• Sonuç bulunamadı

2.3. Tab’î’nin Gazelleri Üzerine Üslüp İncelemesi

2.3.3. Sabrî’ye Nazire

KAFİYE VE REDİF KELİMELERİ

SABRÎ TAB’Î

1. hüveydâsın sen 1. ulyâsın sen

31 Farsça “be” edatını “ile” anlamıyla kullanıldığını düşündüğümüz takdirde beyit farklı bir anlama gel-

mektedir: “Tab’î seni vasf etti, lakin Husrev’in sözleriyle söylersek daha yüce, daha güzel, daha benzer- sizsin sen”. Aynı durum Sabrî’ye yazdığı nazirenin makta beytinde de vardır.

32

dil-ârâsın sen 2. süveydâsın sen 3. şeydâsın sen 4. İsâsın sen 5. garrâsın sen 6. gûyâsın sen 7. âyet-i kübrâsın sen 8. ma’nâsın sen tecellâsın sen 2. şeydâsın sen 3. yek-tâsın sen 4. hüveydâsın sen 5. âyet-i kübrâsın sen

Tablo 11: Kafiye Kelimeleri (Sabrî ve Tab’î)

İmaleler:

Sabrî: 2a dîdede, 3a beni, 4b İsâsın, 6b bâğa, Tab’î: 1a ile, 2a sana, 5a ide,

Medler:

Sabrî: 3b ârâm-rübâ, 5a şem’, 6b Heft, âyât, Tab’î: 1b kadrde, 4a mâhveş

İki gazelin ortak kafiye kelimelerinin sayısı, yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi, 3’tür. Tab’î, bunlardan “şeydâ” ve “kübrâ” kelimelerini, terkipleriyle (“dil-i şeydâ ve âyet-i kübrâ”) beraber Sabrî’nin gazelinden almıştır. Zaten T5b, SB7b’nin aynısıdır (tazmin) ve Tab’î’nin kimin gazelini tanzir ettiğini gösterir. SB3b’te bulunan “sabr u ârâm-rübâ-yı dil-i şeydâ” terkibi beytin bütünü içinde anlamlı bir şekilde istiflenmiştir. Çünkü sabır ve huzuru çalınan bir kimse çılgınlar gibi kararsız bir şekilde hareket eder. Ayrıca “rübâ” kelimesi de 2. mısrayı ilk mısraya bağlar. İlk mısrada kendisini tanımaz- lıktan gelen sanığı/hırsızı (burada gönül hırsızı) teşhis eden davacının/tanığın sözlerini işitiriz: “Sen beni bilmez isen ben seni a’lâ bilürin33”. Bunların yanında “dil”, SB’nin ilk 4 beytinde tekrar edilir. Bu kelime, beyitleri belli bir konu etrafında toplayan önemli

33Bu beyit, anlam ve sentaks açısından Bâkî’nin bir beytini hatırlatmaktadır: “Yûsufı bilmezin ammâ seni

unsurlardan biridir. 4. beyitte Hz. İsa’nın balçıktan yaptığı kuş şekline üfleyip ona can vermesine ve körlerin gözünü açmasına telmih vardır34

. 4. beyitte gönül bir kuşa (”murg”) benzetilir ki bu da okuyucuyu gazellerde sıkça karşımıza çıkan “murg-ı şeydâ” terkibine götürür. Böylece 3. ve 4. beyitler bu tür çağrışımlar sayesinde birbirle- riyle girift bağlar kurar. Buna karşılık T2’de bulunan “dil-i şeydâ” terkibi, SB3 ve SB4’te olduğu gibi beyitler arasındaki bağlantıyı sağlayan çok yönlü ilişkilere sahip değidir. Hatta beyit içinde bile diğer kelimelerle birleşip çağrışım zenginliği yaratmaz. Bu anlamıyla tamamen vezin/kafiye ve SB’deki hazır kalıbın iteklemesiyle tercih edil- miştir. “Hüveydâ” kafiye kelimesi ise Tab’î tarafından başarılı bir şekilde kullanılmıştır. O, bu kelime çevresinde kendi mevzuuna uygun yeni bir hayâl tertip etmeyi başarmıştır. Tab’î’nin bu gazelini hem Husrev’e hem de Sabrî’ye yazılmış bir nazire olarak kabul edebiliriz. O, tematik düzeyde Husrev’den renk ve câmeyi, Sabrî’den ise parlaklı- ğı (“nûr, şem’, mihr, şu’le, gurre-i garra”) -H’de parlaklıktan ziyade beyazlık kavramı- nın baskın olduğu hatırlanmalı- ödünç almıştır.

