• Sonuç bulunamadı

Siyaset Alanının Yeniden Tanziminde İlk Teşebbüs: Dörtlü Takrir

Belgede DP’nin iktidara geliş süreci (sayfa 109-118)

14 Mayıs 1945’te Çiftçiyi Topraklandırma Yasası görüşülürken, Adnan Menderes ile Başbakan Şükrü Saraçoğlu bir hayli sert şekilde tartışmışlardı. Emin Sazak ve Refik Koraltan da bu yasayı şiddetle eleştirmişlerdi. Yasanın kabul edilmesi sırasında da, bütçeye olumsuz oy veren yedi milletvekili oy kullanmayarak, tepkilerini göstermişler, ancak bu yedi kişiden Bayar, Menderes, Koraltan ve Köprülü bu yasanın

100

oylanmasından önce parti grubuna "Dörtlü Takrir" olarak bilinen belgeyi vererek, muhalefetlerinin yalnız bütçeye ya da Toprak Yasası'na olmadığını gösterdiler . Dörtlü Takrir'e imza koyanlardan Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuad Köprülü'nün bütçe yasa tasarısına olumsuz oy vermeleri, bir rastlantı değildi. Çünkü bu Dörtlüye beşinci bir kişi olarak Emin Sazak'ın da katıldığı ve 1945 yılı Nisan ayından itibaren Eski Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'ın evindeki toplantılarda, ortak hareket etmek konusunda karar almış oldukları anlaşılmaktaydı (Albayrak, 2004: 43).

Bu muhalefet hareketi 7 Haziran 1945'te parti içinde açıkça kendilerini gösterip ilk kez iktidar sorununu gündeme getirdiler. Gelecekteki Demokrat Parti'nin dört kurucusu (Celal Bayar, Refik Koraltan, Fuat Köprülü ve Adnan Menderes), Anayasada belirtilen milli egemenlik ilkesinin tam olarak uygulanmasını ve parti işleyişinin demokrasinin temel ilkelerine göre yürütülmesini isteyen bir öneriyi Parti Meclis Grubu'na sundular. Bu dört kişinin girişimlerinden ne beklediği açık değildi. Ayrılıp yeni bir parti kurmayı isteyip istemedikleri bilinmiyordu (Ahmad, 1996: 25-26). Dörtlü Önerge'ye imza koyanlar, aslında iki ikili olup, Celal Bayar ile Refik Koraltan, Adnan Menderes ile de Fuat Köprülü birlikte hareket etmişlerdi. Bayar'ın, Refik Koraltan'ı yanına almasının nedeni; Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra, kendisine karşı çok vefa göstermiş olması idi (Ağaoğlu, 1972: 85).

CHP içinde muhalefet etmekten çekinmeyen Hikmet Bayur'un da, Dörtlü Önerge'ye imza koyması istenmiş, ancak Bayur'un; "Bana müsaade edin, metni bu gece inceleyeyim kararımı yarın size bildiririm" şeklindeki yanıtı üzerine, "Dörtler" önergenin o gün verileceğini bildirerek; "Ya, hemen imzanı basarsın, ya da hiç basmazsın," demişler ve Bayur da takriri imzalamaktan vazgeçmişti" (Toker,1990: 94). Bayar, Koraltan, Köprülü ve Menderes, 7 Haziran 1945 günü ‘Dörtlü Takrir’ diye adlandırılan belgeyi CHP Meclis grubuna verdi (Ahmad-Turgay, 1979: 13). Önergeyi verme fikrinin kimden kaynaklandığı tartışmalıdır. İsmet Bozdağ’a göre, CHP Grubu’na bir önerge vererek CHP’yi ikaz etme düşüncesi Refik Koraltan tarafından Menderes ve Köprülü’ye önerilmiştir. Ancak, Menderes isim yapmış bir politikacıya da aralarına almayı düşünmüş ve Bayar’ın üzerinde durmuştur. (Bozdağ, 1975: 15) Refik Koraltan’ın Ş.Süreyya’ya anlattığına göre, fikir kendisinden doğmuş ve bunu ilk

