• Sonuç bulunamadı

2. MUHAFAZAKÂRLIĞIN TARİHÇESİ

2.3. Siyasi Muhafazakârlığın Doğuşu ve Edmund Burke

Hayran olduğumuz şeye boyun eğeriz Fakat bize boyun eğeni severiz…. Edmund Burke

Siyasi Muhafazakârlık tanımını literatüre kazandıran ve bu konuda önemli fikirsel oluşumlar sergileyen Edmund Burke’ün, muhafazakârlık anlayışını sergilemek için bazı temel yaklaşımlarına değinmemiz gerekmektedir. Konumuzun kapsamı gereği bu başlıklar kısa kısa verilecektir.

“Burke’çü muhafazakârlık, Aydınlanma filozoflarının rasyonalist düşünceleri üzerinde yükselen Fransız devrimci radikal kopuşuna karşı, İngiliz Devrimi’nde simgelenen evrimci toplumsal dönüşümün savunusudur. Reflections’ın ana hedefi, Fransız devrimcilerinin geçmişi tamamen tasfiye ederek ‘çıplak akıl’la yeni bir toplumsal düzen kurma çabalarıdır. Burke’ün muhafazakârlığını tanımlayan temel nokta, Fransız devrimcilerinin radikal değişim savunusu karşısında geleneksel toplumsal dokuyu zedelemeyecek tedrici değişimden yana (gradualist) olmaktır” (Duman, 2007: 348).

Burke, toplumsal olanın her zaman bireysel olandan önemli olduğuna inanmış ve bireyi gerçekleştiren şeyin aslında toplum ve tarih kombinasyonu olduğunu söylemiştir. Bu bağlamda, toplumu var eden birey değil, bireyi var eden toplumdur. Birey ailesi, cemiyetler ve dini kurumlar aracılığı ile olgunlaşır ve düzenin bir parçası olur.

“Burke, siyasetin soyut aklın ilkelerine uydurulması gerektiğini savunanları çok şiddetli bir şekilde eleştirmekte, onları ucube metafizikçiler (monster metaphysician) olarak adlandırmaktadır… Burke’ün Fransız devrimi bağlamındaki “radikal siyaset” eleştirisinin temelinde, metafizikçilerin gerçekliği algılayışının çarpıklığına yaptığı vurgu yer almaktadır” (Duman, 2010: 377)

“Burke ayrıca Kilise- devlet ilişkisinin, istikrarlı bir siyasal düzen için zorunlu olduğunu savunmaktadır” (Duman, 2010: 470). İnsan doğasının kusurlu ve sınırlı olduğunu düşünen Burke için, din olmaksızın insanların zaaflarına yenik düşmemeleri ve hırslarının kurbanı olmamaları mümkün görünmemektedir. “Ayrıca

din olmaksızın, insanların kendilerini bencil iradelerinin arzularından kurtarmaları mümkün değildir” (Duman, 2010: 473). Diğer taraftan din, Devletin korunması ve yüceliğinin kabulünün güvencesi durumundadır.” Devlet otoritesini ve bu otoritenin sürekliliğini sağlayacak şey güç’tür ve güç yüce olmayı gerektirir. Acı ve tehlike düşüncesini uyandırmaya uygun he tür şey, başka bir deyişle, herhangi bir biçimde korkunç olan ya da korkunç nesnelerle bağlantılı olan veya dehşete benzer bir etki yaratan her şey “yücenin” kaynağıdır” (Burke, 2008: 42). Dine ilişkin bir diğer vazgeçilmez unsur, toplumsal düzenin sağlanması açısından ciddi bir sosyal destekleyici olmasıdır. Din aynı zamanda, kendisi dışındaki toplumsal ilişkilerin düzenlenmesinde önemli bir unsurdur. Diğer bir deyişle din toplumsal olanla ilişkilidir.

