• Sonuç bulunamadı

SELEFİYYE'NİN HÜSÜN VE KUBUH ANLAYIŞI

Selefîyye145 mezhebi, müstakil ve müttahid bir mezheptir.146 Ancak icmal ve tafsil itibariyle ikiye ayrılır. İlk dönem selefi âlimler, icmal ile iktifa147 ettikleri halde, sonraki selefi âlimler, yorum ve açıklamaya önem vermişlerdir. Selefiyye mezhebinde yazılmış bilinen ilk eser İmam Ebu Hanife (v.150/767)'nin "Fıkhü'l-Ekber" adlı eseridir. Tafsile itina edenlerin başında İbn Teymiyye(v.728/1328) geliyor.148

İlk dönem selefilerin, dinî, özellikle de müteşabih konulara yaklaşımı^ şu meşhur yedi ilkeleri çerçevesinde olmuştur;

1. Takdis: Cenabı Allah'ı celal ve azametine layik olmayan şeylerden tenzih etmektir.

2. Tasdik: Allah'ın Kur'an ve Sünnette geçen sıfat ve isimlerinin, O'nün yüceliğine ve kemaline layık şekilde manaları olduğunu kabul edip, Hz. Peygamber Allah'ı nasıl vasfetmişse O'na öylece inanmaktır.

3. Aczini itiraf: Müteşabih ayetlerde anlatılandaki murad ve maksadı Allah’a bırakarak bunları bilmediğini ve bilmeyeceğini itiraf etmektir.

4. Sükût: Müteşabih ayetlerin manasını sormamak, onlara dalmamaktır. Cahilin Müteşabih şeyleri sormaması, Âlimin de ona cevap vermemesi demektir.

5. İmsak: Müteşabih ayetler üzerinde değişiklik yapmamak; açık olmayan manaları kullanmaktan ve te’vilden çekinmektir.

6. Keff: Müteşabih ayetlerle kalben dahi meşgul olmamaktır.

145 Selefiyye’den maksat, sahbe ve tabiun devrinde yaşayan Müslümanlardır. Fakat daha sonra onlar gibi düşünen İslam alimleri de olmuştur. Hicri 4. asrın başlarından itibaren selef metodunu uygulayan bu alimlere selefe bağlı kalanlar anlamında “selefiyyun” denmiştir. Selef itikadi meselelrde akıl ve re’ye başvurmazlardı. Kur’an ve Sünnett’in beyan ettiklerini aynen kabul edip Allah’ın sıfatları ve kader meselesinde münakaşaya katiyyen girmezlerdi. Bkz. Gölcük, Şerafeddin, Kelam Tarihi, s. 84, Esra yay. İstanbul, 1998.

146 Bazı Âlimler, Ümmetin Selef-i Salihleri, Bütün Mezhepler için konumları ayni olduğunu, hepsi için 'SELEF' olduğunu, dolaysıyla selefliğin müstakil bir mezhep olmadığını, belki tarihsel/zamansal bir merhale/dönemeç olduğunu ve hatta bununla mezheplenmenin bidat olduğunu söyler. Bkz. Muhammed Said Ramazan el-Bûtî, es-Selefiyye, s. 221–242 arası, Darü'l-Fikir, Dimaşk/Darü'l-Fikri'l- Muasır, Beyrut 1998.

147 Bu iktifa 'İtikadî' konularda söz konusudur. Yoksa fıkhî konularda yorum ve ictihadlara gitmişlerdir. 148 İzmirli, a.g.e. s,66.

7. Marifet ehlini teslim: Yüce konular, Peygamber ve sahabeye gizli değildir. Bu bakımdan onların herkese kapalı olduğu samlmamalıdır. Ancak bunlar üzerinde durmak yerine, te'vilini ancak Allah bilir diyerek, onların bilgisini ehline bırakıp te'vile gitmemek gerekir.149

İlk dönem selef âlimler, bu yedi ilke çerçevesinde dinî nass ve hükümlere yaklaşmışlar, dolaysıyla yorumlara girmeden olduğu gibi kabul etmişlerdir. Örneğin, Selef, (Rahman Arşa İstiva etmiştir.)150 Ayet-i kerimesindeki "İstiva"yı, yorumlamadan, bilmediğimiz ve Ona layık bir istiva olarak kabul ederler.151 Nitekim bir gün birisi,

