• Sonuç bulunamadı

GÜNCEL SANAT’IN DALGINLIK SORUNU

Belgede Sanat ve Direniş (sayfa 72-78)

Tarih tekerrürden ibaret değil, tükürdüğünü yalamaktan ibarettir. Her gün yeni bir gün olsa da pişmanlıklarımızı ve perişanlıklarımı-zı yineleyerek başlıyoruz ona. Geceler uyku zamanı olduğu sürece ve düşler akla sarkıntılık yaptığı sürece gerçek hep taciz sever bir uzuv olarak kalacak. Sanat kendinden nefret edeli beri, bir ihanetin iti olmaya mahkûm kıldı kendini. Sanatın o akılcı yararsızlığı nasıl bir delirme faydasına dönüşüyorsa, doğru adına yapılan tüm iddia-lar da saçmayı kostüm bildi kendine.

Sanat, tarihten kopma ve ona ulanma döngüsü içinde ilerlerken, bugün kendini yerinden eden bir anlam çingenesine dönüştü. Bir yerde ne kadar (namevcutsa) yoksa o kadar kendidir. Şu anlaşılıyor ki, mevcudiyet sorununu iplememek, yeni bir varoluş paradigma-sını oluşturma arayışına dönüştü. Nerde, ne zaman, neden sorula-rının, “sadece burada”-“sadece şimdi”-“sadece bunun için” yanıtla-rına kilitlenmesi, edimsel ve tarihsel olan arasındaki zamansal bir yarılmanın göstergelerini oluşturur.

Güncel olana bir gösteri sahnesi oluşturma kaygısı taşıyan post-sanat, aslında bir eylem kadavrasının salon dekorasyonuna dönüş-mesinden başka bir şeyi beceremedi. Bunun üzerine bezenen her türlü metin, sadece dil aşırı bir gevezeliktir. Çok az “şey”e, anlam taşırmalarından oluşan bir kavram aşuresi yaparak çok “önem” giy-dirmek, yapıtı gereksiz kılarken, “kılgı” sadece bir “söz etme” gerek-liliğinin bahanesine dönüşür.

Dadaizm’i sanatın gün batımı olarak algılamakla yeni bir anlam erkçiliği yaratarak, söz’ü yapıtın önüne alanlar “güncel sanat” adı altında Neo-nihilizm’i gerekircilik argümanlarının içine yedirme-ye çalışıyorlar gibi bir izlenim edindim. Sanatın kendiliğindenlik haline bir “yaratan” bulma arayışına benzeyen bu eğilim, sanatçıyı küratör tarafından yaratılan konumuna sokar.

Yapıtın kılgı sorununun önüne geçen gösterilme sorunu, sanatın felsefe akarından kültür akarına sıçramasını sağlar. Sanatı entelek-tüel bir vakit geçirme aksesuarına dönüştürme riski taşıyan gösteri

zarafetleri ve metin erkçiliği, yapıtı da sanatçının elinden alma hak-kını kendinde görür. Kritik ve analizin yerini, bilgi donanımı göste-risine çevirme gibi uğraşlar sanatsal yeteneğin değil, sosyo-kültürel etkinliğe yönelik başarının bir öznesi olarak sunar yapıtı. Güncel sanatın yaşadığı en önemli sorun da budur sanırım.

Güncel sanat, belki tarihin tekerrürden ibaret olduğu düşüncesin-den değil, tekerrürün tarih yaptığı yanılgısından yola çıkarak, bir tekerrür firarisi olma çabasına girmiştir; fakat, tarihin içini boşalt-ma gibi bir boşboğazlığın da içine düşmekten kendini alamıyor. Sıradanlıkları bir yüzleşme fenomeni olarak sanatsal ifade araçla-rının yerine koymak ve bu tür bir yaşam-sanat geçişliliğini süblime etmek, kendi içinde bir tarafsızlık otoritesi yaratır. Yapıtın norma-liteden ayrık durma eğilimine karşı geliştirilen bu tür bir farksızlık arayışı, aynı zamanda, bilginin farkındalığı besleyen belirleyiciliği-ni de gereksiz kılar. İlgi, bilgiyle sarmallaşarak kendi anlak bünye-sini oluştururken, ilgilenme yoluyla “o şey” hakkında söylenilebilir olan da kendi dilini oluşturur. En azından bu dilsel yöneliş, sanatı diğer bilgi disiplinlerinden ayrı kılar. Kim bilir; belki de postmo-dernite denilen şey, derin bir dalgınlığa düşmüş olmanın yarattığı afallamaya mazeret uydurmanın ta kendisidir.

