• Sonuç bulunamadı

C- İfade Özgürlüğü

VI. Sonuç

İfade özgürlüğü, tarih boyunca her zaman sınırlamalara tabi tutulmuştur. Siyasi iktidarlar, muhaliflerinin veya toplumu oluşturan bireylerin, kendileri tarafından çizilen sınırlar içerisinde itirazlarını dile getirmelerine izin vermişlerdir. Bu doğrultuda belirlenen sınırların dışına çıkarak düşüncelerini açıklayan kişi veya kişi toplulukları, genellikle “suçlu” ya da mevcut düzen için “zararlı” ilan edilmişlerdir. Düşünce suçu kavramı, hukuk alanında bulunmaması gereken bir kavramdır. Çünkü bir düşünce, tek başına herhangi bir kişinin sahip olduğu hak ya da özgürlüğü ihlal edemez. Ancak bir eylem ya da düşüncenin ifade ediliş biçimi bir ihlale veya menfaat çatışmasına yol açabilir.

Bu noktada, ifade özgürlüğünün kapsam ve sınırlarının nasıl belirleneceği konusu önem kazanmaktadır. İfade özgürlüğünü gerekçelendiren üç ana tez incelendiğinde ilgili tezlerin, hakikatin keşfine, demokrasinin işleyişine ve bireysel özerkliğin sağlanmasına olan katkıları nedeniyle ifade özgürlüğünün güvence altına alınmasını destekledikleri görülmektedir. Fakat söz konusu tezler, ifade özgürlüğüne mutlak bir koruma sağlayamamaktadır. Buna karşılılık militan demokrasi anlayışı, ifade özgürlüğü üzerinde tehlikeli sınırlamalara yol açma riskini taşımaktadır. “Özgürlük düşmanlarına özgürlüğü yok etme özgürlüğü tanınamaz” anlayışı, özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası ve ulusal pozitif hukuk alanında, hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılması yasağı adı altında yerini almıştır. Hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılması yasağı, sadece bireylere değil, devlete de hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmaması, başka bir deyişle, hak ve özgürlüklerin ilgili hukuk metinlerinde öngörülen amaçlar dışında sınırlanmaması yükümlülüğü getirmektedir. Hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılması yasağı, ifadenin muhatabı üzerinde ya da toplum düzeninde yol açtığı somut zararlar/etkiler göz önüne alınarak uygulanırsa, ifade özgürlüğünün özünü zedeleyecek sınırlamalara tabi tutulmasının önüne geçilebilir.

Kitle iletişim özgürlüğü, ifade özgürlüğünün bir alt dalı konumundadır. Kitle iletişim araçları vasıtasıyla kullanılan bu özgürlük, kamuoyunun farklı düşünce ve bilgilere ulaşmasında önemli bir rol üstlenmektedir. Günümüzde, kitle

iletişim özgürlüğü alanında yaşanan tekelleşme olgusu, bu özgürlük üzerinde negatif bir etki yaratmaktadır. Medya olarak da adlandırılan basın, radyo ve televizyon alanlarında yaşanan holdingleşme süreci, kitle iletişim özgürlüğünün özünü zedeleyici sonuçlara yol açmaktadır.

