• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: II DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ DÖNEM

1.3. SADABAD PAKTI

Balkanlar üzerindeki Bulgar ve İtalyan tehlikeleri yüzünden nasıl Balkan Antantı denen savunma sistemini kurulmuş ise, Ortadoğu’ya yönelen İtalyan tehlikesi için de böyle bir savunma sistemi kurmak zorunlu idi.58 İran, Irak ver Afganistan’ın yer aldığı, Türkiye’nin hazırlanmasında başat rol oynadığı Sadabad Paktı59, aslında adının çağrıştırdığı gibi bir askeri ittifak anlaşması değildi. Esas itibari ile bir saldırmazlık ve dostluk anlaşması idi. Bu paktın imzalanmasında önem sırasına göre iki esas neden vardı60:

1. Sınır sorunlarının kalıcı şekilde çözülmesi isteği: Pakta taraf olan devletlerin, coğrafi olarak merkezde yer alan İran ile sınır sorunları vardı. Bu sorunlar 1937’den önce çözülmüştü ve taraf devletler uzlaşmaların doğurduğu güven ortamının kalıcı olmasını arzuluyorlardı. Bu arzu Paktın imzalanmasının temel nedeni oldu. 2. Ülkelerin bağımsızlık ve egemenliklerini vurgulama isteği: Sömürge

veya yarı sömürge döneminden kurtulmuş olan Pakta üye devletlerin (Afganistan – 1919, İran – 1923, Irak – 1932, Türk Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması 1923) tam bağımsızlığın vurgulanması ve hiçbir devletin nüfuz alanı içinde olmadıklarının gösterilmesi Paktı

57 Oral Sander, Siyasi Tarih 1918–1990, İmge Kitabevi, Ankara, 1991, s.104. 58 Fahir Armaoğlu, age, ss.345-347.

59 Bu Pakt’ın Metni: Düstur, 3.Tertip, Cilt.9, ss.298-303. 60 Baskın Oran, age, s.365.

meydana getiren bir diğer nedendir. Türkiye dışındaki üye devletler için bu Paktın kurucusu oldukları ilk uluslararası örgüt olması da önemli bir noktadır.

Balkan Devletleri ile dostluk, işbirliği ve dayanışma ilişkilerini güçlendirmeye önem veren Türkiye, Balkan Antantı kurulduktan sonra, doğusundaki devletlerle de bunu gerçekleştirmek istemiştir.

Türkiye’yi Doğulu devletlerle bir Pakt çerçevesi içinde ilişkiler kurmaya sevk eden asıl olay, İtalya’nın Milletler Cemiyeti sistemini ihlal ederek Habeşistan’a karşı fiili tecavüze girişmesidir. Bu olay üzerine Milletler Cemiyetinde İtalya’ya karşı zorlama tedbirleri alınması düşünülürken Türkiye, Iran ve Irak 2 Ekim 1935’te Cenevre’de üçlü bir anlaşma parafe etmişlerdir. Bu gruplaşmaya daha sonra Afganistan da katılmıştır. Cenevre’de temelleri atılan Doğu Paktı’nın gerçekleşmesi uzun bir zaman almıştır. Bunun başlıca sebebi Iran ile Irak arasındaki sınır uyuşmazlığı idi. Bu uyuşmazlığın uzaması Pakt’ın imzalanmasını 1937 yılına kadar geciktirmiştir. Bu süre zarfında Türkiye Doğulu devletlerle esasen samimi olan münasebetlerini daha da geliştirmeye çalışmıştır. 1935 yılında Cenevre’de paraf edilen dostluk anlaşması çerçevesi içinde İran’la girişilen münasebetler 1937 Ocak ve Nisan ayları arasında bu devletle çeşitli konularda birçok anlaşmaların imzalanması ile sonuçlanmıştır. Bu anlaşmalar şunlardır: 14 Mart tarihli İkamet Anlaşması; 20 Nisan tarihli Hava Seyrüseferi Anlaşması; 7 Ocak tarihli Telgraf ve Telefon Hatlarının Tesisine Dair Özel Anlaşma; 14 Mart tarihli Suçluların İadesi ve Adlı Müzahat Anlaşması; 20 Nisan tarihli Baytari Anlaşması, 14 Mart tarihli Sınır Bölgesinin Güvenliği Hakkında Anlaşma; 14 Mart tarihli Gümrük Faaliyetlerinin Tanzimi Hakkında Anlaşma; 20 Nisan tarihli Trabzon-Tebriz-Tahran Transit Yolu Anlaşması; 14 Mart tarihli Ticaret ve Seyrisefain Anlaşması. Bu anlaşmaların hepsi Tahran’da imzalanmıştır. Türkiye ye Irak arasında 5 Haziran 1926 tarihinde imzalanan ve süresi biten Dostluk Anlaşması da Nisan 1937’de iki yıl uzatılmıştır.