İmam Malik’e(v.179/795) Ayetteki İstivayı sorar, İmam, başını kaldırır ve bir süre sessiz kaldıktan sonra, 'İstiva meçhul değil, keyfiyeti ise makul değil, ona iman etmek vacip, ondan soru sormak ise bid'attir. Seni de dalalette düşmüş birisi olarak görüyorum' der ve onu meclisinden çıkarır.152

İlk dönem selefılerin 'Hüsün' ve 'Kubuh' hakkındaki görüşlerine, daha açık bir ifadeyle konuya özel görüşlerine taradığımız kaynaklarda rastlayamadık. Aslında selefilerin yukarıda geçen ilkelerini göz önünde bulundurursak, onların böyle konuya özel görüş belirtmeleri de düşünülemez. Onların bu ilkelerinden, hüsün ve kubuh hakkındaki görüşlerinin, hüsün-kubuhun şer'îliği olduğu rahatlıkla çıkarabiliriz.

İkinci dönem selefilerin ise tafsil etme ve açıklamaya önem verdiklerini yukarıda zikretmiştik. Örneğin onlar İstivayı olduğu gibi bırakmayıp 'İstila-Hâkimiyet-' olarak yorumlamışlardır.153

İkinci dönem selefiler Hüsün ve kubuh konusunda ise orta bir yol izlemişler. Onlara göre fiiller, faydalı ve zararlı oldukları gibi bizzat Hasen veya Kabîh'dirler. Başka bir ifadeyle, Hüsün ve Kubuh ontolojik olarak zatî'dir. Akıl, eşyalardaki hüsün ve

149 Gazzalî, İlcamü'l-Avam an İlmi'l-Kelam, s, 54–76, Darü'l-Kitabi'l-Arabî, l.bas. Beyrut, 1985; İzmirli, a.g.e. s, 61–63; Gölcük, Şerafeddin-Toprak, Süleyman, Kelam, s, 51–52, Tekin Dağıtım, 4.bas. Konya, 1998; Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadı İslam Mezhepleri, s, 52–53, Selçuk yay. 2.bas. Ankara, 1983; Gölcük, Şerafeddin, Kelam Tarihi, s, 60–62, Esra yay. l.bas. Konya, 1992; Coşkun, İbrahim, Kelam Karşıtı Ehl-i Sünnet'in Usûlü'd-Din Yorumu ve Bu Yorumun Açmazları, Marife Dergisi, Sayı, 3, yıl, 5, s, 149–174, Konya, 2005.

150 Taha, 20/5.

151 Beycûrî, İbrahim b. Muhammed, Tuhfetü'l-Murid Şerhu Cevhereti't-Tevhid, s. 92, Darü'l-Kütübi'l- İlmiyye, l.bas. Beyrut, 1983.

152 Beycûrî, a.g.e. s. 92; Carullah, el-Mutezile, s. 244–245, el-Mektebetü'1-Ezheriyyetu li't-Türas, Kahire, ts;

kubuh'u idrak eder. Allah, insanları; doğruluğu, adaleti, iffeti ve nimet verene teşekkür etmeyi 'Hasen' olarak görecek ve bunların zıtlarmı 'Kabîh' olarak görecek güçte yaratmştır.

Ancak sevap ve ikab şer'îdirler, şarî'in emir ve nehyine bağlıdırlar. Akıl yoluyla vacip olmazlar.154

İbn Teymiyye, bu konuda şöyle diyor; zatî olarak fiillerde hüsün ve kubuh sıfatları olmadığını söylemek, cisimlerde ısıtma, soğutma, doyurma ve susuzluğu giderme gibi sıfatların olmadığını söylemek gibidir.155

İbn Teymiyye, bu konuda farklı görüşleri tenkit ederek ele alır. Ve böylece kendi görüşlerini ortaya koymuş olur.

