• Sonuç bulunamadı

Sembollerden Yararlanılan Tiyatrolar

Adalet Ağaoğlu’nun sembollerden yararlanarak oluşturduğu Sınırlarda adlı oyunu, kart satıcısı bir çocukla baloncu bir adamın karşılaşmasıyla başlar. Baloncu adamın sattığı balonlara hayran kalan satıcı çocuk, sattığı tebrik kartlarından birine karşılık baloncudan bir balon ister. Baloncunun bu teklifi kabul etmesiyle ilerleyen oyun bu şekilde ivme kazanmaya başlar. Yaptıkları anlaşma sonucu şeker pembesi bir balona karşılık üzerinde barış çiçekleri bulunan bir kartı baloncu adama veren çocuk, daha sonra böyle bir kart arayan genç bir kızla karşılaşır. Bu sırada baloncu ise şeker pembesi bir balon arayan genç bir adamla karşılaşır. Ancak ne genç kız ne de genç adam aradıklarını bulamazlar. Oyun kişilerinin bir dizi tesadüf sonucu aradıklarını tam bulacakları bir anda araya giren bando takımı ise her şeyi daha da karışık bir hale getirir:

Baloncu: (Seslenir) Bayım… Beklerseniz eğer… Ben… ( Genç adam durur. Tam o sırada önlerinden bir bando takımı geçer. Bando takımı bayram çocuğu kılığına girmiş büyüklerden kuruludur. Trampet ve borular çalarak karışık adım yürür ve adımlarını birbirine uydurmaya çalışırlar)

Bando: Sağ-sol! Sağ-sol! Sağ-sağ! Sol-sol! Sağ-orta! Sol-orta! (…)

(Bando takımı hazır ol duran Baloncu ile selam duran Genç Adam’ın arasında girer. Bandocu ve Genç Adam birbirlerinden uzakta kalır ve artık birbirlerini göremezler. Bayram çocuğu kılığına girmiş büyükler çılgınca dans etmeye başlarlar) (SNR, 141).

Genç adam satıcı çocuğa, dünyayı kocaman pembe bir balona sığdırmak ve bütün insanlara tam üç milyar tebrik kartı göndermek istediği gibi hayallerinden bahseder. Şeker pembesi balon, barışın hâkim olduğu, savaşların yapılmadığı, mutlu ve güçlü bir dünyanın eserdeki sembolü olarak oyun içerisindeki yerini alır:

Genç Adam: Biri bir kez bana ‘Bir balonum olsa’ demişti. ‘Şöyle kocaman, şeker pembesi bir balon. Bir fanus gibi parlak ve sağlam…’ Bütün dünyayı onun içine koymak istiyordu da… (SNR, 139).

Genç kızın aradığı barış çiçekli kartlar ise tıpkı şeker pembesi balonlar gibi özlenen barış ortamını simgeleyen özel nesnelerdir. Eser boyunca sürekli aranıp durmasına rağmen da kolay kolay bulunmayan ve hayli güç yetiştirilen barış çiçekleri, ender yapısıyla barış ortamının da ne kadar zor elde edilebileceğini hatırlatmaktadır:

Genç Adam: Bilmem ki. Belki… Belki öyle olması gerekir, diyorum da ondan. İyi anımsayamıyorum, fakat… Sanırım çok küçükken biri bana ‘Bu çiçekler de barış gibi’ demişti. ‘Bir türlü tam açamadılar’ (SNR, 140).

Aradıklarını bulamayan gençlerle biten I. Sınır adlı bölüm yerini sınır çizgisine hayli yakın bir motelde başlayan II. Sınır adlı bölüme bırakır. Bu bölüm, sınırı geçmek için birbirleri ile buluşabilmeyi umut eden kadın ve erkeğin çeşitli tesadüfler sonucu bir araya gelememelerini anlatır. Yazarın bu bölümde yer verdiği resepsiyon görevlisi çocuk ve sivil polisler arasında geçen diyaloglarla ise görevini kötüye kullanan devlet büyüklerini ve kolluk kuvvetleri eleştirilmektedir. Sivil polislerin, kâğıt uçaklarıyla oynayan bir çocuğu şüpheli sıfatıyla alıkoymaları eserin ironik yapısını güçlendirir. Çocuğun oynadığı kâğıt uçaklar ise savaş sonucu ortada kalan çocukların masumiyetlerini ve hiçbir şeyden haberleri olmamalarını sembolize etmektedir:

Çocuk: (Hep kıvançlı) Daha büyüdüğüm zaman... Gökyüzünde... Hiç bomba atan uçak olmayacak. Benim kâğıt uçaklarım var ya? Sınırın ötesine düşen? Şey… Sınırın ötesi ne demek? (SNR, 160).