101

kez Menderes’e söylemiştir. Celal Bayar’ın Samet Ağaoğlu’na anlattığına göre ise, Dörtlü Takririn verilmesi fikri, Köprülü ve Menderes’e aittir (Ağaoğlu, 1972: 84-85). Dörtlü Takrir’in hazırlanması konusundaki yaklaşımlar farklı olmakla birlikte, önergeye imza koyan dört kişinin, böyle bir önergeyi önceden görüşerek üzerinde tartışmalar yapmak suretiyle hazırladıkları anlaşılmaktadır (İnan, 2002: 82). Önerge, Fuat Köprülü tarafından Meclis Başkan Vekili Kazım Özalp’e verilmişti. Dörtlü Takrir, çoğaltılarak milletvekillerine dağıtılmış ve bir hafta içinde önergenin görüşülmesi Başbakanlıkça uygun görülmüştü (İnan, 2002: 81). Önerge, daha parti grubunda görüşülüp karara varılmadan partinin üst yönetimince tartışıldı. Öyle ki, İnönü’nün başkanlığında, Çankaya’da bu konuya ilişkin toplantılar yapıldığı önerge sahiplerince işitilmişti. (Bayar, 1969: 33)

Partide Milli Şef’in başkanlığında Genel Yönetim Kurulu, “Dörtlü Önerge”yi görüşmek için toplandı. Bu ilk kez görülüyordu. Milli Şef’in Kurul’a başkanlık yaptığı şimdiye kadar görülmemişti (Barutçu, 1977. 306). Bu toplantıda birkaç ayrı eğilim vardı. Başbakan ve CHP Başkan Vekili Şükrü Saraçoğlu konunun kapatılabileceğini, önergenin, sahiplerine geri aldırılabileceği fikrindeydi (Toker, 1990: 66). F. Ahmet Barutçu ise, önerge sahiplerinin parti içinde fraksiyon oluşturdukları, istediklerinin ıslahat değil, parti kurmanın ilk adımını atmak olduğu görüşündeydi (Barutçu 1977: 739-740).

Faik Ahmet Barutçu bu görüşünü anılarında şöyle anlatmaktadır: “ İnönü, önerge üzerine arkadaşlardan düşünce ve görüşlerini sordu. İlk sözü ben aldım. Yanındaki sandalyeyi gösterdi, yanına gittim ve özetle şunları söyledim: ‘Bu önergenin bendeki izlenimi şudur: Parti içinde bölünme sancıları başlamıştır. Tek partinin zararlı olduğunu ve bu zararın Bağımsız Grup’un işleviyle giderilemediğini önergede söylüyorlar ve sonra da sözlü olarak partiden çıkmayacaklarını bildiriyorlar. Oysa önergede istedikleri, yeni bir partinin programıdır: ilk anayasaya dönüş... İlk anayasa ruhunun bütün örgütte belirmesi... Yani ülkenin şûralarla yönetilmesi, hükümetin, kabine üyelerinin doğrudan doğruya Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmesi. İlk anayasadaki ruhu yansıtan şekiller bunlardır. Parti kurmayacağız diyorlar; parti kurmaya engel saydıkları bazı kanun maddelerinin kaldırılmasını istiyorlar. Basın Kanunu, Dernekler Kanunu ve Anayasanın ikinci maddesi, bazı koşullar ve engeller

102

yaratıyor. Önce bunları kaldırmak, ilk aşama bu; sonra da parti kurmak. İstedikleri, düzenleme dedikleri şeyler yapılmazsa, o zaman da ‘Biz dedik, yapmadılar,’ diyecekler. Bu, partiden ayrılmak için, partiyi ikiye bölmek için bir neden olabilir. Derler ki ‘Asıl bizler Atatürk’ün idealine sadık arkadaşlarız. Partiden biz ayrılmıyoruz, onlar bizden ayrılıyorlar. Atatürk ilkelerinden ayrılıyorlar. Onları yola getiremedik, ilk kuruluş esaslarına dönelim dedik, anlatamadık,’ diyecekler. Ve bu bölünme zorunlu olacaktır” (Barutçu, 1977: 306-307).

