• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: ÇALIŞMANIN KAVRAMSALVE KURAMSAL ÇERÇEVESİ

1.3. Sınıf-altı (Underclass) ve Derin Yoksulluk

1.3.1. Sınıf-altı Tartışmasının Kökeni

Sınıf-altı kavramı ile yoksullara yönelik olumsuz ve yargılayıcı bir tarihsel arka plan vardır. Marx sürekli olarak ekonomik üretim ve değiş tokuşun baskın biçimleri dışında kalan bireylerden oluşan bir lümpenproleteryadan söz etmiştir. Marx'a göre,

32

olan sınıf yapısının korunması çıkarlarına daha uygundu, tüketim alışkanlıklarının esir aldığı; tüketme dışında, başkasının üretimini mirasyedi misali tüketen; tehlikeli sınıflar, sokak insanları, toplumun dışına itilmişlerini ifade ediyordu. Ayrıca bu terim, çalışmayı yadsıyan ve bunun yerine toplumun kıyısında “toplumsal asalaklar” olarak yaşayan dilenciler, hırsızlar ve serserilerden oluşan “tehlikeli sınıf” için kullanılır oldu (Morris, 1996; Giddens, 2005). Marx’ın bugünün sınıf-altı kavramına son derece olumsuz yaklaşmasının sebebi, bu grubun çalışanlardan farklı olarak kapitalizmin evriminde yer tutmaması, burjuvazinin üzerinden kar elde ettiği bir grup olmamasıdır. Marx yoksulluk meselesine sınıf çatışması merkezli bir tarih felsefesinden hareketle yaklaştığı için, sınıf dışı bir kitle oluşturan lümpenproletarya’ya beklenenin aksine son derece olumsuz yaklaşmıştır (Erkilet, 2011, s.138).

Sınıf-altı kavramı, ilk defa 1963’te İsveçli iktisatçı Gunnar Myrdal tarafından, ABD’deki ekonomik büyümeye rağmen, varlığını ısrarla koruyan ve bir yanda yapısal işsizlikten, diğer yanda da ayrımcılıktan mustarip bir kesimi tanımlamak için kullanılmıştır (Yılmaz, 2008, s.128). Myrdal kavramı, toplumun yapısal değişkenlerini göstermek ve analiz etmek için kullandığını ifade eder. Onun için sınıf-altı üyeleri, ekonomik kurbanlardır. Myrdal artan işsizlik ve sanayileşmenin azalması üzerine konuya eğilmiş ve istihdamın azalmasını uygulanan iktisadi politikalara bağlamış ve bunun insanların çalışmayı istememek gibi bireysel bir tercihinden ötürü olamayacağının altını çizmiştir. Myrdal, Amerikan toplumunun içinde bulunduğu durumu şu şekilde analiz etmiştir (Myrdal 1963, 10); “çalışmayan, çalıştırılabilir

olmayan veya az çalışan bir sınıfın” doğmakta olduğunu, bu sınıfın “giderek daha büyük bir umutsuzluğa kapılarak ulustan koptuğunu ve ulusun yaşamını, amaçlarını ve başarılarını paylaşmadığını” vurgulamıştı. Myrdal sınıf-altı kavramına yönelik analizi,

yapısalcı ve sistemi eleştirir bir tavra hakimken ileriki yıllarda kavramın içeriğinin değişime uğradığı görülür. Hatta denilebilir ki, bir yıl sonra, kavram ırk ilişkileri açısından değerlendirilmeye başlanmıştı. Leggett (1968) kavramı, ırk ve dışlanma süreçlerinin bir görünümü olarak “getto” siyahi sınıf-altı sorunsallarıyla ilişkilendirir. Bazı eleştirmenler, Oscar Lewis’in yoksulluk kültürü hakkında yazmış olduğu çalışmayı dikkate alarak sınıf-altı olgusunu, yoksulluk durumundan kaynaklanan ve çok sınırlı kaynaklarla idame-i hayat etmeyi temsil eden tutum ve davranışları tekabül ettiğini belirtir. Buna ilaveten, toplum içinde yer alan bir alt kültür, kuşaklar arası sürekliliği

33

olan yüksek düzeyde bireyselleşmiş bir kavramdır. Böylelikle sınıf-altı üyeleri, yoksul insan, suça sahip, sapkın, sınıfı olmayan kategoriyi temsil etmektedir (Gans, 1996, s. 141-142).