Hüsün ve kubuhun fiillerden ayrılmayan zatî sıfatları oldukları ve Akılla bilinebilir oldukları, dolaysıyla işlendiklerinde sevap ve azabı mucip oldukları, vahyin rolü da bu sıfatları keşfedip ortaya çıkarmak olduğundan ibaret olan Mutezilenin görüşlerini zayıf bulup tenkit eder. Çünkü der; bu durumda yaratanı yaratılana kıyas etmek olur. Oysa böyle bir teşbih batıldır.156 Bunu Adalet ve Hikmet olarak saymak da ilahî hikmeti bilmemektir. Çünkü O, tam bir kudrete ve iradeye sahiptir.157

Fiillerin zatî sıfatlarını kabul etmeyen görüşü -ki bu Eş'arîlerin görüşüdür- de Allanın emirlerini, hikmet ve maslahatı riayet ettiğini kabul etmeyerek mahz-ı iradesine bağladıklarını söyleyerek eleştirir.158 Çünkü bu görüşe göre, Hüsün ve Kubuhun zatî olmadıkları için, şeriat gelmeden önce 'Maruf-Münker', 'Tayyib-Habis' ayrımı olmaz. Bu ise Kur'amn ifadesine muhaliftir. Nitekim Allah, yukarıda geçen kavramlar arasında ayırım yapmış ve şöyle buyurmuştur; (...O, onlara iyiliği {Maruf} emreder, onları

kötülükten {Münker} sakındırır. Onlara iyi ve temiz şeyleri {Tayyib} helal, kötü ve pis şeyleri (Habis/ haram kılar. ...)159 Yine başka bir Ayet-i kerimede; (Çirkin bir işlediklerinde, 'Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize bunu emretti'

154 Dımaşkî, El-Kadı âli b. Ali b. Muhammed b. Ebi'1-izz, Şerhü'l-Akaidi't-Tahaviyye, Şuayb Arnavut ve Muhsin Türkî'nin Tahkik'lerinin Önsözünden, s,34, Muessesetü'r-Risale,2. bas. Beyrut, 1993, Abdullah b. Abdulmuhsin et-Turkî, Mucmelu İ'tikadi Eimmeti's-Selef, http://www.al-lslam.com, 155 Emir, a.g.e. c, l, s. 144, Mektebetu Advai's-Selef, 1. bas. Riyad, 1998.

156 İbn Teymiyye, a.g.e. s, 303–304,

157 Ebu Zehre, Muhammed, Tarihü'l-Mezahibi'l-İslamiyye, c, l,s. 201, Darü'l-Fikri'l-Arabî/Darü'l-Hâdis, Lenden-Kıbrıs, 1987.

158 İbn Teymiyye, a.g.e. s, 304. 159 A'raf, 7/157.

derler. De ki: "Şüphesiz, Allah çirkin işleri emretmez. Siz bilmediğiniz şeyleri Allahın üzerine mi atıyorsunuz? " )160 burada açıkça Allah, Çirkin işlerin/Fehşamn -kategorik olarak- ayırımım yapmakta ve bunu kesin olarak emretmediklerini vurgulamaktadır.

Yine şu Ayet-i kerime; (Biz Müslümanları Günahkârlar gibi tutar mıyız hiç?)161 Müslümanlarla suç işleyenlerin eşit tutulamayacağını vurgulayarak aralarında kategorik bir ayırımın olduğunu zımnen açıklamaktadır.162

Ancak elbette ki, müminlerle münkirler, muslinlerle müfsitler bir olamaz. Bunun aksini iddia eden kimse de yok. İmam Eş'arî (v. 935), Ayet-i kerimenin de, hasrı, nuşûrü, sevab ve ikabı inkâr eden müşriklere cevap olarak nazil olduğunu, Allanın, müşrik ve benzerlerinin böyle bir zanna kapılmamalarını, dönüşün kendisine olduğunu, hesabin dolaysıyla sevab veya ikabın olacağını beyan ettiğini kaydeder. Nitekim müşriklerin böyle bir zanna kapıldıklarını şu ayet-i kerime de beyan buyuruyor: (Biz göğü, yeri ve ikisi arasındakiler i boş yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı vay inkâr edenlerin haline!)163 Ancak hemen sonraki ayette onların bu zanlarına cevap veriyor: (Yoksa Biz İman edip salih ameller işleyenleri, yeryüzünde fesat çıkaranlar gibi mi tutacağız?)164 Yani biz onları eşit tutmayız.165

İbn Teymiyye, 'Allah, Muharrematı haram kıldı, onlar da haram oldu' ve 'Allah, vacibatları vacip kıldı, onlar da vacip oldu' cümlelerinin anlamı şu iki noktayı ihtiva ettiğini savunur: 1. îcab ve Tahrim; bu Allanın hitabıdır. 2. Vücûb ve Hürmet; işte bu fiilin sıfatıdır. Allah u Teala, her şeyi bilendir ve en güzel hikmet sahibidir. Kullarının emredilen ve nehyedilenlerdeki maslahat ve mefsedetini bildiğinden, emir ve nehiylerde bulunur. Allah, hitabıyla fiilin hükmünü isbat eder/var eder, fiilin sıfatı ise - ilahî- hitap olmadan da vardır.166

İbn Teymiyye, hüsün ve kubuh açısından ilahî hitapla taalluk eden fiilleri üç kısma ayırarak detaylandırır.

