• Sonuç bulunamadı

SANAT YAPITI NEYİN VE KİMİN ŞEYİDİR?

Belgede Sanat ve Direniş (sayfa 85-89)

Her bakılan şey bakanına benzer... Bakmak: gözle görülenin dile çevrilme evresinin ilk hali! Bakıyoruz ve bakıp gördüğümüz şey hakkında bilgi edinme ihtiyacı hissediyoruz. Her şeyin bir varlık düzlemi vardır; biz de bu düzlemde şeyle ilgili epistemik, ontik ve ampirik bir ilişkiye giriyoruz. O şey bir isimdir önce, sonra işlev, daha sonra da anlam. Yine de biz neysek ve ne kadarsak, o şey de ancak o kadar bize dönüyor. Aslında bahsettiğim şey (nesnel-öznel ayrımı yapmadan) “beğeni”nin kendisidir. Ne kadar anlıyorsak o kadar beğeniyoruz. O zaman “iyi”nin ya da “güzel”in ölçeği beğeni olabilir mi(?) diye sormak gereği çıkar ortaya. Eğer yanıt “evet” ise iyi ve güzel kavramlarıyla yüzleşmeye hazır olmalıyız. Buna olanak sağlayan tek girişim alanı ise sanattır. Beğeni başıboş bir sezgiden beslenmiyor elbet; beğeni, bizim evrenle ilgili entelektüel yetişkin-liğimizi ve yargı dayanaklarımızı içerir.

Dilde olsun plastik ve görsel düzeyde olsun, eğer ortada dönüştürü-len ya da entelekya tarafından yeniden üretidönüştürü-len bir anlam veya gös-terge varsa, bakmamız gereken şey sadece üretimin kendisi değil, üretendir de. Üreten, üretilen ve bakan (izleyen) arasında oluşturu-lan bu triloji aynı zamanda şey’in uzam geometrisini de oluşturur. İnsanların yer kaplayan şeylerle kurduğu ilişki, aslında ‘şey onto-loji’sine ilişkin kurdukları anlamın kendisidir. İşte bu nedenledir ki, bir bilgi nesnesi olarak üretilen sanat yapıtının insan yaşamını kuşatan diğer şeyler’den ayrımsanacak nitelikleri taşımasından ya-nayım. Ne sadece kavram ne de sadece şey sanatın zihinsel etkinlik alanında kendi başlarına öncü olamazlar.

Sanatta ‘yapmasını bilmek’ ve ‘bakmasını bilmek’ aynı derecede etkin bir tasarım ve üretim deneyiminin iki ayağını oluşturur. Neyi ne kadar yetkin yapabilirsek ve neye ne kadar yetkin bak-masını bilirsek o kadar yatkınlık becerisi oluştururuz. Sanatın bu beceriden yoksun olması onu basit bir kültür aktivizminin parça-sı kılar. Saf entelektüel konuşmalardan ve dil-kavram hâkimiyetli yapıt argümanlarından öteye gidemeyen sözüm ona sanat etkin-likleri hiç şüphesiz sadece bir zihin dışkılama işleminden öteye gidemeyeceklerdir.

Sanatçı ne bir şeylere göre, ne de bir şeyler için üretir. Sanat ken-dindelik arayışı içinde yaşamın her alanından beslenebilir ama her şey kendi olmak ve kendi kalmak içindir. Sanatçının kendi nitelik-sel kaygıları ve evren bilgisi iştahıyla sanat yapma adına ürettikle-ri, diğer değişik düşünce disiplinlerinden ayrılamazsa, sanat kendi edimsel içeriğinden koparılmış olur; bununla birlikte bunu yapa-nın da sanatçı olma durumu ortadan kalkar. Eğer sanat kavramı belirli bir tanımı içeriyorsa, sanatçı da o işi yapan oluyorsa, tanımın dışında yapılan bir işin, inkâr edilen tanıma dayalı bir adlandırıl-maya tabii tutulması çelişkili olur. “Sanata karşı sanat” saçmalığın-dan bu yana “sanat umurumda değil” diyenlerin sanatçı edalarıyla sanat etkinliği adı altında ortaya koydukları dışkılama seremonisi olsa olsa, skatofil bir dışavurum göstergesi olarak algılanabilir. Eğer “ben ne yaparsam sanat olabilir”se insan dışkısının da yapıta dönüşebileceği bir kapsam dahiline girer. Piero Manzoni “Sanatçı Boku” diye adlandırdığı (Merda d’artista 1961), içinde kendi dışkı-sının bulunduğu konserve kutularını (90 adet) o dönemin borsa-daki altın değerine karşılık bir değerlendirmeye eş tutarak gösteri-ye çıkarması bu tür entelektüel eğilimlerin sıfırlanma anını zaten oluşturmuşur. Bunun üzerinden bir kez daha yeniden canlandırma yapılması böylesi ötecil bir düşüncenin doğasına aykırı olur. Çünkü bazı düşünceler, Marcel Duchamp’ın Pisuar’ı (Fontaine, 1917) gibi bir defalık eylemler için geçerlidir. Carl G. Yung’un psikoanalitik değinmelerinden yola çıkarak “dışkı” sözcüğünü altın değerine eş düzeyde onore etmek gerçeküstücülerin leitmotivlerinden biriydi de; ve elbette ki burjuvazinin kültürel değerler silsilesine karşı radi-kal politik bir karşıgelim göstergesiydi. Ancak günümüzde –Güncel Sanat adı altında– bu tür eğilimlerin tekrar edilmesine tanık olmak bir sıradanlık haline gelmiştir. Bir yandan “aldırmazlık” tavrı, diğer yandan da estetize edilmiş bayağılığın bir özsaygı seremonisine dö-nüşmesi oldukça sayrıl bir entelektüel ortamı işaret ediyor. “Sanatın ereği kendisidir” diyen Marx’ın, her düşünce alanına ken-di özgürlüğünün verilmesi hakkında en doğru sözlerden birini söy-lediği ortada. Özdeksel ve tarihsel diyalektikten kopmadan kendi düşünce sistemi içinde üreten sanatın, kendi bilgi nesnelerini üre-tirken her türlü akıl otoritesinden arınarak kendi aklını inşa etmesi

