• Sonuç bulunamadı

Türkçe Eğitiminde Kullanılan Başlıca Edebi Tür Olarak ‘Şiir’

Şiir, insanlığın varoluşundan beri eş zamanlı olarak gelişmiş bir türdür. Edebiyatın temelini oluşturur. Tarihi, felsefi tüm bilgilerin aktarımında sözlü veya yazılı olarak şiir dilinin kullanıldığı görülmektedir. Yazılı edebiyet dönemi öncesinde dahi destan, efsane, masal, türkü, mani gibi türlerin şiir şeklinden yola çıkılarak oluştuğu ortadadır. Sağlık’ın (2014) belirttiği gibi, edebiyatın kökenine bakıldığında karşımıza ilk şiirin çıktığı görülür. Çoğu kez ‘edebiyat’ denilince akla ilk ‘şiir’ gelmiş ve anlatım yolu olarak ilk çağlardaki felsefe metinlerinde dahi hep şiir kullanılmıştır. İnsanlığın ilk romanları sayılan destanların (epope) şiir şeklinde

24

yazıldığı zaten bilinmektedir. Osmanlılar döneminde günlük yazışmaların dili de şiir biçimindedir (s.116).

Bu bağlamda şiir türünü anlatmak ve açıklamak için birçok tanımlamalar yapılmıştır. Bunlardan bazıları şu sekildedir:

Türkçe Sözlük’te (2017) şiir, “Zengin sembollerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan, hece ve durak bakımından denk ve kendi başına bir bütün olan edebî anlatım biçimi, manzume, nazım, koşuk” olarak tanımlanmaktadır.

Şiir adı verilen eserlerin, hayal gücü, duygusallık, uyum (ahenk) ve ölçü (vezin) gibi birtakım içerik, anlatım ve biçim özellikleriyle öteki tür edebiyat eserlerinden ayrıldığı görülür. Başka bir deyişle şiir, düz yazıya (nesre) göre, daha çok estetik değerler taşıyan ve daha yoğun bir dikkat gerektiren bir yazı türüdür (Oğuzkan, 2013:50). “Şiir, en ulusal sanat dalıdır.” (Eliot’tan 1990:XIX’dan akt. Aksan, 2005:7) ve “Şiir, insanın kendi anadili çalgısında söylenen bir türküdür.” (Cahit Külebi’den akt. Çetişli, 1998:80). Ayrıca “Şiir, güzel sanat dallarının en ilkeli, kuralları en saptanmamışı veya başıboşu; fakat en ince dokulu ve en yoğun olanı, değişmeye en çok ihtiyaç duyanı, en yalını, en soylusu, en halisi, en özneli, en güç yaratılanı, insana en yakın ve en öz olanı” (Cahit Külebi’den akt. Çetişli, 1998:70).

Melih Cevdet Anday’ın bu konudaki görüşü de aynı doğrultudadır: “Ama

bütün şiir tanımları üç aşağı beş yukarı buna benzer. Çıkar yol, şiiri tanımlamaktan vazgeçmektir. Tanım akıl işidir. Şiir ise akıl dışıdır” (Anday’dan 1990:9 akt. Aksan

2005:8).

Bu zorluklara karşın şiirin tanımının yapılabileceğini söyleyen Anday, şiirin farklı dönemlere ve anlayışlara göre tanımlara sahip olduğunu, ancak şiirin bir sanat olarak durağan olmadığını sürekli geliştiğini şu sözleriyle belirtir:

Ama her şiir anlayışına göre gene de bir tanımı vardır bu sanatın. Örneğin bizde eskiden ‘Vezinli kafiyeli sözdür’ diye tanımlanırdı şiir, o günün şiiri de bu tanıma uyardı. Neylersiniz ki bu sanat boyuna biçim değiştirmiştir, başka başka görünüşlerle çıkmıştır karşımıza, hiçbir tanıma sığmamıştır”. Homeros ile Baudelaire arasında şiirin sürekli farklı şekillerde ortaya çıktığına dikkat çeken

25

Anday, şiirin tanımının yapılamamasının temel sebebini de sürekli gelişip değişmesine bağlar: “Homeros'tan günümüze şiir kılıktan kılığa girmiştir, diyelim onunla Baudelaire hiç benzeşmezler; ama özde bir özdeşlik vardır, akımlar, yaklaşımlar ne denli değişirse değişsin, o özsu akagelmiştir, akagidecektir. Buna şiir sanatı diyoruz, tanımlayamazsak da adını koymuşuz (Algül, 2015:151).