İsmet İnönü’nün bu toplantıda önergenin reddini istediği biliniyorsa da, (Koçak, 2003: 558) bunu gerçekten bir parti kurulmasını teşvik etmek amacıyla isteyip istemediği, en azından o sıralarda belirsizdir. Aydemir’e göre, İnönü, bir ihtimal, olayların akışına henüz yukardan bakmayı tercih etme düşüncesindedir (Aydemir, 1979: 127).

Takrirciler, önergede yer alan görüş ve isteklerinin kamuoyunca ayrıntılı olarak öğrenilmesini istediklerinden, önergelerinin sonuna “Takririmizin açık oturumda müzakeresini saygılarımızla arz ederiz” cümlesini eklemişlerdi. Başbakan Saraçoğlu da, önergenin görüşülmesini açık oturumda olmasını istemiş; fakat, grup başkan vekilleri bu işin parti içi bir mesele olduğunu ileri sürerek oturumun kapalı (gizli) olmasını daha uygun görmüşlerdir (İnan, 2002: 81-82). Dörtlü Takrir, 12 Haziran 1945 tarihinde Meclis Başkan Vekili ve Balıkesir Milletvekili General Kazım Özalp’ın başkanlığında toplanan CHP Meclis Grubu’nda, takrircilerin isteği olan açık oturumunun aksine, kapalı oturumda görüşülmeye başlanmış ve toplantı yedi saat sürmüştü (İnan, 2002: 83). Oturum açıldıktan sonra, önce önerge okunmuş ve sonra önerge sahipleri tarafından önergenin açıklamasına yönelik açıklamalar yapılmıştı. (Vatan, 13.6.1945) Daha sonra, önerge hakkındaki görüşlerini açıklamak amacıyla birçok milletvekili söz alarak konuşmalar yaptı. Takrir sahipleri, aralarında vardıkları anlaşmaya göre konuşma için yalnız Koraltan’ı sözcü olarak seçmişlerdi. Ancak, önerge hakkında Koraltan konuştuktan sonra, yoğun eleştiriler karşısında diğer imza sahipleri de eleştirilere karşı kendilerini savunma yoluna gittiler (Aydemir, 1979: 167). Dörtlü önergeyi verenler demokratik açılımların altını çizerken Atatürk’ü de kendilerine referans yapmaya özel bir önem gösteriyorlardı. Ama CHP, Atatürk’ü onlar gibi algılamıyordu. Aradaki bu farkı CHP ileri gelenlerinden Faik Ahmet Barutçu anılarında şöyle belirtiyor: “Dörtlü önerge, Parti Grubu’nun toplantısında yedi

103

saat devam eden uzun tartışmalara neden oldu. Önce Köprülü söz alarak, önergelerinin amacını, ne istediklerini anlattı. Atatürk’ün yolu, diyorlardı; geniş özgürlük ve demokrasi yoludur. Oysa bu yol, kanımca Atatürk’ün kapadığı yoldur”( Barutçu, 1977: 308).

Celal Bayar o gün kendilerine karşı grupta saldırgan bir tavır alındığını açıklarken; "Takrir partide fırtına kopardı. Çankaya'da İnönü'nün başkanlığında toplantılar yapıldığını işitiyorduk. Bu toplantılarda, takririn reddedilmesi ve imza sahiplerinin grupta hırpalanması uygun görülmüştü.... Takriri reddetmek vazifesini alanlar, bizi şiddetle tenkit ediyor, hakaret ediyor, horluyor, hırpalıyordu. Biz bunlara karşı düşüncelerimizi metanetle savunduk," diyordu (Albayrak, 2004: 45).

