• Sonuç bulunamadı

1.3. Kuramsal Çerçeve: Sembolik Etkileşimcilik ve Kültürel Göstergeler ve Ekme Kuramı Kuramı

1.3.1. Sembolik Etkileşimcilik Kuramı

Sosyal bilimler alanında yorumlayıcı yaklaşımlardan biri olan sembolik etkileşim kuramının kurucusu George Herbert Mead’dir. “Chicago Üniversitesinde profesör ve aynı zamanda toplumsal aktivist olan George H. Mead, toplumsal yaşamı anlayabilmek bakımından davranışçı görüşlerden derinlikli olarak ayrılan yeni bir yaklaşım geliştirmiştir. Bu yaklaşımıyla insanların günlük yaşamını anlayabilmek ve kendi eylem yapılandırmalarını öğrenmeleri üzerinde durmuştur” (Tokgöz, 2015:362). Mead’in diğer davranışçılardan ayrılan en temel özelliği, tutum ve davranışların salt olarak dış etki aracılığıyla dışarıdan gözlenebilen bir çıktı olduğu yaklaşımı ile arasına mesafe koyup daha bütüncül bir yaklaşımı; bireyin pasif olmadığı, bilinci doğrultusunda hareket ettiği, eylemlerin içsel süreçlerin yani tutumların başlangıcı olduğunu savlamasıdır. Yani dışsal çıktıların, içsel süreçlerden damıtılarak eyleme dönüştüğünü savlamasıdır. Mead’i temel alıp üzerine düşünen, geliştiren ve sembolik etkileşimcilik kuramı’nın isim sahibi olan Blumer’dir. Blumer, insan davranışına neden olan etmenlerin, geleneksel davranış bilimcilerinin formüle ettiği gibi, uyarıcı-tepki modeline dayanmadığını, bunun yerine “eyleyenlerin kendilerini etkileyen güçlere ve kendilerine

22

ait davranışlara anlam vermelerine aracılık eden çok önemli süreçler” olduğunu savlamıştır (Ritzer, 2008: 212). “İnsan eylemlerini anlamlı kılan şey zihnin varlığıdır. Zihin vasıtasıyla düşünen ve yorumlayan insanın eylemleri motor refleksler olmaktan çıkıp anlamlı yanıtlar haline gelir (Morva,2013:125). “İnsanların etkileşimi sembollerin kullanımı, yorum ya da diğerinin hareketini anlama ile aracılanmıştır. Bu aracılanma insan davranışında uyaran ve yanıt arasına bir yorum eklemeye karşılık gelir” (Blumer’den Akt. Morva, 2013:125). Kısaca ve kabaca bu yaklaşımın temel ilkesi; uyarıcı-yorum-tepki şeklindeki formüle dayanmaktadır. Biraz daha açmak gerekirse; dijital oyun oynama deneyimi aracılığıyla, özne olarak birey ile nesne olarak örnek dijital oyun arasında gerçekleşen etkileşimin sosyal bir çıktı olarak empatik eğilim inşa edip edemeyeceğinin incelenmesinde, sembolik etkileşimcilik kuramının, diğer davranışçı kuramlardan ayrılan özelliği üzerinden, yani; uyarıcı ve tepki arasına ‘yorum’u eklemesi, tutumları içsel süreçlerin göstergeleri ve eylemlerin içsel süreçleri takip ederek oluştuğunu kabul etmesi vb. birçok özellikleri dolayısıyla tercih edilmiş ve faydalanılmıştır. Bu bağlamda çalışma kapsamında uyarıcı-yorum-tepki şu şekilde konumlandırılmıştır: Bir sembol sistemi olan dijital oyunları; uyaran/uyarıcı, uyarıcının aktardığı iletileri bireyin benliği içinde yoğurup anlamlandırmasını; yorum, benliği içinde yoğurup mayaladığı anlam soncunda edime biçim vermesi ya da vermemesini ise; tepki.