“Burke, tarihi insanların iradeleri, umutları ya da keyfi kararlarıyla açıklamaya yönelen anlayışı yadsımakta, tarihsel olayları çeşitli fiziksel ve moral unsurların karşılıklı etkileşiminin sonucu olarak izah etmektedir” (Duman, 2010: 258). Bu yaklaşım, Burke’ün temel yaklaşımı olan “devrim” yerine “evrim” ilkesiyle net olarak örtüşmektedir. Çünkü tarihsel olaylar bir süreklilik algısı gerektirir ve bu süreklilik içerisinde etkili olan unsurların diyalektik bir ilişki içerisinde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Aslında Burke, toplumsal ve siyasal değişimin karşısında olan ‘gerici’ bir düşünür değildir; tam tersine “en güçlü doğa yasası” olarak gördüğü “büyük değişim yasası”na uygun hareket etmeyi savunmaktadır. Burke’ün karşı olduğu şey değişim değil, bunun hızıdır. Muhafazakârlık, daha gerçekçi bir yorumla değişim karşıtlığı ya da her ne şekilde olursa olsun eskiye bağlılık olarak değil, belirli bir değişim türünü savunmak olarak anlaşılmalıdır.

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Burke’e göre hayat bir süreklilik halidir ve bu koparılmaması gereken bir devamlılık içerisindedir. Bu bağlamda Burke, toplumsal yapıyı organik bir bütünlük olarak görmektedir. "Geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki bağlantı ve süreklilik, karşılıklı olarak işlevsel bağımlılığa sahip belli başlı toplumsal kurumların bu organik yapı içindeki işleyişle sağlanmaktadır” (Duman, 2010: 241).

Üzerinde önemle ve geniş bir çerçevede durulması gereken konu, Burke’ün akıl algısı ve aklın sınırlılıkları ile ilgili yaklaşımıdır. “Burke’ün aklın sınırlılıklarına ilişkin düşünceleri, genel olarak İskoç Aydınlanması düşünürlerinin akıl eleştirileriyle uyumludur” (Duman, 2010: 135). Burke’ün Aydınlanma aklı üzerine ortaya koyduğu eleştiriler genel olarak estetik temeller, önyargı, pratik akıl, imgelem gibi kavramlar üzerinde şekillenmektedir. Aydınlanma düşüncesinin, insanın mükemmelleşebilir bir yapıya sahip olduğu fikri, Burke’ün temel eleştiri zeminini oluşturmaktadır. Çünkü insan aklının sınırlılıklarını bilmediği durumda, büyük gerçeklik denilen “yüce”yi çıplak akıl ile çözmeye çalışır ki bu durum insanın kendisini Tanrı yerine koyması anlamına gelir. Burke açısından “Yüce” bize sınırlı bir yapıya sahip olduğumuzu hatırlatan bir kavramdır. Bir diğer ifadeyle Burke, Tanrı’nın iradesi olarak gördüğü insan doğasının ilkelerinin ve “moral kuralların“ (Bu konuda ayrıntı inceleme Fatih Duman tarafından yapılmıştır) normatifliğine olan inancı tamdır. Ancak “Tanrı’nın iradesini anlamak için insan aklının, rasyonel anlayışının gücüne değil, insan doğasının akla dayanmayan işleyişinin empirik açıklamasına ve tarihsel tecrübenin ürünlerine başvurmak gerekir” (Duman, 2010: 110).

Muhafazakâr düşüncenin temellerini oluşturan düşünürlerin yapılandırdığı çerçeveye göre; insan aklı sınırlılıkları olan, mükemmel olmayan ve yüce kavramını karşılamayan bir yapı olduğundan, yapılması gereken tarih tecrübe ve moral değerlere bağlı bir ontolojik gerçekliği kabul etmek ve hayatın devamlılığı içerisinde kopuşlara engel olmaktır.

3. TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂR YAKLAŞIMIN TEORİK TEMELLERİ