(. _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _ )
Mefâîlün / Mefâîlün / Mefâîlün / Mefâîlün ( Bahr-i Hezec )
Bu bir eyvân-ı medfen–hey’et olmuş tayflar dolmuş Yatar bir devlet âguşunda bir na’ş-ı remîm olmuş;
O bir makber ki eyvân tavrı var hâl-i vakârında Durur bir millet ümîd-i bekâ kılmış civârında;
Bu eyvân-ı zîb hûn-âlûddur dîdâr-ı mâzîde, Mücessem fecr-i kâzib leyl-i zulmetdâr mâzide;
O medfen rûy-ı müstakbelde bir nûr-ı siyeh-perdir, Bu fecri mahva gelmiş bir mücessem subh-ı mahşerdir;
Bu bir eyvân ki cevv-i hîçî-i mâzîye yükselmiş Teâlî eyledikçe râhına hep hufreler gelmiş !
O bir makber ki ufuk subh-ı istikbâle düşmüşdür Sukût ettikçe hep ser şâhik-i ikbâle düşmüşdür !
Nigâh ettikçe eyler çeşm ü kalbi dehşet istîlâ O makber, safha-i dünyâya çıkmış âlim ukbâ
Olur bâde-i sad feryâdı kalb girye-i meşhûnun Bu eyvân, arsa-i mahşerdeki enkâz-ı gerdûnun.
O bir Fâtih ki gerdûn dursa azm eylerse durmazdı Mutî-i emri pek çoktu fakat itbâ’ı pek azdı !
Zemin rûy-ı siyehle alçalırdı hep rikâbında Semâ yükselmeğe muhtâc idi tasvîr-i kâ’bında.
Şafaklar râyet-i iclâl açardı pîş-i azminde Değil kan ma’delet câri idi en kanlı rezminde.
Turub bir neyyir-i rahmet gibi üstünde bin na’şın Arardı bir hakîkât rûy-ı hûn-îninde perhâşın.
Ufuklar âsumânlar hep maâlîsiyle dolmuşdur Savâik meş’al-i vahdet-serây-ı kabri olmuşdur.
Bu bir kayser ki bir millet der ü dârında hâdimdi ! Kazara bir adâlet eylese bin kere nâdimdi !
Elinde milleti mahkûm idi bir tîgıi tenkîle,
Ne necdettir ki katl-i harb ederdi kendi mülkiyle !
Safâsı habs-i ma’sûm eylemekti bak şu câniye Yüzü baht-ı esâfilmiş gibi handân edânîye !
Giderken harbe üstü bir arûs olmuş gibi pür zîb İçi pür girye bir tâbûtu eylermiş gibi ta’kib !
Dönerken rezmden mağlûb ve makhûr öyle zilletle O nısfı hâke hûna münkalib âvâre milletle
Yüzünde kendinin mahfî meserretler nümâyandı Payinde leşkeri me’yûs çıplâk : Na’ş-ı giryândı !
Bu bir kayser ki kandan zulm ve vahşetten ibâretti ! Senin koynunda rûz ve şeb girân-hâb sefâhatti
Senin ki ey serây ey hûnfeşân gülçehre-i dârât Hükümrânlar nedîm-i mecdetinmiş de bugün, heyhât
Şu taşlar yekvücûd olmuş izâm-ı târümârınla Zemînin altı yâr-ı gârdır cism-i nizârınla;
Semâvâtın senin bir taht iken ey âlim-i ikbâl Kapar âfâkını şimdi açub tâbûtlar şeh-bâl.
Amûd-ı subhdan masnû’ olan fevvâre-i billûr
O bir kavs-i kuzahdan halk olunmuş ravza-i pür nûr
Ki bir kasr-ı semâvîsakf idi bir ravza-i harem Güneş hep silm-i nûr indirir idi pâyine bir dem;
Uçub kevkeblere şebtâblar leyl-i nezîhinde, Bulutlar gölgeler memzûc idi subh-u sabîhinde,
Nesîm-i subhını eylerdi âh-ı âşıkân tahrîk Esîr leylini nûr-ı latîf-i kehkeşân tahrîk.
Yatar ebr-i bahârı zıll-ı eşcârında mest olmuş Çiçekler nûrlar bîtâbî-i ezvâkdan solmuş
Tuyûr ârâm eder eshabda şehbâl serv ü şânda Sabâ şevk-i derûnunda uçar eşcâre bir yanda
O gülgûn hande-i nisvânı tasvîr eyleyen güller Hayatı jâle- meşhûn rûhu necm âlûd bülbüller
O her bir mevcesi bir tarh-ı sebzîn âb-ı cârîler Hümâlar, pür-güşâ tavûslar, murg-ı bahârîler
Asâ-yı cevherînler efser-i yâkutlar : Toprak ! Der-i virân-şuden girdâb-ı zulmetlerle müstagrak !
Tükenmiş hûnı akmaktan şu revzenler cerîhandır. Sükûtun tâb u tâkatten kalan rikkatli nevhandır.
