• Sonuç bulunamadı

Soyut Dışavurumcu İfadede Primitivizm ve Totem Kültü

BÖLÜM 2: ESTETİK DENEYİM VE MİTLERE DÖNÜŞ

2.1. Soyut Dışavurumcu Sanatta Estetik Deneyim

2.2.1. Soyut Dışavurumcu İfadede Primitivizm ve Totem Kültü

Bir çok öncü soyut dışavurumcu sanatçının içgüdüsel ve ruhsal duygu dinamikleri, antik dönem mitlerinin ve ilkel sanat (primitif) totemlerinin kaynaklık ettiği bir esinlenmeyle ortaya çıkmıştır. Mark Tobey’in soyut dışavurumcu sanata katkısı ilkel dönem ve kültürlere ait estetik biçimleri informel anlayış içinde yorumlayıp çağdaş resme dâhil etmesi olur. Onun başlattığı bu akıma sonradan Edwin Parker (Cy) Twombly, Kenneth Callahan, Jakson Pollock, Franz Kline ve Clyfford Still de katılır. Primitif eğilimlerle birlikte New York’ta yepyeni bir plastik dil ortaya çıkar. Bu yeni dil, Pollock’un herhangi bir ön-tasarıya gereksinim duymayan yöntemlerini esas almakla birlikte mistik değerleri en önemli ilham alma kaynağı olarak görmüştür.

Soyut dışavurumcu sanatçı, bir ilkel oylumcunun heykeline yaptığı büyüsel bir totem ya da bir şamanın yaptığı ruhsal ritüel veya Zen meditasyonlarıyla yazı yazan bir Uzakdoğulu kaligrafi ustası gibi kendini içgüdülerine ve ruhunun kendiliğindenliğine bırakarak, biçimi lirik bir eyleme dönüştürür. Sanatçının ruhsal dünyasına ait bu gizemli ve içgüdüsel yaratıcı yeti, soyut dışavurumcu yapıtlarda, mitsel sanatlara özgü metafiziksel bir oluşum süreci yaşatır. Sanatçının soyutlamaya yönelik metafiziksel oluşum sürecinde ise, aşkın deneyim önemli bir rol oynar. Çünkü yapıtın soyut bir ifadeye ulaşması yönünde dikkat edilen konu, sanatçının ruhsal açıdan deneyimlediği aşkın ve içkin duygulardır.

Pollock ve diğer Soyut Dışavurumcular, “yaratıcılık” temelli içgüdüsel bağ kurmanın bir aracı olarak kızılderili sanatından çıkış yapar. 1941'de Pollock, Amerika Birleşik Devletleri'nin modern sanatlar müzesinde (Moma) düzenlenen “Amerikan Yerli Sanatı” (Navajo yerlileri) sergisini ziyaret eder ve Amerikan Navajo yerlilerinin müze zemininde yaptıkları kum resimlerinden çok etkilenir (www.artsy.net [15.11.2018]). Pollock, bilinçaltı zihnin sanatçıya temel bilgi ve yaratıcı güç sağlaması açısından ilkel sanatların, doğa ve kozmosun “Yücelik” deneyimine doğrudan ulaştığına inanmaktadır. Pollock şu ifadelerde bulunur:

“Kızılderili sanatı beni her zaman etkilemiştir. Kızılderililer, uygun imgeleri yaratmakta ve ayrıca resimsel içeriğin ne olduğu konusunda gerçek bir ressamın algısına ve kapasitesine sahipler. Renklerin özünde Batı’ya özgü, vizyonları ise, bir bütün içinde hakiki sanatlara özgü temel bir evrenselliği taşıyor. Benim resimlerinin bazı bölümlerinde Kızılderili sanatından ve Uzakduğu kaligrafisinden etkiler bulunuyor. Bunu bilinçli yapmadım. Büyük olasılıkla daha erken bellek kırıntılarının ve heveslerin sonuçları” (Antmen, 2010: 155).

