• Sonuç bulunamadı

Sanatta Batılılaşma ve Süsleme Sanatlarına Etkisi

3. KAVRAMSAL ÇERÇEVE

3.1. Sanatta Batılılaşma ve Süsleme Sanatlarına Etkisi

Osmanlı İmparatorluğu XVI. yüzyılda büyük bir coğrafyaya hâkim olmuş ve birçok kültürü bünyesinde barındırmıştır. Osmanlı imparatorluğunun siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel gücü XVII. yy kadar büyük oranda hissedilmiştir. Daha sonra bu yükseliş yavaş yavaş durma ve gerileme dönemine girmiştir, Askeri alandaki yenilgiler, kaybedilen topraklar ve siyasal, kültürel açıdan Osmanlıyı Avrupa’dan geri bırakmıştır. “1699’da yapılan Karlofça Antlaşması sonucu ilk defa Avrupa’da toprak kaybına uğrayan, askeri ve siyasi gücünü yitirmeye başlayan Osmanlı; gerileyiş nedenlerini ve dünya içindeki konumunu sorgulamaya başlamıştır. XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren de batı ile ilişkilerini gözden geçirip aradaki açığı kapatabilmek amacıyla batılılaşmaya yönelmiştir”.(Çetintaş 2001,76)

Bu dönemde soysal, kültürel, siyasal açıdan Avrupa’nın geldiği seviye

Osmanlıyı kendine hayran bırakmıştır. Bu nedenle girişilen Askeri, siyasi ve sosyal değişimlere Batılılaşma adı verilmiştir. Böylelikle Osmanlı’da batı kültürüne ilgi ve özenti doğmuş, bu ilgi özellikle sarayın üst kesimindeki kişilerde görülmüştür. Osmanlı’da Batılılaşma süreci, Sultan III. Selim döneminde belirginleşmeye başlamıştır. II. Mahmut döneminde ise hız kazanmıştır. Abdülaziz döneminde de son halini almıştır. Sanatta batılılaşmanın Türk Halkına yansıması 1726 da başlayan Devri adı verilen zaman diliminde hissedilmiştir.

Toplum içinde en hızlı ve kolay şekilde yayılma gösteren olgulardan biri de “sanat” tır. (Mustafa CEZAR bununla ilgili Sanatta Batı’ya Açılış ve Osman Hamdi, (1971:3) adlı eserinde şu şekilde bahseder.”Zira sanatın kaynağı topluma, gücü toplumun kültür yapısına bağlı olmakla beraber, onda ferdilik ferdiliğe bağlı hürriyet vardır”. Demiştir. Bu maksatla Sanatçı şüphesiz toplum dışı bir varlık değildir. Yani o da herkes gibi toplum içinde beslenir toplumdan esinlenir bu bakımdan sanatçının kendisi de, sanat eserine ilgi gösterip ondan duygulanan kimseler de, toplumun kültür

yapısı ve değer yargılarına bağlıdır. İşte bundan dolayıdır ki, sanat için sınır teşkil eden veya onu etki altına alan şey, devlet otoritesi değil, kültürel yapısı ve ona bağlı değer yargılarıdır. Sanatçı kendi çalışma alanında topluma yeni fikirler, anlayışlar ve heyecan alanları sağlayan, kültür yapısını değiştiren bir kimliğin sahibi olur.

XVIII. yüzyılda batılılaşma hareketleri Osmanlı ülkesine matbaayı da getirmiştir. Matbaanın gelişi yazma sanat eserlerine, kitap sanatlarına da zarar vermiştir. Daha önce kitap sanatları olarak bilinen tezhip, hat sanatları yazma eserlerde sanatçı ya da hattat tarafından el ile özenle nakış nakış adeta işlenirken matbaa sayesinde tek örnekten birçok kitap çoğaltılmış ve zamanla hattatların, kitap sanatçıların azalmasına sebep olmuştur. Elbette yararı olduğu aşikârdır basılan birçok kitap daha kısa sürede daha çok kişiye ve maliyeti daha az olarak insanlara ulaştırılmıştır ama sanata ve sanatçıya itibar kaybı yaşatmıştır. Batıdan gelen dış etkiler ilk olarak süsleme sanatlarında görülmüştür. Geleneksel Türk süsleme sanatları XVIII. yüzyıla kadar klasik dönemini yaşamışken bu dönemden sonra batı etkisine girmiştir. Barok, rokoko tarzı motifler kompozisyonlarda kullanılmaya başlanmıştır. Klasik motiflerden bitkisel motifler, yaprak, hatayi, penç gibi motifler barok-rokoko tarzına benzetilmeye çalışılmış, motifler doğadaki stilize halinden çok daha farklılaştırılmış ve daha gösterişli bir hal almıştır.

