• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM III: SUUDİ ARABİSTAN’IN SAVUNMACI PEŞİNE TAKILMA STRATEJİSİ (1990-2000)

2. Suudi Arabistan Açısından Ulusal Güvenlik Tehdidi: Irak

Soğuk Savaş’ın sona ermesini takip eden ilk on yılda Suudi Arabistan’ın ulusal güvenlik stratejisini tanımlama ve açıklama işlemi, öncelikle bu devletin aynı döneme dair ulusal güvenlik tehdidi tanımlamasını gerekli kılmaktadır. Küresel güç dengesinin kurucu unsuru olmayan ikincil devletlerin ulusal güvenlik tehdidi tanımlamalarının içinde bulundukları bölgesel güç dengesine odaklanılarak yapıldığı daha önce ifade edilmişti (Hp.1a). Bu nedenle, bölgesel güç kapasitesine sahip bir ülke olarak Suudi Arabistan’ın ulusal güvenlik tehdidi algısı, Orta Doğu güç dengesi dikkate alınarak tanımlanacaktır. Bu süreçte bölgesel güç dağılımına odaklanmak, ilgili devlet bakımından fiili/gerçek güvenlik tehdidinin asıl nereden kaynaklandığını açıklığa kavuşturmaya yardımcı olacaktır. Böylece, dengeleme davranışının hangi durumda, kime karşı devreye sokulacağı konusu açıklığa kavuşacaktır.

1990-2000 döneminde Suudi Arabistan’ın ulusal güvenlik tehdidi tanımlaması, kuramsal çerçeve bölümünde yapısal güç dengesi yaklaşımında yapılan gözden geçirme sonrasında oluşturulan model (Tablo I) dikkate alınarak yapılacaktır. Bölgesel güç kapasitesine sahip olan devletler güvenlik tehdidi tanımlamasını yaparken salt güce odaklanmamaktadırlar, söz konusu gücün mekanına, niteliğine ve kullanımına bakmaktadırlar (Hp.1b). Buna göre gücün mekanı, gücün niteliği ve gücün kullanımı olmak üzere üç temel parametre üzerinden Suudi Arabistan açısından bölgede asıl güvenlik tehdidinin nereden kaynaklandığının tespiti yapılacaktır.

İlk olarak gücün mekanı parametresi açısından bakıldığında, Suudi Arabistan’ın ulusal güvenlik tehdidi tanımlaması Soğuk Savaş sonrası Orta Doğu güç dağılımına odaklanmayı gerektirmektedir. Soğuk Savaş sonrası dönemde Orta Doğu güç dağılımının çok kutuplu bir yapıya sahip olduğu yukarıda somut göstergelerle ortaya konulmuştu. Orta Doğu çok kutuplu bölgesel güç dağılımı, Suudi Arabistan, Irak (2003’e kadar), İran, Mısır, Türkiye ve İsrail gibi bölgesel güçlerden meydana gelmektedir. Bölge dışından süper ve büyük güçleri bir tarafa koyduğumuzda, Orta Doğu’da bölgesel güç rekabetinin söz konusu beş bölgesel aktör arasında yaşandığına işaret etmektedir. O halde, bölgesel güç dengesini değiştirmeye yeltenecek olan da buna karşı dengeleme davranışı sergileyecek olan da öncelikle bu bölgesel güçler arasından çıkacaktır.

