• Sonuç bulunamadı

2.2. ÇOK PARTİLİ DÖNEM

2.2.3. Kargaşa Yılları (1970 1980) ve 12 Eylül 1980 Darbesi

1973- 1980 yılları arasında Türkiye’de AP ve CHP’nin kısmen ideolojik nedenlerden kısmen de liderlerin kişisel çekişmesinden dolayı bir araya gelmemesi neticesinde zayıf koalisyon hükümetleri kurulmuştur. Ayrıca, bu koalisyon hükümetlerine siyasal İslam çizgisindeki MSP (Milli Selamet Partisi) ve koyu milliyetçi yaklaşımlı MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) gibi aşırı uçtaki partilerin dahil olması nedeniyle siyasal sistem felce uğramıştır. Dolayısıyla, bu dönemde Türk siyasetine ayrışma ve kutuplaşma hakim olmuştur. 1973 seçimlerinden yeni lideri Bülent Ecevit ile galip olarak çıkan CHP tek başına bir hükümet kurmak için salt çoğunluğu sağlayamayınca, o tarihe kadar Türkiye’de siyasal islamın en örgütlü partisi olarak ortaya çıkan Necmettin Erbakan liderliğindeki MSP ile koalisyon hükümeti kurmuştur. CHP- MSP koalisyonu bir yıl sürmeden Kasım 1974’te sona ermiştir. Ecevit’in istifasının ardından AP Genel Başkanı Demirel MSP, CGP ve MHP’yi yanına alarak “Milliyetçi Cephe Hükümeti”ni kurmuştur. 5 Haziran 1977’de yapılan erken genel seçimleri kazanan CHP’nin hükümeti kuramaması nedeniyle AP, MSP ve MHP ile kamuoyunda İkinci Milliyetçi Cephe Hükümeti olarak bilinen bir koalisyon hükümeti kurmuş, fakat 5 ay gibi kısa bir süre sonra bu hükümet bir güvensizlik oyu ile düşürülmüştür. Bu sefer Ecevit, Bağımsızlardan 11, CGP’den 3 ve DP’den 1 milletvekilinin desteğini alarak hükümeti kurmuştur. 14 Ekim 1979 tarihinde yapılan Cumhuriyet Senatosu 1/3 yenileme seçimlerinde CHP’nin AP karşısında aldığı ağır yenilgi nedeniyle Ecevit Hükümeti istifa etmiştir. Hükümeti kurmakla görevlendirilen Demirel bu defa MSP ve MHP’nin dışardan desteği ile bir hükümet kurmuştur. Neticede Kasım 1974’ten 12 Eylül 1980 darbesine kadar geçen sürede hükümet krizleri kronikleşmiş ve 6 yılda Türkiye’de 7 hükümet kurulmuştur.

Kutuplaşma sadece siyasi partilerde değil işçi ve meslek örgütlerinde, sivil bürokraside ve hatta polis teşkilatında da yaşanmıştır.111 Özellikle Milliyetçi Cephe hükümetleri döneminde Türk siyasetinde aşırı sağ ve aşırı sol gruplar arasındaki

şiddet olayları tırmanmaya başlamıştır. Ecevit’in kurduğu hükümet döneminde ise ülkede ideolojik kamplaşmaların getirdiği şiddet eylemleri artarak devam etmiştir. Kahramanmaraş, Çorum, Malatya ve Sivas gibi illerde ise ölümle sonuçlanan olaylar meydana gelmiştir. Bu olaylar sadece sağ-sol çatışmasından kaynaklanmamış, alevi- sunni mezhep ayrımları da çatışmalarda etkili olmuştur. Olayların ardından 13 ilde sıkıyönetim ilan edilmiştir. Bu dönemde ortaya çıkan bir diğer ciddi sorun ise artan Kürt milliyetçiliği ve siyasal İslam tehdidir. Ekonomik çökme de bu dönemde ciddi boyutlara ulaşmış, enflasyon yüzde 80 gibi çok yüksek bir seviyeyi aşarken temel ihtiyaç maddelerinin temininde büyük sorunlar yaşanmıştır.

