• Sonuç bulunamadı

3. TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂR YAKLAŞIMIN TEORİK

3.3. Osmanlı İmparatorluğunda Temel Düşünce Akımları

3.3.2. İslamcılık

“Kökleri Osmanlı İmparatorluğunda II. Mahmut dönemine kadar uzanan Osmanlı Milleti oluşturma hedefi Tanzimat döneminde en yüksek düzeye ulaşmıştır”

(Efe: 2008, 245). Ancak Osmanlı İmparatorluğu da dünyadaki diğer tüm devletler gibi tarihsel olaylardan ve değişimlerden etkilenmiştir. Tanzimat dönemine denk gelen Fransız İhtilali bu açıdan es geçilemeyecek bir öneme sahiptir.

“1789 Fransız İhtilalinden esinlenen ayrılıkçı-milliyetçi hareketlerin etkisiyle milliyetçilik hareketlerinin hız kazanması ile bu politikaların tutmayacağı anlaşılmış ve terk edilmiştir” (Efe: 2008, 245).

Bir topluluğu ya da toplumu bir arada tutmanın ve ortak hareket alanları yaratmanın temel bazı teorik dayanakları bulunmaktadır. Bu dayanaklardan biri de Dindaşlık’tır. “Meşrutiyet dönemi bu açıdan oldukça önemli bir tarihsel süreçtir. Osmanlı milleti yaratma projesinin başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra, devlet ve bir kısım aydınlar Osmanlı Devleti’nin varlığının devam etmesinin ancak Müslüman milletlerin birleşmesi ve dayanışmasından geçtiği düşüncesine varmışlardır” (Efe: 2008 , 245).

Bu yaklaşım bir bakıma Tanzimat dönemi Batılılaşma hareketinin düşünsel temellerine bir karşı koyuş olarak nitelendirilebilir. Çünkü Tanzimat döneminde başlayan ve pek çok Gayrimüslimin Müslümanlarla eşit ve hatta üstün konuma gelmesine neden olan değişiklikler, Müslüman halkın büyük tepkisiyle karşılanmış ve hatta sonuç olarak İttihat Terakki Cemiyetine karşı 31 Mart Vakası’nı doğurmuştur.

“Bir ideoloji olarak İslâmiyet esas itibariyle Araplara yöneltilmiş ve onların Osmanlı Devleti’ne tam anlamıyla bütünleşmeleri amacıyla kullanılmıştır” (Karpat, 2006: 434).

“1840’lardan itibaren İslamcı eğilimlerin şekilsiz fakat ısrarlı bir biçimde görülmeye başlandığını söyleyen Şerif Mardin Türkiye’de Din ve Siyaset kitabında durumu şu şekilde tanımlamıştır: 1870’ten sonra Türkiye için “Batıcılık” yerine “İslami Model” öneren düşünürler kümesinin oluştuğunu Basiretçi Ali diye bilinen Ali Efendi’nin gazetesinde İslamcılığı desteklemektedirler” (Mardin, 2008: 16).

II. Abdülhamid zamanında kurumları ıslah politikasının yanında Panislâmizm adı verilen, çok zaman yanlış bir şekilde değerlendirilen bir politikanın geliştirildiğini görüyoruz. “II. Abdülhamid, kendi devrinden önce şekillenmeye başlayan “İslâmcılık” hareketlerini hem iç ve hem de dış politikasında kullanmıştır. Bu politikanın başından beri bazı devletler tarafından desteklendiğini gösteren işaretler vardır. Örneğin, Orta Asya Müslümanlarının Rusya karşısındaki durumunu devamlı olarak inceleyen Basiret gazetesinde bu eğilimin Almanya tarafından desteklendiğini gösteren ipuçları vardır” (Mardin, 2008: 92).

“Aslında II. Abdülhamid devri Panislâmizm’inin iki ekseni vardır. Bunlardan biri, Osmanlı Müslüman tebaasını “İslâm” bayrağı altında toplama çabasıdır. Bir diğer eksen, dış ülke Müslümanlarının Halifelik makamı etrafında toplanmasıydı” (Mardin, 2008: 93).