149

Asgari düzeyde ulusal güvenliğin olmazsa olmaz iki faktörü olan ulusal bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü garanti altına alması noktasında, Suudi Arabistan’ın içinde bulunduğu bölgesel güç dengesinin yakın takipçisi olması gerekmektedir. Bölgesel sistemdeki toplam güç miktarının göreceli dağılımı, güvenlik tehdidinin fiili olarak nereden geldiğine yahut potansiyel olarak nereden geleceğine işaret etmektedir (Hp.1a). Dolayısıyla küresel güç dengesi ve diğer stratejik bölgelerdeki yerel güç dengeleri Suudi Arabistan’ın ulusal güvenlik tehdidinin şekillenmesinde etkili rol oynamamaktadırlar. Uluslararası sistemin anarşik yapısı ve belirsizliği nedeniyle Suudi Arabistan, Orta Doğu’da herhangi bir devletin yahut devletler grubunun güç birikiminde bulunmasını ulusal güvenliğine tehdit olarak değerlendirecektir. Uluslararası sistemin belirsizliği nedeniyle diğerlerinin niyetlerinden emin olamayan ve uluslararası anarşi nedeniyle başvuracağı üst bir otorite bulunmadığından Suudi Arabistan, gelecekte kendisine karşı kullanılma olasılığını hesaba katarak aynı bölgedeki devletlerin güç birikimini potansiyel tehdit olarak görmektedir. Olası kuvvet kullanımının doğuracağı arzu edilmeyen sonuçlardan duyulan korku, Suudi Arabistan’ı bozulan ya da bozulma tehlikesiyle karşı karşıya kalan bölgesel güç dengesini koruma yönünde motive etmektedir. Bunu yapmadığı takdirde, sistemde güç birikiminde bulunan devletin bugün olmasa dahi, ilerideki saldırgan davranışlarının maliyetine katlanmak zorunda kalacaktır.

Tablo X: Orta Doğu’da Konvansiyonel Güç Dağılımı (1990-2000)

Irak İran Mısır İsrail Türkiye Suudi

Arabistan

1990

Savunma

Harcaması 14 milyar dolar 3,7 milyar dolar 3,6 milyar dolar 13,5 milyar dolar 12,8 milyar dolar 27,1 milyar dolar Askeri Personel 1,000,000 504,000 450,000 41,000 647,000 67,500 Tank 5,500 500 3,190 4,288 3,714 550 Zırhlı Araç 6,000 500 2,745 5,900 3,210 1,280 Top 3,500 800 1,260 1,395 4,191 475 Savaş Uçağı 689 185 475 553 455 189 Firkateyn 5 8 5 22 8 Denizaltı 10 3 15 Savunma Harcaması 2,7 milyar dolar 4,5 milyar dolar 3,6 milyar dolar 13,4 milyar dolar 15,3 milyar dolar 19,600 Askeri 382,500 513,000 636,000 172,000 507,800 105,500

150 1995 Personel Tank 2,700 1,440 3,500 4,095 4,280 1,055 Zırhlı Araç 2,000 550 3,834 5,900 3,576 1,850 Top 1,730 2,948 1,245 1,550 4,341 440 Savaş Uçağı 310 295 564 449 447 295 Firkateyn 1 8 6 16 8 Denizaltı 3 10 3 15 2000 Savunma Harcaması 5,6 milyar dolar 4 milyar dolar 14,1 milyar dolar 20 milyar dolar 30,1 milyar dolar 5,6 milyar dolar Askeri Personel 513,000 448,500 172,500 609,700 126,500 513,000 Tank 1,135 3,410 3,900 4,205 1,055 1,135 Zırhlı Araç 705 4,230 10,300 7,100 2,620 705 Top 9,404 3,600 6,573 3,628 908 9,404 Savaş Uçağı 291 580 385 505 417 291 Firkateyn 66 51 47 71 34 66 Denizaltı 5 4 2 14 5

Kaynak: Military Balance 2000) ve Stockholm International Peace Research Institute (1990-2000)

Buradan hareketle, 1990’larda Suudi Arabistan’ın ulusal güvenliği bakımından öncelikle kaygılanması gereken devlet olarak Irak öne çıkmaktadır. Irak’ın Suudi Arabistan’la aynı bölgesel güç dengesi içerisinde olması bunun en temel nedenidir. Bu dönemde Irak, saldırgan davranmak suretiyle açık bir şekilde çok kutuplu bölgesel güç dengesini kendi lehine çevirme politikası izlemekteydi. 1990’larda bölgesel güç dengesinin kurucu unsurlarından olan Irak’ın mevcut güç dağılımını değiştirme çabası, Suudi Arabistan’ın ulusal güvenlik kaygılarını fazlasıyla artırmaktaydı. Irak’ın güç kapasitesini artırmaya dönük çabaları Suudi Arabistan açısından hali hazırda fiili bir saldırganlığa dönüşmemiş olsa dahi, gelecekte bunun böyle olmayacağı anlamına gelmemektedir. Bu nedenle, bölgesel güç dağılımında güç artırımına giden Irak, Suudi Arabistan tarafından potansiyel tehdit olarak görülmeye başlanmaktadır. Böylece güç dengesi mekanizması devreye girerek, Suudi Arabistan üzerinde güç artımına giderek dengeyi koruma ve Irak’ın olası saldırgan davranışları karşısında hazırlıklı olmaya yönlendirmektedir.