Adnan Menderes de, önergenin grupta görüşülmesi sırasında kendilerine yapılanları şöyle anlatır; "Bizi sorguya çektiler, 7 saat küfrettiler. Bize kızmalarının yegâne se-bebi, istedikleri yolda yürümeyişimizdir." Önergenin görüşülmesi sırasında, Dört arkadaş söz alarak, amaçlarının yeni bir parti kurmak olmadığını, partide demokratik bazı ıslahatların yapılmasını sağlamak olduklarını açıklamışlardı. Bayar konuşurken, gruptan bazı milletvekillerinin "beğenmiyorsan git, ayrı bir parti kur..." demeleri üze-rine Bayar; "Bu işin zorluklarını bilirim. Parti kurmaya niyetim yok..." şeklinde yanıt vermişti (Albayrak, 2004: 45).

Görüşmeler çok sinirli bir hava içinde yedi saat sürdü. Grubun çok büyük çoğunluğu Önergeye karşı olmakta hazırlıklı gibi idi. Önergeye ve önergecilere karşı sert konuşmalar yapıldı. Önerge ve önergeciler şiddetle eleştiriliyor, hırpalanıyor, hatta kişiliklerine hakaret niteliğinde sözler söyleniyordu. Fakat Önergeciler de dayanıklı ve bir anlamda kesin kararlı görünüyor, soğukkanlı olmaya çalışarak kendilerini ve önergelerini savunmaya çalışıyorlardı. Özellikle Adnan Menderes’in tartışmalarda ve sataşmaları karşılamada çok güçlü bir tutumu vardı. Saldırılardan yılmıyor, sinirlerini bozmuyor ve gerçekten iyi bir açık tartışmacı olduğunu gösteriyordu. Peşin kanılı ve kararlı olmanın da bu tutum ve davranışta etkili payı vardı. Nasıl ki Halk Partilisinin iktidar hizbi ne pahasına olursa olsun önergeyi reddetmeye hazırlanmışsa, muhalefet hizbi de nasıl olsa önergelerinin reddedileceğini biliyorlardı. Nitekim sık sık Önergecilere çatan Başbakan ve Halk Partisi Genel Başkanvekili Şükrü Saraçoğlu son konuşmasında “Arkadaşlar bu önergeyi geri alsınlar deyince” çoğu aşırı partici olan

104

Halk Partililer “Onlar arkadaşlarımız değillerdir” diye bağırdılar. Celal Bayar da; “Bu önerge geri alınmak için verilmemiştir” diye karşılık verdi (Goloğlu, 1974: 368). En son Başbakan konuştu: “Arkadaşlarımızın amacı, mademki sadece Anayasamıza uygun olmayan bazı kanunların ve bir de Parti tüzüğünün bazı hükümlerinin değiştirilmesidir, bunların kendine özgü oluşma yolları vardır. Mecliste önerirler, Kurultayda önerirler. Partiden de ayrılmak istemediklerine göre, önergelerini geri alsınlar. Bütünüyle arkadaşça ve hep birlikte, tam bir uyum içinde yolumuza devam edelim. Ben kendilerine bunu öneriyorum,” dedi (Barutçu, 1977: 309).

Bir sırada oturan Celal Bayar, Koraltan ve Köprülü bir an durakladılar. Köprülü, kabule can atar gibi fırladı. Celal Bayar, Köprülü’yü eteğinden tutup, çekti ve bir şeyler fısıldadı. Bir süre sessizlik oldu. Kürsüden inmiş olan Başbakan sözünü yineledi, “Önergeyi arkadaşlarımız geri alıyorlar mı?” diye sordu. Bu kez Dörtler’in sırasından “Hayır!” cevabı yükseldi. Bunun üzerine Başbakan kürsüye gelerek: “Öyleyse önergenin geri çevrilmesini istiyorum,” dedi. Oya konuldu ve önerge geri çevrildi (Barutçu, 1977: 309).

