesinde, “Osmanlı aydını” ve “Rusya kökenli aydınlar” sınıflandırması bazı araştırmacılar tarafından gerçekleştirilmiştir. Böyle bir kategorileşmeye kaynaklık eden düşünsel farklılıklar ve eylem biçimleri de gözlemlenebilmektedir. Aşağıda bu aydınların yer aldığı örgüt çatılarındaki ilgi alanı ve yaklaşım farklılığı burada dikkat çekilen hususlardandır. Bu ayrıma dikkat çekenlerden biri de Masami Arai’dir. Arai, milliyetçi gruplar ve dernekler üzerinde yaptığı çalışmalarında, Türk ulusal hareketi içinde iki farklı bakış açısının varlığını göstermeye çalıştığını söylemektedir: Osmanlı Devleti’nin siyasi formülüne bağlı kalan Osmanlı Türk aydınlarının bakış açısı ve gözlerini Orta Asya’ya dikmiş Rusya Türklerinin bakış açısı.66 Fakat Geogergen, aydınlar arasında bu kadar kesin bir ayrımın söz konusu olmadığını bildirmektedir. Çünkü ona göre, Osmanlı Devleti’nin güçlendirilmesi, bütün Türklerin Pan-Slavizm tehdidi altında olduğunu düşünen Rusya Türklerinin de çıkarınaydı. Yazara göre, Turancılığın en romantik biçiminin en ateşli öncülerinin Osmanlı Türkleri olduğunu da unutmamak gerektiğini hatırlatır: Halide Edip, Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp.67