• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 4: ZEN (CHAN) FELSEFESİ VE SOYUT DIŞAVURUMCU SANAT İLİŞKİSİ

4.1. Geleneksel Uzak Doğu Öğreti ve Düşünce Disiplinleri

3.3.3. Zen (Chan) Felsefesi

Kişinin içsel deneyimlerine yönelik öğretisel yaklaşımlarına ve varoluşun ya da aydınlanmanın gerçekleşmesi için uygulanan derin düşünme yöntemlerine, Sanskritçede “Dhyana” Çincede Ch’an ve Japoncada “Zen” adı verilir. Zen’in amacı insanın kendi öz yaradılışını ve benlik gerçekliğini tanımasıdır. Diğer bir deyişle; kendi kendini

156

tanımanın bir araştırısıdır. Fakat Zen öğretilerinde amaçlanan bilgi, ileri çağdaş ruhbilimcinin bilimsel bilgisi değildir. Anlıksal (intellect) bilişin kendini bir nesne sayarak gözlenmesi türünden bir bilgi de değildir; kendini bilme Zen’de anlıksal ve hiç bir yanı olmayan, kendi kendinden yabancılaşmayan, bilenle bilinenin bir oldukları, insanın bütünlüğüyle gerçekleştirdiği bir yaşantıdır. Suzuki’nin dediği gibi Zen’in temel ilkesi insanın derin varlığının çalışma düzeniyle tanışmasıdır. Bunu da dışarıdan katılan hiç bir şeyden destek aramadan, en doğrudan, en doğal yoldan yapmasıdır Bir kimsenin kendi yaratılışını tanımasına yarayan bu iç görü anlıksal (intellectual) bir yetenek gibi dışarıda kalan bir şey değil, ama yaşantısal, insanın içinde, duygu derinliklerinin içinde deneyim kazandığı tinsel bir durumdur. Bu anlıksal (intellectual) bilgiyle yaşantısal bilgi arasındaki fark Zen’deki en önemli noktadır (Fromm, 1978:78). Allan Watts, “Taoculuk, Zen ve Batı Kültürü” adlı kitabında şu açıklamayı yapar:

“Dar anlamda Zen öğretmeni diye bir şey olamaz. Çünkü Zen’in öğretebileceği bir şey yoktur.En baştan beri Zen ustalarının yöntemi, kendilerine öğrenci olmak için başvurulan istekleri önce reddetmek olmuştur. Böyle yaparak, uyanma ve aydınlanma yaşantısının arayarak bulunabilecek, başkasından öğrenilerek ya da çalışarak elde edilen bir şey olmadığını göstermektir. Arayanın aramakla bir şey bulamayacağını anlatmanın bir yara sağlamayacağını bildikleri için yanıt vermek yerine yanıt yerine geçebilecek bir soru (koan) soruyorlardı. Bu sorular (koan) öyle bir soru ki arayanın arayış çabasını kışkırtıcı bir etkisi oluyor, bu arayış en sonunda kendi gücüyle kendini patlatma noktasına kadar varan bir yğunluğa ulaşıyordu. Böylece aramanın anlamsızlığını kendi de anlıyordu (Watts, 1996: 14-15).

Uzakdoğu Budist ve Tao felsefesinde asıl “Gerçek” algılayanın ve algılananın aşıldığı bir bilinç durumunu yarattığından ve algılanan şey bir deneyim meselesi olduğundan tam anlamıyla tarif edilemez. Tanımlanamayan ve deneyime özgü bir gerçeklik karşısında başarılı bir ustanın önünde öğrenciye uygulayacağı üç yöntem vardır: Birincisi, sessiz kalmaktır. Öğretici (üstat) sessiz ve eylemsiz kalarak (Wu-Wei) başkalarını hedefe doğru yönlendirme çabasını terk eder. Böylece, kişinin kendi deneyimi devreye girerek öğreticiden bağımsız bir varoluş oluşmaya başlar. İkinci yöntem, görünmez gerçekliği daha güçlü algılayabilmek için belirli bir kavram üzerinden düşünmeye odaklanma deneyimidir. Derin düşünme ile kavramın veya fenomenlerin içeriğine odaklanma, varlığın ve eşyanın asıl mahiyetini ortaya çıkarma veya algılama, aydınlanma yönteminin sadece bir aşamasıdır. Üçüncü yöntem ise, tüm düşünce sınıflandırmalarını, yani renk, biçim, boyut, Varlık, yokluk, uzay, zaman ve

157

benzeri kavramları sistemli bir şekilde tahrip ederek bilinci “Yol”a yani aydınlanmaya (Buddha, Tao) yöneltmeye çalışır (Blofeld, 2001: 12).