Başında sayhazen bin gird-bâd âh vâveylâ, Ne rikkattir taşından toprağından kan sızar hâlâ.
Durur encâm-ı ömr-i zâilin rûy-ı hazîninde ! Yarıklar rahneler bir ser-nüviştindür cebîninde !
O bezm neş’e-i ender neş’eler ki reşş-i cân eyler Hilâl-i nev tulûğ-ı rûh olan peymâneler, meyler
Tarablar eşk-i şâdiler o feryâd-ı semâvîler Semâlar burclar kızlar melekler : Hüsn-ü ulvîler
O zerrîn bâmlar: fecr-i mücessemler, türâb alûd ! O sun’î kehkeşanlar: Gevherîn âvîzeler nâbûd !
Eder peygûle-i târikini tenvîr şimşekler Der ü dîvârını serv-i siyehler bûmlar bekler
Nidâ eyler hakîkâtler cidâr-ı zâr zârından
Durur sahanda bir millet kıyâm etmiş mezârından
Hayâletler koşarlar arsa-i fevk-al-hayâlinde Durur kâbûslar tâk-ı siyehreng leyâlinde
Şeâmetler yıkılmış çâhlar zulmetli gayyâlar Cesedler rûhlar medfen-be-dûş olmuş heyûlâlar
Perîler hayyeler âşûblar ucûbeler meşhûd
Defîni nev arûs-ı devlet olmuş türbeler meşhûd
Konar didârına şeb-pere-i feryâd ber-lebler Gezer na’ş-ı siyeh-didârının üstünde akrebler !
Zaman seyyâr ü muzlim bir zemîn-i inhitâtındır Şeb mâzîde zulmet çehre-i nikbet–muhâtındır
Senin bir zulmet-i tufanhurûşundur ki istikbâl Batub sînende kalmış neyyir-i bâlârev-i ikbâl
Siyeh bir necm-i tâli’dir türâb-âlûd her zerren Senin bir seng-i makberden de yüksekdir hazefpâren,
Meâlin yükselir düşdükçe bir dîvâr-ı vîrânın, Serây-ı münhedimsin ki hakîkâtler hükümrânın !
Derinsin târ bir medfen kadar umkiyyetin vardır Semâsın öyle bir fevk-al-fezâ mâhiyetin vardır
Resimli Kitab, Temmuz 1325
S.10, s.997
Harb
- Salahaddin Cemâl Bey’e –
( . _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _ )
Mefâîlün / Mefâîlüm / Mefâîlün / Mefâîlün ( Bahr-i Hezec )
1
Sen ey anka tanılan kanlı baykuş, tayr-ı pür nikbet, Olur can saydeden pençende bir avung bir millet, Sükût eyler cesedler pîş-i pervâzında ... Sad-ı la’net ! Senin şehbâl-i târından hurûşân kanlı bir zulmet,
Hatîb-i zulm ve mâtemsin ki nefes-i nâtıka keder-i mevt !
2
Makâbirdir hitâbet ettiğin, yükseldiğin minber, Serîr saltanatlar, serbülend eyvân ve efserler Bütün kırmak için yaptırdığın bâzîçedir yer yer ... Ser mevtâ demektir pençene düşmüşse bir efser; Elinde bir serîr-i saltanat bir na’şa pek benzer.
3
Vücûdun yokluk îcâd eyler insanlık fezâsında, Meâlin gizli mevtin lafz-ı vahşet ihtivâsında. Durur alçaklığın âh yetîmin i’tilâsında.
Yüzün manzûr her seng-i mezârın mâverasında, Elin vardır senin her makberin vaz’-ı esâsında !
4
Makâbir hep lisân-ı hâl ile feryâd ederlerken, O feryâdın içinden bir zafer âvazı duydum ben ! Vegâ Meydanı bir müdhiş mezâr-istân pür şîven... Kırık bir seng kabrin bence hiç bir farkı yok zâten, ( Hüvelbâkî ) si eksik bir takım tâk-ı zaferlerden
5
Budur meydân-ı harb işte : Ufuklar zâr zâr olmuş; Lisânlar müncemid, ebkem .. Dehenler târmâr olmuş; Tahaccür eylemiş şekiller seng-i mezâr olmuş ! Cebeller türbet olmuşdur, ağaçlar türbedâr olmuş; Zemîn hem makber olmuş, hem firâş-ı ihtizâr olmuş !
Resimli Kitab , Kânûn-ı Evvel 1325
S. 15 , s. 197
Bahriye Şarkısı
( _ _ . / . _ _ . / . _ _ . / . _ _ )
Mefûlü / Mefâîlü / Mefâîlü / Feûlün ( Bahr-i Hezec )
Deryâ ki vatan nâmı alan mâderimizdir; Her katresi baksan küre-i diğerimizdir, Her mevcesi tâbut semâ peykerimizdir, Her cûşişi Allah’a varan makberimizdir.
Bir ferdimiz öldükçe yaşar koca bir millet.. Gitmek ebedi ömr ile ukbâya ne devlet! Dünyalara kalsın yine dünyadaki zillet! Yok basdığımız yerde böyle hâk-i mezellet!