Cahit Külebi’ ye göre de bugüne kadar şiirle ilgili yapılmış olan tarifler yeterli değildir. Güzel sanatlardan olan şiirin resim, musiki, tiyatro gibi kollarının olduğu gibi şiirin belli bir kuramı, tanımı yoktur. Şair bu nedenle şiire kesin bir tarif getirmek yerine, türün diğer sanatlardan farkları ve öz nitelikleri üzerinde durarak şiirin ‘formül’ ü olmadığına dikkat çekmiştir ( Çetişli, 1987).

Sağlık’a (2010) göre:

Şiir hakkında konuşan ya da yazan herkes, yaşadığı/tanıdığı/bildiği ‘şiirsel hal’in kendi üzerindeki etkisi oranında izahatte bulunabiliyor. Yani, şiirden bahseden özne, ancak kavrayabildiği şiirsel halin kendi üzerindeki izdüşümünü yansıtmaya çalışıyor. Bu yansıtmanın kapsamını da ‘genel’ sözüyle değil, ancak ‘özel’ sözüyle ifade edebiliriz’. Sağlık’a göre tanımlamak, başka bir ifadeyle ‘sınırlamak’ demektir. Şiir ise sürekli değişen/gelişen bir sanat özetle özgürlük ile aynı anlama geldiğine göre sınırlamak şiire uygulanabilecek pek mümkün bir eylem değildir. O halde şiiri tanımlamaya çalışmak boşuna bir çabadır (s. 378-397).

Tüm bu ifadelere bakıldığında her bir tanımlamanın şiirle ilgili farklı bakış açılarını ortaya koyduğu ve şiiri ya belli bir yaklaşım açısından ya da belli bir yönünden ele alındığı görülmektedir. Buradaki amaç, şiirin tanımları arasındaki farklılıkları gözler önüne sermek değil şiirin ne kadar önemli bir yazın türü olduğunu ve dil eğitiminde metin seçimi bakımından büyük önem arz ettiğini ortaya koymaktır.

Fedai’ye (2014) göre şiir, Türk edebiyatında her zaman en kıymetli tür olmuştur. Dini kişi ve olaylar, savaşlar, büyük aşklarla şekillenerek meddah ve halk hikâyeleri ile bütünleşse de en didaktik olanında (manzum hikâye) bile kalbe dokunmak, asıl amaçtır. Oldukça derin olanlarında bir mısra çok büyük bir hikâyeyi taşıyabilir. Şiir anlatmaz, hissettirir; konuşmaz, konuşturur (s. 131).

26

Metinsel tür farkındalığı kazandırmada ve edebi türlerin öğretiminde en çok zorlanılan konunun şiir olduğunu belirten Aytaş (2006) da, bir şeyi tanımlamanın, onun kesin o olduğu anlamına gelmediğini de ifade eder. Kimi zaman tanımın, tanımlanan şeye yaklaşıma yardımcı unsur olarak işe yaradığını ancak tanımın tek baş ına problemi ortadan kaldırmadığını söyleyerek sadece problemin çözümünde ara unsur olabileceğini ifade eder. Şiiri “genellikle, alt alta yazılan mısralardan meydana gelen ölç ülü ve kafiyeli anlatım” olarak tanımlasa da her ölçülü ve kafiyeli sözün de ş iir olması mümkün olmadığını da ekler (s. 261-276).

Ahmet Haşim (2003) Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar adlı yazısında şiirin musiki ile ilişkisini önceleyici bir tanımlamaya gider.

Yapılan değerlendirmelere, tanımlamalara bakıldığında şiirin ortak bir tanımının yapılmasının zor, yetersiz ve gereksiz olduğu görüşü ağır basmaktadır. Şiir sanatsal anlatımın kendini en üst seviyede gösterdiği edebi türlerden biri olduğuna göre sanatı kalıba sokmak mümkün değildir ve kişiye göre farklı anlamlar kazanabilir.

