• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: İÇME SUYU KAVRAMI VE KAPSAMI

1.6. Suyun Fiyatlandırılması

Su, insanın ve doğanın birlikteliğinin sürdürülmesi için vazgeçilmez bir kaynaktır. Ancak su yerküre üzerinde eşit bir dağılım göstermemektedir. Bu durum da bazı bölgeler için su kıtlığı kavramını ortaya çıkararak dünya üzerinde zengin ve yoksul bölgeler olarak var olan ikilemi daha da belirginleştirmektedir. Bunun bir sonucu olarak da, uluslararası arenada fiziksel olarak sağlanması zorlaşan suyun “piyasa malı” olarak yönetilmesine ilişkin anlayış bir politika hedefi olarak kök salmaktadır (Tamer, 2007: 68).

Su kaynakları üzerindeki baskı sadece suyun nitelik ve niceliğinden, tarım, sanayi ve evsel kullanımlar için yeterli derecede sağlanamamasından kaynaklanmamaktadır. 1990’lı yılların ikinci yarısında suyu “ekonomik bir mal” olarak benimseyen yeni bir politikanın hayata geçirilmiş olması su sektöründe krizi yaratan asıl nedendir. Bu durum dünya üzerinde “ortak mal” niteliğindeki doğal kaynakların özel mallara dönüştürülmesine ve doğal kaynakların giderek ticarileştirilmesine ortam hazırlamıştır (Tamer, 447). Sonsuz arzı olan bir kaynak olmaktan çıkan suyun yaşamsal değeri, ikame edilemezliği ve kıtlığı onu karlı bir mala dönüştürmüştür. Ekonomik açıdan son derece değerli kaynaklara benzetilen suyun ismi artık “beyaz petrol” olarak anılmaya başlanmıştır (Tutar, Kılıç, Aytekin, 2012: 245).

Su mevcudiyeti ile ilgili olarak sıklıkla iki büyük görüş ifade edilmektedir. İlk görüşe göre; kişi su tüketiminde kritik bir dönemdedir çünkü suya olan talep çoktan arzı geçmiştir. İkinci görüşte; su dünyanın her yerinde ve her bir kısmında yeterli düzeyde mevcuttur. Aslında iki görüş de su kaynakları açısından kabul edilebilir. Dünya su kaynakları ve suya erişim içilebilir suyun kıt olduğunu göstermektedir. Bir sonraki dünya savaşı muhtemelen ham petrol sebebiyle değil su sebebiyle çıkabilir. Su, bedeli ödenmesi gereken yüksek bir değere sahiptir. Aynı zamanda kıt olan ve fazlaca talep gören her şey ücret gerektirmektedir. Örneğin; su, özellikle kuraklık ve azaltılmış kalite bağlamında yetersizdir. Bu yüzden de suyun fiyatlandırılması ihtiyacı vardır. Suyun fiyatlandırılması su dağıtımı, arıtımı ve tasfiyesi için yurtiçindeki tüketici tarafından ödenen bedeldir (Ifabiyi, 2011: 15).

Minibaş’a göre (2007: 25) suyun fiyatlandırılması, suya erişimdeki adaletsizliğin temel nedenlerindendir. Kaynaktan nihai kullanıcıya doğrudan ulaşmayan suyun, kullanıcıya “aktarıldığı” için bedeli ödemesi gereken bir hizmet olarak görülmektedir. Su kaynaklarına sahip olanlar için ekonomik ve politik egemenlik aracı olan su, aynı zamanda kar maksimizasyonu yüksek bir alandır.

Bununla birlikte, temel seviye üzerindeki suyun ücretsiz olarak tedarik edilmesi risksiz değildir, dikkatli bir şekilde kontrol edilmez ve yönetilmezse zaten baskı altındaki bir kaynağa olan sürdürülemez talep ortaya çıkarabilir. Ayrıca, ek su temin etmek için gerekli kamu yatırımları yerel ve merkezi yönetim için mali yük oluşturabilir. Kırsal kesimlerde su hizmetlerini iyileştirmek için yapılan yatırımlar da yüksek maliyetler doğurabilir. Bu yüzden de bazı otoriteler üst kalite su hizmetleri sunabilmenin maliyetlerini karşılamak için tüketicilerden elde edilen gelirleri faydalı bulmaktadır (Kanyoka, Farolfi, Morardet, 2008: 715).

Suyun fiyatlandırılması farklı boyutlarıyla da pek çok uluslararası ve bölgesel kuruluşun gündeminde yer almaktadır. Bunlardan biri ise birçok sektörde

temel girdi olarak suyun kullanılmasıdır. Bu sebeple de ülke ekonomilerinde ayrı bir ekonomik değere sahiptir (Tutar, Kılıç, Aytekin, 2012: 235).