Söz konusu holdingleşme sürecine paralel olarak kitle iletişim araçlarını ve bu doğrultuda kitle iletişim özgürlüğünü olumsuz yönde etkileyen en tehlikeli tekelleşme türü, çapraz tekelleşmedir. Medya alanı dışında da yatırımları olan iş adamları, medya araçlarının mülkiyetine sahip olarak, bu kitle iletişim araçlarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktadırlar. Ya da siyasi iktidarlar, medya patronlarına, medya alanı dışındaki yatırımları aracılığıyla baskı uygulayarak, kitle iletişim araçları vasıtasıyla verilen haber ve bilgilerin, gerçeği yansıtmayan bir şekilde sunulmasını sağlamaktadırlar. Medya alanında editoryal bağımsızlığı, haber ve bilgilerin nesnel bir şekilde aktarılmasını olumsuz yönde etkileyen tekelleşmenin önlenmesi, kitle iletişim özgürlüğünün etkin bir şekilde sağlanabilmesi adına büyük önem taşımaktadır. Ancak tam bu noktada şu hususun altını çizmek gerekir. Medya alanında yaşanan tekelleşme olgusunun önüne geçilse dahi, kitle iletişim araçları vasıtasıyla aktarılan bilginin ya da haberin, haberi veya bilgiyi aktaran kişinin ya da kuruluşun benimsediği görüşleri yansıtması muhtemeldir. Başka bir deyişle, gerçeğin her zaman egemen güçlerin çıkarları doğrultusunda tahrif edilme olasılığı mevcuttur. Bu sorun medya açısından ontolojik bir sorundur. Medyanın, siyasi iktidarlar tarafından propaganda yapma amacıyla kullanıldığı da göz önüne alındığında, kitle iletişim özgürlüğünün uygulamada gerçekten sağlanıp sağlanamayacağı, üzerine uzun süre düşünülmesi gereken bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.

AİHS’nin ifade özgürlüğünü güvence altına alan 10. maddesi, söz konusu özgürlüğün kamu makamlarının müdahalesi ve ulusal sınırlar söz konusu olmaksızın, görüşe sahip olma, haber ve bilgilere ulaşma ile bunları açıklama/yayma özgürlüklerini bünyesinde barındırdığını düzenlemektedir. Kitle iletişim araçları ve bu araçlar vasıtasıyla gerçekleştirilen kitle iletişim özgürlüğünün, AİHS m. 10 tarafından ifade özgürlüğüne sağlanan koruma kapsamında olduğu AİHM içtihatlarında hüküm altına alınmıştır.

Kitle iletişim özgürlüğünün bir alt dalı olan basın özgürlüğüne, Mahkeme büyük önem vermektedir. Demokratik toplum düzeninin sağlanmasında, basının oynadığı “kamunun bekçi köpeği olma” rolünün önemine dikkat çeken AİHM, basın özgürlüğüne getirilen ve ön kısıtlama/sansür niteliği taşıyan sınırlamaları Sözleşmeye aykırı bulmaktadır. Siyasi veya kamu yararını ilgilendiren meselelerle ilgili ifadeler söz konusu olduğunda, basın özgürlüğüne getirilen sınırlamaları daha sıkı bir biçimde denetleyen AİHM, basın adına çok önemli olan eleştiri özgürlüğünün korunması bakımından büyük önem taşıyan şu ilkeyi de kararlarında hüküm altına almıştır: Siyasetçiler ve hükümetler, gelecek eleştirilere karşı daha hoşgörülü olmalıdırlar. Siyasetçiler ve özellikle hükümet söz konusu olduğunda, basının sahip olduğu eleştiri özgürlüğünün kapsamı genişlemektedir. Mahkeme tarafından ortaya konulan ve basın özgürlüğünün korunmasında olumlu etki yaratan bir diğer ilke ise, taraf devletlerin değer yargıları ile olgular arasında bir ayrım yapmaları gerektiği ilkesidir. AİHM’ne göre değer yargısı içeren bir ifade söz konusu olduğunda, ifade sahibinden söz konusu değer yargısını ispat etmesi talep edilmemelidir. Böyle bir talep, ifade özgürlüğünün unsurlarından olan “görüşe sahip olma” özgürlüğünün ihlaline yol açar. Ancak değer yargıları içeren bir ifade söz konusu olduğunda, basın da tamamen sınırsız değildir. Söz konusu değer yargısı belli bir olguya dayanmalı, ayrıca basın mensupları görevlerini yerine getirirken meslek etiğine uygun ve iyi niyetle hareket etmelidirler.