İkinci olarak, Suudi Arabistan’ın ulusal güvenlik tehdidi tanımlaması gücün niteliği parametresi açısından ele alındığında, mevcut güç dengesini oluşturan aktörlerin gücünün niteliğine odaklanmayı gerekli kılmaktadır. Aynı bölgesel güç dağılımı içerisinde bulunan devletler nezdinde doğrudan askeri unsurlardan

151

oluşan gerçek güç, ekonomik refah ve nüfus miktarı bileşenlerinden meydana gelen örtük güce kıyasla daha fazla güvenlik kaygısı oluşturmaktadır. Bu dönem itibariyle Irak’a bakıldığında gücün niteliği açısından da Suudi Arabistan nezdinde güvenlik kaygılarını artıran devlet haline gelmiş bulunmaktaydı. Tablo X’dan da görüldüğü üzere enerji gelirleri ve nüfus gibi örtük güç kaynaklarını askeri güce dönüştüren Irak, 1990 yılı itibariyle konvansiyonel güç kapasitesi açısından bölgenin en güçlü ordusuna sahipti. Bu durum doğal olarak başta Suudi Arabistan olmak üzere diğer tüm bölgesel aktörlerin güvenlik kaygılarını artırmaktaydı. Diğer yandan, konvansiyonel olmayan silah kapasitesi açısından bakıldığında Irak, aynı zamanda kimyasal, biyolojik ve nükleer olmak üzere kitle imha silahı programları yürütmekte ve uzun menzilli balistik füzeler edinmeye çalışmaktaydı. Tüm bu tür askeri güç biriktirme faaliyetleri, Irak’ın toplam güç kapasitesinin diğerleri açısından ulusal güvenlik tehdidi oluşturan niteliğini ortaya koymaktaydı.

Son olarak, gücün kullanımı parametresi dikkate alındığında, bir devletin elinde bulundurduğu güç kapasitesini saldırgan amaçlarla kullanıp kullanmaması ilgili devletin oluşturduğu güvenlik tehdidinin boyutunu göstermektedir. Bir devletin elinde bulundurduğu gücü ne amaçla kullandığı o devletin diğerleri nezdinde oluşturduğu korku ve endişenin seviyesini belirlemektedir. Belli bir güç dengesi içerisinde güç birikiminde bulunan bir devletin, bu gücünü savunmacı ya da saldırgan kullanımı asıl güvenlik tehdidinin nereden kaynaklandığının tespitinde rol oynayan en önemli faktördür. Bu sayede hangi devletin potansiyel tehdit kaynağı, hangi devletin asıl tehdit kaynağı oluşturduğu daha fazla açıklığa kavuşmaktadır. 1990’larda Orta Doğu denklemine göz atıldığında, Irak’ın sahip olduğu güç kapasitesini saldırgan amaçlarla kullanmaya yöneldiği açıkça görülmektedir. Irak’ın coğrafi yayılmaya giderek Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgal ve ilhak etmesi, elinde bulundurduğu gücünü saldırgan kullanımının en somut göstergesiydi. Başarılı olması durumunda Irak, topraklarını genişleterek hem Basra Körfezi’ndeki stratejik konumunu daha da tahkim edecek, hem de elde ettiği yeni petrol kaynaklarıyla ekonomik üstünlüğe ulaşacaktı.

