• Sonuç bulunamadı

MATÜRİDILERE GÖRE HÜSÜN VE KUBUH'UN ANLAMI

C- MATÜRİDILERİN HÜSÜN VE KUBUH ANLAYIŞI

1- MATÜRİDILERE GÖRE HÜSÜN VE KUBUH'UN ANLAMI

Değerlerin akılla ilişkisi konusunda farklı bir anlayışa sahip bulunan Matüridîlerin219 çoğunluğuna göre hüsün ve kubuh kısmen aklî kısmen de şer'îdir.220

Ancak esas itibariyle hüsün ve kubuh fiillerin zatî bir vasfı olup aklen idrak edilmekle birlikte bu husus bazı şartlarla sınırlıdır. Buna göre akıl bütün fiillerin hasenliğini veya kabîhliğini kavrayamaz. Ayrıca hüsün ve kubuhun bazı şartlarda kişilere göre değiştiği de bilinmektedir.221

Matüridîlere göre hüsün emrin mûcebi değil, emrin medlulüdür. Yani emir, emrolunan şeyin hüsnünü icap ettirmez. Belki Şeriat, emrettiği şey güzel olduğu için yapılmasını emretmiştir. Yasak kıldığı şey de, çirkin olduğu için, zatında bir çirkinlik ciheti bulunduğu için yasaklamıştır. Ancak bu hususu idrak ederek, güzellik veya çirkinliğe hükmeden -mutezile'nin dediği gibi- akıl olmayıp şeriattır. Çünkü akıl, güzel olan bir şey yapıldığı için ahirette mükâfat verileceğine hükmedemez.222

Matüridîlerin bu konudaki temel tezi, Akıl, bir şeyin hüsün veya kubuhunu idrak edilebilirliği,223 ancak teklif konusunda müstakil olmadığıdır.224

Ebu Mansur el-Matüridî(v.333/944)225, hüsün ve kubuh fiillerin mahiyetine ilişkin vasıflar olduğunu, yaradılışı itibariyle insanın duygusal olarak bazı fiillerden hoşlanmasına rağmen aklın sonuçlarını dikkate alarak bunların hasenliğine hükmettiğini, duyguların meylettiği bazı fiillerin sonuçlarını düşünerek bunları da kabîhlikle

219 Matüridiyye Mezhebi; Ebu Hanife ve Ebu Mansur el-Matüridi’nin görüşleri etrafında oluşan Kelam Mektebi. Bazı kaynaklarada göre Hanefiyye-Matüridiyye olarak da adlandırılan Matüridiyye Mezhebinin kuruluşunu Ebu Hanifeye kadar götürmek mümkndür. Ebu Hanife’den Matüridiyye’ye kadar geçen bir asrı aşkın dönemde Ebu Hanifenin görüşleri öğrencilerince nakledilmesi bunların etrafında yeni alimlerin yetişmesini sağlamiştir. Matüridi, nasları ihmal etmemekle birlikte itikadi esaslrın yanı sıra islamın bütün ana ilkelerini aklî bilgilerle yoğun bir şekilde temellendirmeye çalışmıştır. Bkz. Yavuz, Yunus Şevki, DİA c, 28, s. 165, İSAM yay. İstanbul, 2003.

220 İzmirli İsmail Hakkı, a.g.e. s, 72; Çelebi, a.g.m. s: 69; Muhammed Ebu Zehra, Tarihü'l-Mezahibi'l- İslamiyye, c, l, s. 179; Çelebi, DİA c, 19, s, 62, İSAM yay. l.bas. İstanbul, 1999;

221 Çelebi, a.g.m. c, 19, P, -ı2, İSAM yay. l.bas. İstanbul, 1999. 222 Aydın, a.g.e. s, 384.

223 Şerafeddin, Gölcük, Kelam Açısından İnsan ve Fiilleri, s, 265.

224 Topaloğlu, Bekir, Kelam İlmi, s, 146, Damla yay. S.bas. İstanbul, 1988; Durmuş, a.g.e. s, 37. 225 Matüridiyye Mezhebinin kurucusu. Esas adı; Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud el-

Matüridi es-Ssemerkandi. Doğum tarihi tam bir şekilde bilinmiyor ancak H. 248’den önce doğmuş olabileceği hususunda kanaatler belirtilmektedir. Vefat tarihi ise 333/944 olak kabul edilmektedir. Bkz. Gölcük, Şerafeddin, Kelam Tarihi, s. 111, Esra yay. İstanbul, 1998; Bkz. Şükrü Özen, TDV İslam Ansiklopedisi, c, 28, s. 146, İSAM yay. İstanbul, 2003.

vasıflandırdığını söyleyerek hüsün ve kubhun kavranmasında akıl yürütmenin önemli olduğuna işaret etmiştir. O'na göre insanın varlık ve olaylara dair bilgisi arttıkça ve bunları aklî tahlillere tabi tuttukça hüsün ve kubuh konusunda daha isabetli sonuçlara ulaşması mümkündür. Ancak bu, her aklın vahiyden bağımsız olarak bütün ayrıntılarıyla fiillere ait hüsün ve kubuhu bilebileceği anlamına gelmez, aklın değerler konusundaki kapasitesi sınırlı olup bu sınırın ötesini bilmek vahiyle mümkündür.226

Matüridîler, hüsün-kubuh konusunda Eş'arîlerle mutezile arasında orta bir yol izlemişlerdir.227 Fiillerde bizatihi hüsün ve kubuhun mevcut olduğunu kabul ederek

mutezile ile görüş birliğinde bulunmakla birlikte, onların hüsün ve kubuhun her halükarda zatî olduğu iddiasına karşılık "zatî" tabiri ile bir fiilin hüsün ve kubuh ile nitelendirilmesinde insanların çoğunun maslahatına uygun veya aykırı olmayı yeterli görme noktasında onlardan ayrılmışlardır.