Basın özgürlüğünün ve gazetecilerin gelecek baskılardan korunması adına AİHM tarafından ortaya konulan en önemli ilke, ifadenin içeriği şiddeti teşvik etmediği veya hakaret ya da nefret söylemi içermediği sürece, basın mensupları aleyhine verilen hapis cezalarının ve yüksek tazminat miktarlarının Sözleşmeye aykırı yaptırımlar/sınırlamalar olarak kabul edilmesidir. Böyle müdahaleler AİHM tarafından, basın üzerinde caydırıcı etkisi olan ve basının kamuoyunu bilgilendirme görevini yerine getirmesini engelleyici müdahaleler olarak değerlendirilmektedir. İfade özgürlüğü ve onun bir alt görünümü olan kitle iletişim özgürlüğünün etkin olarak sağlanmasında, taraf devletlerin üzerine sadece negatif değil, pozitif yükümlülükler de düştüğü Mahkeme tarafından konuyla ilgili

içtihatlarında hüküm altına alınmıştır. Bu doğrultuda taraf devletlerin, basın mensuplarını ve kuruluşlarını üçüncü kişilerden gelecek olası saldırılara karşı koruma yükümlülükleri olduğu gibi, kitle iletişim özgürlüğünün etkin olarak sağlanabilmesi için gerekli yasal ve idari düzenlemeleri de yapmaları gerekmektedir.

Yazılı basın dışındaki diğer kitle iletişim araçları olan radyo, televizyon ve internet alanlarında da, AİHM’nin basın özgürlüğü için ortaya koyduğu ilkeler geçerlidir. Bunun dışında radyo-televizyon alanında ifade özgürlüğünün kullanılmasını yakından ilgilendiren ve Sözleşmenin 10. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesinde öngörülen izin rejimi, AİHM tarafından ilk başlarda kitle iletişim özgürlüğünü sınırlayıcı biçimde yorumlanmıştır. Ancak Mahkeme, daha sonra bu konudaki tutumunu değiştirmiş ve taraf devletlerin sadece AİHS m. 10/1-3’e dayanarak radyo-televizyon özgürlüğüne sınırlama getiremeyeceklerini, taraf devletlerce getirilen sınırlamaların, Sözleşmenin 10. maddesinin ikinci fıkrasında yer verilen sınırlama ölçütlerinden “yasayla öngörülme” ve “demokratik toplum düzeninde gerekli olma” ölçütlerine uygun olması gerektiğini ifade etmiştir.

Görece yeni bir kitle iletişim aracı olan internet ve internet özgürlüğü hakkında da AİHM’nin önemli kararları bulunmaktadır. Mahkemenin bu kararlarında ortaya koyduğu en önemli ilke, teknolojik gelişmeler göz önüne alındığında ifade özgürlüğünün kullanılmasında önemli bir işleve sahip olan internet alanı ile ilgili taraf devletlerce yapılacak yasal düzenlemelerin, AİHS m. 10/2’de belirtilen yasayla sınırlama ölçütüne uygun olması gerektiğidir. Yani internet özgürlüğüne, kamu otoritelerinin keyfi sınırlamalar getirecek müdahalelerinin önüne geçen ve kamu otoritelerince getirilen sınırlamaların hukuki açıdan etkili bir şekilde denetlenebilmesini sağlayan yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

AİHM içtihatları incelendiğinde, ifade ve kitle iletişim özgürlükleri üzerinde olumsuz etki yaratan kararların bulunduğu da görülmektedir. Dini değerlerin ve/veya ahlakın korunması amacıyla ifade/kitle iletişim özgürlüğüne getirilen sınırlamalar değerlendirilirken, Mahkeme tarafından genellikle

çoğunlukçu bir anlayış benimsenmektedir. AİHM, kutsal değerlerin korunması menfaati ile ifade özgürlüğü menfaatinin çatıştığı durumlarda, tercihini genellikle kutsal değerlerin korunmasından yana kullanmaktadır. Söz konusu husus, ifade/kitle iletişim özgürlüğü üzerinde negatif bir etki yaratmaktadır. Kutsal değerlerin korunması söz konusu olduğunda, Mahkeme ifade ya da kitle iletişim özgürlüğüne getirilen sınırlamayı incelerken, zaman zaman orantılılık unsurunu somut olaya uygulamadan karar vermektedir. Ayrıca ahlakın ya da dini değerlerin korunması amacıyla ifade özgürlüğüne getirilecek sınırlamalarda taraf devletlerin daha geniş bir takdir payına sahip olduğunu belirten AİHM, söz konusu sebeplerle ifade veya kitle iletişim özgürlüğüne getirilen sınırlamaları, ifade ve kitle iletişim özgürlüklerinin kullanım alanını daraltıcı bir şekilde yorumlayarak kararlarını oluşturmaktadır.