Türkiye, doğusundaki, devletlerle, esasen bu anlaşmaların çok öncesinde iyi bağlantılar kurmuştu. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ilk yıllarında, görüşmeler yapmak üzere Moskova’ya gitmiş olan Türk heyetinin, orada, bağımsızlığına yeni kavuşmuş

bulunan Afganistan’la, 1 Mart 1921 günü bir ittifak anlaşması yaptığını görmüştük. Bunu aynı devletle, 25 Mayıs 1928 de yapılan dostluk ve işbirliği anlaşması izledi.

İran ile başlangıçta, yürütülen iyi ilişkiler, Türkiye’de hilafetin ilgası üzerine bozulmaya yüz tutmuş; 1925’deki doğu isyanı sırasında ise bir hayli gerginleşmiştir. Ancak, 22 Nisan 1926’da, Türkiye ile İran arasında hem sınır meselelerini çözümlemek hem de iyi ilişkileri geliştirmek için imzalanan anlaşma ile bu gerginlik ortadan kaldırılmış, ardından 23 Ocak 1932 günü, Tahran’da, “Türkiye ile İran arasında hudut hattının tayinine dair itilafname” imzalanmış, 5 Kasım 1932’de de yeni bir güvenlik ve dostluk anlaşması yapılmıştır.

Irak, bilindiği gibi, Birinci Dünya Savaşı ertesinde İngiltere’nin manda yönetimi altına konulmuştu. Bu nedenle de Türk - Irak ilişkileri, aslında Türk - İngiliz ilişkileri şeklini almıştı. Gene bilindiği gibi, Lozan’da çözümlenemeyen Türk-Irak sınırı sorunu, Milletler Cemiyeti önünde, Türkiye’nin aleyhine sonuçlanmış ve böylece Musul Türkiye’nin elinden çıkmıştı.

Irak, 30 Haziran 1930 günü İngiltere ile imzaladığı bir anlaşma ile bağımsızlığına kavuştu. 1931 yılında ise Irak Kralı Faysal, ardından da Başbakan Nuri Paşa, Türkiye’yi ziyaret ettiler. Böylece, bu devletle de ilişkiler dostluk ve iyi komşuluk ortamında yürütülmeye başlanmış oluyordu.

Türkiye, bu üç devletle daha sıkı bağlantılar kurabilirdi; bu yöndeki çalışmaların sonucu Sadabad Paktı oldu.

Türkiye ile İran ve Irak arasında bir pakt yapılmasına 1935 yılında teşebbüs edildi ve gerçekten de, 2 Ekim 1935’de hazırlanan bir metin üzerinde anlaşmaya varıldı. Ancak, bunun yürürlüğe girebilmesi, Iran ile Irak arasındaki sınır anlaşmazlığının çözümlenememesi sebebiyle gecikti. Nihayet Afganistan’ın da katılmasıyla, 8 Temmuz 1937 günü, Tahran’da, Sadabad Sarayında, “Ademi Tecavüz ve Müşavere Muahedesi” imzalandı. Sadabad Paktı diye anılan bu saldırmazlık ve danışma anlaşmasının başlıca hükümleri şunlardır:

“Madde 1, Yüksek Akit Taraflar, birbirlerinin dâhili işlerine her türlü müdahaleden mutlak surette istinkâf siyaseti takip etmeyi taahhüd ederler.

Madde 2, Yüksek Akid Taraflar, müşterek hudutlarının masuniyetine sureti kat'iyede riayet etmeyi taahhüd ederler.

Madde 3, Yüksek Akid Taraflar müşterek menfaatlerini alakadar eden beynelmilel mahiyette her türlü ihtilaflarda birbirlerine istişarede bulunmak hususunda mutabıktırlar.”61

Milletlerarası’ uyuşmazlıkların barış yoluyla çözümlenmesinden yana olduğunu Bozkurt-Lotüs olayının, Milletlerarası Daimi Adalet Divanı’na sunulmasını kabul etmekle ispat etmiş olan Türkiye; değişen koşullara cevap vermekten uzak kalan Lozan Boğazlar Sözleşmesinin değişmesi talebini de, milletlerarası belgelerin pervasızca yırtılıp atıldığı bir çağda, hukuka uygun olarak öne sürmüştür.

İçte devrimleri başarmaya çalışan Atatürk, dışta, hiçbir devlete ya da bloğa körü körüne bağlanmayan, ulusal çıkarlara en uygun düşen gerçekçi bir dış politikayı büyük bir başarıyla yürütmüş; devletin bağımsızlığı ve eşitliği ilkelerine gölge düşürecek hiçbir ilişki kurmamıştır.

61 Tayyar Arı, age, s.99.