Her meytimiz yatmada na’şında kefen yok: Bir rûh-ı mücerred ki o, dûşunda beden yok. Bak kabr-i hazîninde bile hâk-i vatan yok, Bir makberi yok, zâiri yok, mâtem eden yok!
Lâkin bu vatan hâk-i mezar olmaya gelmez, Topraksa da toprak gibi hâr olmaya gelmez! Millet hele bir zâir-i zâr olmaya gelmez. Âtî ki seherdir, şeb târ olmaya gelmez.
Döndükçe ecel şevk ile pîrâmenimizde, Dönmez yürürüz kanlı kefen gerdenimizde! Hûn-âb-ı şehâdet lekesiz dâmenimizde: Envâr-ı şafakdır yıkanır sanki denizde!
Girmiş yatıyor kalb-i vefâdârına ecdâd.. Deryâ bize bîgâne değil, makber mu’tad! Her mevce-i pâkinde nihân bir ebedî yâd, Bir yâd-ı şehâmet ki unutmaz onu ahfâd.
İnsanda da, toprakda da her yerde vatan var: Bak unsur-ı hâkîsine, mâderde vatan var; Bak hâk-i siyeh-rengine, makberde vatan var; Göklerde büyük arş ise, yerlerde vatan var!
Ölmezsek eğer millet için şanlarımızla: Feryâd ederiz Hâlıka ummanlarımızla, Tûfânları tasvîr kılan kanlarımızla Bir sâika şeklindeki vicdanlarımızla.
Âfâk-ı şehâdette yüzen rûh-u necîbe Dünyada mezar olmaya şâyeste mi Kâ’be?
Arş olmalıdır yerde kalan na’şına türbe, Kur’ân da hitâb-ı ezelisiyle kitâbe!
Sırat-ı Müstakîm, 29 Nisan 326 S.88, s. 170
Girid
( _ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ )
Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün ( Bahr-i Remel )
Ey mezarlardan derin yüksek zemîn-i inhitât,
Ey cezîre, ey mezar, ey makber-i deryâ muhât ;
Her yerin bir hufredir açmış dehân-ı kinini ! Yutmak ister milletin âtî-yi nur-âginini !
İskeletler, tayflar manzûr olur senden bana ... Giryelerden, âhlardan mı edilmişsin binâ ?
Pek karanlıksın – Niçin ? – mâtem denen şey sen misin ? Sûziş-i cismin nedir, bir misal-i medfen misin !
Na’ş pâ bir câmisin, bir ser-nigûn tertib misin ? Nutka gelmiş bir hayâlet, tayf-ı pür nekbet misin !
Fâciât îrâd edersek, nâkil-i efsânesin ...
Mevt-i hâil, makber-i mazlûme misin, anlat nesin !
Bir güneşsin nûrunun mâziler olmuş mağribi ; Kabre nâzil, mevte mâilsin karanlıklar gibi !
Benzemişsin bin şehidin medfen-i dilhûnuna ; Kıymaz insan basmaya hâk-i cesed meşhûnuna !
Âsman-ı fevkınde gûya türbet-i ulviyyedir ; Pîşgâhınında deniz bir bî-nihâyet giryedir !
Sanki bir lâşesin deryâya atmışlar seni, Kelb-tıynet, karga mâhiyetli bin şahs-ı denî
Sîne-i fersûde ki konmuş didiklerler bütün ; Sâyebânın bir alay şehbâl-i sâfildir bugün.
Her şükûfen hûn-u rengarenk mâhiyetlidir ; Taşların bir nûr-u bâriddir ki pek zulmetlidir.
Yıldırımlardır bütün şeb-i tâb-ı leyl nikbetin, Berk-i hûnun şekli almıştır solup benzin, betin !
Ah. Zulmetdir fecâîdir senin her bir yerin : Nursuz meş’alelerin, meş’al-i cûdâ mâbetlerin.
Ah Leylin benziyor bir serv-i mâtem-pervere, Senin kabrin huzme-i mehtâbdır düşmüş yere !
*
Yok ne bir makber ne bir meytsin ey zulmetserâ ; Zî-hayat olmakta aynımsın benim sen âdetâ :
Bak şu deryânın – sen ey zulm-ü beşer nâzîçesi – Hâdisât-ı dehri tasvir eyliyor her mevcesi
Sen onun emvâcına, ben de şuûn-u ummânına, Zulmet-i müstakbelin pehnâ-yı bî-pâyânına
Düşmüşüz; yoktur seninle beynimizde farkımız. Muzlim olmakda bugün birdir bizim âfâkımız.
Bende var bir kalb-i vîran, sende var vîrâneler ; Bende zulmetler nümâyân, sende mazlûm sahneler
Tâlî’ millet miyiz ki böyle zulmet-perveriz ?
Şeb miyiz, mâzî miyiz, bilmem ; o rütbe benzeriz !
Resimli Kitab, Mayıs 1326 ,
S. 20 , s. 654