• Sonuç bulunamadı

Devletin Değişen Rolü: Refah Devletinden Neo-Liberal Devlete

BÖLÜM 1: ÇALIŞMANIN KAVRAMSALVE KURAMSAL ÇERÇEVESİ

1.2. Kentsel Yoksulluk

1.2.1. Kentsel Yoksulluğun Yapısal Faktörlerle Analizi: Ekonomik ve Politik

1.2.1.2. Devletin Değişen Rolü: Refah Devletinden Neo-Liberal Devlete

Dünyadaki sanayileşmiş ve sanayileşmekte olan ülkelerin benimsemiş olduğu refah devleti politikası, toplumdaki eşitsizlikleri belirli mal ve hizmetleri sağlayarak ya da sübvance ederek azaltma işlevini gerçekleştirmektedir. Refah devleti, değişik nedenlerle, kendi temel gereksinimlerini karşılayamayacak haldeki insanları, piyasanın olumsuz şartlarından korumayı amaçlar. Ayrıca, refah devleti hizmetleri ülkeden ülkeye değişmekle birlikte, çoğunlukla eğitim, sağlık hizmetleri, konut, gelir desteği, engellilik, işsizlik ve emeklilik konularında yardımlar sağlamaktadır (Giddens, 2005, s. 329). Refah devleti anlayışını geliştirmek için birtakım raporlar, makaleler vb. yazılmıştır. Aslında bu yolla kapitalist toplumun ciddi bir şekilde dönüştürülebileceğine ve dönüştürülmesi gerektiği düşüncesinin ülkelerde egemen olması için uğraşılmıştır. Refah devleti anlayışının tarihsel arka planında, büyük krizin ve onu izleyen İkinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı insani acılar ve toplumsal yıkım bulunuyordu. Savaşın ardından geçim darlığının sonucunda sosyal politikalarla bu durumu önlemeye ve toplumu bütünleştirmeye çalışılmıştır (Buğra, 2013, s. 65). Bazı düşünürler bu politikanın sadece yoksulluğu önleme politikası olmadığını daha çok “vatandaşlık statüsünde ” insanlığı birleştirme projesi olduğunu savunur.

1970‘li yıllara gelindiğinde, neo-liberal küreselleşme ortamının hâkimiyeti, sanayileşmiş ya da sanayileşmekte olan ülkelerin refah devleti uygulamaları ve kurumlarının güçlü bir saldırıya uğratmaya başlamıştır (Buğra, 2013, s. 75). Dolayısıyla, refah devleti etkin olmadığına dair, birkaç noktada eleştiri almıştır (Giddens, 2005, s. 332-333). Birincisi, refah devletinin devasa finansal maliyetleriyle ilgilidir. Genel ekonomik gerileme, artan işsizlik, sosyal güvenlik harcamalarının düzenli bir biçimde ve genel ekonomik canlanma sırasında olduğundan daha büyük bir oranda artıyor anlamına geliyordu. İkinci eleştiri, sosyal hizmet bağımlılığı anlayışıyla ilgiliydi. İnsanların kendilerine bağımsız ve anlamlı bir yaşam sağlayacağı varsayılan programlara bağımlı hale geldiği iddia ediliyordu. Bu insanlar yardım ödemesinin gelmesini yalnızca maddi olarak değil psikolojik olarak da bağımlıydılar. Yaşamlarını yönlendirecek etken bir konum yerine edilgen ve teslimiyetçi bir tutuma bürünmüşlerdir.

24

Refah devleti politikasının yürütülememesinin diğer sebepleri ise sanayisizleşme-esnek üretim, tam istihdamın düşüşü, sürekli işsizlik ortamının yaygınlaşması, aile yapısındaki değişiklikler yani; kadının iş hayatına atılması, çekirdek aile yapısının fazlalaşması, yaşlanan nüfusun artması, yeni risk türlerinin ortaya çıkışı, çevre kirliliği ya da sigara içmek gibi yaşam biçimini zarara uğratan faktörler, refah devletinin sorumluluklarını arttırdığı gerekçesiyle devletin rolünün değişimi söz konusu olmuştur. Bu değişim sosyal güvenlik harcamalarının kesintiye uğramasına, bölge içi ve bölgeler arası rekabetin artmasına, işsizlik, yoksulluk ve sosyal kutuplaşmayı arttırmıştır.

Artık kamu refahı sorumluluğu devletten alınarak özel kesime, gönüllü kuruluşlara ve yerel topluluklara kaydırılıyor. Daha öncesinde devlet tarafından sağlanan hizmetler özelleştirmeye ya da katı seçilebilirlik ölçütlerine bağlandı. Örneğin, refah devleti krizi bir yandan piyasanın olumsuz şartlarına korumamaya, diğer yandan kamunun işveren olma durumunu azaltılmasına neden olmuştur. Refah devletinin ekonomi sektörünü, özel sektörlere devretmesiyle, çalışandan beklenen vasıflarda değişmiştir. Daha çok “çalışmayana ekmek yok” şeklinde olan eğilim, esnek üretime geçişle ve küresel rekabetin artmasıyla birlikte pek çok kişinin ancak düzensiz, yarı zamanlı işler bulabildiği bir ekonomik ortam meydana gelmişti (Buğra, 2013, s. 79).

