• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: AVRUPA BĐRLĐĞĐ SÜRECĐ VE DĐYANET ĐŞLERĐ BAŞKANLIĞI43

2.1.2. Sosyal Hayat ve Din

1960’lı yılların başından itibaren başta Avrupa olmak üzere yurtdışına çalışmak amacıyla giden yurttaşlarımızın, daha sonra yanlarına aldıkları aileleri ve daha sonra çoğalan nüfuslarıyla bugün milyonları bulan bir toplam haline geldikleri malumdur. Üçüncü kuşağın yetişmesiyle, artık kalıcı hale gelen bu nüfusun önemli bir kısmı bulundukları ülke vatandaşlığını da elde ederek, içinde yaşadıkları toplumun aktif bir parçası olarak hayatlarını sürdürmekte, ancak karşılaştıkları sorunlar da artarak devam etmektedir. Bu sorunların başında, onların içinde yaşadıkları toplumla uyum içinde, milli ve dini kimliklerini korumaları hususu gelmektedir. Farklı sosyo-kültürel ortamlarda yabancılık çeken ve buna karşı doğal bir direnç göstererek belli ölçüde önlemlerini alan birinci kuşağa karşılık, orada doğup büyüyen ve eğitimini orada alan ikinci ve üçüncü kuşaklar, giderek o toplumun değerlerini benimsemekte ve bu doğrultuda bir yaşam tarzına özenmektedirler. Aileleri ile toplumda görüp yaşadıkları arasında ciddi bir ikileme düşen bu gençlerin, bir yandan içinde yaşadıkları toplumla uyum içinde olabilmeleri, diğer yandan kendi dini ve kültürel değerlerine sahip çıkabilmeleri, iyi bir din eğitimine ve verimli bir din hizmetine bağlıdır (Er, 2005:645).

Geleneksel Türk aile yapısının zayıflamasının yanı sıra, o ülkelerde ebeveynlerin çocukları üzerindeki yetkilerinin sınırlı olması da, bazı sorunlara yol açmaktadır. Ergenlik çağına kadar sağlıklı bir aile ortamında yetişmeyen ve yeterli dini, ahlaki eğitim almayan gençler arasında evlerini terk ederek olumsuz bir hayat tarzı sürdürenler oldukça fazladır. Eşleriyle ve eşlerinin aileleriyle geçinemeyen genç kadınlar, evlerini terk ederek kadın sığınma evlerine gitmekte ve buralarda uyuşturucu, kumar ve fuhuş gibi kötü alışkanlıklara kapılabilmektedirler. Yabancılarla evlilik, yurtdışındaki vatandaşlarımızın karşılaştıkları diğer önemli bir problemdir. Birinci kuşak içinden sayıları küçümsenemeyecek bir miktar Türkiye’de evli oldukları halde, gittikleri ülkelerde ya yeniden evlenerek, ya da gayrimeşru ilişkiler kurarak kendi ailelerinin dağılmasına sebep olmuşlardır. Aile içi problemler artmış ve parçalanmış aile çocukları ortaya çıkmıştır.

Din, kültür ve sosyal farklılık gibi sebeplerden dolayı uzun sürmeyen bu evliliklerin doğurduğu sorunların başında da, çocukların paylaşımı gelmektedir. Ayrılan anne ve baba çocuklara sahip olmak istemekte, mahkemeler genellikle anneyi tercih ettiklerinden, baba bunalıma girmektedir. Çocuklarını dini yönden kaybetmek endişesi taşıyan baba, kendisini, çözemediği bir problemin içinde bulmakta, bazen çocuk kaçırma gibi olaylar gündeme gelmektedir. Müslüman bir kadının yabancı bir erkekle evlenmesi ise, daha büyük sorunlara yol açmaktadır (Er, 2005:645-646).

