• Sonuç bulunamadı

( . . _ _ / . . _ _ / . . _ _ / . . _ )

Feilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün ( Bahr-i Remel )

Ne tuhafdır yerin altında ölüm karnavalı ! Eriyen çehre çemendir, çürüyen çehre çalı...

Bıyığın kürkünü sarmış sakalın postekisi, Bir ufak baykuşa dönmüş karışıp her ikisi.

Çürüyen burnun asılmış uzayan çengeline... Kimi gözsüz... Kiminin gözleri akmış eline.

Kimi hâlâ yaşıyormuş gibi müdhiş asabî... Kiminin baldırı şişmiş kabarıp gayda gibi.

Kiminin etleri toprakta birer penbe leke... Kimi eşya: Kafa bir tahta, kulak bir teneke.

Kiminin ağzı dudaksız, yine lâkin kapalı... Ne tuhaftır yerin altında ölüm karnavalı !

Kaya

( _ . _ _ / . . _ _ / . . _ _ / . . _ )

Fâilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün ( Bahr-i Remel )

Neden âsara dayanmış da asırdîde başı,

Yoksa mâzînin ölen kısmı mı sırtında o kir ? Yıldırımlarla kemikler neye gelmiş birikir.

Onu alnında taşırken geceler âlihesi ? Neden insan onu gördükçe kısılmakta sesi ?

Kimi enginlere söyler o beyaz gözlü kaya, Ne zamandan beri gelmiş de çömelmiş oraya ?

Neye bir heykelidir kendisinin kendi yüzü, Gece taşdandı, sabah vakti demirdendi yüzü.

Ölümün elleri örmüş gibidir kalbi katı; Çökse dünya, yine çökmez o taşın saltanatı;

Nasıl olmuş, çürümüş cildi, dökülmüş de eti, Yine sapsağlam o vîrânelerin iskeleti !

Uzanırken, göğe saplanması bir diş gibidir; Otururken, kürenin bağrını ezmiş gibidir.

Âdalâtından uçar akbabalar, kartallar; Ölü benzinde tuhaf bir ebediyyet parlar.

Kabre akdıkça huzûrunda bütün gün ölüler, “ Ebediyim ! „ diye doğmakda olan nesle güler.

Başı yok, miğferi varmış gibi lâkin hâkim, O muamma, o soğukkanlı alev parçası kim ?

Kübik Apartmanlar

( _ _ . / _ . _ . / . _ _ . / _ . _ )

Mefûlü / Fâilâtü / Mefâîlü / Fâilün ( Bahr-i Müzâri’ )

Asrın ziyasıdır denilen bitmeyen belâ, Bir nesli külçe haline koymuş da evvelâ,

Atmış sonunda sar’ası tutmuş alevlere; Tıkmış demir kemikli, kireç kanlı evlere.

Efradı çizgi kollu, rakam dişli ordular, Kerpiçle ittifak ederek ufku boğdular,

Öldürdü nûru gizli tereddilerin putu, Göklerde kuklalarla dolan bir yığın kutu.

Artık semada taştı fütûhatı kerpiçin; Artık sema kömür kemiren bir alay piçin.

Kahretti âsımanımı bir tuğla dalgası, Bir damlacık semâ arıyor rûhumun tası.

Boğaziçi

( _ . _ _ / . . _ _ / . . _ _ / . . _ )

Fâilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün

Feilâtün ( Bahir-i Remel )

Bûsenin rengini binlerce gülün rengi öper; Âhın âhengini yıldızların âhengi öper; Suyu, gölgeyle ziyanın ebedî cengi öper; Burda mehtâbı, denizden çıkarak, dengi öper;

Burda erkekle kadın âşık olur, şâir olur; İkilik kaygusu kalkar, iki sîma bir olur...

Burda sâhil mütefekkirdir, ufuk şâirdir;

Burda dağ : Bağrı yanık, benzi uçuk... Şâirdir... Burda şebnem gibi bir damla çocuk şâirdir; Göksu, her şii’rini ezber okuduk sâirdir.

Burda erkekle kadın âşık olur, şâir olur; İkilik kaygusu kalkar, iki sîma bir olur...

Nargile

( _ . _ _ / . . _ _ / . . _ _ / . . _ )

Fâilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün

Feilâtün ( Bahr-i Remel )

İnce endâmını vermiş asabî marpucuna,

Rûh-ı Şîrâzi karanfil gibi takmış ucuna.

Alarak Hâfız’ın ilhamını Orfî’nin eli, Gelmiş etrafına saçmış, o kadar debdebeli !

Sonra bir ince ki deryâ-dil olan kalbiyle, Oyadır, danteledir halkalanan âhı bile !

Dumanından uzanıp şîre uçar kafiyeler,

Yanarak, mahv olarak oyduğu “ vav „ larla “ ye „ ler...

Dâimâ sessiz erir, çünkü gönül meselesi ! Çünkü od düşmüş, içinden yaralanmış lülesi !

Fakat en sonra başından atar âvâre yası, Deli gönlündeki bir damla yaşın kahkahası !

Tavla

( . . _ _ / . . _ _ / . . _ _ / . . _ )

Feilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün ( Bahr-i Remel )

Karacümleyle yürür zannediyorsun, heyhat, İkibirlerle düşeşlerden ibâret bu hayat !

Düşeş attıkça uçar, kartal olur kurbağalar; İkibir attı mı şimşekler örümcek bağlar.