160 A'raf, 7/28. 161 Kalem, 68/35. 162 İbn Teymiyye, a.g.e. s. 305. 163 Sad, 38/27. 164 Sad, 38/28.

165 Eş'arî, el-İbane An Usûli'd-Diyane, s. 111–112, Darü'l-Kitabi'l-Arabî, 2. bas. Beyrut, 1990; 166 İbn Teymiyye, a.g.e. s. 305.

Birinci kısım fiiller; hakkında şer'î varid olmasa da, maslahat veya mefsedeti içinde barındıran fiillerdir. 'Adalet' ve 'Zulüm' gibi. Çünkü Adaletin, insanların maslahatını, Zulümün ise insanların mefsedetini içerdiklerini bilinmektedir. Bu çeşit Hasen ve Kabihlerin hüsün ve kubuhu, hem Aklî hem de Şer'î delillerle sadece bilinir, fiile, var olmayan bir sıfatı var etmez.

Ancak şeriat gelmeden sevab veya azap söz konusu değildir. Çünkü Allah açık bir şekilde; (...Biz peygamber göndermedikçe azap edecek değiliz)167 diye buyurmaktadır.168

İkinci kısım fiiller; Allanın emir veya nehyiyle 'Hasen' veya 'Kabih' vasfını kazanır.

Üçüncü kısım fiiller; Allah, kulunu sırf imtihan etmek için emreder. Emredilen fiil ise gerçek manada Murad değildir. Allahın Hz. İbrahim'i oğlunu (İsmail) boğazlamakla emrettiği gibi. Nitekim Hz. İbrahim ve Hz. İsmail, Allahın emrine teslim olup yerine getirmeye çalıştıklarında ve böylece imtihanlarını kazandıklarında, Allah onları, daha önce emrettiği o fiilden vazgeçirir. Burada -hüsün ve- hikmet, bizzat emrin kendisinden neşet eder, emredilenden değil.169

İbn Kayyim el-Cevziyye(v.751/1350) de, bu konuda vardığı sonucu şu cümlelerle ifade ediyor; Bu önemli ve büyük konudaki hakikat şu ki; -hüsün ve- kubuh zatîdir. Ancak peygamberlik gelmeden önce Allah azap etmez.170 Daha açık bir ifadeyle, Hasen veya Kabih bir fiilin hüsün veya kubuhu zatî olup akılla bilinebildikleri halde, böyle fiillerin işlenmesi sevap veya ikabı gerektirmez. Sevap veya ikabı ancak peygamberlerin muhalefeti gerektirir.171

2-SELEFİYYE'YE GÖRE HÜSÜN VE KUBUHUN MESNEDİ

Çünkü diyor selefiler, kur'an-i kerimden birçok ayet-i kerime hüsün ve kubuhun eşyaların zatında sabit olduğuna delalet ediyor. Örneğin (...O, onlara iyiliği {maruf} emreder, onları kötülükten {münker} sakındırır. Onlara iyi ve temiz şeyleri {tayyibat}

167 İsra, 17/15.

168 İbn Teymiyye, a.g.e. s, 305–306.

169 İbn Teymiyye, el-Kaza ve'l-Kader, s. 306.

