• Sonuç bulunamadı

Sürece dahil olan aktörlerin içerisindeki birimlerin birbirlerinin sosyal, ekonomik ve siyasi kararlarını önceden tahmin edebilecek olanakların olması ve

aktörlerin birbirlerine karşı şeffaf olması gerekmektedir. Aktörlerin gönüllü olarak oluşturacakları bu şeffaflık devletler arasındaki güven duygusunu arttıracaktır.

Karl Deutsch’ın çalışmaları neo-fonksiyonalist teoriye önemli bir katkı sağlamıştır. Özellikle realist teorisyenlerin ulus devletin egemenliğinin sert duvarının entegrasyon süreçlerini engelleyeceği yönündeki eleştirilere karşı, ulus devletin egemenlik sınırlarını aşmadan da bir güvenlik ortamı sağlanabileceğini ortaya koymuştur.

4. TARİHİ SÜREÇ

Latin Amerika Batı yarımkürenin İspanyolca konuşulan bölgeleri ile Brezilya’nın oluşturduğu alana verilen genel isimdir. Avrupalılar tarafından keşfedildiği günden bu yana sömürgeleşme, savaş ve devrimleri ile adı anılan coğrafya ismini III.

Napoleon döneminde Fransızların bölgede egemenlik kurmak amacıyla bölgeye yakınlaşma girişimleri çerçevesinde Fransızlardan almıştır.61 Avrupalıların bölgeye gelmesi sonrasında İspanya Amerika’sı olarak anılan bölgede üç büyük imparatorluk mevcuttu. Orta Amerika’daki Mayalar ve Aztekler’in yanı sıra Peru’daki İnka medeniyeti de yalnızca bir kabile değil köklü birer imparatorluktu. Ancak bu büyük imparatorluklar gerek Avrupalıların taşıdığı hastalıklara bağışıklığı olmaması gerekse Avrupalıların silah üstünlüğü karşısında zamanla Avrupalıların katliamları sonucunda yok olma noktasına gelmişlerdir. İspanyol ve Portekizli kaşiflerin bölgeyi tanımasından sonra bölgedeki geniş arazilere olan ilgileri Avrupa karasına da taşınmış, bölgenin arazilerinden faydalanmak için 1492-1542 yılları arasındaki 50 yıllık süreçte 300.000 İspanyol kıtaya göç etmiştir. Bu göç hareketi beraberinde yerlilerin yavaş yavaş topraklarından çıkarılmasını ve sonunda kanlı savaşlar ile yok edilmesini doğururken

61 John Charles Chasteen, Latin Amerika Tarihi: Kanla ve Ateşle Yoğurulmuş Toprakların Öyküsü, Say Yayınları, İstanbul, 2012, s. 147

28

diğer yandan kıtanın cazibesini Avrupa’da arttırmaya devam etmiştir. Sonuç olarak 17.

yy’dan itibaren İspanya, Portekiz ve İtalya’dan 20 milyondan fazla insan kıtaya göç etmiştir.62

Bölgeye yerleşen İspanyollar bölgeyi önce “New Spain” (Meksika, Orta Amerika, Karayipleri kapsayan bölge), ve “Peru” (Güney Amerika’nın büyük bir kısmı) olmak üzere iki genel valiliğe ayırırken değerli altın madeni yatakları nedeniyle 1717’de

“New Granada” (Kolombiya) ve gümüş yatakları nedeniyle 1776 başkenti Buenos Aires olan 4 genel valiliğe böldü.63 Bölgelerdeki yönetimler genel olarak şeker kamışı ve maden ticaretinden ciddi gelirler elde ederken İspanyol Amerika’sı yerlilerinin tarım alanında çalışmadaki isteksizliği ve bilgisizliği Avrupalıların kıtaya Afrika’dan yüksek sayılarda köle getirilmesine neden olmuştur. Köle ticaretinin bir diğer önemli nedeni ise ilk Avrupalılar ile birlikte kıtaya gelen Cizvit rahiplerinin yerli halkı Hristiyanlaştırma girişimlerinin sonuç vermesidir. Hristiyanların köle olarak kullanılamayacağının kilise tarafından diretilmesi Avrupalıları yeni yol arayışına itmiş, bu da kıtada yoğun bir Afrikalı nüfusu oluşturmuştur. Bunun yanı sıra İber yarımadasından gelen göçmenlerin yerliler ile kurduğu evlilik bağları melez bir neslin ortaya çıkmasını sağlamış böylece Latin Amerika birbirinden çok farklı etnik kökenlere sahip insanlara ev sahipliği yapar hale gelmiştir.

