• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3 : GİRİŞ ENGELLERİNE STRATEJİK YÖNETİM AÇISINDAN

3.5. Stratejik Yönetim Yaklaşımında Öne Sürülen Giriş Engelleri Rekabet

Yukarıda da açıklandığı üzere, özellikle rekabet avantajının sürdürülmesi noktasında ortaya konan bazı stratejiler firmalar için karın devamlılığını sağlamakla birlikte, diğer taraftan piyasaların düzenlenmesi ve rekabetin sağlanması noktasında bazı aksaklıkların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Rekabet avantajı sağlamak için geliştirilen bir strateji, firmaların rekabet yasalarıyla karşı karşıya gelmelerine yol açabilmektedir.

Karın sürdürülmesi noktasında, bu konudaki yaklaşımları ayrı ayrı

değerlendirdiğimizde; pozisyon yaklaşımının öne sürdüğü giriş engelleri kaynakları şunlardır: Ürün farklılaştırma, dağıtım kanallarına sahiplik, mamul değiştirme maliyeti, hükümet politikaları, ölçekten bağımsız maliyet dezavantajları (rakipler tarafından kolaylıkla taklit edilemeyen, ölçeğe bağlı olmayan avantajlar); hammaddeye rahat erişim, markalı ürün teknolojisi, elverişli yerler, devlet destekleri, öğrenme veya deneyim eğrisi, beklenen misillemeler, fiyat politikası ve mutlak maliyet avantajları. Bir sonraki bölümde daha ayrıntılı olarak incelenecek olan bu giriş engellerinden bazılarının firmalar tarafından uygulanması, rekabet yasalarınca yasaklanmıştır. Dolayısıyla, rekabet avantajı sağlayan bazı stratejiler, rekabet yasasıyla çatıştığı için piyasalarda serbestçe uygulanamaz.

Rekabet yasasının 4., 6. ve 7. maddeleri, rakip teşebbüslerin kendi aralarında anlaşarak rekabeti kısıtlamalarını, hakim durumdaki teşebbüslerin bu durumlarını kötüye kullanmalarını ve piyasayı etkileyebilecek derecedeki birleşme ve devralmaları yasal süreçlere tabi tutmuştur. Yukarıda saydığımız üç maddede de eğer piyasalar önemli oranda etkileniyor ise, rekabet yasaları ilgili teşebbüsler hakkında şikayete bağlı veya kendiliğinden soruşturma açabilir. Ancak bazı şartların sağlanması halinde teşebbüslere muafiyet tanınabilmektedir.

Kaynaklara dayalı yaklaşımın karın uzun süre sürdürülebilir kılınmasına yönelik yaklaşımı ise, taklit engellerine dayanmaktadır. Bu yaklaşıma göre, firmaların kendi öz yetkinliklerine dayalı, rakipler tarafından kolaylıkla taklit edilemeyecek ürün veya hizmetleri karı sürekli kılar. Dolayısıyla firmalar taklit edilemeyen ürünler üretmelidirler. Bunu uzun süreli kılma için patent ve know-how ile desteklemelidirler. Bu yönüyle bakıldığında kaynaklara dayalı yaklaşım ile rekabet yasalarının hem karın farklılaştırma noktasında; hem de sürdürülmesi noktasında aynı araçları ön plana çıkardıklarını görmekteyiz.

Sonuç

Bu bölümde iki soruya yanıt aranmaya çalışılmıştır. Bunlar; (1) Aynı pazar şartlarında faaliyet gösteren firmaların bazıları uzun vadede sürekli kar ve rekabette avantajlı iken neden diğerleri aynı şekilde başarılı değildir, kar veya rekabet avantajının kaynağı nedir? (2) Piyasalardaki rekabete rağmen uzun vadede bu kar veya rekabet avantajının elimine edilmesini önleyen nedenler veya stratejiler nelerdir? Ve bu yaklaşımların Rekabet Hukuku’yla örtüşme ve çatışma noktaları nelerdir?

