• Sonuç bulunamadı

I. 2 2 Bir Kimlik Arayışı ve Türkçülük

1.2.2.2 Türkçülüğün Öteki Milliyetçiliklerden Farkı

Türk Milliyetçiliğiyle ilgili önemli çalışmalar yapan Georgeon, çağımızın ezilen halklarının isyanıyla Türk Milliyetçiliği arasında en az iki önemli farklılığın saptanabileceğini belirtir. Ona göre53 birinci fark; “Türk Milliyetçiliği’nin Batı karşıtı

      

49 Akçura, a.g.e., s. 73.

50 H. Karaman, “Cemalettin Efgani”, TDVİA., Cilt: 10, İstanbul: TDV Yayınları, 1994, s. 462. 51 Georgeon (2006), a.g.e., s. 15.

52 Karaman, a.g.m., s. 463; Mümtaz’er Türköne, Cemaleddin Efgani, Ankara, TDV Yayınları, 1994, s. 128. 53 Georgeon (2006), a.g.e., s. 10.

olmamasıdır.” Türkiye, baskı altına alınmış ama sömürgeleştirilmemiştir. Ortaya çıkan sorun kültürel yabancılaşmadır. Yazar, “Türk kültürünü kim yabancılaştırmıştır? İslam mı, Avrupa mı?” diye sorar. Cevabını da Osmanlı ve cumhuriyet dönemindeki reform çalışmalarından hareketle, İslam olarak verir. İkinci fark olarak; “Türk Milliyetçiliği’nin anti-kapitalist olmamasıdır.” Jön Türk döneminde yapılan, Türkiye’de ulusal bir burjuvazi yaratmak ve ülkeye Avrupa türü bir kapitalizm getirmek yönündeki çalışmaların Kemalizm’le de devam ettiğini vurgulamaktadır. Mesela, Mustafa Kemal, meşhur Amerikan yatırım projesi (Chester projesi) örneğinde olduğu gibi Türkiye’nin yeniden değer kazanması için yabancı kapitalistlerle sözleşme pazarlığı yapıyordu. Ayrıca, 1923’te toplanan İzmir İktisat Kongresi dönemin egemen ruh halini yansıtması açısından anlamlıdır çünkü ,“daha fazla kapitalizm” talep ediyordu. Bu eksende Georgeon, Türk Milliyetçiliği’nin kendine özgü niteliklerini ortaya çıkarırken, 19.-20. yüzyıllarda Avrupa’da beliren ulusal hareketlerle yakınlıklarını da belirtmektedir. Ona göre, Türk Milliyetçiliği’nin çağdaş tarihin iki önemli olgusunun 19. yüzyıldaki milliyetler sorunu ile 20. yüzyıldaki ezilen halkların isyanı arasındaki sınırda yer almaktadır. Türk Milliyetçiliği, hem Türk ulusal kimliğinin keşfiyle, hem de Avrupa hegemonyası ve sömürgeleştirme tehlikesine karşı tepkiyle kendini açığa vurmaktadır.54 Yazarın bu tespitleri, Türk siyasal düşüncesinde egemen olan eylem ile söylem arasındaki mütebariz bir çelişkiyi ve farklılığı da göstermektedir.

Türk Milliyetçiliği’nin oluşumu sürecinde Osmanlı Devleti’nin toplumsal ve kültürel yapısındaki çeşitlilik, Türk Milliyetçiliği’nin yapısal ve işlevsel niteliğine belirleyici etki yapmıştır. Bununla birlikte Osmanlı Devleti’nin bu etno-kültürel ve dini farklılıklarının değişkenliği de Türk Milliyetçiliği’nin Osmanlı’dan Cumhuriyet’e tevarüs eden kapsayıcılık ve esnek yapısının sürekliliğinde etkili olmuştur.55 Yani Türk Milliyetçiliği, gerek Osmanlı ve gerekse Cumhuriyet siyasi sisteminde tek bir etnik eksende sabite kazanmamış, aksine mevcut farklılıklar zemininde kendini inşa etmiştir. Bu da ideolojik yapısındaki dinamikliğin kaynağını teşkil etmektedir.

      

54 Georgeon (2006), a.g.e., s. 10–11.

55 Azmi Özcan, bu sürekliliği “Tanzimat’ın Osmanlı milleti tanımı yeni kurulan Türkiye

cumhuriyeti’nin sınırları dahilinde yaşayan herkesi içine alan ‘Türk milleti’ tanımıyla yeni döneme de intikal etti” diyerek vurgular. Özcan, a.g.m., s. 487.