Sınıf-altı kavramı hakkında yakın dönemli tartışmalardan biri de “The Declining

Significance of Race” adlı çalışmasıyla William Julius Wilson’a aittir. Wilson (1978),

Amerika’daki ırk ilişkilerinin son yıllarda önemli bir değişimin yaşandığına, siyahi bireylerin ekonomik olarak sınıf pozisyonunun, beyaz olarak nitelendirilen grupla hemen hemen aynı seviyeye geldiğini iddia eder. Ayrıca, 20. yüzyılla birlikte çoğu geleneksel engellerin insan hakları çağıyla kırıldığını ifade eder. Yeni dönem ekonomik yapısında köklü dönüşümler insanlar üzerinde bir takım değişimlere neden olmuştur. Özellikle, eski dönemde siyahi nüfus üzerinde kontrol ve baskı var ikin, yeni dönemde temel engellemeler sadece siyahi sınıf-altı grubunda gerçekleşmiştir. Bu durum ırksal bir süreç değil, sınıfsal süreçlerin engellenimi, sınırlandırılması olmuştur. Wilson, sınıf-altını belirleyen nitelikleri, eğitimsizlik, vasıfsızlık, emek gücünün dışında kalmış olmak, uzun vadeli işsizlik, sapkın davranışlara angajeler, ailede istikrarsızlık ve yardım bağımlılığı olarak belirlemiştir. Wilson’un “Gerçek Dezavantajlılar” (The Truly

Disadvantaged) (1987) adlı eserinde ise sınıf-altını ırksal ve davranışsal öğelere

indirgeyen karikatüral betimlemeyi reddederek, onun çok karmaşık faktörlerin bir sonucu olduğunu ileri sürer. Sınıf-altına ikili bir tanım getiren Wilson, bir yandan siyah Amerikan gettosunun onu diğer kentsel mekânlardan ayıran en bariz özelliklerini (yüksek suçluluk, evlilik dışı doğum, tek ebeveynli aileler, sosyal yardımlara bağımlılık) sıralarken, diğer yandan da bu özellikleri doğuran ve besleyen yapısal unsurları vurgular. Ayrıca getto yoksullarının mekânsal yoğunlaşması ve toplumsal olarak dışlanma süreçlerini incelemiştir.

Wilson, 1989’da Loic Wacquant ile kaleme aldığı “Irksal ve Sınıfsal Dışlamanın Kente

Maliyeti” başlıklı yazısında, “eğer sınıf-altı kavramı kullanılacaksa yapısal anlamda olmalıdır ve ezilen ırksal ve ekonomik grubun sosyal olarak en çok dışlanmış ve ekonomik olarak en çok marjinalleşmiş bireylerinin emsalsiz yoğunlaşmasıyla kendini gösteren yeni bir sosyo-mekânsal ırksal ve sınıfsal hakimiyet yapısına işaret etmelidir”

diyerek şöyle devam ederler, “(bu kavram) mitsel ve herşeye kadir bir yoksulluk kültürü

34

kullanılmamalıdır” (Wilson ve Wacquant, 2007). Diğer taraftan Wacquant’ın sınıf-altı

teorisini bürokrasi ve medya ortaklığıyla üretilmiş olduğunu “kurbanı suçlama” tezi yerine, şu tezi ileri sürer; “birbirini pekiştiren ekonomik, sosyo-politik değişimleri

Avrupa, Amerika şehirlerindeki mülksüz gençlere son yıllarda uyguladığı devasa yapısal şiddete karşı bu gençlerde sosyolojik bir tepki” olarak ifade eder. “Söz konusu değişimler sınıf yapısının kutuplaşmasıyla sonuçlanmıştır. Etno-ırksal ayrımla, refah devletinin küçülmesiyle birleşen bu kutuplaşma, metropolün sosyal fiziki yapısının ikileşmesiyle sonuçlanmıştır, bu durum vasıfsız iş gücü kesimlerini büyük oranda ekonomik fazlalık haline getirmiş, toplumsal marjinallere dönüştürmüştür” cümleleriyle

ifade eder (Wacquant, 2011).