işte böylesi bir kendindelik arayışıdır. Burada kastedilen sanatın kendi ortodoksisini kurmak değil, tam aksine saklı bir doxa olarak yer kazanmaya çalışan neo-liberal sanat tanımlarının karşısında sanatın özerk entitesine sahip çıkmaktır. Kestirmeden şunu söyle-yebilirim: sanat yapıtı sanatın ve sanatçının “şey”idir. Sanatın sınır-larını genişletmek yerine, sınırları ortadan kaldırmak isteyenlerin çabası boşunadır. Özgürlük kendini bilmektir kaybetmek değil. Sanat yapıtı neyin ve kimin şeyidir(?) sorusunu sorarken anlam ve yapıt ilişkisi açısından ne tür bir yanıtla yetinmek durumunda ol-duğumuza da bir bakmak gerekir. “Anlamın modası geçmek üzere. Amacı sezilebilen bir tuvale artık uzun süre bakamıyoruz” diyor Emile M. Cioran, Varolma Eğilimi kitabında. Apaçıklık ve berrak anlam iddiası taşıyan yapıtlardan sıkıcı şeylermiş gibi bahsetmesi-nin altında yatan rahatsızlığı kavramak güç değil. Amacın yapma eylemini öncelemesi, yapıtı bir düşüncenin gösterilebilenle imge-lendirilmesi düzlemine taşır. Burada anlam, yapıtın önünde duran öncelikli bir gereklilik olarak çıkar karşımıza. Her anlam, göste-rilebilenle istediği apaçıklığa kavuşma hakkına sahipse, yazıdan görselliğe geçmenin bir gereği olur muydu? İmgeyi çerçeveli an-lamlardan bağımsız kılmayı bildiğimiz zaman resim sanatına kendi görüntüsünün özgürlüğünü vermiş oluruz.

Bir yapıt sadece anlaşılmak –anlamlandırılmak– için değil, çözüm-senmek ve nedenselliğine yaklaşılmak için de ele alınır. Yani yapıt sadece anlamsal açıdan çözülmesi gereken bir şifre değil; herhangi bir iletişim gereci niteliği taşımaz. Yapıt tinsel ve zihinsel bir coğ-rafyaya odaklanmanın diyalektik süreçte ortaya çıkan nesnesidir; belki de ikamet mekânıdır. Yapıtın eyleyicisinin de bundan farklı bir yaklaşımı yoktur. Yapıt anlatmanın değil kavramanın aracı sa-yılmalı. Ona bakmak o zaman anlamlı olur; daha doğrusu onda yaşamak...

Yapıt sergilemeyi bir görücüye çıkma işlemi olarak benimseyen sö-züm ona sanatçıların sergilemek değil de sergilenmek derdinde ol-duklarını kaç sanat izleyicisi algılayabilir ki? Sanatçıyı yaşamı süsle-yen aksesuar üreticisi olarak algılayanların karşısında bir bit pazarı esnafı gibi duran şu sözüm ona sanatçıların hayran duygudaşlığı

rollerine girme hallerinden kaç sanatsever anlar ki? Sanat yapma-nın mevcudiyet sorunuyla ilgili olduğunu kavrayabilmek şöyle dur-sun, yapıtın hangi ontik tabakaya ait olduğu konusunda kıl kadar akıl yürütmeyen bir kişinin, yaptıklarına “anlam” yükleyerek onları “yapıt” kılmak istemesi bir sanatçı eyleyiciliği sayılmaz.

Yapıt, tahayyül odaklanmasının görüntüye yansıması durumunun aracı değil; yapıt, algı sürecinin düşünsel boyuttan nesnel üretim boyutuna aktarılma durumunda bir başka dile dönüşmüş halidir. Plastik sanatları yazın sanatından ayıran niteliksel ayrım da bura-da yatar işte. Kavram-merkezli yapıtların anlam-merkezli olmaya mahkûm olma durumları da bu ayrımın yapılamamasından kay-naklanır. Nesneye fikir giydirmek ve nesnenin fikrin üretim aracı olmasını sağlamak arasında fark vardır. Bir nesneye fikir giydirmek anlamı görüntüde olanla sınırlamaktır. Fakat fikrin üretim aracı olmasını sağlamak, nesnenin kendisinin üretimini anlamlı kılar; anlamın üretimini değil. Anlam nesnenin doğasında değil duru-munda bulunur. Ancak, bu gerçeklik de şeyleri yapıt kılmaya yeterli değil; nesnenin doğası da yapıtın bilgi silsilesinde yer alması gere-kir. Öyleyse “anlam” yapma-oldurma eyleminin kendi nedenselliği içinde yer alır, yapılan şey’in görüntüsünde değil.

“Sanat yapıtı kimin ve neyin şeyidir(?)” sorusu doğal olarak yanıtı-nı “sanat yapma” eyleminin içinde bulur. Sanat yapıtı sanat yapıtıyanıtı-nı eyleyenin ve sanat yapma eyleminin şeyidir. Yapıtın ve sanatçının üzerine egemenlik kurmaya çalışan kurumsal statülerin değil.

SANAT BİR OYUNSA –OYNAMAYI KİM SEVMEZ?

Belgede Sanat ve Direniş (sayfa 85-89)