AİHS ile karşılaştırıldığında, ifade ve kitle iletişim özgürlükleri için daha sınırlayıcı düzenlemeler içerdiği görülen 82 Anayasası’nda, Sözleşmeden farklı olarak ifade ve basın özgürlükleri ayrı maddelerde düzenlenmiştir. Anayasanın ifade özgürlüğü ile ilgili düzenlemeleri büyük oranda AİHS düzenlemeleri ile uyum içerisindedir. Kâğıt üstünde ifade özgürlüğünün sınırlanması konusunda problem oluşturabilecek sınırlama sebepleri de –örnek olarak, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün korunması- uygulamada amaçsal yorum yöntemi sayesinde Sözleşmeye uygun olarak yorumlanabilir.

AİHS ile karşılaştırıldığında asıl problemi, Anayasanın basın özgürlüğünü düzenleyen 28. maddesi oluşturmaktadır. Dağıtımın önlenmesi, toplatma, yayın yasağı ve süreli yayınlar için geçici olarak kapatılma tedbirleri öngören ilgili madde, AİHS ile uyumda sorun oluşturma tehlikesi taşımaktadır. AİHM içtihatlarında açıkça ortaya konulduğu üzere, ifadenin içeriği şiddeti teşvik etmediği veya nefret söylemi oluşturmadığı sürece, basın özgürlüğüne getirilen sınırlamalar Sözleşmeye aykırı olarak kabul edilmektedir. Ayrıca, bir gazetenin veya yayının tümüne karşı uygulanan ve ilgili gazetenin henüz yayımlanmamış gelecek sayıları için de yayın yasağı getiren uygulamalar, AİHM tarafından yine

Sözleşmeye uygun olmayan ve ifade/basın özgürlüğünü ihlal eden sınırlamalar olarak kabul edilmektedir.

82 Anayasası’nda 2001 yılında gerçekleştirilen değişikliğe kadar tüm temel hak ve özgürlükler için genel sınırlama sebepleri öngören AY m. 13, 2001 değişikliği sonrası tüm temel hak ve özgürlükler için genel güvence teşkil eden bir madde halini almıştır. Temel hak ve özgürlüklere yönelik müdahalelerde, sınırlamanın sınırını belirleyen AY m. 13’deki güvence ölçütleri, ifade ve kitle iletişim özgürlüklerinin korunması açısından AİHS ile uyum içerisindedir. Söz konusu güvence ölçütleri, ulusal mahkemeler tarafından AİHS ve AİHM içtihatları dikkate alınarak uygulanırsa, ulusal hukuk alanında da ifade ve kitle iletişim özgürlüğüne etkin bir koruma sağlanabilir.

AY m. 14’de yer verilen hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılması yasağının Sözleşme ile uyumsuzluk yaratan içeriği de, 2001 değişikliğiyle görece olarak iyileştirilmiştir. 2001 değişikliği ile madde metninin her üç fıkrasında da “faaliyetler” ifadesine yer verilerek, düşünce ve ifadenin sadece içeriği sebebiyle yasaklanmasının önüne geçilmeye çalışılmıştır. 2001 Anayasa değişikliği ile madde metninde sağlanan diğer pozitif gelişme ise, artık devlet için de birtakım yükümlülüklerin getirilmiş olmasıdır. Devlet de artık Anayasada güvence altına alınan hak ve özgürlükleri, Anayasada öngörülenden daha geniş şekilde sınırlamama, başka bir deyişle, hak ve özgürlükleri yok etmeme yükümlülüğü altındadır. Böylece AY m. 14, hem devlet hem birey için kötüye kullanma yasağı öngören AİHS’nin 17. maddesine paralel bir yapıya kavuşmuştur.