Orta Doğu’da güç üstünlüğü elde eden Irak, elinde bulundurduğu ekonomik ve askeri güç kaynaklarıyla orta vadede büyük güç statüsü kazanarak, Orta Doğu’nun çok kutuplu güç dağılımını, tek kutuplu bir yapıya dönüştürebilirdi. Bu

152

nedenle Irak’a komşu olan Suudi Arabistan, bölgesel yayılma politikası izleyen Irak’ı siyasal bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne asıl tehdit olarak görmeye başladı. Üstelik 1990-91 Körfez Savaşı esnasında Bağdat yönetiminin Suudi Arabistan sınırlarına asker konuşlandırması, el-Hafci bölgesini işgal etmesi, Suudi topraklarına SCUD füzeleri fırlatması ve Suudi halkını yönetime karşı ayaklanmaya çağırması372 gibi davranışları Riyad yönetiminin Irak’a ilişkin güvenlik endişelerini üst seviyeye çıkarmaktaydı. Şubat 1991’de ABD öncülüğünde oluşturulan uluslararası ittifakın askeri müdahalesiyle Irak’ın yayılmacılığının önüne geçilmiş olsa da, 1990’lar boyunca Suudi Arabistan Irak’ı pek yakın bir güvenlik tehdidi olarak görmeye devam etti.

372 The New York Times, “We Call Upon Them to Revolt against These Traitors, Their Rulers and to Fight Foreign Presence in the Holy Lands”, 6 September 1990.

153

3. Suudi Arabistan’ın Ulusal Güvenlik Stratejisi: Savunmacı Peşine Takılma Buraya kadar olan kısımda, 1990’larda süper güç statüsüne sahip olan ABD’nin Orta Doğu’ya yönelik izlediği grand strateji ve bu stratejinin bölgesel denklem üzerindeki yansımaları ile bölgesel bir güç olarak Suudi Arabistan’ın bu süre zarfındaki ulusal güvenlik tehdidi tanımlaması ele alındı. Başka bir deyişle, bölgesel aktörlerin birbirleriyle etkileşim içerinde bulundukları stratejik denklem ve bu denklem içinde Suudi Arabistan’ın tehdit algılarının kaynağı açıklığa kavuşturuldu. Bu kısımda ise aynı dönemde Suudi Arabistan’ın ulusal güvenlik stratejisinin ne olduğu ve nasıl şekillendiği açıklanmaya çalışılacaktır. Irak’ın Suudi Arabistan açısından oluşturduğu ulusal güvenlik tehdidi karşısında hangi ulusal güvenlik stratejisini takip ettiği ve neden bu stratejiye başvurmak zorunda kaldığı üzerinde durulacaktır.

Tek kutuplu uluslararası yapıda, bölgesel güç kapasitesine sahip olan devletlerin herhangi bir ulusal güvenlik tehdidi karşısında uygulamaya koydukları güvenlik stratejilerinin belirlenmesi, bölgesel güç dağılımının nasıl gerçekleştiği ve bu bölgeye yönelik kutup liderinin izlediği grand strateji dikkate alınarak yapılmaktadır. Bölgesel güç dengesinin kurucu unsurlarından birinin saldırgan politikaları, öncelikle aynı güç dengesinin diğer kurucu unsurlarının tepkisiyle karşılaşmaktadır. Çünkü devletler ulusal güvenlik kaygıları nedeniyle her şeyden önce kendi kurucusu oldukları bölgesel güç dengesini yakından takip etmekte ve olası güç değişimleri karşısında derhal güvenlik tedbirleri almaya meyillidirler (Hp.1a). Bölgesel güç dengesini değiştiren ya da değiştirme yönünde girişimde bulunan saldırgan devletin dengelenmesi sorumluluğu, herkesten önce bu güç dağılımının ortaya çıkmasında etkili olan bölgesel aktörlere düşmektedir. Ancak, saldırgan devletin ortaya çıkardığı güç dengesizliğinin giderilip giderilmeyeceği ve etkin bir dengeleme davranışının ortaya çıkarılıp çıkarılamayacağı bölgesel kutupluluğun türü ve süper gücün bu bölgeye yönelik grand stratejiyle yakından ilgilidir.

Soğuk Savaş sonrası Orta Doğu bölgesel kutupluluğu; Suudi Arabistan, İran, Mısır, Irak, Türkiye ve İsrail gibi bölgesel güçlerden oluşan çok kutuplu bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla mevcut güç dağılımını değiştirmeye uğraşan Irak’a yönelik muhtemel dengeleme ittifakının İran, Mısır, Suudi Arabistan, Türkiye ve İsrail arasında kurulması gerekirdi. Ancak böyle olmadı. ABD’nin bölge dışından

154

dengeleyici bir aktör olarak bölgeye müdahil olmasıyla Irak’ın saldırgan davranışlarının önüne geçildi. Neden bölgesel güçler arasında etkin bir dengelemenin (dış dengeleme) kurulamadığı sorusunun yanıtı, çok kutuplu bölgesel güç dengesi ve küresel güç dağılımın dinamiklerine odaklanmayı gerektirmektedir.