Diler’e göre (2008: 46-47) suyun fiyatlandırılmasının önemli sebeplerinden birisi de, suyu kaynağından alıp tüketicilere ulaştırmak için harcanan altyapı masraflarını karşılamak ve bu sayede daha kaliteli bir su kaynağına erişimi kolaylaştırmaktır. Suyun fiyatının sıfır olduğu varsayılırsa su dağıtım kanallarının yenilenmesi mümkün olmayacak hatta belki suyu kaynağından alıp dağıtmak bile gerçekleşemeyecektir. Su kaynaklarının yenilenmemesi suyun kalitesinin bozulmasına yol açacak ve böylelikle su giderek kirlenecektir. Suyun kalitesinin bozulması beraberinde insani ihtiyaçları karşılamanın yanı sıra hijyen eksikliğini de getirecek buda sağlık problemlerinin başlamasına yol açacaktır. Tüketim için daha kaliteli suya ulaşmak isteyen insanlar bu sayede maliyeti daha yüksek olan yöntemlerle sunulan sulara ulaşmak zorunda kalacaklardır. Şişelenmiş suların üretim maliyeti daha fazla olduğu için tüketiciler su için daha fazla ücret ödeyeceklerdir. Fakat su fiyatlandırıldığında su dağıtımı için gerekli olan altyapı hazırlanmış olacak ve mevcut altyapının bakım giderleri daha rahat karşılanabilecektir. Ödenen bu fiyatlar ise suyun daha kaliteli olmasını ya da mevcut kalitenin korunması açısından büyük önem arz etmektedir.

Suyun optimal düzeyde fiyatlandırılması hem tüketiciler hem de servis sağlayıcılar açısından önemlidir. Optimal düzeydeki fiyatlandırma büyük avantajlar getirmektedir. Düşük ve yüksek fiyatlandırma ise kendi içinde kimi zaman avantajlar getirse de genellikle etkileri negatif yönlü olmaktadır. Bu negatiflik doğaya, tüketiciye ve servis sağlayıcısına yansımaktadır. Dolayısıyla fiyatlandırma yapılırken belirlenen fiyatın hem tüketici, hem servis sağlayıcı, hem de doğa açısından dengeli olması gerekmektedir (Diler, 2008: 47).

Suyun fiyatlandırılmasının ilk adımı 1992’de Dublin Dünya Su ve Çevre Konferansı’nda atılmıştır. Bu konferansta su, “ekonomik bir mal” olarak

benimsenmiştir. Bu şekilde ortak mallar statüsünden uzaklaştırılan suyun piyasadaki herhangi bir ticari mal gibi işlem görmesinin de yolu açılmıştır. Bu durum liberal politikaların bir doğal kaynak olan su varlığına yönelmesini de meşrulaştırmıştır. Böylelikle insan yaşamının havadan sonraki en temel ikinci maddesi olan sağlıklı suya erişim sorunu, kaynak yetersizliklerinin bir sonucu olmaktan ziyade hizmetin artan fiyatını ödeyebilme sorunu ve ötesinde bir toplumsal adalet, bir eşit paylaşım sorunu olmaya başlamıştır (Tamer, 448).

1992 yılında gerçekleştirilen Su ve Sürdürülebilir Gelişmeler konusundaki Dublin raporunda suyla ilgili olarak şu ifadelere yer verilmektedir. “Su tüm

alanlarda ekonomik bir değere sahiptir ve bu kapsamda sınırlı bir kaynak olduğu göz önüne alınarak ekonomik bir meta olarak değerlendirilmelidir. Bu çerçevede insanoğlu elde edebileceği bir fiyatla içilebilir suya ve sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkına sahiptir ve buda insan hakları kanununda yer alan en temel hak olarak vurgulanmaktadır. Geçmişte suyun ekonomik değerinin anlaşılmasındaki başarısızlıklar, atıkların ve çevresel hasarların oluşmasına yol açmıştır. Ekonomik bir meta olan suyun yönetimi, gerek kaynakların korunması ve sürdürülebilirliği için gerekse adil ve etkili bir şekilde kullanımının sağlanması için başarılı ve önemli bir yoldur.” (Taş, Yaşar, Gökalp, Tekiner, 248).

Ayrıca Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferans’ınn 1992 yılındaki 21. Gündeminin 18. bölümünde şu vurgu yapılmıştır. “Su sınırlı ve ekonomik

özelliğinin yanı sıra önemli temel ihtiyaçları da kapsayan sosyal ve ekonomik bir varlık olarak değerlendirilmelidir.” (Taş, Yaşar, Gökalp, Tekiner, 249).

Hague’de 2000 yılında yapılan Dünya Su Formunda Bakanlar açıklamasında ise suyun fiyatlandırılmasıyla ilgili olarak şu açıklamalar yapılmıştır.