Bahar’a (2010) göre sanat yapıtlarının oluşturulmasında sanatçının amacının yararlılık mı yoksa yalnızca sanat kaygısı mı olduğu, şiir için de çok tartışılan bir konudur. Bazıları için yararlılık, bazılarına göre de sanat kaygıları ön plandadır. Şiirler, bir sanat yapıtıdır. Yazılırken ilk amaç olarak yazınsallığı gözetmesi, şiirin bireylere yararlı olmasına engel değildir. Eğitimde şiir metinlerine yer verilmesinin amaçlarından biri okura estetik yaşantılar sunabilmesidir. Şiirle çok boyutlu duyma, düşünme becerileri geliştirilebilir, dil sevgisi kazandırılabilir ve bireylerin estetik anlamda bir doyuma ulaşmaları sağlanabilir (s.12).

Şiir türünden yapıtlar, doğal olarak dil ve edebiyat ürünüdür. Sezer (2000) şiir türünden metinlerin çocuğun edebi ve estetik değer eğitiminin, duygu ve düşünce gelişiminin en önemli ögesi olduğunu belirtir ve şu ifadelerle şiiri tanımlar:

Şiir anlamın ve güzelliğin yoğunlaştırılarak anlatıldığı kristalize olmuş sözceler ve imgelerden oluşur. Bu açıdan eğitim içerisinde şiirden kaynaklanacak güzelliklerin değerlendirilmesi gereklidir. İnsanda oluşturacağı estetik yaşantılar, farklı ufuklara ulaşma becerisi ve çok boyutlu duyma, düşünme becerilerinin geliştirilmesi açısından da insanlar şiire ihtiyaç duyarlar (s. 647).

27

Şiir türünün dil öğretimi alanındaki içeriğini, boyutlarını ve amaçlarını ise Aytaş (2006) şu ifadelerle ortaya koyar:

Şiir genellikle, alt alta yazılan mısralardan meydana gelen ölçülü ve kafiyeli anlatım olarak tanımlanmaktadır. Ancak, her ölçülü ve kafiyeli sözün de şiir olması mümkün değildir. Ş iir için en temel unsurların başında âhenk gelmektedir. Âhenk ise, ritim ve armoni ile tamamlanır. Ritim, ölçü ve kafiye; armoni ise, aliterasyon ve assonanslardır. Şiir şekil ve içerik açısından incelenirken, onu meydana getiren unsurlar tek tek ele alınmalıdır. Şiirde şekil unsurlarının tam olarak anlaşılabilmesi iç in, bütün örneklerin bir arada verilmesi gerekmektedir. Yoksa tek bir nazım şeklinden yol çıkılarak şiiri şekil olarak anlatmak ve değerlendirmek mümkün değildir. Ş iir incelemelerinde şekil unsurlarından sonara, ritim unsurlarının ele alınması; ölçü ve kafiyesinin bulunması gerekmektedir. Genellikle ders kitaplarında bütün nazım ş ekilleri bir arada yer almamaktadır. Bu yüzden, çoğu kere kitapta yer almayan diğer nazım ş ekilleri ile ilgili teorik bilgilere yer verildiği görülmektedir.

Şiiri içerik açısından değerlendirirken, öncelikle ele aldığı konu ve temanın belirlenmesi gerekmektedir. Konusuna ve temasına uygun tür adlandırması yapıldıktan sonra inceleme daha yararlı olacaktır. Hangi edebi tür olursa olsun, öncelikle amacı gerçekleştirmedeki yeterlilik düzeyi dikkate alınmalı, türün genel ve özel amaç ları gerçekleştirme düzeyi göz önünde bulundurulmalıdır. Aynı durum şiir için de söz konusudur. Eğer türü kavratmak hedeflenmişse, şiir türünü şekil ve iç erik açısından en iyi yansıtan örnekler ele alınmalı, onlar üzerinden inceleme yapılmalıdır. Çelişkili ve tartışma yaratacak örnekler, tür özellikleri kesin kavrandıktan sonra ele alınmalıdır. Şiirde içeriğe göre yapılan adlandırmalarda da yanlışlıklar yapılmaktadır. Lirik, epik, dramatik, didaktik, pastoral ve satirik şiirler bir tür olmayıp, konu ve tema adlandırmasıdır. Kimi kaynaklarda bu ve benzeri adlandırmalar yanlıştır.

Şiirler içerik özellikleri ve işledikleri konulara göre türlere ayrılırlar. Divan edebiyatında ‘mersiye, methiye, hicviye, münacaat, tevhit’ gibi. Halk edebiyatında ise, ‘güzelleme, koç aklama, taşlama, ağıt’ gibi nazım türlerine rastlamak mümkündür. Kimi ş iirleri ise, belli bir nazım türü altında değerlendirmek mümkün değildir. Onlar daha ç ok şekil özellikleri bakımından belirleyici olmuştur. Gazel, kaside, koş ma, mani gibi. Modern şiir örneklerini ise, bir tür altında tasnife tabi

28

tutmak ş imdilik mümkün görülmemektedir. Bunları içerikleri bakımından, ‘lirik, didaktik, dramatik, pastoral ve epik ş iir’ olarak tasnif edebilmekteyiz (s. 261-276).