80

Amerikan Kızılderili sanatında “totem” konusu önemli bir yere sahiptir. Totem, bir kabilenin veya kişinin aynı atadan geldiğine inandığı bir hayvana, bir bitkiye, bir nesneye veya bir doğa olayına (fırtına, şimşek vb.) mistik, büyüsel (majik) ve akrabalık duygularıyla bağlanmasıyla ilişkili bir inanç biçimidir. Bu mistik ve büyüsel bağlanmadan doğan görevler, yasaklar, ayinler ve törenler, totem kültünün geleneklerini oluşturur. Bir kişi ile totemi arasındaki mistik ve majik ilişki bir dostluk bağını simgeler. Kızılderili yerlileri, totemin büyüsel bir güç taşıdığına inanır ve totem üzerindeki bu büyüsel güç kişinin veya kabilenin koruyuculuğunu üstlenir. Hayvan, bitki, taş, ağaç parçaları, heykel (oylum) veya doğadan oluşan totem imgeleri kutsaldır. Totemle aynı adı ve kimliği paylaşan kabile üyeleri, toteme olan bağlılıklarını birçok anlamlı yollarla göstermeye çalışırlar. Ameriakan yerlileri, totemlere benzemek için hayvan derisini giyerler, vücutlarına resmini çizerler, ayin ve törenlerde totemik parçaları üzerinde taşırlar, maskeler takarak danslarla onun sesini veya hareketini temsil ya da taklit ederler (Yılmaz, 2015: 76-81).

Her kültürün mitolojisinde bu kültürü ya da topluluğu tehlikeden kurtarmış, bir ata figürü olarak veya ona armağanlar sunarak bir şeklide etkilemiş kahramanlar vardır. Bu kahramanlar üzerine anlatılan sembolik öyküler insanların dünyanın yaradılışı ve kültürlerinin ilk sakinleri gibi konuları öğrenmelerini sağlar. Hayvan atalar totemin en yaygın biçimidir ancak bazı bitkilerde kutsal sayılır (Wilkinson, 2010: 150).

Resim 23: Moma Arşivi, “Kum resmi yapan Novajo yerlileri” 1941.

81

Pollock, 1940’lı yıllarda Kızılderili mitlerinin yarattığı totem sembollerinden çıkış yaparak mistik duygu yoğunluklarının içeriğine girer. Amerikan Yerli (Kızılderili) sanatçılarının yaptığı kum resmi ve şaman ritüellerinden etkilenen Pollock, resim yaparken, şifacı bir şaman gibi ruhsal bir gizeme bürünerek kendini bilinçaltının içgüdülerine bırakır. Şaman, ruhları kontrol altına tutabilen, “beden dışı” yolculuklar yapabilen ve büyü yoluyla şifa getirebilen ruhsal bir yol göstericidir. İlkel toplumlarda, şamanların sembol dilini kullanarak ve ritlerle ruhlarla iletişim kurabilen ve geleceği görebilen kişiler olduğuna inanılır. Bu yöntemle sanatçı yapıtında bir çeşit gizemli bir totem yaratır. Sanatçı, resmin dışında değil içindedir ve mitlerin ruhsal yaşamına katılır. Resim yapma esnasında zihin, içebakışla ruhsal yönden aktifleşir ve bilincin gündelik dış dünya ilişkisi kesilir. Biçime dair herşey, anlık, kendiliğinden ve özgürce yaşananan bir duygu yoğunluğunda spontan olarak gelişir. Sanatçının eli, objenin biçimlerini çizen bir hareket sergilemez. İçgüdüsel duygu yoğunluğunun dinamik dışavurumu, sanatçının elini ve bedenini istem dışı eyleme geçirir. Bu eylemler, kendiliğinden gelişen jest hareketlerine dönüşür ve boya ile fırça birlikteliği de bu jest hareketleriyle kendi doğasına bırakılır. Damlatma, akıtma, sıçratma teknikleriyle boya doğal akışkanlığında rastlantı ve olasıkların sağladığı biçimsel oluşuma girer. Burada sanatçının dikkati tamamen kendi içselliğine yönelir ve biçime odaklanmaz.