“Su yönetiminin bir yolu da onun ekonomik, sosyal, kültürel ve çevresel yansımalarına ilave olarak onun temin maliyeti de dikkate alınması ve bu durumun

Su Fiyatlandırma servislerince de doğru bir şekilde irdelenmelidir. Bu yaklaşımda suya ulaşımda eşitlik ilkesine ek olarak savunmasız ve sıradan temel ihtiyaç olduğu göz önüne alınmalıdır.” (Taş, Yaşar, Gökalp, Tekiner, 249).

Koyota’da 2003 yılında yapılan Dünya Su Formunda Devlet Bakanlarının uzlaşarak vardıkları karar ise şudur: “Kirleten öder prensibine ilave olarak bölgesel

iklim, çevre ve sosyal koşullar dikkate alınarak kabul edilen maliyetin geri ödenmesi yaklaşımı yoluyla sermaye artırımına gidilebilir. Tüm finanssal kaynaklar, hem halk hem de özel sektörün yanında ulusal ve uluslararası açıdan da daha etkin ve ekonomik bir yolla kullanılmalı veya mobilize olmalıdır.” (Taş, Yaşar, Gökalp,

Tekiner, 249).

Su, bütün alanlar için ekonomik bir değere sahiptir ve bu nedenle de ekonomik bir meta olarak göz önüne alınmaktadır. Ancak bu çerçevede değerlendirme yapılırken suyun aynı zamanda yaşamsal öneme sahip bir kaynak olduğu ve herkesinde bu kaynağa eşit ulaşma hakkının olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Dünyada suyun teminde, maliyetinin karşılanmasında ve fiyatlandırılmasında farklı uygulamalar bulunmaktadır. Temel ihtiyaçlardan biri olan suyun fiyatının belirlenmesinde yalnızca kar amacı güdülmemelidir. Suyun fiyatı mevcut koşullardaki ve geliştirilmiş durumdaki maliyetleri, bölge veya sektör gerçekleri göz önüne alınarak belirlenmeli ve gerek görülen durumlarda bedelin tamamı veya bir kısmı kullanıcılar tarafından ödenirken kalan diğer bölümlerin ise devletçe desteklenmesine gidilebilir (Taş, Yaşar, Gökalp, Tekiner, 253).

Suyun fiyatlandırmasında kullanılan en yaygın yöntem m3 başına fiyat

uygulamasıdır. Özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde fiyatların belirlenmesinde hacimsel olarak ölçülmüş suyun kullanıcı durumuna göre fiyatlandırılmasına gidilir. Sanayide ya da evde kullanım durumuna göre yerel otoritelerce saptanan farklı fiyatlar uygulanmaktadır. Fiyat belirleyiciler kaynağın ilk

yatırım masrafları, geliştirilmesi, sürdürülebilirliği, tüketim miktarı gibi unsurları dikkate alarak birim fiyatı belirlemektedir. Suyun fiyatlandırılması Türkiye’de de benzer şekilde gerçekleşmektedir. Türkiye’de ilk bakışta dikkati çeken ise belirlenen fiyat üzerinden gidilen tarifelendirmedir. Örneklemek gerekirse İzmir’de 54; İstanbul’da 25; Samsun’da 20; Bursa’da 19; İzmit, Gaziantep ve Diyarbakır’da 15; Erzurum’da 14; Adapazarı’nda; 12 Ankara ve Antalya’da 11; Adana’da 7 ve Kayseri’de 3 farklı tarife uygulanmaktadır (Taş, Yaşar, Gökalp, Tekiner, 255).

Türkiye'de kentsel nüfusun % 78'i ve kırsal nüfusun % 62'si sağlıklı ve yeterli içme suyu almaktadır. Ancak kentsel nüfusun % 2'sine ve kırsal nüfusun % 21'ine içme suyu temin edilememiştir. Su ücretlerinin enflasyona göre ayarlanması büyük bir engeldir. Ücretler içme suyu sistemlerinin bakım ve işletme masraflarına yetmemektedir. Bu yüzden DSİ’nin yatırım masrafları tamamen karşılanamamaktadır. Kirletilmiş doğal su kaynaklarının, sağlıklı içme suyu olarak kullanılabilmesi için su arıtma yatırım ve tesislerine ihtiyaç vardır. Ancak bu hizmeti verecek kuruluşların kaynaklarının kıt olması ve bu amaçla yapılacak yatırımların pahalı olması kaynak sorununu ortaya çıkarmaktadır. Kaynak sorununun çözümünde alternatif yaklaşımlardan birisi ise, arıtılmış suyu kullanan hane halkının yapacakları ek ödemelerdir. Dolayısıyla tüketicilerin kullandıkları suyun arıtılması ve kendilerinin yeterli miktar ve kalitede su ihtiyaçlarının karşılanması durumunda yapacakları ek ödeme miktarının tespiti yatırımcı kuruluşların, yatırım kararlarında ve su fiyatlarının tespitinde kriter oluşturmaktadır (Eren, Bilgiç, Karlı, Miran, 2008: 68).