Aytaş’ ın kapsamlı olarak yer verdiği bu bilgilerde görüldüğü gibi şiir, şekil ve içerik öğelerinin birbirinden ayrı düşünülemeyeceği sistematik ve bütünleşik bir örüntüdür. Konusuna göre şiir türlerini de ‘lirik, pastoral, didaktik ve epik’ olarak sınıflandırdığı, ancak bu sınıflandırmada ‘satirik’ şiir türüne yer vermediği de görülmektedir.

Konusuna göre şiir türünü, Aytaş’a göre şu şekilde sınıflandırmak mümkündür (2006):

a) Lirik ş iir; etkileyicilik bakımından hüzün, sevgi, sevinç, acı, keder vb. duygulara dayalı durumları yansıtır. His ve hayal unsurları bakımından zengindir. Diğer ş iirler içinde de lirizm mutlaka vardır. Fakat lirik şiiri diğerlerinden ayıran temel özellik, onun bir amaca bağlı kalınarak yazılmamış olmasıdır. Lirik şiirin temel amacı, duygulara hitap etmesi ve duyguları dile getirmesidir.

b) Pastoral ş iir; doğayı ana kavram olarak ele alan ve amacı sadece doğayla ilgili gözlemleri anlatmak olan ş iirlerdir. Bir şiirin pastoral olabilmesi için mutlaka gözleme dayalı olması gerekir. Gözlenen olay anlatılmalıdır. Ş iirde doğa, temel amaç olmalıdır. Doğa unsurları araç olarak kullanılmayacak, doğanın gerçeği anlatılacaktır.

c) Didaktik ş iir; tamamen bir ders vermeyi ve bir sonuç çıkarmayı amaç layan şiirlerdir. Nükte şiirler olarak da bilinmektedir. Bu bakımdan insanlara dolaylı yoldan ders verir. Fablların, fıkraların nazım söyleyişleri didaktik şiire örnektir. Bir ana fikir etrafında oluşturulmuştur. Çocuklara yönelik yazılan şiirlerin büyük bir kısmı didaktik tarzdadır.

d) Epik ş iir; genellikle olağanüstü bir üslûp ve destansı bir tarzla kaleme alınmış eserlerdir. His ve hayal unsuruna daha az yer verilir. Teması kahramanlık oluğu gibi, baş ka konular da olabilir. Üslubundan hareketle epik şiiri tespit etmek gerekir. Epik ş iire bir anlatım şekli de diyebiliriz. Heyecanlı ve coşkulu bir anlatımı vardır.

e) Dramatik ş iir; eğer bir olay anlatılıyorsa ve bir olaya bağlı olarak duygular alınmışsa o şiirlere dramatiktir demek mümkündür. Genellikle, acıklı ve

29

korkunç olayları anlatan şiirler için verilen bir ad olmakla birlikte, dram aslında bir canlandırma olduğu için, dramatik şiirleri bir durumu canlandırmaya aracı olan şiirler olarak adlandırmak gerekmektedir (s. 261-276).

f) Satirik şiir; edebiyatımızda hiciv, taşlama, yergi adlarıyla da bilinir. Bunlardan hiciv divan edebiyatında, taşlama halk edebiyatında; bir kişiyi ya da toplumdaki aksaklıkları eleştirmek için yazılmış şiir demektir (Yardımcı, 2011:195).

Oğuzkan’ a (2013) göre şiire ses (müzikalite) yönünden ayrı bir özellik veren başlıca unsurlar kafiye, aliterasyon ve ölçüdür. Şiirin düzyazıdan ayrılan en belirgin yanı kafiyeli oluşudur. Kafiye, şiire ses zenginliği verir, ona düzen ve biçim kazandırır. Aliterasyon, bir uyum etkisi sağlamak için aynı sesleri, aynı heceleri veya harfleri tekrarlama sanatıdır. Ölçü (vezin) ise, manzum eserlerde mısraların hece ve durak bakımından denk oluşudur. Şiire ritim kazandırır, düşünce ve duyguların daha vurgulu ve etkili biçimde anlatımını sağlar (s. 250-251).