Osmanlı’dan Avrupa’ya gittiği bilinen lale’nin batıdaki ilk resimleri Gesner’in 1561 tarihli kitabındaki Tulipa Turcarum ile Plantarum Historia’sındaki çeşitli lale gravürleridir.

18.yy diğer çiçek ressamları Ali Üsküdari, Abdullah Buhari’nin ise çiçekleri zarif ve gerçeğe yakın tasvir ettiği söylenebilir.

Kısaca diyebiliriz ki, hiçbir zaman bir Batılı sanatçı gibi botanik illüstrasyon kaygısı sanatçılarımızı sarmamış, her zaman çiçeği güzelliği için sevmiş ve kendilerine güzel geldiği gibi çizmiş ve boyamışlardır.

3.1.1. Türk Süsleme Sanatında Batılı Ögeler

3.1.1.1. Rokoko Uslübu

Rokoko akımı ilk 17. yüzyıl ortalarında, İtalya’da ortaya çıkmış bir akımdır. Daha sonra bu akım Almanya, Fransa, Hollanda, İspanya, İngiltere gibi Avrupa ülkelerine de ulaşmış, her birinde farklı şekilde ele alınıp yorumlanmıştır.

Rokoko aslında bir üslup değildir. Çünkü mimarlığı kapsamaz. Yalnız dekorasyon anlayışı olarak kalmıştır. Fransa’da rokoko başka adlar altında geçmektedir. XIV. Louis üslubu ve Napolyon üslubu dönemin “ Empire” sanatı olarak geçmiştir.

Bu dönemde süslemede, özellikle tavan dekorasyonunda bir akantus yaprağı kompozisyonu hüküm sürer, palmiye, midye kabuğu 3 boyutlu olarak ortaya çıkmıştır. Ayrıca motif olarak çiçekler, hayvanlar gibi unsurları katarak, bütün duvarları kaplamıştır.

Avrupa’da rokoko sarayda değil kenti merkez alan bir akımdır. Osmanlı sanatında meydan çeşmeleri, anıtsal çeşmeler, bezemeyle süslenen çeşmeler ayrı birer sanat eseri olarak ortaya çıkmıştır.

Rokoko iç mekânda hareketli motifler, gölge-ışık etkisi veren desenler, büyük hareketli çizimler olarak ortaya çıkmıştır. Bu akımın Osmanlıya yansıması ise şöyle özetlenebilir. Yapılar geleneksel düzendedir tasarımlar birdenbire bozulmaz, değişim içeride ve ayrıntılarda gerçekleşir. Örneğin Topkapı Sarayı iç mekânları süslenir. Çeşmelerde ise rokoko dış motiflerde uygulanmıştır.

Çeşmelerin küçük ve üzerinde çalışılması kolay yapılar olması Batı etkilerinin yoğun olarak kullanılmasına neden olarak gösterilmiştir.( Dünya Sanat Tarihi,1992 : 483)

3.1.1.2. Barok Uslubu

Barok sözcüğü, Portekizce Barucca sözünden gelir. Portekizcede garip biçimli, eğri-büğrü incilere verilen bu küçültücü ad, Rönesans ilkelerine bağlılıkta direnen

tutucu kişilerce konulmuştu. XVIII ve XIX.yy’da Avrupa baroğu olarak geçer.(Dünya Sanat Tarihi,1992: 456).