İkibir attı mı gün zulmet içer, zulmeti yer; Düşeş attıkça bataklık soyunur, fecri giyer,

Çamur endâmını elmaslar, ipekler, kokular, El olur nûr ile okşar, kol olur hisle sarar.

Diyelim, bir de ki insanların en aptalısın, Ne çıkar ? Sade hayatında düşeş atmalısın !

Herkes ardında koşar, in de koşar, cin de koşar; İçi boş başlara kuyruk takarak Çin de koşar;

Ucu titrer, koparak yumruğun altında senin Çin’de, Afgan’da, Buhara’da çıkan hadisenin,

Artık âfaka çöken tantanasın, debdebesin. Keserek gökleri mağripte güneş rendelesin,

Koparıp sonra ayın meş’alesinden alevi, Kehkeşandan sökerek sonra avuçlarla çivi,

Yapsın altundan ayaklarla mukaddes bir taht, Düşeş at sen, iki büklüm sana herkes bir taht !

Artık irfanlara, vicdanlara bağdaş kur, otur Kestiğin başların ufkunda sütunmuş gibi dur.

Artık arkanda dumanlarla, buhurdanlarla, Geçtiğin yerde birikmiş köpüren kanlarla,

Yere gökten yeni bir din iniyormuş gibi gez, Kimse çehrende duran allığa bir maske demez.

Cübbeler, yenler, âsalar geliyorken vecde, Köşeler mâbed olur, eller, alınlar secde...

*

Düşeş atsan bile... Yok, yok, yine çoktur bu kibir, Buna zar derler, olur gün ki, atarsın ikibir !

Taşar umman gibi kükrer, köpürürsen, eyvah ! Ben ne tunç âbide gördüm, ne kadar taştan ilah.

Uzanır gölgeden eller koparır, yer etini, Bir yosun parçası durmuş kemirir satvetini.

Ömrünün aktığı yer belli değildir, kapalı; Tabutun, hangi ağaç gövdesinin hangi dalı !

Bakma parmaklarının hırsına râm olduğuna, Şu kemik parçası fırlar basarak yumruğuna,

Uçar, eflâke çıkar, ok gibi yırtar, sokulur; Başka bir sersemin alnında, iner, yıldız olur.

O da vaktîle düşeşler atarak aldanmış. Yerler alçaldığı gün, göklere çıktım sanmış !

Süleyman Nazif’e

( _ . _ _ / . . _ _ / . . _ _ / . . _ )

Fâilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün

Feilâtün ( Bahr-i Remel )

Öyle bir âfete dönmüş ki kamıştan kalemin,

Kale hacmindeki insanları yıkmıştı demin.

Bu ne âfetti, ne ummandı, nasıl kuvvetti, Zulmu mahvetmeye üç damla mürekkep yetti.

En büyük kuvvetin âlemde fakat handendir; Dökülen gonce ki yaprakları hançerdendir.

Görmedim başka gülen zulme senin tarzında; Gülüşün mucize olmuştu gazûb ağzında !

Saltanatlarla güleşmişti ufak bir gülüşün. Ne kîyâmetti kopan çin-i cebîninle düşün...

Sana nisbetle cılızdır, cücedir âbideler; Bir ucun arzı yıkar, bir ucun eflâki deler.

Tesâdüfen !

( . _ . _ / . _ . _ / . _ . _ / . _ . _ )

Mefâilün /Mefâilün / Mefâilün / Mefâilün ( Bahr-i Hezec )

Hayâta siz benim gözümle bir bakın gülersiniz “ Müessiriz „ mi zannedersiniz, hayır, esersiniz !

Saraylarîyle, taclariyle en şerefli zîhayat Dehir kitabının içinde tek sadâlı bir edât !

Zavallı bir edât evet, doğan “ bu „ dur, ölen “ Şu „ dur; Bu koşmalar, didinmeler hamâkatın hurûşudur.

Ya gölgeyiz: Bizimdir aslı faslı olmayan şu yüz; Ya yıldırımdır ismimiz: Patırtıyız, gürültüyüz !

Sefâ, cefâ, zekâ, dehâ, şeref, cehalet, ilm ü fen, Tesâdüfen ! Tesâdüfen ! Tesâdüfen ! Tesâdüfen !

Tesâdüfen bu çehre parlıyor, o çehre kapkara; Tesâdüfen bu muhteşem, tesâdüfen o maskara.

Tesâdüfen bu annedir, bu: Muhterem, bu, mültefet ! Tesâdüfen o bir paçavra, bir kucak kiralık et,

Netîcelerde gizlenir durur sebep tesâdüfen; Tesâdüfen ! Tesâdüfen ! Hülâsa hep tesâdüfen !

Tesâdüfen sakatsınız, tesâdüfen hekimsiniz; Tesâdüfen laf anlamazsınız, muhâlifimsiniz;

Tesâdüfen benimle fikr ü hisde müştereksiniz; Tesâdüfen fenâsınız; tesâdüfen meleksiniz;

Tesâdüfen güzelsiniz, tesâdüfen değilsiniz; Tesâdüfen zekîsiniz, değil de sâdedilsiniz;

Tesâdüfen Arabsınız; tesâdüfen Acemsiniz;

Tesâdüfen ya meysiniz, ya bezm-i meyde Cemsiniz...

Ya hilkat imtihanının zavallı kâf-ü-nünuyuz; Ya ceddimiz denen uzak hayâletin zebûnuyuz.

Bu, muntazam tesâdüfen; o, münhedim, tesâdüfen... Siz anlayın, ne söyledimse söyledim tesâdüfen !

Benzer Belgeler