Türk şiirinin iki temel vezni vardır: Aruz vezni, kelimelerdeki hecelerin uzunluk-kısalık ve açıklık-kapalılığına dayanır; hece vezni ise, mısraları oluşturan kelimelerin hece sayılarını esas alır (Çetişli,2015:32). Ancak son dönem edebiyatımızda yoğun olarak kullanılan bir de ‘serbest şiir’ vardır ki redif, kafiye, şekil kuralları olmadan ve belli bir nazım şekli ile yazılmayan şiirleri nitelemek için kullanılır. Serbest şiirde ahenk unsurları şiirin tamamına belirli bir kurala uyulmaksızın yayılan ses benzerlikleri, ses, sözcük ve dize tekrarları vb. ögelerdir.

Şiir türleriyle ilgili alanyazında ilköğretim çağı öğrencilerinin okuyabileceği farklı şiir türleri de görülmektedir: Formüle edici şiirler; sözcüklerin, düşüncelerin, hayallerin derlenmesiyle oluşur. Serbest tarz şiirler; uyaklı olup olmadığına bakılmaksızın yazılan şiirlerdir. Hece ve sözcük hesabına dayanan şiirler; her satırda eşit sayıda sözcük veya hece içeren şiirlerdir. Uyaklı şiirler, satır sonundaki sözcüklerde ses uyumu olan şiirlerdir. Model şiirler, çocuklara yaşamda karşılaşılan durumlar karşısında nasıl davranmaları gerektiği konusunda örnek olabilecek şiirlerdir (Akyol, 2004:130-144’ten akt. Yıldırım, 2012:32).

Şiir türünden metinler Türkçe öğretiminde çok sık kullanılan metinlerdir ve her şeyden önce manzum olması bakımından düzyazı şeklindeki roman, hikâye, masal, tiyatro vb. türlerden ayrılır. Ahenk unsurlarını kullanması, gündelik yaşam

30

dilinden farklı bir dil yaratması, imgesel bir söyleyişe dayanması, retorik bakımdan diğer türlere göre daha güçlü olması gibi hususiyetleri itibariyle ayrıca ele alınması gereken bir türdür. Şiir; işlediği konuya göre pastoral, epik, lirik gibi alt türlere ayrılırken ‘olay’ eksenli bir anlatım noktasında da ‘şiir-hikâye’, ‘manzum hikâye’ ayrımının yapıldığı/yapılması noktasında ikili bir tasnife tâbi tutulur. Öte yandan şiirle ilişkili olarak ‘manzume’, ‘manzum eser’, ‘mensur şiir’ gibi kavramların da kullanıldığını ifade etmek gerekir.

Mensur şiir, edebiyatta mutlak güzelliğe ulaşabilmek için yapılan arayışların bir sonucu olarak ortaya çıkan bir düzyazı türüdür. Bu nedenle beyit, dörtlük, bent gibi nazım birimleri ve vezin, kafiye gibi ahenk unsurları yoktur. ‘Mensure’ de denilen kısa ve yoğun bir anlatı türüdür. Konular, şairane bir üslupla ve tasvirlerin sıkça kullanılmasından dolayı uzun cümlelerle ifade edilir. Bir şiir türü olduğu için de iç ahenge oldukça önem verilir.

Gariper’e göre (2006) mensur şiir de diğer edebi türler gibi başlığı, başlangıcı ve bitişiyle müstakil bir edebi türdür. Yani bir başka edebi türün yahut eserin içerisinde yer alan ve o metnin bir parçası olan birkaç paragraflık, hatta birkaç sayfalık bir kısım mensur şiir diye adlandırılamaz. Bu ancak bir yaklaşımdan ibaret olur (s. 363).

Çetişli’ nin (2015) ifadelerine göre, Arapça ‘nasr/nesir’ kökünden türeyen ‘mensur’ un kelime anlamı; ‘saçılmış, dağılmış; manzum olmayan söz veya yazı’ dır. Mensur şiirin lügat anlamı ise; ‘manzum olmayan, vezinsiz, kafiyesiz şiir, düzyazı şiir’ dir. Çetişli, mensur şiirin tanımını şöyle verir: “Mensur şiir, ferdi ve şairene his, duygu ve intibaların şiir kadar ahenkli ve sanatlı bir dille ifade edildiği vezinsiz, kafiyesiz, mısrasız ve çoğu gramer kaidelerine uygun cümlelerden müteşekkil büyük bir duygu yoğunluğunun hâkim olduğu kısa nesirdir” (s. 63).