Bu değişim ve dönüşümden en çok etkilenen kesimde “kent yoksulları” olmuştur. Çünkü kent mekânındaki yoksul kesim özellikle iş koşullarının değişimine bağlı olarak gelir yetersizliğinden mustaripken, bir de sosyal güvenlik harcamalarının kesintiye uğraması yaşanan yoksulluğu derinleştirmiş içinden çıkılamaz hale dönüştürmüştür. Refah devletinin dönüşümü ve kent yoksulluğu arasındaki ilişkiyi açıklar en önemli örneklerden biri de “konut” olmuştur. Refah devleti, barınma ihtiyacı olan dezavantajlı gruplara 80’li yıllara kadar konut desteği sağlamıştır. Fakat 80’li yıllardan sonra devletin sunduğu konutlar özelleştirilmiştir, dolayısıyla maddi imkânları olmayan kesim zor durumda kalmıştır. Artık bu kesim kamu konutlarında değil, piyasa değeri yüksek olan konutlarda yaşanması kent yoksulluğunun seviyesini arttırmıştır. Özellikle

“evsizlik olgusu” bu dönemden sonra daha fazla yaşanmaya başlamıştır.

Kamu hizmet ve yetkilerinin piyasa aktörlerine devretme işlemi sonucunda, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar arsa ve konut piyasalarını harekete geçirmeyen projelerin ve planlamaların etkinliklerinin sınırlandırılmasını öngörmekte ve azgelişmiş

25

ülkelere de bu yönde dayatma niteliğinde tavsiyelerde bulunmaktadır. Barınma, kentsel yoksulluk, çevre yetersiz alt yapı vb. sorunlar, bu kuruluşlar tarafından insan yaşamına ilişkin olmaktan çok kentsel piyasaların verimliliğini düşüren, sermaye birikimini engelleyen problemler olarak ele alınmaktadır (Sallan-Gül, 2010,s.92).

Konuya bir de Türkiye özelinden bakacak olursak; Türkiye, 1980 yılına kadar izlediği iç piyasaya dönük, ithal ikamesiyle kalkınma modelini terk ederek, dışa açık ihracata yönelik bir kalkınma modeli benimsemeye başlar (Tekeli, 2011, s. 258). Bu süreçle birlikte, kent mekânı diğer dönemlere nazaran sermaye mantığıyla daha fazla bütünleşmiştir. Kentten daha fazla kazanç sağlama düşüncesi, kentleşme sürecinin farklı bir yolda ilerlemesine sebep olmuştur. Örneğin; 1980 öncesinin barınma ihtiyacının bir sonucu olarak ortaya çıkmış olan gecekondu (Işık ve Pınarcıoğlu, 2013, s. 77); özellikle kentlere göç eden yoksul kesim barınma yeri olmuştur. Kente önce gelenlerin, enformel ilişki ağları yardımıyla, hem enformel işgücü piyasasında buldukları işler hem de yerleşmiş bulundukları gecekondu alanlarının kent içinde konumlarının değişmesi sayesinde oluşan rantlara el konulmuş ve yoksullukları ile baş edebilme hatta zenginleşebilme olanağına kavuşmuşlardır. Kente sonra gelenler ise, el konulabilecek kamu arazisi kalmadığı için kiracı konumunda kalmışlar ve yoksulluk sarmalını aşacak kaynaklara erişememişlerdir.

Sonuç olarak, 1980’lerden bu yana yoğunlaşan küreselleşme, neo-liberalleşme, piyasalaştırma ve özelleştirme süreçlerinin kamusal hizmet alanlarında ulusal ve uluslararası sermaye daha fazla alan oluşturma (Sallan-Gül, 2010, s. 93) kaygısı ön plana çıkmasıyla refah devleti anlayışı ya da sosyal devlet anlayışı terk edilmeye başlar. Kamu hizmetine muhtaç olan kesiminin kendi kaderiyle baş başa bırakılması sonucu yaşanan yoksulluk ve yoksunlukları yoğunlaşmaktadır. Ayrıca, Uluslarası yardım ve finans kuruluşlarının son yıllarda yoksul ülkelere ve yoksullukla mücadele konusuna olan özel ilgileri ve yeni yöntemleri de göstermektedir ki, gelişmekte ve az gelişmiş ülkelere dayatılan yapısal uyum projeleri yoksulluğun daha da artmasına sebep olmaktadır (Ergun, 2013, s. 362-382).

26