Tab’î’nin gazeli boyunca karşımıza çıkan dinî-tasavvufî telmihlerin, Sabrî’nin gazelinden esinlenilmiş olduğunu söyleyebiliriz: SB2 zâhir ü bâtın, nûr, süveydâ(ilâhi tecellinin odak noktası), SB4 mu’ciz-i İsâ, SB6 heft bâğ, SB7 Nüsha-i sırr-ı Hudâ, âyet-i kübrâ // T1 Ka’be-i ‘ulyâ, Leyle-i kadr, nûr-ı tecellâ, T2 âb-ı hayât, T3 lem’a-i bî-bedel- i Sâni’-i yek-tâ, T5 Nüsha-i sırr-ı Hudâ, âyet-i kübrâ.

Tab’î’nin gazeli, parlaklık (muhatabın varlığı) ve siyahlık (muhatabın giydiği elbise) tezadı üzerine kurulmuştur. Gazelin bütününde siyah giymiş bir kişinin tasviri yapılır ve buna uygun olarak siyahlık kavramıyla ilgili kelimeler bir araya getirilir. Fa- kat, dikkat edilirse, bunların sayısının 2. beyitten itibaren azalmaya başlayıp 3. ve özel- likle 4. beyitte yerlerini parlaklık ifâde eden veya parlaklığı çağrıştıran kelimelere bırak- tığı görülür:

1. YÀ siyeh cÀme ile Kaèbe-i èulyÀsın sen

Leyle-i úadrde yÀ nÿr-ı tecellÀsın sen

34

Allah, onu İsrailoğullarına bir Peygamber olarak gönderecek (ve o da onlara şöyle diyecek): “Şüphesiz ben size Rabbinizden bir mucize getirdim. Ben çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar, ona üflerim. O da Allah’ın izniyle hemen kuş oluverir. Körü ve alacalıyı iyileştiririm ve Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim. Evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer mü’minler iseniz bunda sizin için elbette bir ibret vardır (Âl-ii İmrân/ 49).

2. Yaraşur saña siyeh cÀme ki ôulmet içre GÿyiyÀ Àb-ı óayÀt-ı dil-i şeydÀsın sen

3. Nÿr-ı çeşmüm gibi cÀmeñ yaraşur olsa siyÀh

Lemèa-i bì-bedel-i äÀniè-i yek-tÀsın sen

4. Sìne-çÀk olsañ eger germ olup ey mihr-i münìr

MÀhveş ebr-i siyÀh içre hüveydÀsın sen

Bilindiği gibi isim cümlelerinde vurgu yüklem üzerindedir. Parlaklık kavramının anlamca öncelenmesini sağlayan bu olmuştur. Çünkü cümle vurguları 2. beyitten itiba- ren parlaklık ve açıklık ifade eden kelimelerin üzerindedir: T1 âb-ı hayâtsın; T2 lem’asın; T4 hüveydâsın; T5 âyet-i kübrâsın. 1. beytin ilk mısraında gerek kelime kad- rosu gerek cümle vurgusu bakımından siyahlık kavramı baskındır; 2. mısrada ise cümle vurgusunu üzerine alan “nûr-ı tecellâ” terkibiyle parlaklık unsuru parlaklık-siyahlık ilişkisi bakımından bir denge sağlamaya yaklaşır. 2. beytin ilk mısraında “yaraşur” yük- leminin cümlenin başına alınması dolayısıyla cümle vurgusu, yüklem üzerine toplanır ve siyahlık kavramının 1. beyitteki baskın yönü gerilemeye başlar. Yine aynı şekilde 3. beyitte “siyâh” kelimesi “yaraşur” yükleminden sonra gelir.

Tab’î’nin, gazelini üzerine bina ettiği tezat fikrini, Sabrî’nin gazelinden aldığını söyleyebiliriz. SB’yi konu bütünlüğüne ulaştıran tezat fikri, beyitlerin çoğunda vardır: SB1 dîde-dil; S2 zâhir-bâtın, dîde-dil; SB3 sen/bilmez-ben/bilürin; SB4 dil-dîde; SB6 heft bâğ/sad bülbül-[bir] gül; S7 sırr-âyet (delil); SB8 sûret-ma’nâ.

