• Sonuç bulunamadı

2.2. Sermaye Yapısı Teorileri

2.2.8. Sinyal Teorisi

Sinyal teorisi de, asimetrik bilgi kavramının bir benzeri olup esas değinilmesi gereken nokta yöneticiler ile yatırımcılar arasındaki bilgi farklılıklarının var olmasıdır. Yatırımcılar işletme hakkında yöneticiler kadar bilgiye sahip olduklarını düşünürler. Ancak bilinen bir gerçek söz konusudur ki, bir işletmede en fazla bilgi sahibi olan kişiler yöneticilerdir. Hissedarlar dahi işletme hakkında yöneticiler kadar bilgiye sahip olamayabilirler. Yatırımcılar işletme hakkında belirli düzeyde bilgiye sahip olsalar da işletmenin geleceği hakkındaki bilgileri çok kısıtlıdır.

Sinyal teorisi, sadece işletmelerin sermaye yapısı birleşimleri olarak incelenmesinin yanı sıra ayrıca arbitraj farkının olmasından dolayı ekonomik yaklaşım ve finans ilişkisi olarak da değerlendirilmelidir. Yöneticiler ile yatırımcılar arasındaki bilgi farklılıkları çok önemlidir. Çünkü bu bilgi farklılıkları işletmenin optimal sermaye yapısını etkileyebilmektedir.

Sinyal teorisine, ilk olarak çalışmalarında değinen kişi Stephen Ross’dur (1977). Başlangıçta Ross (1977) tarafından ortaya atılan bu düşünce, rekabetçi sermaye ve borç finansmanının arbitraj riskine göre getirilerin dengelenmesi fikrine dayanmaktadır. Arbitraj temel olarak, aynı varlığı ucuz alarak daha pahalı bir şekilde

67

satmaktır. Bir ihtimal sermaye varlıklarının değerlendirilmesinde en önemli soru arbitraj fiyatlandırmasıdır (Van Horne ve Wachowicz, 2002:116). Ross (1977) tarafından ortaya atılan bu teoride, yöneticilerin kaldıraç oranında yapmış oldukları değişiklikler yatırımcıların bilgileri dışında olması nedeniyle, yatırımcıların işletme değerini olduğundan az ya da daha fazla belirlemek adına bir sinyal olarak değerlendirdikleri varsayılmaktadır. Kaldıraç oranını yöneticiler belirlemekte olup, yatırımcıların bu bilgilere ulaşması biraz daha güç olmaktadır. Yatırımcılar için kaldıraç oranın artmasının sinyali, işletmenin borç kullanabileceği anlamına gelmektedir. İşletmelerin yabancı kaynak kullanmaları, yatırımcılar için işletme adına bir sinyal olarak algılanmasına sebep olacaktır. Ayrıca yöneticiler işletmenin gelirlerinin nasıl kullanılacağı konusunda bilgi sahibidir, yatırımcılar ise bu konuda bilgi sahibi değildirler (Ross, 1977:23).

Bu teoriye göre piyasa değeri yüksek olan işletmeler, finansman için daha çok yabancı kaynakları tercih etmektedirler (Heinkel, 1982:1141). İşletmenin gelecekteki yatırımları da bu yabancı kaynaklardan finanse edileceği düşünülür. İşletmenin borç düzeyinin artması, işletmenin değerinin artacağı anlamına gelir ve bu da yatırımcılar için güvenilir işletme sinyali olarak algılanır. Piyasa değeri yüksek olan işletmelerin kaldıraç oranı da yüksek olacağı için borçlanmayı destekleyecektir. Aksi takdirde hisse senedi ihracı, işletmenin finansal durumunun riskli olduğu varsayımını yaratacak ve işletme değerini düşürecektir. Düşük kalitedeki firmalar herhangi bir borç düzeyinde, yüksek marjinal iflas maliyetine sahiptirler. Bu nedenle düşük kalitedeki firmaların yöneticileri borç alarak yüksek kalitedeki firmaları taklit etmeleri olanaksızdır (Harris ve Raviv, 1991:311). Hisse senedi ihraç etmek, işletmenin finansal olarak sıkıntılı olduğunu ve finansman kaynağı elde edemediğinin de bir göstergesi olabilir. Bu durumda yatırımcılara işletmenin durumu hakkında bir sinyal gösterilmiş olduğu düşünülmektedir.