Firmaların rekabet avantajının kaynağıyla ilgili stratejik yönetim düşüncesinde iki farklı yaklaşım ortaya çıkmaktadır: Pozisyon ve kaynaklara dayalı yaklaşım. Öne çıkan iki yaklaşım da teorilerini ampirik bulgularla desteklemektedirler. Pozisyon yaklaşımı; rekabet avantajı yaratmada endüstri yapısı ve endüstri yapısı içinde firmanın almış olduğu pozisyonu, rekabet avantajı yaratmada ön plana çıkarırken, kaynaklara dayalı yaklaşım ise, firmanın kendi içerisinde geliştirdikleri ve rakiplerine göre daha iyi iş yapmalarını, ön plana çıkarmaktadır. Amerika’da yapılan ampirik çalışmalar ise, her iki teorinin de rekabet avantajı yaratmada geçerli argümanları savunduğunu doğrular niteliktedir. Bu çalışmanın sonucuna göre, rekabet avantajı veya firma performansı açısından pazar faktörlerinin %20, işletme içi faktörlerin ise, %46 civarında etkili olduğu belirlenmiştir. Elde edilen sonuçlar her iki faktörün de firma performansını ihmal edilemeyecek derecede etkilediğini ortaya koymaktadır.

Rekabet avantajını veya firma karlılığını uzun süre sürdürebilme başarısının nedenleri olarak da farklı argümanlar ortaya konmaktadır. Pozisyon yaklaşımına göre, firmaların karlılığını etkileyecek potansiyel giricilere karşı giriş bariyerleri oluşturulabilir. Bu bariyerlerin bir kısmı endüstri yapısıyla ilgili iken bir kısım bariyerler de firmalar tarafından geliştirilebilir. Diğer taraftan kaynaklara dayalı yaklaşımın kar farklılığını sürekli kılmaya yönelik stratejisi ise, pozisyon yaklaşımının aksine pazar düzeyinde giriş engelleyici değil, işletmeler düzeyinde taklidi engelleyici faktörlerin esas alınması yönündedir.

Firmaların karlılıklarını sürdürülebilir kılma noktasında ortaya koydukları stratejiler, bazen rekabet yasalarıyla çatışmaktadır. Özellikle karlılığın kaynağının piyasa yapısına bağlandığı pozisyon yaklaşımında öne sürülen bazı stratejileri (örn, mutlak maliyet

kaynaklara dayalı yaklaşımın argümanları ise, rekabet yasasıyla çatışmamakta; hatta rekabet yasasının oluşturmak istediği rekabet ortamını geliştirici rol oynamaktadır. Çalışmamız açısından önemli bir nokta ise, yukarıdaki ampirik çalışmanın sonuçlarıyla ilgilidir. ABD’de firma performanslarının %20’si pazar faktörlerinden (firma dışı faktörlerden) kaynaklanmaktadır. Kurumsallaşmış ve rekabet kültürünün oturmuş olduğu bir piyasada bile, firma performansını bu denli önemli etkileyen bir oran, henüz kurumsallaşmamış, siyasi, sosyolojik ve ekonomik temelleri netleşmemiş ülkemizde firma performanslarının çok daha büyük bir kısmı pazar kaynaklı olabileceği ihtimalini güçlendirmektedir.

Daha net ifade etmek gerekirse, 1890 yılından itibaren Antitröst yasalarını katı bir biçimde uygulayan bir ülkede bile firma performansının %20’lik bir kısmı pazar kaynaklı ise, henüz 1997 yılından itibaren rekabet yasasını uygulayan ve piyasa ekonomisi ve rekabet kültürü açısından da ABD ile karşılaştırıldığında, ülkemizdeki piyasa faktörlerinin, firmaların karlılıkları üzerinde çok daha önemli bir rolü olduğu iddia edilebilir. Piyasaları rekabetçi bir yapıya kavuşturma amacı olan rekabet yasasının bu açıdan çok önemli bir misyonu yerine getirmeye çalıştığını ifade edebiliriz.