Pollock, 1943 tarihli “Dişi Kurt” adlı yapıtında (Resim:24), kabaca sürülmüş hareketli fırça vuruşlarının yarattığı vahşi bir düzenleme içinde totem öğelerini kullanmıştır. Kızılderili kültürünün en öenmli özelliği, doğayı ve doğadaki varlıkları kutsal semboller olarak görmeleriydi. Her insanın bir hayvanın gücünün ve varlığının etkisi altında mirasını almış olduğuna dair inanç, Amerikan yerli halk arasında yaygındı.Amerikan Yerli kültüründe kurt, ruhlara yol gösteren kutsal bir hayvan olarak ortaya çıkar. Kuzey Amerika'nın Erokez, Aleut ve Tlingit halklarında kutsal ata ve halkın totemi olarak görülür. Alaska'da yaşıyan Aleut halkı, atalarının ruhlarının kurtların içinde yaşadığına inanır ve her sene göç eden bufalo sürüleri geldiğinde vahşi kurt sürüleri ile yan yana koşarak onlarla birlikte bufalo avlarlar (Gülşen, 2013:8). Pollock, “Dişi kurt” imgesi üzerinden yapıtını oluştururken kendini doğa güçlerinin ruhsal dünyasına bırakır. Mitsel imgeler,sanatçının mistik bir deneyim yaşayabilmesi açısından tam bir metafor yaratır. Gusrtave Jung’a göre: “bu tür imgeler (yaşlı bilge, kurt, kanatlı at, ederha, yıldızlar, insan tanrı imgeleri) birer arketiptir. Arketip imgeler, tarihin başlangıcından beri

82

bilinçdışında gömülü olarak uyumaktadır; zamanın çivisinin çıktığı ve büyük bir hatanın toplumu rayından çıkardığı zamanlarda uyanmaktadır. Çümkü insanlar doğru yoldan saptıklarında bir yol göstericiye ya da öğretmene veya hekime ihtiyaç duyarlar. Baştan çıkaran hata, aynı zamanda şifa veren bir zehre benzerken kurtarıcının gölgesi de zalim bir yıkıcıya dönüşebilir. Bu karşıt güçler efsanevi şafacının içinde faaliyet halindedir. Bu nedenle, arketip imge ne iyi ne de kötüdür.Antik dönem tanrıları gibi ahlaki açıdan nötrdür” (Jung, 2017: 138).

Resim 24:J. Pollock, “Dişi Kurt” 106 cm x 10 cm, T.Ü.Y.B. 1943.

Kaynak: http://totallyhistory.com/the-she-wolf/. 2018.

Soyut dışavurumcu yapıtlarda içgözlem bir deneyim olarak gittikçe derinleşir ve yapıtın oluşumu mistik bir sürece girer. Bu mistik deneyimde, sanatçı için totemler bir araçtır. Totemlerin büyüsel dünyasında seçilen mitsel fenomenler, kozmosla bütünleşmenin yolunu çizer. Pollock, 1942 ve 1948 yılları arasında kompoziyonlarının bir çoğuna ilkel güçleri çağrıştıran mitsel başlıklar verir. Sır Muhafızları, Ay Kadın, Totem Dersi, Büyülü Orman, Kozmos gibi başlıklar, sanatçının mitlerle olan ilişkisini yansıtır. Pollock ve onun çevresindeki diğer soyut dışavurumcu sanatçılar, varlığın en ilkel düzeyindeki içgüdüsel karşılaşmada evrensel hakikatin insan üzerindeki ruhsal gücünü aramışlardır. Rothko, soyut dışavurumcu sanatçının mitsel simgelerine ilişkin şöyle yazar:

“Esrarengiz bir ustalığı olan arkaik dönem sanatçıları bile bir dizi simgesel biçim yaratmayı gerekli görmüşler, canavarlara, melez varlıklara ve yarı tanrılara başvurmuşlardır. Ne var ki tarih öncesi sanatın yaşadığı dünyada öte dünyanın önemi anlaşılmış ve resmi bir statüye sahip olmuştur. Canavarlar ve tanrılar olmadan sanat bizim

83

dramımızı sahneleyemez. Sanatın en çok yüceldiği anlarda, işte tamda bu hüsran ifadesini bulur” (Antmen, 2010: 155).