1988’de imzalanan ateşkes anlaşmasıyla sona eren İran-Irak Savaşı (1980-1988) ardından Orta Doğu’da yeni bir stratejik denklem ortaya çıktı. İran’ın yayılmacı politikaları karşısında Arap ülkeleri adına savaştığını ileri süren Irak, başta Basra Körfezi’nde olmak üzere Orta Doğu’da bölgesel nüfuzunu artırmaya koyuldu. Bu kapsamda İran-Irak Savaşı’nda kendisine destek çıkan Arap ülkeleriyle siyasi, ekonomik ve askeri bağları güçlendirme yönünde çaba harcamaya başladı. Bu kapsamda 1989’da Bağdat yönetiminin inisiyatifiyle Irak, Mısır, Ürdün ve Kuzey Yemen’in üye olduğu Arap İşbirliği Konseyi kuruldu. 16 Şubat 1989’da Irak, Mısır, Ürdün ve Kuzey Yemen devlet başkanlarının katılımıyla Bağdat’ta gerçekleştirilen kurucu liderler zirvesinde bu dört ülke arasında Arap İşbirliği Konseyi’nin (AİK) kurulduğu açıklandı.373 AİK’in kurulmasının ertesi günü Libya, Cezayir, Tunus, Fas ve Moritanya arasındaki ise Magrip Arap Birliği’nin (MAB) kurulduğu ilan edildi.374 MAB bünyesindeki ülkelerden birine yapılacak saldırı, tüm üyelere yapılmış sayılacağı üzerinde anlaşıldı. Ayrıca, üye ülkeler, kendi ülkelerinde diğer ülkelerin güvenliği, toprak bütünlüğü ve siyasal sistemine zarar verecek eylem ve örgütlere izin vermeyeceklerini taahhüt ettiler.375 1981’de altı Körfez ülkesi arasında kurulmuş Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ile birlikte düşünüldüğünde, 1989’da yerel işbirliği mekanizmalarıyla Arap ülkeleri üç ayrı bloka ayrılmış oldu. AİK’in kuruluş şartı ittifakın temel amacının, üye ülkeler arasında en üst düzeyde işbirliği, koordinasyon, entegrasyon ve dayanışmanın sağlanması olduğunu belirtmekteydi.376 Taraflar arasında ekonomik işbirliğinin güçlendirilmesi amacıyla kurulmuş olsa da, Irak’ın temel beklentisi AİK aracılığıyla Arap ülkelerine liderlik etmek ve nihayetinde onu güvenlik işbirliğine dönüştürmekti.377 Nitekim Haziran 1989’da Mısır’da (İskenderiye) gerçekleştirilen liderler zirvesinde

373 Alan Cowel, “Arabs are Forming 2 Economic Blocs”, The New York Times, 17 February 1989.

374 Stephen Brooks “Two New Blocs Amid Shifting Sands”, Insigth, No.11, March 1989.

375 “The Middle East and North Africa”, The Military Balance, Vol.90, No.1, (1990), pp.97-122 (p.97).

376 Curtis R. Ryan, “Jordan and the Rise and Fall of the Arab Cooperation Council”, Middle East Journal, Vol.52, No.3, (Summer 1998), pp.386-401(p.388).