Saraçoğlu, önergenin geri alınması fikrinde ısrar etmişti. Takrir sahiplerinden önerge geri alınmayınca, Saraçoğlu’nun etkisiyle yapılan oylamada, önergede imzası olan dört milletvekili dışında, oturuma katılmış bulunan diğer milletvekillerince önerge reddedilmişti (İnan, 2002: 85). Böylece ‘Dörtlü Takrir’ 12 Haziran’da Meclis grubunda tartışıldı ve reddedildi. Dörtler, CHP Meclis grubu başkanlığına bir önerge vererek, Anayasada yer alan Ulusal Egemenlik prensibinin tam uygulanmasını ve parti çalışmalarının demokratik temellere uydurulmasını istemişlerdi. Bu önerge reddedilmekle beraber, CHP’nin içinde muhtemelen İnönü tarafından teşvik edilen bir görüş, partinin tutumunu kabul etmeyenlerin ayrılarak yeni bir parti kurmalarını ileri sürüyordu (Toker, 1990: 90).

Bayar ve arkadaşları ise, bir muhalefet partisi kurmak niyetinde olmadıklarını, hem önergenin CHP Grubu'nda görüşülmesi sırasında, hem de daha sonra Maliye Bakanı Nurullah Esat Sümer ile olan bir görüşmesinde belirtti. Takrirlerinin bir ayrılık arzusuna dayanmadığını, parti içinde demokratik anlayışın sağlanmasını ve harp sonra-sı güçlüklerini karşılayacak kudrette milli bir kabinenin kurulmasonra-sını temine matuf olduğunu, söyledi. Bu açıklama, Faik Ahmet Barutçu tarafından da, Celal Bayar'ın

105

Başbakan olmak istediği şeklinde yorumlandı. Barutçu, Celal Bayar'ın Başbakan olmak istediğini söylerken, "ne çare ki, iki Başbakanlık yoktur..." dedi (Albayrak, 2004: 46).

Dörtlü Takrir’in reddinin gerekçesi 12 Haziran’da grup başkanlığının bir bildirisinde şöyle açıklanmıştır: “Müracaat usul bakımından hatalıdır. Kanun değişikliği için Meclis’e, tüzük değişikliği için de Kurultay’a teklifler getirmek gerekir” (Timur, 2003: 18). Ne var ki; Dörtlü Önergeciler de kararlıdır. Amaçlarına varmak için yeni atılımlarda bulunacaklardır. Mademki, Halk Partisi Grubu’nun tebliğinde, gerekiyorsa Meclis’te kanun teklifi yapılması önerilmişti, o halde bu yol denenecekti. İzmir Milletvekili Celal Bayar, Basın Kanununun 17 ve 50’inci maddelerinin değiştirilmesi için hazırladığı değişiklik teklifini Meclis Başkanlığı’na verdi. Celal Bayar bu kanun teklifi ile memleketin genel politikasına dokunacak yayımdan dolayı Bakanlar Kuruluna verilmiş olan geçici gazete kapatma yetkisinin kaldırılmasını ve bu yetkinin mahkemelere bırakılmasını, gazete ve dergi çıkarmak için hükümetçe yapılacak incelemenin süresizlikten çıkarılacak bir ay içinde tamamlanmasının hükme bağlanmasını istiyordu. Fakat Meclis tatile girmiş olduğundan teklif görüşülemedi (Goloğlu, 1974: 369).

Dörtlü Önerge'den sonra, bu önerge sahiplerine karşı CHP içinden önemli tepkiler gelmeye başlamıştı. Gerçekte ise, bu tepkiler, Dörtler'i ve CHP içindeki muhalefeti tasfiyeye yönelikti. Çünkü Milli Şef İnönü de, bir muhalefet partisi kurulmasını destekliyordu (Toker, 1990: 92). İnönü'nün, Bayar gibi, Atatürk'ün yanında yetişmiş, Atatürk’e ve Türk Devrimi'ne bağlı bir liderin başkanlığı altında kurulacak muhalefet partisini desteklemesi akla yatkın gelmekteydi. Nitekim Dörtler'i bir muhalefet partisi kurmak zorunda bırakmayı planladığı da söylenilmekteydi (Albayrak, 2004: 53). Diğer yandan imzacılar açısından bakıldığında ise Dörtlü Önerge’nin, CHP Grubu'nda fırtına yaratacağını tahmin etmek zor değildi. Bu fırtınadan sonra da önerge sahiplerine karşı CHP partizanlarının sessiz kalmayacakları da belliydi. Bu nedenle; Dörtlü Önerge sonrasında CHP içinde yaşanan siyasi gelişmeler, öngörülebilir gelişmelerdi (Albayrak, 2004: 47). Önergeyi verenlerin de bu gelişmeleri öngöremeyeceği düşünülemezdi.

