• Sonuç bulunamadı

Sosyal Dışlanma, Underclass (Sınıf-altı) ve Marjinallik

2.3. Yoksulluk

2.3.3. Sosyal Dışlanma, Underclass (Sınıf-altı) ve Marjinallik

Bu çalışma, Çingene/Roman çocukların içinde bulundukları yoksulluk durumunu nasıl anlamlandırdıklarının yanı sıra marjinalleştirilme ve dışlanma süreçlerine nasıl tepki verdiklerini de incelediği için kısaca bu kavramları açıklamakta yarar görülmektedir.

Sosyal dışlanma Fransız kökenli bir deyimdir. Dışlanma terimini ilk kullanan, daha sonraları Chirac Hükümeti döneminde Sosyal İşlerden Sorumlu Devlet Bakanı olarak da görev yapmış olan Rene Lenoir’dır. R. Lenoir, o dönemde Fransız nüfusunun yüzde onunun çeşitli biçimlerde; zihinsel ve fiziksel engelliler, intihar eğilimli insanlar, çok yaşlı ve sakatlar, başı boş istismar edilen çocuklar, ilaç (madde) bağımlıları, suçlular, tek ebeveynli aileler, çok sorunlu hane halkları, marjinal kişiler, asosyal kişiler ve diğer sosyal uyumsuz kişiler şeklinde dışlanmış olduğunu belirtmiş ve ayrıca tüm bu kişilerin sosyal koruma kapsamı dışında kalan sosyal gruplar olduğunu ifade etmiştir (Sapancalı, 2005).

Sosyal dışlanma deyimi, 1980’li yıllarda ekonomik kriz ve yeniden yapılanma sürecinde, sosyal refah devletinin krize girmesiyle ve diğer sosyal ve siyasal sorunlar eşliğinde Fransa’da daha da popüler hale gelmiştir. Dışlanma terimi değişik tipteki sosyal dezavantajlardan söz edilirken kullanılmış, giderek artan işsizlik, gecekondulaşma ve aile yaşamındaki güçlü değişimler gibi yeni sosyal sorunlarla ilişkilendirilmiştir. Eski refah devleti kazanımlarının bu sorunlarla

mücadelede yetersiz kaldığı ve bu nedenle yeni sosyal politikaların geliştirilmesi gerektiği düşünülmüştür (Sapancalı, 2005).

Sosyal dışlanma Fransa’dan sonra, diğer Avrupa Ülkelerinde de hem kavram hem de politika olarak kabul edilmiş ve hızla yayılmıştır. Özellikle işsizlik oranındaki artış, artan uluslar arası göç ve refah devletinin gerilemesi, kavram üzerindeki ilgiyi önemli ölçüde arttırmıştır (Sapancalı, 2005).

Avrupa’daki bu duruma karşılık, ABD’de dışlanmış gruplar daha çok “sınıf altı” (underclass) kavramıyla ifade edilmektedir (Gore, 1995; akt. Sapancalı, 2005). Sınıfaltı kelimesi ilk kez 1963 yılında Gunnar Myrdal tarafından, nüfusun giderek artan bir kesimini sürekli işsiz ve çalışamaz bir hale sokmasından korktuğu sanayileşmenin tehlikelerine işaret etmek üzere kullanılmıştır (Myrdal, 1963; akt. Sapancalı, 2005). Sınıfaltı olmanın nedeni ise, işsizlikle karşı karşıya kalan insanlardaki yetersizlikler ya da ahlaksal kusurlar değil, yalnızca ve tamamıyla işe gereksinmesi olanların ve iş arayanların tümüne istihdam olanağı sağlanamamasıdır. Sınıfaltı üyeleri, Myrdal’ın kullandığı anlamda dışlanmanın kurbanlarıydı. Onların yeni statüsü dışarıda kalmayı tercih etmenin bir sonucu değildi, dışlanma iktisadî mantığın ürünüydü ve dışlananların bu mantık üzerinde hiçbir etki ve denetimi yoktu (Sapancalı, 2005). Ancak Özbudun (2002), bir süre sonra sınıf-altı kavramının, egemen medya tarafından yaygınlaştırılarak, sosyal güvence ve refah uygulamalarında kesintiler yapmayı hedefleyen neo-liberal politikaların elinde uygun bir argüman oluşturmuş olduğunu öne sürer. Amerikalıların belirttiği şekliyle sınıfaltı, yoksulluktan çok kronik yasa dışılık, uyuşturucu kullanımı, evlilik dışı çocuklar, çalışmama ve okul başarısızlığını anlatmaktadır. Ulusun genç suçlularının, okulu terk edenlerinin, uyuşturucu bağımlılarının ve devlet yardımlarından geçinen annelerinin yanı sıra yetişkin suçluluğunun, aile çözülmelerinin, kentsel çürümenin ve toplumsal harcama talebinin orantısız çokluğunu barındırmaktadır. Psikopatolojik ve/veya kültürel bir kast sistemi içine hapsedilen ve sosyal yardımların kısılmasına