Türk Milliyetçiliği’nin devlet (veya yurttaşlık) merkezli bir düşünsel ve siyasi etkinlik olması, Osmanlı Devleti’nin etno-kültürel yapısının bir zorunluluğudur. Türk Milliyetçiliği nüveleşme döneminde salt Türk unsuru üzerine fikri ve siyasi dayanak olmamış, çok kültürlü yapısı sebebiyle, devleti ve coğrafyayı (vatanı) önceleyen bir karakter kazanmasına yol açmıştır. Türklük kavramının içeriklendirilmesi sürecinde, bu somut toplumsal ve kültürel gerçeklikler de belirleyici olmuştur. Böylece, bu inşa süreci farklı kaynaklardan çeşitli derecelerdeki etkileşimlerle kendi rengini bulmuştur. Bu durumda, Türk Milliyetçiliğindeki devletçi yaklaşımın bizatihi devlet kurumunun öncelenmesi değil, bu kurumun ortaklık vasfı sebebiyle “bağlılık”, “dayanışma” unsuru olarak araçsallaştırıldığı belirtilebilir. Yani, devlete verilen önem, çok kültürlü sosyolojik yapının bir sonucudur. Bu plüral yapıyı bir arada tutmanın formülü, bütün grupların ortak dayanışma unsuru olan devlet ve vatan olgusunda buluşmasıdır. Bu olgunun toplumsal yansıması, farklı etno-kültürel ve dini kümeye mensup aydın ve kişinin Türk Milliyetçiliğinde etkin bir konumda bulunması sonucunu doğurmuştur.56

Tanzimat’la başlayan ve devletin içerisindeki dini, kültürel farklılıkların, bu farklılıkları, zemininde hukuki reformlara muhatap kılınması, devletin birlikte yaşama siyasetinde de köklü değişikliklere gitmesine sebep olmuştur. Bu süreçten itibaren Osmanlılık siyaseti, devlet düzeyinde gerek söylem gerekse eylem alanında ön plana çıkmıştır.

İlk köklü Batılılaşma hareketi olan Tanzimat ile birlikte muhalif bir aydın zümresi de meydana gelmiştir. Yeni Osmanlılar olarak adlandırılan bu aydın grubu, Osmanlı Devleti’nde ayrılıkçı hareketleri engellenmek için Batıdaki “millet” sisteminin farklı bir içerikte uygulamasını savunmuşlardır. Bu aydınlarla birlikte “vatan”, “hürriyet”, “meşrutiyet” gibi kavramlar da yeni düşünce sisteminin bir ürünü olarak tedavüle sokuldu. Bu eksende Osmanlının yeni birlikte yaşama formülü, aynı devlet ve vatan ortak paydasında bir Osmanlı Milleti’nin meydana getirilmesi öngörülüyordu. Zamanla bu Osmanlı Milletinin kapsadığı unsurlarda bir daralma olmuştur. İmparatorluğun bünyesindeki Hıristiyan unsurlar ayrılmış ve yeni

      

56 Bunlar arasında Tekin Alp, Şemseddin Sami ve daha pek çok şahsiyeti sayabiliriz. Konuyla ilgili

ayrıcı şu eserlere bakılabilir: Liz Behmoaros, Bir Kimlik Arayışının Hikâyesi, İstanbul, Remzi Yayınları, 2005; Landou, Tekin Alp Bir Türk Yurtseveri, İstanbul, İletişim yayınları, 1996.

“millet” modeli “İslam milleti” modeli olmuştur. Arnavut ve Arap gibi Müslüman unsurların da ayrılması ile siyasi coğrafyanın daralmasına bağlı olarak sadece Anadolu merkezli bir Türk Milliyetçiliği, zorunlu olarak uygulama sahasına sokulmuştur. Anadolu’nun da etno-kültürel ve dini toplumsal yapısı, Türk Milliyetçiliği’nin Tanzimat’tan beri yapısal süreklilik unsuru olan farklılıkları kapsayıcılığı niteliğinin, bu aşamada da devam etmesini sağlamıştır.

Osmanlı Türk düşüncesinde belirleyici, biçimlendirici düşünceye rengini veren ana sorun “devlet” ve “toplumsal form”dur, “vatan” ise değişken bir nitelik gösterir. Osmanlıcılık, İslamcılık ve son olarak Türkçülük, bu iki ana sorun ekseninde tecessüm etmiştir. Devlet ve toplum arasındaki hiyerarşik ehemmiyet sıralaması, devletin lehine değişmektedir. Sorunun temelinde devletin korunması vardır. Bunun için geliştirilen çözüm önerileri ile bağlantılı tartışmalar, Osmanlı Türk düşüncesinin ana renklerini de ortaya çıkarmıştır. Bu süreçte devletin kurumsal ve ideolojik yapısında da sürekli değişimin egemen olduğu bir dinamiklik söz konusudur. Toprak kaybına bağlı olarak değişen toplumsal ve çok kültürlü yapı, devletin bünyesinde de yapısal ve ideolojik bir değişimi beraberinde getirmektedir. Mesela, Osmanlıcılık, farklı dinlerden toplulukların yer aldığı, bir siyasi bir çatı altında birlikte yaşama formülü olarak “yurttaşlık” temelinde kurulmuş bir sistemken, İslamcılık; Hıristiyan unsurların büyük ölçüde devlet bünyesinden ayrılması doğrultusunda, asker ve bürokratlardan müteşekkil aydınların, devleti İslam temelinde yeniden inşa etmesi sonucu peyda olmuştur.