• Sonuç bulunamadı

AB’nin aday ülkelerle yaşadığı genişleme sürecinde demokrasinin sağlamlaşma anlayışını çözümlemede dikkate alınması gereken AB Komisyonu’nun yayınladığı “ilerleme raporları”dır. Ancak, Geoffrey Pridham’ın belirttiği gibi Komisyon ilerleme raporlarında sürekli olarak demokrasinin sağlamlaşması terimini kullansa da bunu kavramsal açıklığa kavuşturmamıştır.35 Esas itibariyle AB, ilerleme raporlarında genişleme sürecindeki aday ülkelerin demokrasilerinin sağlamlaşması için gereken şartları geniş bir çerçevede ele almakta, liberal demokratik değerleri temel alarak da her ülkeyi kendi koşullarına göre değerlendirmektedir. Dolayısıyla, AB liberal demokratik değerleri temel alarak demokrasinin sağlamlaştırılmasına yöneldiği için maksimalist bir yaklaşıma da sahiptir. Bu maksimalist yaklaşım, 2004 yılında üyeliğe kabul edilen MDAÜ’lerin (Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkeleri) adaylık süreçleriyle karşılaştırıldığında, Türkiye’nin adaylığında sivil-asker ilişkilerinin liberal demokratik standartlara getirilmesini de kapsamaktadır. Bunun gerçekleştirilmesi ve dolayısıyla demokrasinin sağlamlaşma olasılığının da arttırılmak istenmesinde AB’nin temel stratejisi diğer tüm liberal demokratik değerleri yaymada uyguladığı gibi siyasi koşulluluktur.

34

Richard Kohn, “How Democracies Control the Military”, Journal of Democracy, Cilt: 8, Sayı: 4,1997, ss. 142- 143.

35 Geoffrey Pridham, “European Union Accession Dynamics and Democratization in Central and

Eastern Europe: Past and Future Perspectives”, Government and Opposition, Cilt: 41, Sayı: 3, 2006, ss. 377- 378.

Paul Kubicek uluslararası aktörlerin demokratikleştirme sürecini nasıl

şekillendirdikleri ile ilgili dört geniş kategoride kavramlaştırma yapmıştır. Bunlar, “kontrol” (control), “bulaşma” (contagion, demonstration effect veya diffusion), “yakınlaşma” (convergence) ve “koşulluluk”tur (conditionality).36 Ülkelerde demokrasinin gelişimini yönlendirme açısından en fazla gelişme gösteren, en görünür ve proaktif olan ise “koşulluluk”tur. Koşulluluk hedef ülkelerin demokratikleşme yolunda uyguladığı bazı programlar ile elde ettiği siyasi destek, ekonomik yardım ve bir uluslararası kuruluşa üyelik gibi seçilmiş faydalar arasındaki bağlantıyı ifade etmektedir. Pridham’a göre “koşulluluk” diğer kavramlardan demokrasinin sağlamlaşmasına doğrudan etki etmesi ve dış etkiler ile iç gelişmeler arasındaki etkileşimi sağlaması açısından farklılık taşımaktadır.37

AB siyasi koşulluluğunun ilk örneği Avrupa Parlamentosu’nun Siyasi Komitesi’nin 1962 yılında yayınladığı Birkelbach Raporu ile Topluluğa üyelik için başvuran İspanya’nın talebini üyeliğin sadece gerçek anlamda demokratik uygulamaları ve temel hak ve özgürlükleri garanti altına alan ülkelere açık olduğunu belirtilerek reddetmesiyle gerçekleşmiştir.38 1970’li yılların ortalarında Yunanistan,

İspanya ve Portekiz’de otoriter rejimlerin çökmesi ve bu ülkelerin kısa bir süre sonra Avrupa Topluluğu’na üyelik başvurusu yapmaları karşısında Avrupa Konseyi Nisan 1978’de kabul ettiği “Demokrasi Bildirgesi”nde Topluluk üyeliğinin zorunlu

36

Bkz. Paul J. Kubicek, “International Norms, the European Union and Democratization: Tentative Theory and Evidence”, The European Union and Democratization, der. Paul J. Kubicek, Routledge, London, 2003, s. 4.