155

üye ülkelerin dış politikalarının daha fazla koordine edilmesi, birbirlerine karşı kuvvet kullanmayacakları ve ortak savunma paktının kurulması konularında mutabık kalındı.378 Irak, AİK kurucu zirvesinde bölgesel yayılmasının önünde en büyük engeli teşkil eden ABD’nin Basra Körfezi’ndeki askeri varlığına karşı çıkmaya ve Körfez ülkeleri üzerinde baskı kurmaya başladı.379 Şubat 1990’da Amman’da yapılan AİK liderler zirvesinde Saddam Hüseyin, tek kutuplu uluslararası sistemin hem Irak’ın manevra alanını daralttığını hem de özellikle ABD’nin geçmişte olduğu gibi İsrail’e desteğini sürdürdüğü takdirde bölgede Arapların çıkarlarına tehdit oluşturduğunu söyledi.380

Her ne kadar resmi olarak güvenlik işbirliğine dönüşmemiş olsa da, AİK, üye olmayan bölge devletlerin güvenlik endişelerini artırdı. Bölgesel güç dengesinin iki önemli aktörü Irak ve Mısır’ın ekonomik ve siyasi yakınlaşmaya gitmesi ve aynı bölgesel ittifak içinde bulunması, Suudi Arabistan’ın güvenlik endişelerini arttırdı ve bölgedeki dengeleri sarsmaya başladı.381 Arap Yarımadası’nın stratejik konumdaki ülkesi Yemen birleşerek kuruluş içinde yer alması Suudi Arabistan’ı ayrıca rahatsız etmekteydi.382

Kuveyt’in işgali öncesinde Suudi Arabistan, asıl güvenlik tehdidi olma yolunda belirtiler gösteren Irak’a yönelik başlangıçta yatıştırma politikası izledi. Mart 1989’da Irak’ı ziyaret eden Kral Fahd, güvenlik kaygılarının giderilmesi hakkında görüşmeler gerçekleştirdi. Bu ziyaret sırasında Suudi Arabistan ile Irak arasında Saldırmazlık Paktı imzalandı.383 Bu paktla taraflar birbirlerinin içişlerine karışmama ve birbirlerine karşı kuvvete başvurmama taahhüdünde bulundular.384 Bu pakt, Suudi yönetiminin Irak’ın muhtemel bölgesel yayılmacı davranışları karşısında kendisini güvence altına alma arzusunun bir sonucuydu.

378 Fida Nasrallah, “The ACC and Arab Regional Problems”,Middle East International, 25 August 1989, pp.19-20, Aktaran: Curtis R. Ryan, “Jordan and the Rise and Fall of the Arab Cooperation Council”, Middle East Journal, Vol.52, No.3, (Summer 1998), pp.386-401(p.391).

379 Gause III, The International Relations of the Persian Gulf, p.95 ve Kamrava, The Modern Middle East: A Political History since the First World War, p.185.

380 Shahram Chubin, “Regional Politics and the Conflict”, Alex Danchev and Dan Keohane (Eds), International Perspectives on the Gulf Conflict 1990-91, içinde, New York: Palgrave, 1994, pp.1-22(p.2).

381 Ryan, “Jordan and the Rise and Fall of the Arab Cooperation Council” pp.386-401(p.391).

382 F. Gregory Gause III, “Saudi Arabia’s Regional Securty Strategy”, Mehran Kamrava, International Politics of the Persian Gulf, içinde, New York: Syracuse University Press, pp.169-183 (p.175).

383 Ansari, “Security in the Persian Gulf: The Evolution of a Concept”, pp.857-871 (p.866).

156

Ayrıca Suudi Arabistan, 1990-1991 Körfez Savaşı’nın hemen öncesinde Irak’a yönelik izlediği yatıştırma politikası bağlamında Kuveyt ve BAE’ye Bağdat’ın rahatsızlıklarını385 gidermeleri yönünde baskı yaptı. Bu kapsamda 27 Temmuz 1990’da yapılan OPEC toplantısında Irak’ın talepleri uyarınca devletlerin petrol üretim kotalarına uymaları kararı alındı.386 Bunun dışında Suudi Arabistan, Irak ve Kuveyt’ten diplomatların katılımıyla krizin barışçıl çözümü amacıyla 31 Temmuz-1 Ağustos 1990 tarihleri arasında (Kuveyt işgalinden bir gün önce) Cidde’de yapılan müzakerelere arabuluculuk yaptı.387