gerekçe oluşturmak üzere hedef tahtası haline getirilen sınıfaltı kesimler, ABD’nin sosyal dışlanmışlarından oluşmaktadır (Özbudun, 2002).

Dışlanma kavramı Asya’da sınırlı biçimde kullanılmaktadır. Bazı ülkelerde kadınların kültürel anlamda kötü muamele nedeniyle yasal haklardan yararlanamaması anlamında sıkça dışlandıkları görülür. Bununla birlikte, bu bölgede mülkiyetten (tarımsal alanlardan) dışlanma giderek artmaktadır ve kırsal bölgelerde yaşayan halkın giderek daha da yoksullaştığı ifade edilmektedir. Bu bağlamda, dışlanma genellikle yoksullukla eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Hindistan’da sosyal dışlanma, sağlık, eğitim, konut, içme suyu, temizlik ve sosyal güvenlik gibi bazı temel refah haklarından dışlanma olarak algılanmaktadır (Sapancalı,2005).

Benzer durumun Afrika için de geçerli olduğunu belirten Sapancalı (2005), Arap ülkelerinde sosyal dışlanmanın marjinalite olarak anlaşıldığını, bu ülkelerde dışlanmanın kalkınma ile değerlendirildiğini, bu bağlamda da okuryazarlık ve dışlanma arasında ilişki kurulabileceğini, zira işgücü piyasasından dışlanan bireylerin dörtte üçünün okuryazar olmadığını vurgulamaktadır. Ayrıca, işsizlik, kadına yönelik ayrımcılıklar ve içsel-dışsal ekonomik eşitsizlikler diğer dışlanma faktörleri olarak sayılmıştır.

Marjinalleş(tir)me ise genellikle kapitalist sistemle hiçbir zaman bütünleşememiş, kırsal kökenli kent yoksullarına işaret eder tarzda kullanılmıştır. Germani (1980), Latin Amerika marjinalliğini tanımlamada “etno-sınıf” kavramının yararına işaret etmektedir (akt. Özbudun, 2002). Latin Amerika’da (ve Güney ülkelerinin büyük çoğunluğunda) kent yoksulları aynı zamanda büyük ölçüde, yakın bir kırsal geçmişe dayanan etnik gruplardır ve bu haliyle yoksullukları ve dışlanmışlıkları, uğradıkları tarihsel ve aktüel hukuksal ve fiilî ayrımcılık biçimleriyle örtüşmektedir (Özbudun, 2002).

Yukarıda sözü edilen kavramlar “iç/dış”, “merkez/çevre”, ve “üst/alt” gibi toplumsal mekanın üç konfigürasyonuna işaret etmekte, belirli kesimlerin toplumsal bütünün ve sermaye birikim sürecinin dışında kalması ve ekonomik büyümeye yaptığı katkıdan adil ölçülerde yararlanamaması üzerine odaklanmaktadır.

Dışlanmanın önemli boyutlarından ilki ve en önemlisi, yeni iş bulma olanağının olmadığı uzun süreli işsizlik biçimindeki işgücü piyasasından dışlanmadır. İkincisi, yoksulluğun çok genel bir biçimde hissedildiği ve yaşam standartları açısından sosyal ve kültürel değerlerle de ilişkili ekonomik dışlanmadır. Üçüncü olarak, farklı egemen değerler ve davranış örneklerinin doğasında var olan dışlayıcı etkilerle ortaya çıkan kültürel dışlanma ve ayrıca sosyal anlaşmaların, sosyal ilişkilerin sınırlanması ve kesilmesiyle ortaya konan marjinalleşme ve iz bırakma (stigmatize olma) biçimindeki toplumdan tecrit edilerek dışlanmadır. Ayrıca, özel ve kamuya ait refah uygulamalarının ve kurumlarının sınırlanması sonucunda ortaya çıkan kurumsal dışlanmadır.