Sonuç olarak, 1978- 1980 arasında Türkiye’de devlet iktidarı sağ ve sol grupların yarattığı terör ve şiddet olayları nedeniyle yok olmanın eşiğine gelmiştir.112 Birçok defa hükümetleri terör olaylarının önlenmesi konusunda gerekli önlemleri almaya çağıran ordunun 12 Eylül 1980 darbesini gerçekleştirmesindeki en önemli neden terörizmin ülkeyi kanlı bir iç savaşa götüreceği, kardeş kavgasının da sonuçta devletin çöküşünü ve ülkenin parçalanmasına yol açacağı endişeleridir.113 Ayrıca, ordunun yüksek kademesi olaylar karşısında pasif kalınması durumunda siyasal kinin

111

Zürcher, s. 379.

112 Hale, s. 200; 1 Ocak 1978- 12 Eylül 1980 arasındaki dönemde meydana gelen önemli olaylardan

bazıları şunlardır: 16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi’ndeki bombalı saldırıda 7 öğrenci öldü 100 öğrenci yaralandı; 17 Nisan 1978’te Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu ve üç yakını öldürüldü, 700 işyerine zarar verildi ve CHP İl Başkanlığı yakıldı (Malatya Olayları); 11 Temmuz 1978’de Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Bedrettin Cömert öldürüldü; 3 Eylül 1978’de Sivas’taki olaylarda 6 kişi öldürüldü, 100’e yakın kişi yaralandı; 9 Ekim 1978’de Ankara Bahçelievler’de 7 TİP’li genç öldürüldü; 22 Aralık 1978’de başlayan Maraş olaylarında 111 kişi öldürüldü, olayların ardından 13 ilde sıkıyönetim ilan edildi; 1 Şubat 1979’da Gazateci- Yazar Abdi

İpekçi öldürüldü; 7 Nisan 1979’da ünlü solcu Mihri Belli bir silahlı saldırı sonucu yaralandı; 19 Kasım 1979’da MHP’li İlhan Darendelioğlu öldürüldü; 20 Kasım 1979’da İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Ümit Doğanay öldürüldü; 14 Aralık 1979’da 4 Amerikalı

İstanbul’da öldürüldü; 24 Aralık 1979’da Maraş’ta 7 kişi öldürüldü, yaklaşık 3000 kişi ise gözaltına alındı; 22 Ocak 1980’de başlayan Tariş olayları başladı, fabrika işgal edildi ve 1500 işçi gözaltına alındı; 27 Mayıs 1980’de MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak öldürüldü, cinayetin ardından Çorum’da olaylar çıktı ve 48 kişi öldürüldü; 15 Temmuz 1980’de CHP milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu öldürüldü; 19 Temmuz 1980’de eski başbakanlardan Nihat Erim öldürüldü; ve 22 Temmuz 1980’de sendikacı Kemal Türkler öldürüldü. Anadolu Ajansı, Türkiye Cumhuriyeti 80 Yıl

Kronolojisi, Ankara, 2004, ss. 288- 307. 113 Demirel, s. 259.

orduya da sıçramasından ve neticede devletin son kalesi olan ordunun da çökebileceğinden oldukça tedirgin olmuştur.114

Darbenin ardından yasama yetkisini Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları ve Jandarma Genel Komutanı’ndan oluşan Milli Güvenlik Konseyi kullanmaya başlamıştır. Yürütme görevi ise Milli Güvenlik Konseyi’nin atadığı hükümetin başbakanı olan Bülent Ulusu’ya verilmiştir. Ayrıca, yasama faaliyetlerine katkıda bulunması ve anayasanın hazırlanması için Milli Güvenlik Konseyi tarafından yapılan atamalarla 160 kişiden oluşan bir Danışma Meclisi kurulmuştur. Anayasanın hazırlanması için 29 Haziran 1981’de Milli Güvenlik Konseyi ve Danışma Meclisi’nden oluşan Kurucu Meclis oluşturulmuştur. Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı başkanlığında 15 üyeli bir komisyon tarafından hazırlanan Anayasa metni Danışma Meclisi ve ardından Milli Güvenlik Konseyi tarafından düzeltildikten sonra 7 Kasım 1982 tarihinde halkoylamasına sunularak yüzde 91. 4 “evet” oyu ile kabul edilmiştir.