İnsan toplumunun başlangıcından beri öznenin karanlık önsezilerini sihirli ya da yatıştırıcı bir biçimde ifade ederek uzaklaştırmaya çalışmasının izlerini görürüz. Arkaik imgeler, bir iç deneyimin sembolü olup, onun temsili gerçek bibi algılanır. Gelişmiş bir sır öğretme sistemi, insanın dünya evi varığının ötesinde yatan şeylerle ilgilenmeyen ve

bilgece davranış kuralları olmayan tek bir ilkel kültür yoktur (Jung, 2017:129).

Resim 25: Jackson Pollock “Totem Dersi” 152 cm x 182 cm, 1948.

Kaynak: www. nga.gov.au/exhibition/abstractexpress.2018.

Geleneksel mitoloji bağlamında simgeler toplumsal kökenli mitlerle sunulmaktadır. Birey, bunlar aracılığıyla belirli görüş, duygu ve inançlarda deneyim sahibi olacak veya olmuş gibi davranacaktır. “Yaratıcı” adını verdiğimiz mitolojide ise, düzen tersine dönmüştür. “Yaratıcı”nın tasavvur edilmesinde bireyin kendi düzen, korku, güzellik ve hatta coşku deneyimi vardır. Birey, işaretler aracılığı ile bunları iletmeye çalışır. Eğer bu işeretlerin belirli bir derinliği ve önemi varsa ifadeye dönüşen biçim, “Yaratıcı” ile iletişimi sağlayan bir mitos değerinde ve gücünde olacaktır (Campbell, 2016: 14). Herhangi bir dışsal zorlama olmadan, mitlere özgü bir deneyimle ruhun içeriğini bilerek

84

giren, algılayan, ve yanıt veren sanatçı için soyut dışavurumcu yapıtın etkisi, sınır tanımayan bir ifade tarzında kendini gösterecektir. Soyut dışavurumcu yapıtlara hakim olan bu sınırsız ve bağımsız kompozisyon biçimleri ise, sanatçıda ilkel bir güç duygusu uyandırmaktadır. Jung bu konu hakkında şunu yazar: “Sanatsal yaratımın ve yüce sanatın üstümüzde yarattığı etkinin sırrı, gizemli katılış durumuna yeniden dalma halidir. Çünkü bu deneyim düzeyinde artık önemli olan bireyin refahi değil, kolektifin yaşamadır. Büyük sanat eserlerinin nesnel ve kişilik dışı olmasının nedeni budur”(Jung, 2017: 140).

Resim 26: Clyfforrd Still, “İsimsiz” 121 cm x 153 cm, T.Ü.Y.B. 1952.

Kaynak: www.wikiart.org/en/clyfford-still/untitled-1952. 2018.

Clyfford Still’in yapıtlarında (Resim:26) görülen soyut ifade biçimlerinde mitlerin kaynaklık ettiği ilkel bir duygu yoğunluğu vardır. 1951’de Rothko şöyle der: “Clyfford Still, bütün zamanların bütün mitlerinde ortak özellik olan trajik dinsel temayı ifade eder. Onun resimlerinde ne olup bittiği önemli değildir. Still’in resim nitelikli dramaları, bütünüyle Yunan mitini birer uzantısıdır. Kendisininde dile getirdiği gibi “yeryüzünün, lanetlinin ve Yeniden yaratılmışın resmidir.” Still’in mitlerden ve kozmik güçlerden esinlenmeyle doğan resimlerinin ana kaynağı kuşkusuz doğum yeri olan Kuzeybatı Pasifik Kızılderililerinin Şaman kültürüdür (Fineberg, 2014: 37).

85

Soyut dışavurumcu sanatta mitler ve totemlerin gücü, “Yüce”yi belirlemede önemli bir deneyim kaynağı olmuştur. Barnett Newman, 1949 yılında Ohio’da bulunan Miamisburg Kızılderili höyüklerini görmeye gider. Newman, bu deneyimini şöyle tanımlar: “Bir yer, kutsal bir yer duygusu. Sit alanına bakarken “burada, ben, buradayım” diye hissediyorsunuz. Buranın ötesinde (sit alanının dışında) kaos, doğa, nehirler, manzara var. Ancak burada kendi varlığımızın anlamına sahipsiniz. Bu nedenle, “insan buradadır” düşüncesiyle uğraşır hale geldim” (Fineberg, 2014: 103). Newman’ın sanat deneyimi her şeyden bağımsız “olunabilecek” bir yer üzerinde bulunmasıyla hissettiği arınma duygusuna gönderme yapmaktadır. Manevi olarak bir vahiy niteliğindeki deneyimini sembolleştirmeyi amaçlar. Newman, soyut biçimi, kendisinin içinde olduğu “ilkel sanatın” eşdeğeri bir duygu deneyimine sahiptir. Newman bir denemesinde ilkel sanatın duygu deneyimi açısından önemini şöyle açıklar:

“Onun (Kwakiult Yerlisi) bilinmezin teröründen önce hissettiği, dehşet verici duyguların bir taşıyıcısı, soyut bir düşünce, kompleks için araç, yaşayan bir şeydir. Soyut bir şekil, zaten bilinen bir doğanın gizli bir niteliği ile birlikte görsel bir olayın biçimsel soyutlamasından daha gerçektir. Hele sahte, bilimsel hakikatlerin aşırı yüklü pürist bir illüzyon hiç değildir (Fineberg, 2014:99).

Newman'ın "temel estetik kök" adını verdiği şey "boşluk karşısındaki trajik durumuna kendine dair ürkütücü farkındalığına ve çaresizliğine karşı duyduğu korku ve kızgınlıkla çığlık atan, hınltılar çıkaran ilk insan”dan ayrılamaz. Newman, "İnsanın ilk ifadesi, tıpkı ilk rüyası gibi, estetikti” der. Newman, “konuşma, iletişim talebinden değil, şiirsel bir çığlıktan doğdu” düşüncesini savunur. Bu nedenle, Newman’a göre esetik ifadenin çıkışı, toplumsal bir iletişim değil, duyarlı bir bireyin "hayretinden kaynaklanan totemik bir edinim durumudur. Kendine dair farkındalığın beyhudeliğiyle dolu, insancıl olmayan bir evrende insanın yalıtılmışlığını gösteren bir tepkiydi. “Bilinemez olana yönelik bir hitap”tı. Nasıl “yalnız kalan köpek aya karşı ulursa” estetik de bu ilk ulumaya benzer: “Hem bir güç hem de ciddi bir güçsüzlük çığlığı” şiire yönelik boş bir çaba” ve “gücün esrik patlayışı”dır; tıpkı “horoz ötüşü” ve dalgıç kuşunun gölün üzerinde tek başına süzülürken çıkardığı ses gibi. Newman'ın ünlü “Onement”ı tuvalin düşey uzunluğunca uzanan canlı, büyük bir işaret, kozmik boşluğa doğru ilk ulumayı ve varoluşu gösteren bir tür yazım işareti, varlığın orijinalliğine yönelik kederli bir farkındalık, bu güçlü hayvani duygunun kaba, ama sağlam izidir. Sanat eseri ilk estetik deneyime yönelik bir tür yeniden düşünmedir. (Kuspit, 2010: 21-22). Gerhard

86

Hauptmann sanatın kökenlerine dair şunu yazar: Şiir yazmak, sözcüklerin ardındaki ilksel sözcükleri ortaya çıkarmak demektir.” Dolayısıyla sormamız gereken şudur:”Sanatın imgeleminin arkasında nasıl bir ilksel imge yatmaktadır? (Jung, 2017:106). Newman resimlerinde bu sorunun cevabını arar. Sanatın ilk ifade edilme biçimi ya da “insanın ilk kendini nasıl ifade ettiği ?” sanatçının odak noktasındadır. Newman, bu ilk ifadeyi bulmak için haykırma, çığlık, bağırma, ağlama, seslenme ya da bekleme gibi içgüdüsel duygu biçimlerine yönelir. Sanatçının kullandığı “Burada olmak” terimi eylemin gerçekleştiği anlık zaman dilimine atıfta bulunur.

Resim 27: Totem, Amerika, 1943. Resim 28: Barnet Newman, Here, Bronz Heykel, 1962.

Kaynak : www.searcharchives.vancouver.ca/indian-totem-prince-rupert. 2018. Kaynak: www.radford.edu/rbarris/art428/newman. 2018.

Resim 28: Barnet Newman, Here, Bronz Heykel, 1962.