Charles Murray ise büyük kentlerin çoğunluğundaki siyah bir sınıf-altı varlığı konusunda Wilson ile aynı fikirdedir. Murray’a göre, Afrikalı –Amerikalılar, konumlarını yükseltmeye çalışan o aynı sosyal güvenlik politikaları yüzünden, kendilerini toplumun dibinde bulmaktadırlar (Giddens, 2005, s. 318). Murray (1984, 1999) sınıf-altı olgusuna farklı açılardan yaklaşan bir düşünür olmuştur. Sınıf-altı farklı değişkenlere bağlı tanımlanabileceğini iddia eder. Bu değişkenler; yasadışı olma, şiddet suçu ve işgücünün değişimi. Aynı zamanda bu değişkenleri tetikleyen bazı etkenler bulunmaktadır. İnsanların devlet yardımına bağımlı hale geldiklerini, sağlam topluluklar ya da istikrarlı evlilikler yapmak için çok az istek duyar olmuşlardır. Emek gücünden düşme, yasa dışılık (ıslah amaçlı gözetim altında bulundurulma gibi), evlilik-dışı doğumlar ve bunların kuşaklararasında aktarılması sınıf-altı göstergesidir. Nihayetinde bu tez yoksulluk kültürü savının yeniden ortaya atılmasıdır.

ABD’deki sınıf-altı üzerine yapılan tartışmaların çoğunluğu, bu sınıfın etnik boyutu üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu giderek Avrupa içinde geçerli olmaya başlamıştır. Amerika için geçerli olan belli gruplar üzerinde ekonomik eşitsizlik ve toplumsal dışlanma eğilimleri diğer ülkelerde de meydana gelmektedir. Batı Avrupa ülkelerinde yoksul ve işsiz insanların çoğunluğu bu ülkelerin yerlisidir; ancak yoksulluk içinde yaşayan ve yoksullaşan mahallelerde sıkışıp kalan pek çok birinci ve ikinci kuşak göçmende bulunmaktadır (Giddens, 2005, s. 319)

Konuyla ilgili önemli çalışmalardan bir diğeri, Lydia Morris tarafından kaleme alınan

35

and Social Citizenship) adlı kuramsal çalışmadır. Morris’e göre, son zamanlarda yaygın

olarak tartışılan sınıf-altı, sosyal düzene bir tehdit olarak algılanan, toplumun marjinal nüfusu olarak nitelendirilen tehlikeli sınıflardır. 20.yüzyılın son çeyreğine kadar,

İngiltere ve ABD’de erkeğin eve ekmek getirmek, kadının ise evsel sorumlulukları

üstlenmekle görevli addedildiği; tam zamanlı/ücretli istihdamın istisna değil kaide olduğu bir düzen hâkimdi. Fakat 21.yüzyıla gelindiğinde, hem İngiltere hem de Amerika toplumunda erkek işsizliğinin ve yalnız annelerin ev reisliği oranının gitgide yükseldiği yeni bir yapı ortaya çıktı. Yeni yapıyla birlikte toplumda yoksullaşmış ve izole olmuş grup üyeleri ortaya çıkar, bu grup toplumlardaki yoksulluk ile toplumsal dezavantajların karmaşıklığını yadsınamayacak kadar yalınlaştırıcı ve politikleştirilmiş sürecin ifadesidir (Morris, 1996, s. 160-161).

Özetle ifade edilecek olursak; içinde “sınıf” kelimesi geçmesine rağmen “sınıf-altı” kavramının toplumsal yapıyı sınıfsal bir bakış açısıyla algıladığını iddia etmek, en azından kavramın doğup büyüdüğü A.B.D. çerçevesindeki yaygın kullanımı göz önünde bulundurulduğunda, pek mümkün değildir (Yılmaz, 2008, s. 127). Nitekim sınıf-altı olgusunu açıklayan teoriler iki ana yaklaşım etrafında toplanmıştır; kültürel ve yapısal yaklaşım. Sınıf-altı olgusunu kültürel yaklaşımla açıklayan teorisyenler, yoksulluk kültürünü temel değişken olarak göstererek, sınıf-altı üyelerinin yaşamış oldukları yoksulluk ve marjinalleşme durumunun bireylerin kişiliklerine veya belli bir grubun özelliklerine bağlı bir olgu olduğu; disiplinsizlik, tembellik, kurallara uymayı becerememe, sorumluluk altına girememe, yoksulluktan çıkmak için yeterince çaba ve girişimde bulunmama vb. olarak değerlendirir. Diğer taraftan, yapısal yaklaşımlar ise sınıf- altı olgunu yapısal değişkenlerle açıklama söz konusudur. Bireyin ya da grubun içinde bulunduğu durumu, ırksal ve etnik ayrımcılıkta, devletin yeniden dağıtım mekanizmasında, toplumun sosyo-ekonomik yapısında ve sosyal tabakalaşmada gizli olgunu ifade eder. Buna göre, aşırı yoksullaşmış ve toplumdan tecrit edilmiş gruplar, ülkede hakim olan gelir dağılımı, istihdam yapısı, ayrımcılık ve sosyal adaletsizliğin kurbanı konumundadırlar.