II. Abdülhamid’in Pan-İslâmcılığı ne Pan-Slavizme karşı bir politika, ne de bütün dünya Müslümanlarını birleştirmek gibi bir hayaldir. “Realist bir politikacı olan II. Abdülhamid’in Pan-İslâmcılığı, Arap şeyhlerine, mehdîlere, Mısır hidivlerine, Mısır, Suriye ve Yemen’deki Arap ayrılıkçı akımlarına karşı bir Pan- İslâmcılıktır. Bunların dışındaki çevrelere doğru yaptığı hareketler, Osmanlı İmparatorluğu dışındaki büyük İslâm dünyasında Osmanlı hilâfetinin prestijini sağlayacak eylemlerdi. Bu dönemin “Arapçılık”, Arap şeyhlerini yatıştırma tutumu, şaşalı sürre alayları düzenlenmesi, Afrika tarikatlarına itibar edilmesi gibi özellikleri, hep bu çabaların görünüşleridir” (Berkes, 2008: 364).

“19. yüzyılda başlayan İslâmcılık görüşü kurtuluş savaşı yıllarında da halk üzerinde oldukça etkili bir örgütleme mecrası olmuştur. Halkın bu süreçte birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmesini sağlayan kurumlar, yöneticilere göre halka daha yakın olan İslâmi kurumlardır. Ancak Cumhuriyet’in Laikliğe doğru atılan adımlarla birlikte etkisi zayıflayan bu kurumlar, 1945 yılına kadar geri planda kalmışlardır. Ancak bu geri çekilme ortadan kalkma anlamına gelmemektedir. Bu ara kesimde dinin kendisini sürdürmesi, üç odak noktada olmuştur. Bunlardan birincisi “Kültür Muhafazakârlığı” , ikincisi tarikatlar, üçüncüsü ise dini modern toplumlarla

bağdaştırarak aynı zamanda onu yeniden canlandırmaya çalışan akımlardır” (Mardin, 2008: 30).

İslâmcılık anlayışı, Cumhuriyetin ilanı ile birlikte yukarıda bahsettiğimiz üç alanda varlığını sürdürmüş ve kendisini dönüştürmüştür. Bu alanlarla ilgili kısa bilgiler vermenin çalışmamız açısından yeterli olacağını düşünmekteyiz. Tarikatlar, Nurculuk ve Entelektüel Tasavvufçuluk kısaca şu şekilde özetlenebilir ( Bu konuda Şerif Mardin’in Türkiye’de Din ve Siyaset kitabı kaynak olarak kullanılmıştır). Cumhuriyet yıllarında Şeyh Sait isyanı ve Menemen olayı, Nakşibendîleri Cumhuriyetin tam karşısında görülen güçler arasına sokmuştur. Fikirsel varlığını devam ettiren Nakşibendîlik, Mehmet Zahid efendi aracılığı ile günümüz Milli Selamet partisi önderlerini etkilemiş ve etkinliğini devam ettirmiştir.

Müceddidî Nakşibendîlikten çıkarak ve II. Meşrutiyet zamanındaki düşüncelerden de etkilenerek, halk tabakalarına yönelmiş, fakat Ehl-i hadis’in bağnazlığını içermeden iman tazelemeye çalışan bir hareket de Bediüzzaman Said Nursî’nin (1873-1960) şekillendirdiği “Nurculuk” hareketidir. 1925’ten sonra Şeyh Sait isyanına katıldığı gerekçesiyle Isparta’ya gönderilen Said Nursi, tarımsal bir alanda yaşayan ve gerek Cumhuriyet laikliğine, gerek yeni açılan dünyaya katılmakta zorluk çeken bir toplum kesitinde etkili olmuştur. Nurcular 1973’te Milli Selamet Partisi’ni desteklemişler fakat daha sonra desteklerini Adalet Partisi’ne vermişlerdir.

Şeriat ile mistisizmin sentezini yapmaya çalışan ve ilginç bir toplumsal girişim olan Entelektüel Tasavvufçuluk, İslamcılık hareketinin tamamen içinde sayılmaz. Bu dönemde ortaya çıkan bu oluşumlar, 1940’lı yıllardan itibaren Atatürk devri laikliğini yumuşatmaya çalışmışlardır.