• Sonuç bulunamadı

SORUMLULUK HUKUKUNUN TARİHİ GELİŞİMİ

Kişilerin haklarını ihlal etmeleri veya yükümlülüklerini yerine getirmemeleri nedeniyle ortaya çıkmış olan zararlardan dolayı sorumlu tutulmaları fikri insanlık tarihinin başlangıcından beri var olagelmiştir. Bu sorumluluk fikri farklı sorumluluk ilkelerini doğurmuş ve değişen zaman ve şartlara göre bu ilkelerin tercihleri de değişmiştir. Ayrıca yine değişen zamanla değişen sosyal, kültürel yeniliklere göre sorumluluğun müeyyidesi de değişmektedir.

Kusur sorumluluğu ilkesi yerleşmeden önce kişilerin kusurlu olup olmamasına bakılmaksızın öç alma saikine dayalı olarak zarara uğrayan kişinin kendisinin zarara uğramasına neden olan kişiyi sorumlu tutması, kendi uğradığı zarar nispetinde onu da zarara uğrattığı bir sorumluluk anlayışı mevcut olmuştur.51 Bu

anlayış döneminde yalnız mal varlığı ile sorumluluk değil, hem şahıs hem mal varlığı ile sorumluluğun hakim olduğunu söylenilebilir. Şahıs varlığı ile de sorumluluğun kabul edildiği bu dönemde yalnızca zarara neden olan tarafı, kişinin uğradığı zarar nispetinde zarara uğratması değil, şahsına el koyup, onu köle edinmesi veya öldürmesi dahi mümkündür.52 Zamanla zarar gören kişinin, kendisinin zarar görmesine neden olan kişiyi zarara uğratması yerine, zarar veren kişinin bir miktar meblağ ödemesi fikri gelişim göstermiştir. Bu ödenen meblağ ile kişi aslında mağdurun öç alma hakkını satın almış olmaktadır. Bu sisteme birleşik sistem de denir.53 Birleşik sistemin de gelişmesiyle şahıs ile sorumluluk yerine mal varlığı ile

sorumluluk esas haline gelmiş bu anlayış büyük oranda geçerliliğini kaybetmiştir.

50 Fikret Karaman, İsmail Karagöz, İbrahim Paçacı, Mehmet Canbulat, Ahmet Gelişgen, İbrahim Ural, Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB Yayınları, Ankara, 2006, s. 84; Yıldız, İslâm Sorumluluk Hukuku, s. 40.

51 Eren, Borçlar Genel, s. 509; Mustafa Kılıçoğlu, Tazminat Hukuku, 6. Baskı, Bilge Yayınevi, Ankara, 2016, s. 17.

52 Şahin Akıncı, Roma Borçlar Hukuku, Sayram Yayınları, Konya, 2013, s. 31; Şen, Tehlike Sorumluluğu, s. 12; Yıldız, İslâm Sorumluluk Hukuku, s. 27.

Ceza verme yetkisinin münhasır olarak devlete tanınmadığı zamanlarda ise ceza sorumluluğu ve hukuki sorumluluk birbirinden ayrılmış değildir. Gelişmiş devletlerin kurulması ve ceza müeyyidesi uygulama yetkisinin münhasır olarak devletlere tanınması ile birlikte sorumluluk hukuku ceza hukukundan ayrılmış ve günümüzdeki haline doğru şekillenmeye başlamıştır.54

Sorumluluk hukuku, kusura bakılmaksızın öç alma saikine dayanan anlayışın ardından kusur ilkesi üzerinde gelişmiştir. Sorumluluk hukuku, kusur sorumluluğunu esas almış ve hatta zamanla kusur yoksa sorumluluk yoktur şeklinde bir algı da oluşmuştur. Kişilerin kusurlarına göre sorumlu tutulduğu bu sorumluluk türüne göre insanların zararlardan sorumlu olmaları için kusurlarının bulunması şarttır ve kusuru olmadan bir zarara sebebiyet veren kişi sorumlu olmamaktadır. Uzun yıllar insanların ihtiyaçlarını karşılamış olan kusur sorumluluğu zamanla değişen teknoloji, gelişen sanayi ile birlikte yetersiz kalmaya başlamıştır. Özellikle 16. yüzyılda gerçekleştirilmeye başlanan sanayi devrimi ile birlikte çok hızlı bir ilerleme başlamış ve insanların hayatlarına farklı unsurlar dahil olmuştur. İnsanların hayatlarına giren bu yeni unsurlar sorumluluk hukukunun kapsamını da etkilemiştir. Kusur ilkesi bu yeni unsurlarla birlikte tam olarak adaleti sağlayamamış ve mutlak geçerliliğini yitirmiştir.55 Bu ilkenin geçerliliğini yitirmesi üzerine kusursuz sorumluluk ilkesi