37 Geoffrey Pridham, The Dynamics of Democratization: A Comparative Approach, Continuum,

London ve New York, 2000, s. 288. Olav Stokke koşulluluk stratejisinin iki döneme ayrıldığını belirlemiştir. Buna göre, birinci nesil koşulluluk, ikinci dünya savaşının ardından üçüncü dünya ülkelerine uygulanan ekonomik koşulluluktur. Burada amaç, özellikle Latin Amerika ve Sahra Altı Afrika ülkelerinin dünya ekonomisine entegrasyonunu sağlayarak ekonomik kalkınmalarını teşvik etmektir. Birinci nesil koşulluluğun ana uygulayıcıları Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası olmuştur. Stokke’a göre ikinci nesil, siyasi koşulluluktur. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ortaya çıkmıştır, temel amaç ise sosyalist dönemde büyük bir yıkım yaşayan Sovyetler Birliği’nin Doğu Avrupa’daki uydu ülkelerinde demokrasiyi yerleştirmek ve böylece bu ülkelerin Batı için bir tehdit olmasının önüne geçmektir. Olav Stokke, “Aid and Political Conditionality: Core Issues and State of the Art”, Aid and Political Conditionality, der. Olav Stokke, Frank Cass, London, 1995, ss. 7- 9.

38 Geoffrey Pridham, Unfinished Business? Eastern Enlargement and Democratic Conditionality,

koşulunu “üye ülkelerin her birinde temsilci demokrasi ve insan haklarına saygı gösterilmesi ve sürekliliğinin sağlanması” olarak belirlemiştir.39

AB siyasi koşulluluğunun en yaygın kullanımı 1990’lı yılların başında MDAÜ’lerdeki komünist rejimlerin çökmesinin sonrasında başlamıştır.40 21- 22 Haziran 1993 tarihleri arasında Kopenhag’da yapılan AB Zirvesi’nde MDAÜ’lerin birliğe aday olabileceği ilk kez ve en üst düzeyde kabul edilmiş ve Birliğe üye olacak ülkelerin taşıması gereken siyasi, ekonomik ve Topluluk Müktesebatına uyum kriterleri Zirve sonrası yayınlanmış olan sonuç bildirgesinde belirtilmiştir. Kopenhag Kriterleri olarak bilinen bu kriterlerin “siyasi kriterler” bölümünde AB “demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve azınlık haklarını güvence altına alan kurumların varlığı”nı üyelik kriteri olarak açıklamıştır.41 Bu kriterler ile AB, siyasi koşulluluğu en açık bir şekilde uygulamaya başlamıştır. Bu çerçevede, siyasi koşulluluk AB’nin liberal demokratik değerleri yaygınlaştırmak için kullandığı temel strateji olmuştur.42

1997 yılından itibaren MDAÜ’ler için ilerleme raporlarının yayınlanmasıyla AB’nin siyasi koşulluluğunun kapsamı da genişlemeye başlamıştır. Bu dönemde AB, yayınladığı ilerleme raporlarında, Kopenhag Siyasi Kriterleri’nde ifade ettiği temel liberal demokratik değerlerin yanında demokrasinin sağlamlaşması için devlet kapasitesinin güçlendirilmesi, adli mercilerin bağımsızlıklarının sağlanması, yolsuzluklarla mücadele edilmesi, cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve hapishane koşullarının düzeltilmesi gibi kriterleri de siyasi koşulluluk stratejisinin kapsamına dahil etmiştir.43 AB’nin siyasi koşulluk stratejisinin kapsamına sivil-asker ilişkilerini eklemesi ise Türkiye için yayınladığı ilerleme raporları ile gerçekleşmiştir. Esasen MDAÜ’lerin ilerleme raporlarında sivil-asker ilişkilerine yönelik demokratikleşme

39 Copenhagen European Council, Declaration on Democracy, EC Bulletin, Sayı: 3, 1978, s. 6.

40 Karen E. Smith, “The Use of Political Conditionality in the EU’s Relations with Third Countries:

How Effective?”, Paper for the ECSA International Conference, Seattle, 29 May- 1 June 1997, s. 9.