Olağanüstü hallerde temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulmasını düzenleyen AY m. 15’deki düzenleme içerik olarak AİHS ile uyum içerisindedir. Olağanüstü yönetim usullerinde, ifade ve kitle iletişim özgürlüklerinin durdurulması ya da askıya alınmasında, AİHS düzenlemelerine ve AİHM içtihatlarına aykırılık yaratan husus, OHAL KHK’lerinin yargı denetimi dışında bırakılmış olmasıdır. Söz konusu aykırılığın giderilmesi için Anayasada değişiklik yapılarak, OHAL KHK’lerinin yargı denetimine tabi tutulmalarının sağlanması gerekmektedir.

Normatif açıdan AİHS ile uyumun ve uygulamada AİHM içtihatlarının ulusal mahkemeler tarafından verilen kararlarda göz önüne alınmasının sağlanması adına, 2010 yılında Anayasada gerçekleştirilen değişiklik ile anayasal bir dayanağa kavuşan Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı büyük önem taşımaktadır. Bu sayede artık ulusal hukuk alanında da Anayasada yer alan düzenlemeler ile ifade ve kitle iletişim özgürlüklerine getirilen sınırlamalar, maddi/somut olay üzerinden incelenebilecektir.

Nitekim Anayasa Mahkemesi, ifade ve kitle iletişim özgürlüklerine getirilen sınırlamaları denetlediği bireysel başvuru kararlarında, AİHM içtihatlarına sıklıkla atıf yaparak özgürlükçü bir yaklaşım sergilemiştir. AYM, söz konusu bireysel başvuruları incelerken, AİHM içtihatlarına uygun olarak ifadenin içeriğini, hangi bağlamda söylendiğini, kime karşı söylendiğini, kim tarafından söylendiğini, kamusal bir meseleye ilişkin olup olmadığını ve söz konusu ifade sınırlanırken uygulanan yaptırımın ağırlığını dikkate alarak detaylı değerlendirmeler yapmıştır. Anayasa Mahkemesi yaptığı bu detaylı değerlendirmeler neticesinde, ifade ve kitle iletişim özgürlüğünün kullanım alanını AİHS standartlarına uygun olarak güvence altına alan özgürlükçü kararlara imza atmıştır. İfade ve kitle iletişim özgürlüklerinin etkin olarak sağlanması bakımından oldukça değerli olan kararların önemi, Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını bağladığı göz önüne alındığında, bir kat daha artmaktadır. İlk derece ve Anayasa Mahkemesi dışındaki üst derece mahkemeleri, ifade ve kitle iletişim özgürlüğü açısından sınırlayıcı düzenlemeler içeren yasa maddelerini, AYM’nin konu ile ilgili kararlarını göz önüne alarak özgürlükçü bir yaklaşımla yorumlayabilirler.

Yasama organı da, ifade ve kitle iletişim özgürlüğünü ihlal ettiği AYM tarafından karar altına alınan bir düzenlemeyi, eğer söz konusu düzenleme yapısal açıdan ilgili özgürlükler üzerinde sürekli sınırlayıcı bir etki yaratıyorsa, yapacağı yasal değişiklikle yürürlükten kaldırabilir. İfade ve kitle iletişim özgürlükleri Anayasaya aykırı olarak ihlal edilen gerçek ve tüzel kişiler de, AİHM’ne kadar uzanan ve daha uzun zaman alan süreç içerisine girmeden, AYM’ne yapacağı bireysel başvuru çerçevesinde söz konusu ihlalin giderilmesini sağlayabilir.

Anayasa Mahkemesi’nin yapılan bireysel başvurular neticesinde yeniden yargılama yapılmasına karar verme olanağına sahip olması da, ifade ve kitle iletişim özgürlüklerinin korunması bakımından büyük önem taşımaktadır. Tabi belirttiğimiz tüm bu hususlar Anayasa Mahkemesi’nin çalışma kapsamında ele alınan bireysel başvuruları karara bağlarken sergilediği özgürlükçü tutumu koruması koşuluyla geçerli olacaktır. Anayasa Mahkemesi’nin bu tutumu, yapılan olumlu değişikliklere rağmen hala paternalist bir yapıya sahip olan 1982 Anayasası’nın, uygulamada daha çoğulcu ve özgürlükçü bir anlayışla ele alınmasını sağlayabilir.