170 Ebu Abdullah Muhammed b. Ebu Bekir İbn Kayyim el-Cevziyye, Miftahu Dari's-Saade ve Menşuru Vilayeti'l-İlmi ve'l-İrade, c. 2, s. 7, Darü'l-kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, ts.; Emir, a.g.e. c, l, s. 140, Mektebetu Advai's-Selef, 1. bas. Riyad, 1998.

helal, kötü ve pis şeyleri {habais} de haram kılar...)172 Bu ayet-i kerime, fiillerdeki hüsün ve kubuhun zatî olduğuna ve bunun da akılla bilinebildiğine açıkça delalet eder. Çünkü Allanın emrettiği 'maruf, aklın ve selim fıtratın bildiği ve hüsnünü kabul ettiği, sakındırdığı, 'münker' de yine aklın ve selim fıtratın bilip nefret ettiği şeylerdir. Eğer 'maruf ve 'münker' şeylerdeki hüsün ve kubuh zatî olmasaydı o zaman ayet-i kerimenin anlamı şöyle olurdu; (...onlara emrettiklerini emreder ve onları sakındırdıklarından da sakındırır...) ki Allah da böyle söylemez. Çünkü anlamsız olur. Aynı durum 'Tayyibat' ve 'Habais' için de geçerlidir. Çünkü eğer 'tayyibat' helal, 'habais' de haram kılınmakla binseydi o zaman da ayet-i kerimenin anlamı şöyle olurdu; (...onlara helal kıldıklarım helal, haram kıldıklarını da haram kılar...) bu da 'Allah kelamı' nazmına uygun değildir.173

Evet, 'Tayyib' olan bir şey, Allah tarafından helal kılınırsa o zaman her iki yönden 'Tayyib' olur. Kabih de böyle. Allah tarafından nehyedildiği zaman her iki yönden kabih olur.174

Yine bu ayet-i kerimeler de hüsün ve kubuhun zatî olduklarına delalet ederler; (Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir. Ve çok kötü bir yoldur.)175 Burada çok açık bir şekilde, zinanın son derece çirkin olduğu için yasaklandığını ifade ediyor Ayet-i kerime. Esasen buna şahit olarak birçok ayet-i kerime getirilebilir.176

Evet, Hüsün ve kubuh zatîdir. Ancak, sevap ve ikab şer'îdir. Çünkü Akıl, İlahî ve Ahiret günüyle ilgili detaylı konularda müstakil bir olamaz.177 Akıl, Peygamberlerin ilmini ve Allahtan getirdiklerini idrak ve kesbetmesi söz konusu olamaz.178

Bu konuda yegâne kaynak kur'an-i kerimde bir çok ayet-i kerimeler de sevab ve ikabı şer'î olduğuna açıkça delalet etmektedir.

Örneğin; (...Biz bir peygamber göndermedikçe azap edici değiliz.)179 Bu ayet-i kerime, azabın gerekçesi fiildeki zatî kubuh değil, belki peygamberin muhalefetidir.180

172 A'raf, 7/157.

173 Ali Emir, a.g.e. s. 142.

174 Cevziyye, İbn Kayyim, Miftahu Dari's-Saade, c. 2, s. 6–7, Ali Emir, a.g.e. s. 143. 175 İsra, 17/32.

176 Cevziyye, Miftahu Dari's-Saade, c. 2, s. 6–13, Ali Emir, a.g.e. s. 143.

177 İbn Teymiyye, Tekiyyuddin Ahmed b. Abdulhalim b. Abdusselsm, Der 'u Taarüdi'l-Akli ve'n-Nakl, c, l, s. 108, 1. bas. Darü'l-kütübi'l, ilmiyye, Beyrut, 1997;

178 Cevziyye, Kitabü's-Sevaiki'l-Mursele, c, 3, s. 880, Darü'l-Asime, 3. bas. Riyad, 1998. 179 İsra, 17/15.

Durum hasen fiiller için de aynıdır. Dolaysıyla peygamber gelmeden önce, hüsün ve kubuhun zatîlikleri sevab ve ikabı gerektirmez. Çünkü böyle bir şey kur'anın açık ifadesiyle çelişmektedir.

Buna delil olan bir ayet-i kerime de şudur; ( müjdeleyidler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.)181 Bu ayet-i kerime de açıkça şunu ifade eder; peygamberler gelmeden, insanların bahaneleri, mazeret öne sürmeleri (hüccet) ortadan kalkmaz. Bu da mazeretleri ortadan kalkmadığı zaman da Allahın azap etmeyeceğine delalet eder.

Bütün bunlarından şu sonuç çıkmaktadır; hüsün ve kubuh zatîdir ve aklîdir. Ama sevab ve ikab şer'îdir.182

B- EŞ'ARÎLERİN HÜSÜN VE KUBUH ANLAYIŞI

Benzer Belgeler