Osmanlı imparatorluğunda XVIII ve XIX. yy da sanat anlayışı ile Rusya ve Çin’de gördüğümüz şişkin kubbeler ve süslü saçaklı mimariler gibi unsurlar barok üslubunu yansıtırlar. Klasik eser kuralları bağlı iken barok kuralları reddeder.

Barok dini yapılarda ve saraylarda dev sütunlar, ağır saçaklı kornişler, cilalı mermerler, altın yaldızlar, evliyalar, melekler boya ve altının karışımı içinde dindarlığı da öne çıkaran bir havası vardır.

1700 yıllarından itibaren Osmanlı imparatorluğu çöküş döneminde batıdaki bu abartmalı sanatı görecek ve çöküş içinde olmasına rağmen kendine layık bir sanat olarak Türk baroğunu benimseyecektir.

Barok üslubuna örnek bir camii Nusretiye camiidir. Camii de oran-orantı değişmiş ana kubbe yüksek olmasından dolayı minareler ince ve uzun yapılmıştır.

15 yıl sonra Osmanlı Baroğu denilen eserler ortaya konmuştur. Osmanlı Baroğu zayıf bir taklitçilik şeklinde ilerlemiştir. ( Dünya Sanat Tarihi,1992)

Osmanlı Baroğu olarak tanıtılan eserler: Meydan çeşmesi, sebil, şadırvan, türbe gibi küçük boyutlu yapılar olmuştur.

3.1.1.3. Sebillerde Barok-Rokoko Üslubu

Bu dönemde klasik mimarinin özelliklerinden ayrılarak daha gösterişli bir tesir bırakılmak istenmiştir. Lale devrinde başlayan yenilikçi biçimler yepyeni bir stile dönüşmüştür.

Sebillerde Türk Barok biçimlemesi kendine has farklı özellikler taşır. Rokoko ise sebillerde dışa ait bir süsleme sanatı olmuştur.

Sebil planlarında, dış ve iç bükeyli yuvarlak plan biçimi genelleşmiştir. Cepheler yine bölümlüdür. Fakat mimari elemanlar biçim değiştirmektedir.

Örnek: Tersane Emini Recai Mehmet Efendi Sebili (1775). (İstanbul’daki Kaptan-ı Derya çeşmeleri ve sebilleri,1995)

3.1.1.4. Ampir Üslubu

Bu dönemde düz çizgilere ve sade yüzeylere dönülmüştür. Sebil planlarında yuvarlak biçim yaygın olarak görülmektedir. Dörtgen planlı yapılarda rastlanmaktadır. Cepheler geleneksel tipten ayrılmıştır. Düz cepheler mermer ile kaplanmıştır.

Tezyinatlar daha çok şebekelerde ve frizlerde yer almaktadır. Yeni motifler görülür, bunlar uçuşan kurdeleler, zeytin, meşe, defne, yapraklarıdır. Kolon gövdesi düz ve başlıkları silmelidir.

Yüzeylerde fazlaca simetri, detay inceliği ile düz çizgiler ortaya çıkmaktadır. (İstanbul’daki Kaptan-ı Derya çeşmeleri ve sebilleri,1995)

3.1.1.5. Lale Dönemi Üslubu

Bu dönem sebillerinde Türk klasik stilinden pek uzaklaşılmasa bile tezyinat ve motiflerde, yeni sanat akımlarının etkisi görülmektedir.

Klasik dönemdeki çokgen, çıkıntılı, köşeli plan tipi tamamıyla bırakılmamıştır. Planlar genel olarak yuvarlaktır.

Tezyinat, bütün yüzeye yayılmıştır. Rumi ve hatayi motifler, kıvrık dallar görülür. Stilize laleler, güller, vazolar, meyveler, rahleler üzerinde armut, elma vb. meyve tabakları kabartma olarak işlenmiştir.

Örnek: Kaptan-ı derya İbrahim Paşa Sebili ( 1708). (İstanbul’daki Kaptan-ı Derya çeşmeleri ve sebilleri,1995)

Benzer Belgeler