‘Mensur şiir’i örneklendirmesi bakımından Yakup Kadri

Karaosmanoğlu’nun Erenlerin Bağından adlı metninden bir bölümü aşağıya alıyoruz:

“Yıllar yârlardan, yârlar yıllardan vefasız. Kara baht bir kasırga gibi. Bu ne baş döndürücü iş? Geceler günleri, günler geceleri kovalıyor; cefalar cefaları kolluyor. Saçlarımızda aklar akları, alnımızda çizgiler çizgileri doğuruyor. Kadere

31

boyun eğmek güç, isyan tehlikeli, felek hiç acımayacak mı? Heyhat, aziz dost, onu döndüren kara bahtın kasırgası...

Bahçeler bozuldu, yuvalar dağıldı, yollar silindi, cihan viran oldu. Yaşlı gönül şimdi böyle diyor; her şeyi kendine eş görüyor. Bu da yanlış duygulardan biri... Cihan ne vakit bayındır idi? Bahçelerde ne vakit güller açtı? Ne vakit yuvalarda bülbüller öttü? Yollardan ne vakit yârlar geldi? Umduk, bekledik, düşündük. Hangi şey umduğumuza uygun düştü? Gördüğümüz düşündüğümüze benzedi mi? Gelenler beklediğimize değdi mi? O mutlu ve yüce saat hangi saatti ki, içinde iken "Geçme! Dur!" diye haykırdık? Hiçbiri, aziz dost, hiçbiri! Belki hepsini geçsin gitsin diye bekliyorduk; çünkü onlar birbirinden çirkin, birbirinden yararsız saatlerdi. Kimi bir damla gözyaşıyla, kimi tek bir "Eyvah!" ile kimi bir esnemeyle, kimi yalnız susmayla dolup gitti. Onlar birer birer yeniden gelsin ister misin? Hayır, hayır, hayır; değil mi?

Şimdi kalbimiz boş, başımız doludur. Ağzımızda zehir, gözlerimizde ateş var; tatsız bir içki sersemliği içindeyiz. Ve artık yolun ortasını geçtik ve saçlarımızda aklar akları ve alnımızda çizgiler çizgileri doğuruyor. Ve ellerimiz, dizlerimiz titriyor ve önümüzdeki ufuklardan yok olma havası esiyor. Söyle, gençliğini ne yaptın? Söyle, gençliğimi ne yaptım?” (Karaosmanoğlu, 1928).

Görüldüğü üzere çok sanatkârane bir üslupla işlenmiş cümlelerde oldukça şairane ifadelerin yoğunluğu göze çarpmaktadır. Yazar, düzyazıya şiirsel anlatımı yerleştirmiştir. Diğer bir ifadeyle düzyazı biçiminde verdiği metni, şiirsel anlatımın imkânlarıyla şekillendirmiştir.

Dolayısıyla mensur şiirler, kısa olmalarına rağmen şiirsel anlatımın imkânlarını kullanma sayesinde oldukça yoğun anlatımlar içeren bir düzyazı türüdür. Şiirle olan dilsel benzerlikleri kadar şiire göre biçimsel farklılıkları bakımından da düzyazıya kapı açar. Şiirdeki gibi vezin, dörtlük, kafiye gibi unsurlar yer almadığı görülmekle birlikte şairane bir üslubun varlığı dikkat çeker. Kelimelerin özenle seçilerek iç ahenk yaratıldığı, bireysel duygulanmaların çarpıcılığının hissedildiği bir anlatı çeşididir. Düzyazı ile şairane bir dil ve anlatımın birleşimini çok etkileyici şekilde ortaya koyan bir yazın türüdür.

‘Şiir-hikâye’ ve ‘manzum hikâye’ ile çalışmamızın sınırlarını belirlediğinden ve içeriğin en temel yönünü oluşturduğundan ayrıntılı bir şekilde

32

ayrıca ele alınmaktadır. Çalışmamızın esasını olaya dayalı/hikâye edici/anlatmaya dayalı manzum metinler ve bu metinlere dair ‘şiir-hikâye’ ve ‘manzum hikâye’ şeklindeki ikili tasnif oluşturduğundan her iki kavramı ayrıntılı ele almanın bir gereklilik olduğu düşüncesindeyiz.