Devleti parçalanmaya götüren sürecin ardından gerçekleşen 12 Eylül darbesinin getirmiş olduğu yeni Anayasada bu sefer hiçbir sınır tanınmamıştır. 1961 yılında oluşturulan liberal anayasanın tersine 1982 Anayasası, Fransa’nın 1958 De Gaulle anayasasını temel alan otoriter bir anayasa niteliğinde oluşturulmuştur. Bu çerçevede, siyasi partiler kapatılmış, ülkeyi kaosa sürüklemekle suçlanan eski politikacıların büyük bölümüne siyaset yasağı getirilmiş, sendikal hareketler ezilmiş, üniversiteler temizlenmiş ve merkezileştirilmiş ve ayrıca basın özgürlüğünü kısıtlayıcı düzenlemeler yapılmıştır.115

Ordunun özerkliğini attırıcı düzenlemeler de 1982 Anayasası’nın en önemli özelliklerinden biridir. Bu çerçevede, MGK kararlarının Bakanlar Kurulu’na “bildirilmesi” esası getirilmiştir. Ayrıca, MGK’nın alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararların Bakanlar Kurulu’nca öncelikle dikkate alınması hükme bağlanmıştır. Böylece, MGK’nın almış olduğu kararların gücünün arttırılması hedeflenmiştir. 1982 Anayasası ile ordunun devlet içindeki özerkliğini arttırmayı

114 Demirel, s. 259. 115 Ahmad, s. 23.

hedefleyen diğer düzenlemeler ise Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarına karşı hukuki başvuru olanağının kapatılması ve Silahlı Kuvvetlerin yeni kurulmuş olan Devlet Denetleme Kurulu’nun denetiminden muaf tutulmasıdır.116 Diğer taraftan, ordunun özerkliğinin daha da güçlendirilmesi amacıyla 1982 Anayasası ile Cumhurbaşkanının yetkileri de arttırılmıştır.

Yeni Siyasi Partiler Kanunu’nun 24 Nisan 1983 tarihinde yürürlüğe girmesinin ardından Milli Güvenlik Konseyi’nin 76 Sayılı Kararı ile siyasi parti kurma faaliyetlerine 16 Mayıs 1983 tarihi itibariyle başlanabileceği bildirilmiştir.117 Kurulan partilerden yalnızca Kenan Evren ve Milli Güvenlik Konseyi tarafından desteklenen Emekli Org. Turgut Sunalp’in Milliyetçi Demokrasi Partisi’ne (MDP), 12 Eylül darbesi öncesinde Başbakanlık Müsteşarı ve Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşar Vekili sonrasında ise Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Turgut Özal’ın Anavatan Partisi’ne (ANAP) ve Başbakanlık Müsteşarı Necdet Calp liderliğindeki Halkçı Parti’ye (HP) Milli Güvenlik Konseyi tarafından 6 Kasım 1983 tarihinde yapılan seçimlere katılma hakkı tanınmıştır. Ayrıca, partilerin gösterdiği birçok adayın seçimlere girmesi de Milli Güvenlik Konseyi tarafından engellenmiştir. Burada en ilginç olan, ordunun muhafazakar kimliği ile tanınan Turgut Özal’a partisi ANAP’la seçimlere katılma hakkı tanımasıdır. ANAP’ın seçimlere girmesine izin verilmesinde dış baskılar kadar Turgut Özal’ın Kenan Evren ve askerler ile kurduğu ilişkilerin etkisi de vardır. Özal askeri yönetim süresince askeri hükümette ekonomiden sorumlu devlet bakanı olarak başarılı bir şekilde görev yapmıştır. Askerler ayrıca 22 aylık bir süre boyunca birlikte çalıştıkları birini veto ederek kendilerini çelişkili duruma düşürmek istememişlerdir.118

116

Özbudun, Çağdaş Türk Politikası, s. 103.

117 Kurulan diğer siyasi partiler bazıları şunlardır: Siyasi yasaklı Süleyman Demirel’in AP tabanına

sahip çıkmak için Hüsamettin Cindoruk ve Emekli General Ali Fethi Esener’e kurdurduğu Büyük Türkiye Partisi (BTP), Prof. Dr. Erdal İnönü liderliğindeki Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP), Eski Senatör Ahmet Nusret Tuna liderliğindeki Doğru Yol Partisi (DYP), Avukat Ali Türkmen liderliğindeki Refah Partisi (RP), Emekli Subay Baha Vefa Kartay liderliğindeki Yüce Görev Partisi (YGP), Danışma Meclisi Üyesi Mehmet Pamak liderliğindeki Muhafazakar Parti (MP), Emekli General Alparslan Demirel liderliğindeki Fazilet Partisi (FP), Emekli Subay Mithat Ceylan liderliğindeki Bizim Parti (BP).