Öte yandan bölgesel güvenlik endişelerinin giderek artığı bu ortamda Irak’ı dengelemek amacıyla Suudi Arabistan, Mısır’la ilişkilerini normalleştirmenin ve yakınlaşmanın yollarını aradı. 1979’da Mısır’ın İsrail’le barış antlaşması imzalaması Riyad yönetimi ve diğer Arap ülkeleriyle ilişkilerinde gerilime yol açmıştı. Bu nedenle Suudi Arabistan, Mısır’la diplomatik ilişkilerini sonlandırmış ve bu ilişki düzeyini 1980’ler boyunca devam ettirmişti.388 1989’un başından itibaren Bağdat yönetiminin dış politika söylemleriyle bölge devletlerini endişelendirmeye başlayınca ve daha sonra Kuveyt’i işgal edince Suudi Arabistan, Mısır’la ekonomik, siyasi ve askeri anlamda yakınlaşarak Irak’a karşı bölgede dengeleyici bir Arap blokunun kurulması noktasında yoğun çaba harcadı. Ancak Riyad-Kahire yakınlaşma ve işbirliğinin önünde engel teşkil eden Mısır’ın Arap Birliği üyeliğinin yeniden aktif hale getirilmesi gerekiyordu. Bu kapsamda Kral Fahd, Mart 1989’da Kahire’yi ziyaret ederek Mısır’ın Arap Birliği’ne dönüşüne açık destek verdiğini açıkladı. Ziyaret sonunda yapılan ortak açıklamada Kral Fahd, Arap ülkeleri arasındaki dayanışmanın sağlanması açısından Mısır’ın Arab Birliği’nde bulunmasının vazgeçilmez nitelikte olduğunu ifade etti.389 Bunun ardından Mayıs 1989’da da Mısır’ın askıya alınan Arap Birliği üyeliği yeniden aktif hale getirildi.390

385 Youssef M. Ibrahim, “Iraq Threatens Emirates And Kuwait on Oil Glut”, The New York Times, 18 July 1990.

386 Youssef M. Ibrahim, “Opec in Agreement to Raise Oil Price By Cutting Output”, The New York Times, 28 July 1990.

387 Jacob Goldberg, “Saudi Arabia”, Ami Ayalon (Ed), Middle East Contemporary Survey 1990, içinde, San Francisco and Oxford: Westview Press, Volume XIV, 1992, pp.590-629 (p.600).

388 UPI, “Saudi Arabia and Bahrain Restored Diplomatic Relations with Egypt”, 16 November 1987.

389 Alan Cowell, “Saudis Support Return Of Egypt to Arab Fold”, The New York Times, 1 April 1989.

157

Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle birlikte Riyad-Kahire yakınlaşması daha da ivme kazandı. 10 Ağustos 1990 tarihinde Kahire’de gerçekleştirilen Arap Birliği olağanüstü zirvesinde Mısır’ın desteğiyle Irak’ın saldırgan davranışları karşısında Suudi Arabistan’ın duyduğu kaygıların giderilmesi ve güvenliğinin sağlanmasıyla ilgili son derece önemli olan 195 sayılı karar alındı. Kuveyt’in işgalini kınayan 195 sayılı karar, Irak askerlerinin Suudi Arabistan sınırına konuşlanmasının kabul edilemeyeceğini, Suudi Arabistan’ın savunması adına atılacak adımların desteklendiğini ve olası kuvvet kullanımına karşı Suudi Arabistan’ın toprak bütünlüğünün savunulması amacıyla Arap ülkelerinin Suudi Arabistan’a konuşlanmasını öngörmekteydi.391 Fakat Suudi Arabistan’ın çabalarına rağmen, Irak’ın saldırgan davranışlarının önüne geçecek Mısır’ın aktif rol aldığı bir Arap savunma bloku kurulamadı. Bu durumda Arabistan ve Mısır, ABD’nin kurduğu uluslararası ittifak bünyesinde hareket etmeye başladılar. ABD öncülüğündeki uluslararası ittifak kapsamında Mısır, 38,500 kişilik askeri personelini Suudi Arabistan’a konuşlandırmaya başladı.392 Böylece, Suudi Arabistan’ın ulusal güvenliğinin Irak’ın muhtemel saldırısına karşı savunulması ve Kuveyt’in işgalinin sonlandırılarak bölgesel güç dengesinin restore edilmesi hususunda Mısır etkin rol oynadı.

Körfez Savaşı’nın ardından saldırgan davranan devletlerin caydırılması ve yeniden