Blumer, “sembolik etkileşimcilik kuramının üç basit önerme üzerinde yükseldiğini belirtir: Birinci önerme şudur: İnsanlar şeylere, şeylerin onlar için taşıdığı önemden hareket ederek davranırlar. Bunlar, insanların dünyalarında işaret edebilecekleri herhangi bir şey olabilirler- ağaç ya da sandalye gibi fiziksel nesneler; anne ya da mağaza görevlisi gibi diğer insanlar; dost ya da düşman gibi insan kategorileri; okul ya da hükümet gibi kurumlar, bireysel bağımsızlık ya da dürüstlük gibi yol gösterici idealler; emir ya da rica gibi diğer insanların eylemleri ve bireylerin yaşamlarında karşı karşıya kaldıkları diğer durumlar. İkinci önerme, bu şeylere verilen önemin, bir kişinin diğer insanlarla girdiği toplumsal etkileşimden kaynaklandığı ya da doğduğudur. Üçüncü önerme ise şunu söyler: Bu anlamlar kişinin karşı karşıya kaldığı şeylerle başa çıkarken başvurduğu yorumlayıcı bir süreç içerisinde ele alınır ve modifiye edilir” (Blumer’den Akt. Özçetin, 2018: 72).

23

Blumer’in sembolik etkileşimcilik kuramının temelini oluşturduğunu ifade ettiği üç önermesine ek olarak, Ritzer ve Stepnisky, sembolik etkileşimciliğin sahip olduğu varsayım ve ilkeleri, Mead’e yaslanarak, şöyle sıralamıştır:

 İnsanlar ‘şey’lerin kendileri için taşıdığı anlamlardan hareketle eyleme geçerler.  Bahsi geçen anlamlar diğerleriyle olan etkileşimlerden ortaya çıkar.

 İnsanlar sosyal etkileşim yoluyla öğrendikleri bilgileri içselleştirebilir, yorumlayarak değiştirebilirler.

 İnsanlar hayvanların tersine sembolleri kullanır. İnsan dışı hayvanlar itkilere dolaysız yoldan veya düşünmeden tepki verirken, insanlar onlara bir anlam atfeder ve anlam temelinde hareket eder. Başka bir deyişle ifade edilecek olunursa, insan dışı hayvanlar nesnelere içgüdüsel olarak yaklaşır, insanlar ise anlamı düşünür.

 İnsanlar sosyal etkileşim yoluyla insan olma yetilerine sahip olurlar.

 İnsanlar bilinçlidir ve kendileri ve eylemleri üzerine düşünme kapasiteleri vardır. Bu nedenle davranış ve etkileşimlerini de şekillendirebilirler.

 İnsanların eylemlerinde amaçlar vardır. Durumları tanımlar, anlam atfeder ve ona göre davranırlar.

 Sosyal etkileşime giren insanlar toplumu oluşturur. Yani toplum, insanlardan bağımsız makro-düzey bir bütün değildir. Toplum insanların ortak eylemidir (2013: 116-117).

Son olarak, “saha çalışmalarında küçük gruplar üzerinde çalışma yapılmasına uygun olduğu, doğrudan gözlem kayıt, örnek olay incelemeleri, yaşam öyküsü, derinlemesine mülakat gibi tekniklerin kullanılmasına elverişli olduğu, zengin ayrıntı ve kapsamda ampirik analizlere uygun olduğu, nesnel gerçekleri ihmal etmeksizin özneli inceleme fırsatı tanıdığı, sosyolojik aktörün nesnel uyaranı öznel tanımlamasına ve yorumlamasına dayalı bir açıklamaya imkan verdiği, bireyi, yapı tarafından belirlenmiş bir ürün olmaktan çok, kısmen de olsa özgür kişi olarak gördüğü, toplumu içeriden analiz etme ve belirli bir durum ya da yaşam biçimiyle ilgili insanları güdüleyen

24

faktörleri görmeye çalıştığı, insanların öznel ve yorumlayıcı yönlerini ortaya çıkarttığı” dolayısıyla sembolik etkileşim yaklaşımını tercih ettiğini ifade eden Sankır (2010:7) ile ortaklaşmakta olduğumu belirtmek isterim.