gelişmeye başlamıştır.56

İnsanların toplum içerisindeki ilişkilerinin zamanın ilerlemesiyle karmaşık hale gelmesi, teknoloji ve sanayinin ortaya çıkardığı tehlikelerin artması ile birlikte sorumluluk açısından yeni gelişmelerin meydana gelmesi zorunlu olmuştur. Bu sebeplerle kusursuz sorumluluk ilkesi kendine gelişme alanı bulmuştur. Bu sorumluluk ilkesine göre kişi kınanabilir bir davranış icra etmemesine rağmen, neden olduğu zararı ödemek zorunda kalmaktadır. Dolayısıyla bu sorumluluk ilkesinin gösterdiği en önemli yenilik, zarar veren kişinin kusuru aranmaksızın üçüncü kişiye verilmiş olan zararın tazmin edilebilmesidir diyebiliriz. Kusursuz sorumluluk

54 Eren, Borçlar Genel, s. 510.

55 Kusur ilkesine yapılan tenkitler ve kusursuz sorumluluğun inkişafı ile ilgili bkz. Zahit İmre, Doktrinde ve Türk Hukukunda Kusursuz Mesuliyet Halleri, İsmail Akgün Matbaası, İstanbul, 1949, s. 38 vd.

ilkesine göre kişinin zarar verici davranışı yapmış olması ve bu davranış ile ortaya çıkan zarar arasında uygun illiyet bağının bulunması, zarara neden olan kişinin sorumlu tutulması için yeterlidir.57

Sanayinin ve teknolojinin gelişiminin artmasıyla beraber kusursuz sorumluluk ilkesinin geliştiğini söyledik. Ancak devrim niteliğindeki bu gelişmelerle beraber kusursuz sorumluluk içerisinde özellikle tehlike sorumluluğu büyük bir gelişim göstermiş ve hâlâ da göstermektedir. Tehlikelerle dolu, karmaşık sosyal ilişkiler içerisinde oluşmuş olan yeni toplum düzeninde sorumluluk hukuku, bir kimseyi sorumlu yapmaktan çok, oluşan zararı giderme ve denkleştirme hukuku olarak kabul edilebilir. Böyle bir toplumda yaşayan bireylerin uğradıkları zararı bir sorumluya yükleyerek gidermek istemeleri, kusursuz sorumluluk ilkesinin yanında sigorta fikrini de geliştirmiştir.58 Kişiler malvarlıklarında oluşacak bir eksilmeye

karşı ödedikleri belirli bir prim karşılığında uğrayacakları zararların tazminini güvence altına almak için sorumluluk sigortası (özellikle mali mesuliyet sigortası59)

yaptırma yoluna gitmişlerdir. Gün geçtikçe devletlerin bazı sorumluluk sigortalarını zorunlu kılması da bu fikri daha da geliştirmiştir. Sorumluluk sigortası ve sorumluluk hukuku sıkı bir bağ içerisindedir ve kusursuz sorumluluk fikrinden sonra sorumluluk hukuku ile bağlantılı olan en yeni gelişmedir. Sigortada zarar ile sigortacı arasında sübjektif veya objektif bir ilişki yoktur. Ancak kusur sorumluluğunda veya kusursuz sorumluluk hallerinde ya fail kusurlu olarak bir fiil işlemeli veya kanunda sorumlu tutulacağı yazılı olan durumlardan birine sebep olmalıdır. Ayrıca sigorta kolektif bir sorumluluk olarak kabul edilebilirken sorumluluk hukuku ferdi bir sorumluluk belirler. Bu farklara rağmen sorumluluk sigortası, sorumluluk hukuku ile sigorta fikrinin beraber yer bulduğu, hem ferdi hem de kolektif sorumluluğun söz konusu olduğu bir sigorta türüdür. Sorumluluk hukuku ile ilgili gelişmeler günümüzde

57 Eren, Borçlar Genel, s. 510; Erhan Adal, Trafik Kazalarında Akit-Dışı Hukukî Sorumluluk, Fakülteler Matbaası, İstanbul, 1963, s. 8.