106

Önergeyi verenlerin amacının “Halk Partisi içinde denetlemeyi kuvvetlendirmek, Anayasanın yalnız şekil olarak değil, ruh ve mana olarak da uygulanmasını sağlamak” olduğunu ileri sürenler de olmuştur. Celal Bayar’ın daha önce bu düşünceyle Müstakil Grup başkanlığını istemesi de bu savı kuvvetlendirici bir delil olarak görülmüştür (Timur, 2003: 17). Dörtlü Önerge'nin gerçekte, tek parti yönetimi, Varlık Vergisi ve Çiftçiyi Topraklandırma Yasası'na karşı duyulan genel hoşnutsuzluğu ifade ettiğini belirten Karpat da şu yorumda bulunmaktadır; "Bu önergede yer alan istekler tamamen karşılanmış olsaydı, imza sahipleri belki de muhalefete geçmeyeceklerdi. Oysa istekleri yerine getirilemediğine göre, ‘Dörtler’ için ortaya atılıp görüşlerini bir muhalefet partisi kanalıyla açıklamaktan başka çare kalmıyordu" (Karpat, 1967: 345). 31 Ağustos’ta CHP Milletvekili Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu, CHP iktidarını, aydınların diktatörlüğü diye isimlendirerek eleştirdi. (Yalman, 1970: IV, 34) Dörtlü Takrirden sonra Menderes, Köprülü ve Karaosmanoğlu gibi CHP’liler Vatan ve Tan gazetelerinde partiyi eleştirmeye başladılar. Bu gazeteler aynı zamanda yabancı demokratik devletlerin demokrasiyi destekleyen açıklamalarını da kullandılar (Ahmad -Turgay, 1979: 14-15).

Önergeleri reddedilen “Dörtler”den ikisi, Adnan Menderes ve Fuat Köprülü, bir müddet sonra Vatan gazetesinde açık muhalefete geçtiler. İşledikleri konular, millet denetiminin sağlanması, insan hak ve hürriyetlerinin güvenceye bağlanması, antidemokratik hükümlerin ilgası, baskının kaldırılması vs. gibi, liberal ve demokratik temalardı (Eroğul, 2003: 29). Bu yazılarda, esas olarak Dörtlü Takrir’deki ana fikirler işleniyordu. Bu açık muhalefet üzerine, Parti Divanı toplanıp 21 Eylül’de oybirliğiyle bu iki milletvekilinin partiden ihracına karar verdi. Bunun üzerine Refik Koraltan, basına bir demeç vererek arkadaşlarının partiden çıkarılmasının tüzüğe aykırı olduğunu ileri sürdü ve o da partiden çıkarıldı. Nihayet, kısa bir süre sonra Bayar da Parti’den istifa etmiş ve böylece dört milletvekili yeni bir parti kurabilecek duruma gelmişlerdir (Timur, 2003: 18-19).

Dörtlü önergenin çok partili yaşama geçerken oluşturulmuş gerekçelerden biri olduğuna işaret eden önemli olaylardan biri İnönü’nün daha birkaç hafta önce, 19 Mayıs’ta yapmış olduğu konuşmaydı. İnönü’nün 19 Mayıs’ta yaptığı konuşma ile Dörtlü Takrir’de ifade edilen görüşler, demokratik açılımlar bağlamında birbirine

107

benzemektedir. Bu benzerliğe rağmen Dörtlü Takrir’in reddedilmesinin ileri sürülen gerekçelerden ziyade başka bir amaca hizmet ettiği çok açıktır. Dolayısıyla Dörtlü takrir sürecinde yaşanan olaylar, siyaset alanının egemen irade tarafından yeniden tanzim edilme isteğinin bir tezahürü olarak görülebilir.

108

Belgede DP’nin iktidara geliş süreci (sayfa 109-118)