Evlilik konusunda yaşanan önemli problemlerden birisi de, genellikle tarafların tercihi dikkate alınmadan, Türkiye’den eş getirilmesidir. Ülkesindeki yakın çevresinden kopmak istemeyen birçok aile, çocuklarını evlendirirken, özellikle akrabalarına damat veya gelin adayı seçtirmektedir. Dolayısıyla, tamamen ayrı toplumsal ortamlarda yetişmiş, sadece ailelerinin arzusuyla veya müreffeh bir hayat düşüncesiyle evlenen gençlerin kurdukları aileler, sağlıklı ve uzun ömürlü olmamaktadır. Yaşanan bir başka sorun da, aynı mahallelerde büyüyen, aynı okullarda okuyan, aynı işyerlerinde çalışan Türk ve yabancı gençlerin evlilik dışı beraberlikler kurmalarıdır. Bu beraberlikten doğan çocuklar, genellikle kiliselerin bu şekildeki çocukları sahiplenmek üzere kurduğu evlere teslim edilmektedirler. Bir araştırmada, sadece Almanya’da yaşayan Türk kızlarının, yılda 2000 civarında evlilik dışı çocuk doğurduklarının tespit edilmesi, problemin boyutunu ortaya koymaktadır. Karşılaşılan önemli sorunlardan birisi de, son zamanlarda dünyada oluşturulmaya çalışılan olumsuz Đslam imajı ve bu çerçevede sorulan sorulara vatandaşlarımızın cevap vermekte zorlanmalarıdır. Özellikle 11 Eylül olayından sonra sıkça gündeme gelen Đslam’ın terörle ilişkilendirilmesi, şiddet dini gibi gösterilmesi ve kadın hakları başta olmak üzere insan haklarına önem vermediği gibi asılsız iddialara tatminkar cevap bulamayan vatandaşlarımız, zor durumda kalmaktadırlar. Diyanet Đşleri Başkanlığı’na ulaşan çok sayıda soruda bu konuların yer alması da, bunu göstermektedir. Özellikle bu ülkelerde yetişen ve dini bilgi ve kültürü yeterli olmayan kimselerin böyle ortamlarda zor durumda kaldıklarını tahmin etmek hiç de güç değildir (Er, 2005:646). Gençliği tehdit eden uyuşturucu, kumar, içki gibi alışkanlıkların yanında, diğer yıkıcı ve bölücü grupların faaliyetleri önemli bir yer tutmaktadır. Misyonerlerin yoğun bir faaliyet yürüttükleri, vatandaşlarımıza hitap eden çok sayıda Türkçe yayın yaptıkları, ev ev gezerek propagandada bulundukları bilinen bir gerçektir. Okul öncesi eğitim yerleri olan

kreş ve yuvaların büyük bir kısmı kiliselere aittir. Türk ailelerinin ve öğrencilerin kaldıkları evler, pansiyonlar ve yurtlar sık sık ziyaret edilerek, dini içerikli konuşmalar yapılmakta ve yayınlar dağıtılmaktadır. Yurtdışına çalışmak amacıyla giden birinci nesil vatandaşlarımız, bugün yaşlılık dönemini yaşamaktadırlar. Bakıma muhtaç olup, huzurevlerinde veya hastanelerde bulunan vatandaşlarımız, din görevlilerimiz tarafından ziyaret edilerek kendilerine moral destek verilmeye çalışılmaktadır. Ancak, huzurevlerinin ve hastanelerin önemli bir kısmı, ya Hıristiyan din adamlarının yönetiminde bulunmakta ya da buralarda sık sık dini propagandalar, programlar yapılarak kutsal kitaptan bölümler ve ilahiler okunmaktadır. Bu programlara katılmayan vatandaşlarımız yalnız kalmakta ve rahatsızlık duymaktadırlar (Er, 2005:646).

Çeşitli suçlardan dolayı hapishanelerde yatan yurttaşlarımızın durumu da ayrı bir sorundur. Burada bulunanların çoğunun genç olması ve birçoğunun da uyuşturucu kullanmak veya satmaktan cezaevine girmiş olmaları, gençlere yönelik din eğitimi ve hizmetinin önemini bir kez daha ön plana çıkarmaktadır. Yurttaşlarımızın bulundukları ülkelerde kendi kimliklerini koruyabilmeleri, birlik ve beraberliklerini sürdürebilmeleri ve anavatana olan inanç ve güvenlerini kaybetmemeleri için yapılan çeşitli sosyal ve kültürel etkinliklere katılım, Türk toplumu arasında görülen bazı dini, kültürel ve siyasi ayrılıkların doğurduğu problemler nedeniyle yeterli düzeyde olmamakta, dolayısıyla beklenen sonuç elde edilememektedir. Dini ve ahlaki eğitim noktasında görülen eksiklik, her düzeyde insanımızı derinden etkilemektedir. Örneğin, birtakım ekonomik çıkarlar elde edebilmek için mahremiyle evlilik yapan, muvazaalı bir şekilde evlenip boşanan, işsizlik parası almak için gayrimeşru yollara başvuran Müslüman için, ne yazık ki hiçbir dini ve ahlaki değer önleyici olmamaktadır (Er, 2005:647).