58 Sigorta tarihi için bkz. Mehmet Aykanat, Osmanlı Sosyal Güvenlik Hukuku, Türkiye Adalet Akademisi, Ankara, 2016, s. 27 vd.; Faruk Beşer, Sosyal Riskler Sigorta ve İslâm, 3. Baskı, Nun Yayıncılık, İstanbul, 2016, s. 138 vd; Nihat Dalgın, “Sigorta”, TDV İslâm Ansiklopedisi, TDV Yayınları, 2009, c. 37, s. 161; Hasan Hacak, “İslâm Hukukunda Sigorta ve Fıkıh Bilginlerinin Sigortaya Yaklaşımının Genel Bir Değerlendirmesi”, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 30, 2006, s. 21.

sigorta hukuku ile beraber gerçekleşmektedir ve her geçen gün kolektif sorumluluk fikri daha da yaygınlaşmaktadır.60

Sigorta fikri, âkile61 ve velâ62 gibi kurumların bulunmasına rağmen, İslâm

hukukuna daha geç bir vakitte girmiştir. Bunda en büyük etken sigortanın caiz olup olmamasının tartışmalı olmasıdır. Özellikle 19. yüzyılın sonlarından itibaren tartışılagelmiş olan sigorta kurumu hakkında tatmin edici net bir hükme ulaşılabilmiş değildir. Ancak tartışmalar doğrultusunda İslâm hukukçularının üç görüş üzerinde yoğunlaştıkları görülmektedir. Bu görüşlerden birincisini sigorta kurumuna, ticarî ve kooperatif teşekküllü sigorta ayırımı yapmadan bütünüyle karşı çıkıp, her ikisinin de haram ve İslâm’a aykırı kurumlar olduğunu söyleyenler oluşturmaktadır. İkinci görüşü ise, sigorta kurumunun hükmünü belirlerken ticarî sigorta ile kooperatif teşekküllü sigorta arasında çok keskin bir ayırım yaparak ticarî sigortanın haram ve yasak iken kooperatif teşekküllü sigortanın meşru olduğu görüşünü öne sürenler oluşturmaktadır. Üçüncü görüş sahiplerine göre ise, ticarî sigorta ile kooperatif sigorta arasında zannedilenin aksine dikkate alınacak bir fark olmadığı ve bu sebeple ticarî sigortanın da İslâmî ilkelerle çelişmeyip bir yardımlaşma ve risk paylaşımı kurumu olduğu savunulur.63

60 Eren, Borçlar Genel, s. 512,513.

61 Âkile; akl’i yani diyeti yüklenen demektir. Ayrıntı için bkz. Vehbe Zuhaylî, İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, Risale Yayınevi, İstanbul, 1994, c. 8, s. 100; Hatadan doğan borç sadece vurana değil âkıleye de gerekir. Şeyh Bedreddin, Câmîu’l-Fusûleyn, T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2012,(Editör: Hacı Yunus Apaydın), s. 1172; Abdulganî b. Tâlib el-Meydânî, Muhtasar-ı Kudûrî Şerhi Lübâb Tercümesi, 1. Baskı, Muallim Neşriyat, İstanbul, 2017, (çev: Hüsamettin Vanlıoğlu, Abdullah Hiçdönmez, Fatih Kalender, Emin Ali Yüksel), c. II, s. 310 vd. 62 Velâ, köle azadı veya taraflar arasındaki bir akit sonucunda, yeni müslüman olan, Arap olmayan

milletlere mensup kişilerin, hükmî bir yakınlık kurarak, İslâm toplumundaki sosyal dayanışma ve güvenlik kurumlarından yararlanarak, toplumun anlayışı, yaşayışı ve kültürüyle, bir uyum içinde olabilmelerini sağlayan sosyal bir kurumdur. Hacak, “İslâm Hukukunda Sigorta”, s. 29; Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri, s. 602.

63 Bkz. M. Ahmet ez-Zerkâ, A. Muhammed Abdülaziz en-Neccâr, İslâm Düşüncesinde Ekonomi, Banka ve Sigorta, 4. Baskı, İz Yayıncılık, İstanbul, 2017, s. 228 vd.; Beşer, Sosyal Riskler, s. 159 vd.; Hacak, “İslâm Hukukunda Sigorta”, s. 35 vd.; Dalgın, “Sigorta”, s. 162.

II- SORUMLULUK FİKRİNİN HUKUKİ DAYANAKLARI

İslâm hukukunun asli kaynakları Kur’an ve Sünnet’tir.64 Sorumluluğun hangi

esaslara göre doğacağını, meydana gelen zararların nasıl giderileceğini asli olarak Kur’an ve Sünnet’ten öğrenmekteyiz. Bu asli delillerin yanında çalışmamız bakımından Kur’an ve Sünnet ile şekillenmiş olan fıkhın külli kaideleri de önem taşımaktadır. Mecelle’nin kavaid-i külliye kısmında ele aldığı sorumlulukla ilgili genel ilkeler özellikle bize bu konuda yardımcı olmaktadır.