118 Birol Akgün, “12 Eylül Döneminde İç ve Dış Politika (1980- 1983)”, Osmanlıdan İkibinli Yıllara

Türkiye’nin Politik Tarihi (İç ve Dış Politika), der. Adem Çaylak ve diğerleri, Savaş Yayınevi, İstanbul, 2009, s. 558.

Seçimlerden iki gün önce Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in radyo-televizyon konuşmasında MDP’yi destekleyen bir açıklama yaparak açık bir şekilde Özal’ı eleştirmesine rağmen ANAP seçimlerden yüzde 45.1 oy alıp 211 milletvekili çıkarak tek başına iktidar olmuştur. Yüzde 30. 5 oy alarak 117 milletvekili elde eden HP ana muhalefet partisi olmuş, MDP ise ancak yüzde 23. 3 oy alarak 71 milletvekili ile üçüncü parti konumuna düşmüştür. Seçimlerin yapılarak TBMM’nin toplanması ve yeni hükümetin kurulmasıyla geniş anayasal yetkileri elde etmiş olan ordu siyaseti halkın iradesini tam olarak yansıtmayan sınırlı bir parlamenter demokrasiye bırakmıştır. 1983 seçimlerinde dikkat çeken önemli hususlardan biri de 1960 darbesi sonrasındaki seçimlerde yaşanmış olduğu gibi 1983 seçimlerinde de darbeyi desteklemiş gibi gözüken halkın ordunun desteklediği partiye yeterli oyu vermeyerek iktidara taşımamasıdır.

Sonuç olarak, Türkiye’de ordunun siyasete 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 tarihlerinde yapmış olduğu geçici müdahaleleri oldukça sert veya diktatöryel rejimler kuran Kore, Arjantin, Filipinler, Brezilya, Şili, Mısır, İran,

İspanya ve Yunanistan’dan ayıran temel farklılık, Türk ordusunun her müdahale sonrası iktidarı geçici bir süreliğine elinde tutarak en kısa süre içinde demokratik yaşama geri dönülmesini sağlamasıdır.119 Bu çerçevede Türk ordusu, Üçüncü Dünya ve Akdeniz ülkelerinde yaşanan darbelerin getirdiği uzun dönemli sert diktatörlüklerin tersine, kurdurduğu anayasal düzenin koruyucusu olma rolünü tercih etmiştir.120 Ayrıca, Türk ordusunun uzun dönemli dikta rejimini tercih etmemesinin nedenlerinden biri de Atatürk’ten miras olarak kalan ülkenin çağdaşlaşma ve Batılılaşma hedefine ancak demokratik bir rejime sahip olarak ulaşılabileceğine yönelik inancıdır.121 Ancak, Steven Cook’un belirttiği gibi ordunun yönetimden ayrılması ile demokratikleşme arasında bir bağ varmış gibi görünse de, etkili bir sivil denetimi yerleştirmek esas itibariyle “kışlalara dönüşten” fazlasını gerektirmektedir. Türk ordusu darbeler sonrasında kışlasına dönüşten memnundur, çünkü askerlerin hakimiyetine dayalı bir kurumsal düzen darbeler sonrasında sağlanmıştır. Cook’a

119

Dankward Rustow, “Transitions to Democracy: Turkey’s Experience in Historical and Comparative Perspective”, der. Metin Heper ve Ahmet Evin, State, Democracy and the Military in

Turkey in the 1980s, Walter de Gruyter, Berlin ve New York, 1988, s. 242. 120 Rustow, 242.

göre Türkiye örneği askerlerin iktidar olmadan, hatta kışlalarından tek bir adım dahi atmadan, yönetebileceklerini kanıtlamaktadır.122 Gerçekten de, 1961 Anayasası ve bunda yapılan 1971- 1973 yılları arasındaki değişiklikler ile 1982 Anayasası ordunun özerkliğini arttıran düzenlemeleri getirmiş, bu düzenlemeler ordunun siyasetteki etkinliğini arttırmıştır. Özellikle MGK’nın kurulması ve her darbeden sonra işlevinin arttırılması ile cumhurbaşkanının rolünün güçlendirilmesi ordunun siyasetteki etkinliğini genişleten temel kurumsal faktörler olmuştur.