Newman için Amerikan yerli totemlerinin bulunduğu tepe, adeta yaratıcı ile iletişimi sağlayan bir deneyim etkisi yaratır. Fineberg (2014:99)’da aktardığı bilgiye göre, Newman, bu totemin dikildiği tepede “işte buradayım” diye haykırmak istencine kapıldığından söz eder. Mark Tobey’in mitlere olan ilgisi yine Kızılderili kültürüne ait totem sembolleri, mit ve danslardan çıkış yaparak mistik bir gelişim gösteririr. Tobey, Amerikan yerlisi şamanın yaşadığı ruhsal süreçleri ve bilincin farklı boyutlara geçiş aşamalarını (inisiyasyon) bir deneyim olarak inceler. Tobey’in “Davul, Şaman ve

87

Tanrı Sözü” adlı resminde (Resim:28) görülen ilkel sanatlara özgü imgeler ve yazılar tam bir totemi yansıtmaktadır. Tobey, mistik konular üzerinden giden bir sanatçı olarak: “Resmin eylem kanallarından ziyade meditasyon yollarından gelmesi gerektiğine inanıyorum”der (www.artnet.com[13.11.2018]). İlahi gerçekliği açığa çıkaracak olan maneviyatın gizemli dünyasına odaklanan sanatçı, inançlara yönelik ruhun en derinden hissettiği duygu deneyimlerini araştırır. Mark Tobey, Kızılderili yerli kültürü, Şamanlık, Uzakdoğu Felsefesi, Budizm, Zen, İslam tasavvufu,

Tevrat, Kabala ve Bahailik gibi dinsel alanların mistik dünyasını yakından inceler.

Resim 29:M.Tobey, “Davul, Şaman ve Tanrı Sözü” 35 x 48, T.Ü.Y.B. 1944.

Kaynak: https://www.blouinartsalesindex.com/auctions/Mark-Tobey-198761/null. 2018.

Soyut dışavurumcu sanatçılar, “yüce” ve “evrensellik” temalarını bulmak amacıyla mitlere dönüş yaparlar. Burada, soyut dışavurumcu sanatçılar, kendilerinde, ilkel sanatçılar gibi içgüdüsel bir yaratma edinimi ve ruhsal bir deneyim yaşamak için mistik alanlara yöneldikleri görülmektedir. Rothko, 1943’te bunu şöyle açıklar:

88

“Antik çağ’ın bilinen mitleri, temel psikolojik düşünceleri ifade etmek için başvurmak zorunda olduğumuz ebedi sembollerdir. Modern psikoloji, bunların, rüyalarımızla, dilde ve sanatımızda görünür yaşam koşullarında bütün değişiklere karşın kalıcı olduğunu bulmuştur. Mit, fantazi olanakları dolayısıyla değil, benliğimizde var olan ve gerçek bir şeyi ifade etmesi nedeniyle bizi terk etmez” (Fineberg, 2014: 107).

Rothko’nun ilk mitik resmi olan “Antigone-Antik imge” (Resim:30) arkaik bir taş friz gibi, baştan başa gri tonlara sahiptir. Formların bir hizada alçak rölyef şeklinde katmanlaşması, antikite ile birlikteliği güçlendirirken kopmpozisyonun frontalliği, temsilden ayrımı vurgular ve ona sembolik bir karakter kazandırır. Klasik profiller, bukleli saçlı başlar, aynı şekilde alt katmanda yer alan yerı hayvan yarı insan ayaklar, genel olarak Yunan heykeli ve resmindeki protiplere atıfta bulunur. Rothko aynı zamanda, meteryal gerçekliğine bağlayan New York binalarının üzerindeki mimari bezemelerden alıntılarla bütünleşir. Figürlerdeki açılmış kollar, çarmığa gerilmiş gibidir. Rothko, bu ifade biçimini dine ilişkin görsel bir dağarcığa dahil eder. 1938’den 1942’e kadar Rothko’nun mitik yapılarını karakterize eden katmanlaşma, gizli saklı bir zaman çöküşünü yansıtmaktadır. Rothko’nun düşüncesine göre, geçmişin şimdide aktif olan belleği merkez alan arkeolojik metafor, evrenselliği teyit eder.