41 European Council, “Presidency Conclusions”, European Council in Copenhagen”, 21- 22 June

1993, SN 180/1/93 REV 1, s. 13.

42

Frank Schimmelfenning, Stefan Engert and Heiko Knobel, “The Impact of EU Political Conditionality”, The Europeanization of Central and Eastern Europe, der. Frank Schimmelfenning ve Ulrich Sedelmeier, Cornell University Press, Ithaca ve London, 2005, s. 29.

43 Geofrey Pridham, “Change and Continuity in the European Union’s Political Conditionality: Aims,

talebi yer almamaktadır.44 Sivil-asker ilişkilerine yönelik belirli bir mevzuatı olmamasından dolayı AB, Türkiye’den idari yapısını ve uygulamalarını üye ülkeler ile aynı standartlara getirmesini beklemektedir.45 Bu standartlara yönelik vurgular ise Türkiye için yayınlanan ilerleme raporlarında yer almaktadır.

1998 yılındaki ilk ilerleme raporunun yayınlanmasıyla devam eden süreçte AB, ilerleme raporlarının siyasi kriterler bölümünde sivil-asker ilişkilerindeki anti- demokratik yapılanma nedeniyle Türkiye’yi çok ağır şekilde eleştirmiş, bu konuda demokratikleşmenin sağlanması için yapılması gerekenleri belirtmiştir. 1998 yılından 2003 yılına kadar tüm ilerleme raporlarında AB, Türkiye’yi özellikle ordunun siyasete olan etkisinde temel kurumsal mekanizma işlevini gören Milli Güvenlik Kurulu (MGK) nedeniyle eleştirmiştir. 2003 yılında AKP iktidarının siyasi koşulluluğun etkisiyle 7. uyum paketinde özellikle MGK’da olmak üzere gerekli kurumsal reformları uygulamaya koyması sonrasında ise AB, Türkiye’yi kurumsal olmayan mekanizmalar yoluyla ordunun siyasetteki etkinliğinin devam ettiği gerekçesiyle eleştirmeye başlamıştır.

Kopenhag siyasi kriterleri “demokratik bir yönetim biçimini” gerektirmektedir. Demokratik bir yönetim biçimi ordunun sivil denetim altına girmesini de kapsamaktadır. Bu çerçevede, cumhuriyetin kuruluşundan itibaren kurumsal veya kurumsal olmayan mekanizmalarla siyasette etkin olan ordunun sivil denetime tabi olması gerekmektedir. Her ne kadar anayasal değişikler ve uyum paketleri ile ordunun siyasete müdahele etmesine yardımcı olan kurumsal işleyişler zayıflasa da ordu hala kurumsal olmayan mekanizmalar aracılığı ile siyasette, özellikle “iç tehditler” nedeniyle, etkin olabilmektedir. Kurumsal mekanizmaların yani kurumların veya örgütlerin yapısı belirli bir süre içersinde değiştirilebilmektedir ama tarih veya kültür gibi kurumsal olmayan düzenekleri değiştirmek nesiller almaktadır. Kurumsal değişikliklerin belirli sürelerde gerçekleştirilip, kurumsal

44 MDAÜ’lerin AB’ye adaylık sürecinde ideal temellere oturmuş sivil-asker ilişkilerine sahip olması

daha çok komünist dönemdeki güçlü sivil otorite ile açıklanmaktadır. Bu konuya 3. Bölümde değinilecektir.

45 Hale Akay, “AB: Güvenlik ve Sivil-Asker İlişkileri”, Almanak Türkiye 2006- 2008 Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim, der. Ali Bayramoğlu ve Ahmet İnsel, TESEV Yayınları, İstanbul,

olmayan işleyişlerin yani tarihsel, geleneksel ve kültürel değerlerin değişmesinin nesiller almasının nedeni karşılaştırmalı siyaset yaklaşımlarından kurumsalcılık yaklaşımına karşı kültürel yaklaşım (institutionalism vs culture) argümanı ile açıklanacaktır.

1.3. KURUMSALCILIK YAKLAŞIMINA KARŞI KÜLTÜR YAKLAŞIMI