Tab’î, sentaks bakımından Sabrî’den çok Husrev’in gazelini örnek almıştır:

HUSREV H1 Ak sâd ile şehâ bir gül-i beyzâsın sen

Yâ sadef içre nihân lülü-i lâlâsın sen

TAB’Î T1 Siyeh câme ile yâ Ka’be-i ulyâsın sen

HUSREV H5b Yâsemen/Yâ semen

içre yahud gonçe-i zibâsın sen

TAB’Î T4b Ebr-i siyâh içre mâhveş hüveydâsın sen

H gazelinde üç beyitte karşımıza çıkan yâ/yâhut bağlaçları, T gazelinde birinci beyitte iki defa görülür. Husrev’in gazelinde olduğu gibi Tabî’nin gazelinde de “yâ” sesinin tekrarı birçok beyitte görülür: H1 beyzâ, yâ, H2 eyâ, H3 yahud, deryâ, H4 niyâm, H5 yâsemen (2 defa), yahud // T1 yâ (2 defa), ‘ulyâ, T2 yaraşur, gûyiyâ, hayât, T3 yaraşur, siyâh, T4b siyâh.

Klasik Türk edebî geleneği doğrultusunda şairler, kendi şiirsel öznelerine gön- dermede bulunan şahıs eklerini olabildiğince az kullanmaya çalışmışlardır35

. Buna kar- şın edebiyat tarihimizde, şark ahlakının teşvik ettiği böylesi bir tevazu anlayışını kıran şairler nadiren de olsa görülür. SB’nin ilk 4 beytinde “-sın sen” redifiyle işaret edilen “sen” kelimesine güçlü bir şekilde “ben” kavramı da eşlik eder: SB1 nigâhumda; SB2 Âşıkam, olamam; SB3 bilürin; SB4 bahtum. Bu durum, Sabrî’nin, gazelinin ilk 4 bey- tinde, benliğini, kendi döneminde sıklıkla rastlanmayan bir şekilde muhatabının benliği karşısına çıkarmasını ve onunla teklifsiz bir şekilde konuşmasını sağlamıştır. Bu beyit- lerdeki tasvirler ve çeşitli ruh hâllerini yansıtan ifadeler, doğrudan şair-öznenin perspek- tifine bağlandığı için daha canlı ve ilgi çekicidir. Şair kendi benliğini dayatır ve aktif bir tavır takınır:

“Sen beni bilmez iseñ ben seni aèlÀ bilürin” [3a], “èÁşıúam ôÀhir ü bÀùın saña sensüz olamam” [2a].

Buna karşın Tab’î’nin şiirinin yalnızca 3. beytinde şairin öznesine dair bir işaret (“çeşmüm”) vardır. Onun şiiri daha çok muhatabının güzellemesi ve övgüsü doğrultu- sunda olup SB’deki senli benli söyleyişten uzaktır. Sabrî’nin gazeli de bu bakımdan ikiye ayrılır: 5. beyitten itibaren, şairin öznesi sahneden çekilir ve Tab’î’nin, gazelinin bütününde yaptığı gibi muhatabın (4. Sultan Murad) tasviri ve övgüsüne geçilir.

35

Tab’î, Sabrî’ye nazire yazmasındaki amacının onu geçmek olmadığını makta beytinde belirtir. Bu beyit, italik yazılan tamlamanın 1. veya 2. mısraya bağlı olmasına göre farklı anlamlara gelmektedir.

“Seni Ùabèì nice medó ide be-úavl-i äabrì Nüsòa-i sırr-ı ÒudÀ Àyet-i kübrÀsın sen”

“Tab’î seni Sabrî’nin sözlerindeki gibi nasıl methetsin; sen Tanrı’nın sırlarının nüshası, en büyük ayetsin”.36

2. beyitteki “Dîde”nin öncelenip “dil”in sonra getirilmesi nesnelerin önce görü- lüp sonra dile ulaşmasıyla ilişkilidir: “Dìdede nÿr-ı baãar dilde süveydÀsın sen”.

2.3.4. Neşâtî’ye Nazire37

Benzer Belgeler