Dalgınlıklar boşluk yaratır; boşlukların içinde beliren düşünce kı-pırtılarını, hiç gerçekleşmemişliğin filizlenmesi olarak algılamak da bir buluş olur. Zaten güncel sanatın bir sosyal entelekya etkinliği haline dönüşmesinin altında yatan neden de budur: istekli dalgın-lığın, farkındalığın yerini alması... Hayallerimizin dikine giden ger-çeğin tacizci halinden kurtulmanın bir yolu mu bu?

Sanat güncelleyici mi? Sanat güncelleştirir mi? Sanat güncelde mer-kezleşebilir mi? Sanat gündelik cebelleşme mi? Sanat gündemle eş-leşme mi? Sanat güncel olabilir mi?.. Bütün bu sorular ironik bir dil salınması gibi geliyor bana. Sanat yapıtı ne tür bir gerekliliğin yaşama iştirak ihtiyacından doğar ve sanat kendi gösterileni olan yapıtını nasıl bir yer kaplayan nesne olarak sunar(?) ona bakmak gerekirken, haber tüketiciliği yapan iletişim uzmanları gibi bilgi-nin tazeliğine işaret eden bir takım argümanlar geliştirme derdine düşmek ne kadar sanatsal bir düşünüm havzasını içerir bilemem.

Sanat güncelliği içerebilir ancak kendini bir akt (edim) olarak güne (şimdiki zamana) ait kılma tasası taşımaz; çünkü sanatın zamanı bölünemez bir bütündür. Sanat ancak bu bütünün içinde konum-lanır; fakat eskiyen’den kopuk değil, tam aksine önce’ye yönelik bir ardışıklık bağımlılığı taşır. Hiçbir insan aklı “an”a, aklın anlık ye-tisiyle bakmaz. İnsan aklı, varlığı süresince topladığı ne varsa ve hangi deneyimlerin belirleyici etkisine ne kadar maruz kalmışsa o kadarıyla bakar yaşadığına; o an olanlara, o an karşıda bulunan ola-rak değil, hayatta bulunan olaola-rak bakar.

Her tür nesne, her tür araç ve her tür düşünce ürünü sanatın algı ve üretim alanına taşınabilir; yeter ki sanatın kendi dönüştürme ve dil yetisi olarak evirilme becerisi göz ardı edilmesin. “Bu bir sanat ya-pıtıdır” dediğimiz anda, o görülen’e karşı bir başka türlü yargı gar-dına gireriz; neden? Çünkü bir kategoriye ait olma iddiası taşıyor. Bize “sanat yapıtı” diye sunulan nesneye o andan itibaren herhangi bir nesne gibi bakmıyoruz. Orada bir bardak duruyorsa, herhalde su içmek için değil, gönderme aracı yükümlülüğünde olan seçilmiş bir kavram olduğu içindir. Önemli olan, bilgi nesnesi konumuna yerleştirilen “şey”in, yani yapıtın, niyet ettiğiyle kılgı arasındaki ör-tüşmenin ne kadarını taşıyabildiğidir. Buna kim karar verecek? Sa-natçıların hem kılgıda hem de dilde gösterdikleri ikna ve yer edin-me çabalarından geri kalan hatırlanabilir neyse odur sanat tarihi-nin belleğinde kalıcılaşan ve odur “sanat yapıtı” ve “sanatçı” diye anılacak olan. Bunun dışında bir çaba varsa yalan ve yanıltıcıdır. Bir yandan sanatın disiplinler arası oluşumundan, diğer yandan da sanatın sanat sayılma kaygısızlığından bahsetmek birbirini olum-suzlayıcı yaklaşımlardır. Bu çabalar ancak sosyolojik vukuatlar olarak ele alınabilir, sanatın dil yetisi sınırları içinde tartışılmaları metinler arası bir kıyılaşmadan öteye gidemez.