III. Sınır adlı bölüm sınırın öte tarafında başlar. Sınırı geçmeyi ve barış çiçekleri ekebilmeyi nihayet başaran kadın ve erkek adlı oyun kişileri hayatlarını barış çiçeklerini yetiştirmek için uygun koşulları sağlamaya adamış bulunmaktadır. Çiçekler için su ve gölgelik gibi temel ihtiyaçları sağlamaya çalışan çiftin işleri aniden sahneye gelen inekler tarafından engellenmeye başlar. Her şeyi tüketen ama bir türlü doyuma ulaşamayan bu inekler, barış ortamının oluşmasını engelleyen ve bu sayede kendilerine fayda sağlayan siyasi güçlerin birer sembolüdürler:

Kadın: … Hepsini yemişler. Biraz gölge olabilirdi… I. İnek: Su mu çıkarıyor?

II. İnek: Su çıkarsa iyi… III. İnek: Hiç kanmadım… I. İnek: Hiç doymadım…

Kadın: Defolun! (Haykırır) Defolun! (SNR, 171).

İnekleri defeden kadın ve erkek sonunda barış çiçeğinin filizlenmesini başarır ancak bu kez de çiçek üzerinde kimin daha çok söz sahibi olacağına dair ateşli bir kavgaya tutuşurlar. İkilinin çadırlarının tam ortasında biten çiçekler için çıkan tartışmada uzlaşma sağlanılamadığı için devreye bu kez de diplomatlar girer. Gelen bu diplomatlar, daha önce sahneyi talan eden inekler gibi çıkarlarına uygun hareket eden, tarafsızlığını kaybetmiş siyasi güçlerin birer simgeleridirler:

Erkek: Buna engel olmalısınız. Hepimiz çiçeği korumak zorundayız. I. Diplomat: Evet, evet… Tabi… Elbet…

II. Diplomat: Biz çiçeği korumak isteyenden yanayız. Yan tutmasak bile… Değil mi?

III. Diplomat: Çiçeğin ezilmesine göz yumamayız (SNR, 188).

Çiçeği kendi sınırında tutarak şahsi mülkü haline getirmek isteyen oyun kişileri bunun için çadırlarının tam ortasına tahtadan bir duvar inşa ederler. Yapılan ancak meseleyi çözüme kavuşturamayan bu duvar, kadın ve erkek arasında çıkan bir arbede esnasında çiçeğin üzerine devrilerek ciddi hasar görmesine sebep olur. Çiçeğin zarar görmesi sonucu birbirlerine karşı daha da öfkelenen ve giderek insanlıklarını kaybeden oyun kişileri yavaş yavaş birer ineğe dönüşmeye başlarlar:

Kadın: Öldürdün onu! Erkek: Onu öldürdün! (…) Erkek: Bööö! Ööö! Kadın: Ööö! Mööö! İkisi: Mööö! Mööö! (SNR, 196-197).

Birer ineğe dönen çiftin ardından sahneye gelen adam ve çocuk, zarar görmüş olmasına rağmen kökleri sağlamlığını koruyan barış çiçeklerini iyileştirmeye karar verir. Çiçeğin eski sağlığına kavuştuğu an tüm dünyanın pembe bir balonunun içerisine doldurulmuşçasına huzurlu bir yer olacağına inanan adam, bu şekilde sınırlarında kalkabileceğini umut etmektedir. Adam, gelecek güzel günlere dair bir masalı çocuğa anlatmaya başlar. Böylece eser açık uçlu bir sonla noktalanmış olur:

Çocuk: Çok güzel bir çiçekmiş öyle mi?

Adam: Öyle. Çok güzel bir çiçek. O büyüdü mü bütün dünya pembe bir balona dolmuş gibi olurmuş. Şeker pembesi bir balona dolmuş gibi olurmuş.

(…)

Sevgi olmazsa çiçek büyümez, çiçek büyümezse de sevgi olmazmış… (SNR, 198- 199).