BÖLÜM 4: GİRİŞ ENGELLERİNE REKABET HUKUKU

AÇISINDAN YAKLAŞIM

Bu bölümde, ikinci bölümde incelenen ve stratejik yönetim yaklaşımı açısından giriş engelleri oluşturan eylemlerin, Rekabet Hukuku açısından, rekabet yasasında ne şekilde düzenlendikleri incelenecektir.

Bu bölümde, giriş bölümünde formüle edilen Rekabet Hukuku hangi eylemleri rekabet ihlali olarak görmektedir sorusuna ayrıntılı olarak yanıt aranmaya çalışılacaktır.

Piyasaya girişlerin engellenmesiyle ilgili düzenlemeler, Rekabet Kanunu’nda rekabeti sınırlayıcı anlaşma, uyumlu eylem ve kararlar (Md.4) ile hakim durumun kötüye kullanılmasını (Md.6) düzenleyen maddeler başlığı altında ele alınmıştır.

4. maddede tek başına piyasada etkili olamayan teşebbüs veya teşebbüs birliklerinin bir araya gelerek piyasaya girişleri zorlaştırmaları veya imkansızlaştırmaları ele alınırken, 6. maddede ise, piyasaya tek başına hakim olan teşebbüsün bu hakimiyetini kötüye kullanarak piyasaya girişleri engellemesi hususu düzenlenmiştir.

Burada değinilmesi gereken bir diğer husus da birleşme ve devralma yoluyla da piyasalarda rekabetin kısıtlanabileceği gerçeğidir. Özellikle birleşme veya devralmalar sonucunda piyasanın yapısı değişebilmekte ve piyasalardan beklenen verimlilik ve rekabet süreci sekteye uğrayabilmektedir. Rekabet Kurumu hangi tür birleşme ve devralmaların Rekabet Kurumu’na bilgi vermeden, hangi tür birleşme ve devralmaların

ise, kurumun iznine tabi olduğunu çıkaracağı tebliğlerle ilan edeceğini belirtmiştir29.

Birleşme veya devralma neticesinde piyasalardaki rekabetin kısıtlanacağı durumlarda bu tür birleşmelere onay vermeyerek veya şartlı onay vererek, birleşmeler neticesinde

ortaya çıkabilecek piyasa aksaklıklarını yakından takip etmektedir30. Bu tür aksaklıklar

29 Rekabet Kanunu uyarınca hangi tür birleşme ve devralmaların bildirilerek izin alınması gerektiğini Rekabet Kurul’u yayınladığı tebliğlerle ilan eder. Nitekim Kurul’un 1997/1 sayılı ilk tebliği bu amaçla yayımlanmıştır. Mevcut düzenlemeye göre, bildirim zorunluluğu için öncelikle ortada kontrolün el değiştirmesine yol açan bir birleşme ya da devralmanın olması gerekir. Örneğin, aynı grubun kontrolu altındaki teşebbüslerin birleşme veya devralmaları Rekabet Hukuku bakımından birleşme/devralma sayılmaz. Bu koşul karşılansa bile bildirim zorunluluğu için işlemin taraflarının toplam pazar payının %25’i veya bir önceki yıl elde ettikleri toplam cironun 25 trilyon TL’yi aşması gerekmektedir. Bu eşiklerin altında kalan işlemler için izin başvurusuna gerek bulunmamaktadır.

özelleştirme sürecindeki kamu kuruluşları açısından da önem taşıdığından, özelleştirmeden sorumlu Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, piyasalarda rekabeti önemli ölçüde etkileyebilecek özelleştirmelerle ilgili olarak Rekabet Kurumu’ndan görüş

alarak çalışmalarını sürdürmektedir31-32.

Devralma ve birleşmelerle piyasalarda yoğunluğun artması piyasaya girmek isteyen teşebbüsleri kararından vazgeçirebilmektedir. Bu bölümde incelenecek rekabet ihlalleri, teşebbüslerin kendi aralarında anlaşarak piyasaya girişi engellemeleri ve piyasadaki hakim durumdaki teşebbüsün bu hakimiyetini kötüye kullanarak girişleri engellemeleriyle ilgili ihlallerdir.