Matüridîler, aklın fıillerdeki hüsün ve kubuh'u tek başına idrak edebileceğini söylemek suretiyle mu'tezileyle görüş birliğinde olsalar da, akıl'in hasen gördüğünü emretmeyi, kabih gördüğünü de yasaklamayı Allah'a vacip kılmamak ve aklın tek başına ulaşacağı hüsün ve kubuhla teklif vaki olamayacağını, günah ve sevapla mükellef tutulmanın ancak peygamberlerin tebliğiyle mümkün olduğunu beyan etmek suretiyle mutezileden ayrılmışlardır.228 Yani Akıl, sem'î delil olmadan da hüsün ve kubuh'u bilebilir ancak vacip veya haram kılamaz.229

el-Matüridî'ye göre her ne kadar hüsün ve kubuh akılda küllî olarak mevcut ise de detaylarda aklın bunları kesin olarak tesbit etmesi mümkün değildir. Mesela akıl, nimet vereni tanımanın ve ona teşekkür etmenin Hasenliğini, Onu inkâr etmenin ve nimetlere rağmen nankörlük etmenin Kabihliğini genel olarak bilebilir. Ancak insan, nimetlerin farklı ölçülerde olması dolaysıyla her bir nimet karşılığında ne ölçüde şükredeceğini bilemez. Kendi aklıyla bu inceliklere ulaşamaz. Bu da aklî bakımdan sözkonusu nimetleri verenin insanlara bir haberci gönderip bildirmesini gerekli kılar.230

226 Matüridî, Ebu Mansur, Kitabü't-Tevhid, s. 218–224, el-Mektebetü’l-İslamiyye, İstanbul, 1979; Çelebi, DİA a.g.m. c, 19, s, 62.

227 Bazılarına göre Eş'arîlere ile Matüridîler arasındaki ihtilaf lâfzîdir. Bkz. el-Bûtî, el-İnsan Müseyyerün em Muhayyerün?

228 Çelebi a.g.m. s, 82.

229 Beyadî, Kemalüddin Ahmet, İşaratü'l-Meram min İbarati'l-İmam, s. 75, Darü'l-Kitabi'l-İslamî, 1. bas. İstanbul, 1949.

Beyadî (v.1097/1686) de, Matüridîlerin görüşleri olarak, hüsün ve kubuh'un emir ve nehyin medlulü olup gereği olmadıklarını nakleder.231 Ancak sem'î delil olmadan bütün fiillerdeki hüsün ve kubuh'u idrak edemez. Ramazanın son günü orucunun hüsün'ü ve bayram günü orucunun kubuh'u gibi.232

Pezdevî (v.1099) de, fiillerdeki hüsün ve kubuh'un emrin veya nehyin gereğimi yoksa emrin/nehyin "medlûlü"mü konusunda ihtilaf edildiğini kaydettikten sonra kendi kanaatini emrin "medlulü" olarak belirtmektedir. Hüsün ve Kubuhun ikiye ayrıldığını, birinci kısım; -Hasen'e örnek olarak- adalet, faydalı doğruluk, nimete teşekkür vb, fiillerdeki hüsün, -Kabîh'e örnek olarak da- zulüm, faydasız yalan, nankörlük vb. fiillerdeki kubuh akılla bilinir, ikinci kısım, ibadetlerin şekli ve sayısındaki hüsün ise sadece vahiyle bilinebilir. Vahiy, aklın tesbit etmiş olduğu bir hükme paralel olarak geldiği vakit onu t'ekit etmiş olur, der.233

Serahsî(v.1090)) ve Kadihan(v.592/1196) gibi âlimlerin de içinde bulunduğu bir grup da epıstemolojik yönden Eş'arîlerin görüşünü benimsemişlerdir. Onlara göre, fiillerdeki Hüsün ve Kubuh, haklarında farz veya haram gibi hükümlerin sabit olmasını gerektirmez; sadece güzel fiillerin vücûba, çirkin fiillerin de haramlığa müstahak olduğunu gösterir. Bir şeyin bir hükmü hak etmesi, o hükmün sabit olmasını gerektirmez, bu nedenle bir şey hasen olduğu halde farz, bir şey kabih olduğu halde haram kılınmamış olabilir. Çünkü hüsün ve kubuh daha umumî, farz ve haram ise hususi lafızlardır. Umumi bir lafzın sabit olmasından hususi bir lafzın sabit olması gerekmez.234

Ancak Akıl icmalen, hüsün işleyenin sevaba, kubuh işleyenin de ıkaba müstahak olduğunu kani' olur. Ama sevap ve ikab'm keyfiyetinin bilinmesi vahye ihtiyaç vardır.235 Bunun için şeriat gelmeden şer'î hüküm sabit olmaz. Nitekim peygamber gönderilmeden azap edilmeyeceğini bildiren ayet-i kerime236 de bunu te'yid eder.237

231 Beyadî, a.g.e. s,75–76. 232 Beyadî, a.g.e. s, 76.

233 Çelebi, Klasik Bir Kelam Problemi, s, 69–70. 234 Çelebi, a.g.m. s, 70.

235 Beyadî, a.g.e. s, 76. 236 İsra, 17/15.

Benzer Belgeler