Sanat yapar gibi etkinlik yaparak, sanat yapma kaygısı taşımadığını söylemek tuhaf bir aldırmazlık durumu yaratır. Eğer sanat yapmayı gnoseolojik, aksiyolojik ve ontolojik ayaklarından alıkoyarsan ve bu etkinliği sırf estetize edilmiş aktivist bir eyleme indirgersen o zaman “sanatsal etkinlik” kapsamı dışında kalmayı daha erdemli sayarak, daha sanat karşıtı bir yerde saflaşırsın. Ve işte o zaman, bi-enalleri de iplemezsin, müzeleri de, galerileri de... Ne var ki, bunun

yerine, kasıtlı bir tarafsızlık ve hatsızlık içinde yer alarak, her türlü maddi olanaklardan yararlanarak, sanat adına ortada bulunmak nerdeyse meslek edinildi.

Tabii ki, bu ortamlarda medyatik düzeyde kışkırtıcı olunabilir ama bunun muhaliflikle hiçbir alakası yoktur; yapılan muhaliflik vitrin muhalifliğidir. Esas sorun, sanatın başka düşünce disiplinlerinin içine kaydırılarak kapsamına ve kipliğine müdahale edilmesinde yatar. Evet, her şeyin doğası kendine; sanat, kendi-içinci olma hak-kını savunan bir zihinsel özgürlük alanı olarak kalmasını bilmez ve neoliberal söylemlerle kendi tarihsel diyalektiğinden sökülmeye çalışılırsa, sonuçta sanattan değil bir başka şeyden konuşuyor ol-mamız gerekir. Sosyoloji, ontoloji, psikoloji, felsefe sanata bakabi-lir; çünkü zaten sanat bakılması, işitilmesi ve dokunulması için or-taya konulmuştur, görüngüseldir, göstergeseldir, anlamsaldır. An-cak, sanatın kendi özgün dilini peltekleştirmek ve enterdisipliner bir çabayı entersekter bir çabaya dönüştürmek sanatın sınırlarını genişletmez, parçalar. Eğer amaç parçalamaksa işte saflaşmalar bu-rada başlar ve gerçek sanat tartışmaları da bu noktadan hareketle bir nitelik kazanır.

“Güncel Sanat” belirli bir sanat yapma eğilimini işaret eden bir baş-lık gibi görülebilir. Bunun altı çeşitli sosyolojik ya da politik argü-manlarla doldurulabilir; ancak sadece güncel olanın sanat sayıla-bilmesi kendi zamansal işleyişi açısından bile oldukça keskin bir anakronizmle eştir. Güncel sayılanın kısa bir zaman zarfında aşın-dırılacak kadar hafıza kırılganlığı taşıması zamana dayanıksızlığın bir göstergesidir. Bu belirgin nitelik “Güncel Sanat”ın amaçladığı şey olmakla birlikte, sanatın değer kuramının dışında kalmayı ka-sıtlı bir yönelim olarak benimsediğinden zaten zamana karşı ya da zaman dışı olmayı nötr bir refleksiyon haline sokmuştur. Bu du-rumda güncel olan sadece akıp giden olaylar silsilesi içinde bir de-ğinme momenti olarak yer alabilir.