Hisse senedi ihracı yoluyla finansman elde edilmesi sinyal teorisine göre olumlu bir davranış olmayıp, yatırımcılar tarafından olumsuz sinyal olarak algılanmaktadır. Bunun sebebi, yöneticiler işletmenin mevcut hissedarlarını kollamak için hisse senetlerini yüksek fiyatla satışa çıkaracaktır. Yeni hissedarlar, işletmenin hisse senetlerini bu şekilde değerinin üzerinde satın almış olacaklardır. Bu durum işletme için olumsuz bir imaj olarak algılanmaktadır. Finansal olarak güçlü olan işletmelerin yöneticileri bile bu sebepten dolayı, yeni hisse senedi ihracı yoluyla finansman elde etmeyi tercih etmemektedirler (Miller ve Rock, 1985:1032; Fıratoğlu, 2005:6).

68

İşletmelerin getiri değerlerinin dengesiz olduğu durumlarda, işletmenin piyasa değeri bütün finansal aşamalarda sabit tutulmalıdır. Risk sınıfı konsepti sayesinde, sermaye yapısı teorilerin zarif bir şekilde modası geçmiştir. Bu durumun finansal piyasalardaki mükemmellik ve rekabetin sonucu olarak oluştuğu düşünülmektedir. İşletmelerin, şu anki piyasa koşullarında finansal yapısı, sermaye yapısı teorilerinin basit değişikliklerinden etkilenmeyebilir. Borç-öz kaynak ilişkisinde, firmanın satın alınması ve benzeri nedenlerle işletme değerinin düşmesi, bireylerin arbitraj karı elde ederek faydalarını maksimum yapmalarına neden olacaktır (Ross, 1977:23).

Sonuç olarak sermaye yapısı teorileri işletmelerin; sermaye yapısı, piyasa değeri, yatırım kararları, vergi, finans kaynağı, kârlılık, verimlilik, işletmenin iç ve dış riskleri, kaldıraç oranları ve benzeri faktörlerle işletmelerin faaliyeti ve devamlılığı açısından önem arz etmektedir.

Finans yöneticileri, sermaye yapısını oluşturmada optimum sermaye noktasını sağlamaya çalışırlarken, kaynaklar arasında yapılacak tercihteki amacın firma değerini maksimize etmek olacağı baz alınır. Optimum sermaye noktasında ağırlıklı ortalama sermaye maliyetinin minimum olması en temel etkendir. Optimum sermaye yapısıyla ilgili literatürde farklı teoriler bulunmaktadır. Sermaye yapısı teorilerini kullanarak optimum sermaye noktasının olmadığını savunanlarla birlikte, bu optimum sermaye noktasının farklı şekillerde ulaşılabilir olduğunu savunan teoriler de mevcuttur (Yener ve Karakuş, 2012:78). Sermaye bileşimleri ile ilgili yapılan bütün çalışmalar işletmelerin tam olarak nasıl bir sermaye yapısına sahip olacağını net bir şekilde ifade edememektedir. Çünkü işletmeler birbirlerinden çok daha faklı piyasa koşullarına sahiptir. Bu nedenle bir işletme için olumlu sonuçlar veren sermaye yapısı teorileri diğer işletmeler için olumsuz sonuç verebilir. Sermaye yapısı teorileri, işletmelere kaynak bileşimleri konusunda birebir oranlama verememekte olup sadece işletmelere kaynak bileşimleri ve işletme değeri konusunda yol gösterici bir konum sergilemektedirler.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

İŞLETMELERİN SAHİPLİK YAPISINA İLİŞKİN LİTERATÜRÜN

İNCELENMESİ