Resim 30: Mark Rothko, “Antik İmge” T.Ü.Y.B. 86 cm X 116 cm, 1941

89

Sanatçı, 1942 tarihli “Kartal Alameti” adlı resmi için şu açıklmada bulunur: “Buradaki tema, Aeschylus’un Agamemnon üçlemesi’nden kaynaklanmıştır. Resim özel bir anekdot ile değil, daha çok, bütün zamanlarda ve bütün mitlerde ortak olan mit ruhu ile ilgilidir. Bu tek bir trajik düşünce içinde birleşen insanda, kuşta, hayvanda ve ağaçlardaki bir panteizmi içerir (Fineberg, 2014: 107).

Resim 31: Mark Rothko, Kartal Alameti, 45 cm x 65 cm, 1942.

Kaynak: www.etsy.com/listing/632345783/the-essential-mark-rothko.2019.

Mitolojik simgeler, yaşam merkezlerini mantık ve zorlamanın ötesinde etkiler ve coşturur. Deneyim ve düşüncenin dünyaevi kipleri türümüzün biyolojik tarih öncesinden çok geç bir gelişimdir. Mitolojinin ilk işlevi uyanan bilincin bu evrenin ürpetici ve bağlayıcı “yüce” gizini olduğu gibi kabul edilmesini sağlamaktır. İkinci işlevi ise, çağdaş bilinçte olduğu gibi bu işlevi yorumlayıcı bütüncül bir imge geliştirmesidir. Üçüncü işlevi ise, ahlaki bir düzeni savunmaktır. Mitolojinin dördüncü görevi, bireyin kendisini (mikrokozmos) bir bütünlük içinde herşeyin ötesinde ve içinde huşu veren bir bilinçte evrenin (makrokozmos) nihai gizemiyle buluşturmak aynı zamanda ortak kültür birlikteliğini (mikrokozmos) dengelemektir. Mitolojik inanç bir bütün simgeler örgütüdür. Bu simgelerin önemini ve içeriğini dile getirmek olanaksızdır. Esin enerjisi onun sayesinde canlandırılır ve iç dünyanın odağına

90

yönlendirilir. Mesaj, kalpten kalbe beyin yoluyla geçer ve beyin ikna edilemediği yerde bu mesaj kesilir. O anda mitolojinin gerçekliğine ulaşılamaz olur (Cambell, 2016: 16-17).

Mitlerin sahip olduğu, düş gücü ve tanrısal imgeleri canlandırma (anime) yetileri, bilincin en gizemli (mistik) özelliğini yansıtır. Primitif sanatların bu özelliği hakkında antropolog Levy Bruhl şu açıklamada bulunur: “Tek kelimeyle söylecek olursak, gelişmemiş toplumların ruhsal işleyişinde önemli bir yer tutan kollektif tasvirlerin genel özelliği, bu ruhsal faaliyetin mistik olmasından ileri gelir. Belirli biçimde nitelediğim mistik kavramı, algılanamayan, hiçbir zaman gerçek olmayan duygular, inançlar, etkilenmeler, esinlenmeler ve davranışları anlatır. İlkel algıya göre, hareket yasalarının görülebilen ve dokunabilen somut gerçekçiliğinin yanında dokunulamayan ruhsal olan “mistik” bir özellik vardır. İlkel zihin algısı, bu iki farklı dünyayı birbirinden ayıramaz. Birbirine çok yakın bağlantılar içinde olan bu yapıları adeta iç içe görür. İlkel algıya göre herşey tektir. İlkel sanatçılarda, gerçek olan her etki mistik bir iletişim biçimiyle gerçekleşir. Doğa fenomenleri, doğaüstü bir gücün hakimiyeti altında var olduğu algısı vardır. Her fenomen mistik olarak kuşatılmıştır. İlkel bir sanatçı, her fenomeni aynı kendi gibi bir ruhtan oluştuğuna inanır” (Read, 1981: 29-61). İlkel insanların mistik kuvvetlere hakim olma ritleri, danslar edip, şarkılar söyleyip, değişik karışımlar elde ederek ya da ufak heykelcikler ve totemler yaparak gerçekleşir.Büyü ve ruhlarla