Fakat bu kadarla kalınmıyor; kalınsa kendi niyetini karşılayan bir yer alma konumundan bahsedilebilirdi; hâlbuki “Güncel Sanat”ın gösterileni (yapıt), küratörler tarafından bir yerleştirilme ve sunum seremonisinin aksesuarı haline dönüşüyor. Bunun gerçekleşmesi

süresinde ise zaten yapıtın güncel olanı içerme hakkı elinden alı-nıyor. Sunum, belgeleme ve metinleştirilme, yapıtı yazılı kültürün ve gösteri kültürünün bir parçası haline getirdiğinden, yapıt artık kendini üreten edimi değil, hafızayı temsil ediyor. Bu kaçınılmaz sonuç karşısında güncel diye adlandırılan şey, sadece güncel olanı hatırlatan şey konumundadır. Bu an ve mevcudiyet yarılması zaten kronotipik bir kopmanın eyleyicisi durumundadır; bu da anakro-nizmin kendisidir ve aslında her yapıt anakroniktir. Bu çözümse-me, sanat yapıtının güncel olma durumunu olumsuzlayıcı ve geçer-sizleştiricidir.

Güncel, anla ilgili eyleyeni, anın kılgısallığını ve edimselliğini bir detay olarak içerir; ancak bu içerme düşük yapmaya meyilli bir ha-milelik kadar döllenme özürlüdür. Daha fazla bir sevişme ve or-gazm anıdır; üremeyi aklına getirmez. Bu medyatür kabuk üstü ilgi yordamı, bilginin ve bilginin evirdiği düşüncenin cisimleştirilmesi-ni değil buharlaşmasını sağlar. Eğer Güncel Sanat gerçekten, kişicisimleştirilmesi-nin olaylar karşısındaki düşünüm sürecini bu tür bir tasasızlık ortamı-na çekmek istiyorsa burada bir arıza var demektir.

An’ı an yapan zaman’ı -kendi tarihsel ve diyalektik işleyişinden (akışından) kopararak- sadece mikrokozmik bir fenomen ola-rak algılamakla sınırlı kalan “Güncel Sanat”, sanatçının ihlalci davranma yetisini kınamacı bir mırıldanmayla yetinerek ihmal ediyor. Güncel olan, zamana yayılan ısrardan yoksundurulmuş olan demek değil mi? Güncelin içindeki yaşayışı güncel kalmak-la karşıkalmak-layan sanat, itirazcı olmaktan öteye gidemez; ihkalmak-lalci çı-kışlar uzun soluklu ve sağlam hafızaya sahip olur. Sanatın araç ve gereçleri ne olursa olsun, sanatçının ilgi, dikkat ve isteklen-me alanı ne olursa olsun, güncel olana yönelik bir Determinizm kendi kendini imha eden bir Determinizmdir. “Güncel Sanat”ı işte bu yüzden, kapsamı cılız bir isimlendirme ve anlamlandır-ma çabasının ürünü olarak görüyorum. Şöyle bir soru geliyor aklıma: doğacı ve çevreci bir odaklanma içinde sanat yapıtı üret-mek için gündeme oturan bir çevre faciasının yaşanmasını mı beklemek lazım? Ya da, politik süreçlerin dayattığı anlarda mı savaş dramını hatırlayıp kendimizi savaş karşıtı sanatçı konu-muna koyalım?

Sanatçıyı, tenis maçı seyrederken topçuğun sağa sola uçuşunu sey-reden bir izleyici yerine koyan bu anlayış, kendini yeniden gözden geçirme zahmeti gösterirse, güncelleyici olmanın değil önceleyici olmanın daha sanata ilişkin olduğunun farkına varacaktır. Yoksa daha önce dile getirdiğim gibi ‘sanata ilişkinlik’ gibi bir kaygıları yoksa, kendilerine bir başka kavram icat emenin çabasına girmek daha doğru olur. Sadece bir başka kavram değil; bir başka mekan, bir başka işleyiş, bir başka ritüel… Mümkün mü? Güncel olan za-ten mümkün olandır; olduğu için, daha doğrusu vuku bulduğu için günceldir. Ancak sanat, imkânsızı aşındıran bir isteklenmenin ira-de tasarımıysa, mümkün olana saplanıp kalmaz. “Güncel Sanat” oldukça özgürlükçü gibi görünse de, aslında mantığı tehdit etme cesaretinden yoksun, olasılıkların yörüngesine saplanmış bir aklın ürünüdür.

Belgede Sanat ve Direniş (sayfa 72-78)