Zen ile ilgilenen ve Zen’i derinlemesine anlayan kişinin ulaşması gereken bir nitelik vardır. Zen’i idrak eden kişi kendi kültürünü öylesine tam olarak özümsemiş olmalı ki hiç düşünüp tartışmadan bilinçsiz olarak o kültürün kalıplaşmış önermeleriyle yönlendirilmekten kendini kurtarmış olsun. Öncelikle kişi, Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın Tanrılarıyla öylesine hesaplaşmalıdır ki bir başkaldırı ve korku duygusu olmadan da ona bağlanabilmiş ya da onu bırakmış olsun. Böyle olmadıkça ya da böyle yapılmadıkça kişinin Zen anlayışı kurumsallaşmış veya amacından sapmış olacaktır. Zen, her şeyden önce insanı, herkes tarafından benimsenmiş, kurumsallaşmış düşüncelerin tutsağından kurtarmayı amaç edinmiştir. Zen’i çekici hale getiren özellik, inanın iyilik ve kötülük alanının derinlerinde bulunan suçluluk duygusunun ötesine geçmesidir. Zen, dinin, kurumsallaşmış düşüncelerin, kültürlerin ve ahlakın “bu iyidir ve bu kötüdür” yargılarında ayrım yapılması olanaksız olan alanın perdesini kaldırmasıdır. Zen, ahlak konusuyla bastırılmış insan benliğinin sorunlu alanına girer ve insanda uyandırdığı yeni bilinçle, kişinin kendi gerçek varoluşunu görmesini sağlar. Fizikötesi bir endişeye, bir günahın yaptırım korkusunu ya da bir lanetlenmişlik duygusuna yol açan düşünceyi yadsımaya kadar giden Zen düşüncesi, inançların ve kültürün var ettiği ahlakçılık ahlakını temelden sarsar. Zen’in temel bir sezgisi vardır. Bu sezgi, ayrım yapılmaksızın her şey eşit önemde olduğu bilince ulaşmaya çalışır. Usta Yu-men’in ünlü sözlerindeki gibi: “Her gün güzel bir gündür.” Hsin Ming’in kendi dizelerinde bu anlayışı şöyle ifade eder: “Eğer istersen apaçık, katışıksız saf gerçeği. Vazgeç ayırmaktan doğruyu eğriyi. Eğri ile doğru arasındaki çelişki, zihnimizin illeti” (Watts, 1996: 25-28). Ahlaksal ve toplumsal yargılar bir tarafa bırakıldığınca her şey sonsuz evren kadar şaşırtıcı ve ürkütücü görünebilir. Zen, insanı tarafsız ve bağımsız bir biçimde hiçbir yaptırımı öngörmeden kendi varlığının derinliklerine bakmasını sağlar. Katışıksız saf gerçekliğe ulaşmanın yöntemini olumlu ya da olumsuz tüm ayrımların üstünde düşünebilmekte bulur. Böylece Zen, her şeyi olduğu gibi görmenin, işitmenin ve duyumsamanın mucizesini ortaya çıkarmaya çalışır.

Zen duyarlılığı açısından kesin bir kural yoktur. Diğer bir deyişle, sözle açıklanabilecek ya da bir düşünce dizgesi içinde kuramsallaştıracak hiçbir yöntem içermez. Fakat bir yandan da bütün, birlik, özdeşlik gibi şeylerle bir düzen ilkesini ortaya çıkarır.

158

3.4. Zen / Chan Öğretileri Bağlamında Soyut Dışavurumcu Yapıtların Yorumu