Đslam dünyasında meydana gelen ve dinin özüne uymayan birtakım gelişmeler Avrupa’da

Đslam’a karşı olumsuz tavırların ve düşüncelerin oluşmasına sebep olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Halbuki Kitabı ve Peygamberiyle dünyaya hidayet rehberi olan

Đslam Dini, kendisiyle uzlaşılamayan katı bir din değildir. Đslam Dini, asırlarca çeşitli milletleri ve dinleri bir arada barındırmayı ve yaşatmayı en iyi şekilde başarmıştır.

Đslamiyet, Müslümanların idaresinde yaşayan diğer din mensuplarına her türlü müsamahayı göstermiş, dinlerini ve kültürlerini yaşama ve yaşatma imkanlarını sağlamıştır (Çolak, 2000:294).

Müslüman Türk tarihinde, Müslümanların camilerde, Hıristiyanların kiliselerde, Yahudilerin de havralarda ibadet etme hürriyetine sahip oldukları şeklinde genel bir anlayış mevcuttur. Tarihte Müslüman toplumun içerisinde yaşayan diğer din mensuplarına geniş bir din ve vicdan hürriyeti tanınmışken, bu zamana kadar semavi din mensupları arasında arzu edilen seviyede bir diyalog kurulamamış olması üzüntü vericidir. Globalleşen dünyamızda uluslararası teşekküller marifetiyle çeşitli alanlarda etkileşimin büyük boyutlara ulaştığı çağımızda, insanlığın, kaynağı ilahi olan dinlerin ortak ve evrensel prensipleri etrafında birleşmesi ve bir araya gelmesi zaruret halini almıştır. Mutlu bir dünyada hep birlikte yaşamak, bu evrensel değerlere sahip çıkmakla mümkün olacaktır. Avrupa’da multi - kültürün oluştuğu bir dönemde, Müslümanların gayesi, ehli kitabın oluşturduğu bir dünyadan kopuk bir vaziyette yaşamak değil, aksine, Đslam’ın bütün güzelliklerini ve ilahi dinlerin evrensel değerlerini tanımak ve iyi niyete dayalı olarak, diyaloga açık bir şekilde, dünyanın her türlü nimetinden istifade etmek, insanlara Allah’ın bir emaneti olan dünyamızda mutlu ve huzurlu olarak yaşamak olmalıdır (Çolak, 2000:294).

Bunu sağlamak için yapılacak çalışmaları şöylece özetlemek mümkündür:

1. Farklı Din mensupları arasında sağlıklı bir diyalog. 2. Sağlıklı bir din eğitimi. 3. Dini düşünce ve kültürlere saygı. 4. Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayan ve Türk kültürünün temsilcisi durumunda olan Türklerin kendi kültürlerini yaşama imkanlarının daha iyi bir hale getirilmesi. 5. Din eğitiminin okul saatleri içerisinde konunun uzmanı olan kişiler tarafından verilmesinin sağlanması. 6. Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayan Türklerin asimile edilmeden entegre olmalarını sağlayacak ortak çalışmaların yapılması. 7. Avrupa’daki Türklerin sosyal rehberliğini yapan din görevlilerinin bu rehberlik görevlerini daha iyi bir şekilde yapmalarını sağlamak amacıyla, ülkeler arası yapılacak müşterek bir programın hayata geçirilmesi. 8. Türk toplumu üzerinde menfi etkileri olan radikal dini grupların etkilerinin azaltılabilmesi için sosyal rehberlik görevini yerine getiren din görevlilerinin Türkiye’den gönderilmesi işleminin devam ettirilmesi (Çolak, 2000:294-295).