Bu kadar renkli bir yapıya sahip kıtanın bölgeselleşmesinde “situados” diye adlandırılan genel valilikler içerisinde gelir düzeyi yüksek bölgelerin diğer bölgelere kaynak aktarması durumu önemli rol oynamıştır. Bir diğer önemli katkı kıtanın yapısı nedeniyle geçmişten gelen bölgesel ticaret alışkanlığıdır. İmparatorluğun sert kanunlarına rağmen illegal ticaret yolları ile bölgesel bağlar güçlenmiştir.64

Sömürge imparatorluklarının temelinin Avrupa ve Afrikalı göçmenlere dayalı olması rızaya dayalı bir hegemonya kurulmasına neden olmuştur. Ancak Amerikan ve Fransız devrimlerinin etkileri aynı dönemde Latin Amerika’da da derin yankılar uyandırdı. Kıta Avrupa’sında Napolyon’un Portekiz ve İspanya'yı işgali sonrasında

62 Eduardo Galeano’dan alıntı yapan Sait Yılmaz, Latin Amerika’da Neler Oldu?,http://usam.aydin.edu.tr/analiz/LATiNAMERiKA_.pdf, (20.09.2017), s.1

63 Chasteen, a.g.e, s.64

64 Oliiver Debane, The Politics of Regional Integration in Latin America: Theoretical and Comparative Explorations, Palgrave Macmillan, New York, 2009, ss.11-12

29

İspanya kralını esir alması ve yerine kardeşini kral ilan etmesi Latin Amerika’daki sistemin önemli ölçüde sarsılmasına neden oldu.65 Gelişen şartlar çerçevesinde bazı Latin Amerikalı elitler bağımsızlık fikirlerini benimsedi. Bunların başında Venezüellalı Francisco de Miranda (1750-1816) gelmektedir. Miranda’nın düşüncesi Amerika kıtasındaki tüm İspanyolca konuşulan coğrafyada tek bir devlet kurulmasıdır.66 Ancak yükselen bu liberal milliyetçi fikirler daha çok İspanya’dan gelen sömürgecilerin Latin Amerika’da doğan çocukları (kreoller) tarafından benimsenmiş, yerli halk üzerinde ciddi bir etki doğurmamıştır. Latin Amerika bağımsızlık hareketlerinin sembolü haline gelen Simon Bolivar kreollerin bu durumunu “Biz ne Avrupalıyız, ne de yerli, yerliler ve İspanyollar arasında melez bir türüz. Doğuşu itibariyle Amerikalı, haklarıyla Avrupalı, mülkiyet sahibi sıfatıyla yerlilerle ihtilaflıyız ve doğduğumuz ülkede ‘İspanyol’

işgalcilere karşı ihtiyaçlarımızı gidermek durumundayız ki bu da durumumuzu daha da karmaşık ve olağandışı kılmaktadır”67sözleriyle tanımlamaktadır. Bu durumun farkında olan kreoller toplumsal destek almak amacıyla nativizm fikirlerini ortaya koydular.

Buna göre, Amerika’da doğmuş olan herkes “Americanolar” olarak adlandırıldı.68 Bu çerçevede 1800-1830 arasındaki dönemde bağımsızlık hareketleri hız kazandı. 1819’da Angostura Kongeresi’de bir araya gelen bölge liderleri koloniler döneminde çizilen sınırları benimserkendiğer yandan Simon Bolivar aynı yıl Venezuela, Kolombiya, Panama ve Ekvator’u kapsayan Büyük Kolombiya devletini ilan etti. Bolivar’ın amacı tüm Latin Amerika’da bağımsız federal tek bir devletin oluşturulmasıydı. Aynı yıllarda gerçekleşen bu iki durum Latin Amerika’da ki hareketlerin çıkar çatışması içerisinde ve birbirine zıt yollar izlediğini göstermektedir. Bolivar’ın idealist fikirleri önemli bir toplumsal destek kazansa da büyük Latin Amerika projesi Bolivar’ın ölümü sonrası geri planda kalmış ve 1830’da Bolivar’ın kurduğu Büyük Kolombiya devleti dağılmıştır.Bağımsızlık hareketlerinde Kreoller hedefledikleri toplumsal desteği sağlamalarına rağmen bağımsızlık sonrasında toplumun üst katmanlarındaki beyaz kreoller ayrıcalıklı konumunu korumuş kölelik sistemi varlığını ettirmiştir.69

65 Chasteen, a.g.e, s.108

66 Debane, a.g.e, s.12

67 Marsis Kürkçügil’den alıntı yapan Sait Yılmaz, a.g.e, s.2

68 Chasteen, a.g.e, s.116

69 Chasteen, a.g.e, s.101

30

Bağımsızlık hareketleri sonrasında Latin Amerika birçok devletten oluşan yeni bir görünüm kazandı. Bu yeni görünüm dönemin süper gücü kabul edilen Birleşik Krallık tarafından büyük bir fırsat olarak kabul edildi. Bölgenin Avrupa ile ticari ilişkileri bu dönemde koloni döneminden daha fazla gelişti ve Latin Amerika’nın önemli kentleri Avrupa sosyo-kültürel hayatının takipçisi haline geldi. Diğer yandan hem ABD’nin 1823’de yayınladığı Monroe Doktrini hem de Avrupalı devletlerin bölgeye artan ilgisi bölge ülkelerinin ortak bir savunma çerçevesinde bir araya gelmesine neden oldu. 1847-48 ve 1864-65 yıllarında düzenlenen Lima Kongrelerinde bölgesel devlet ve bölgesel güvenlik fikirleri masaya yatırıldı. Kongrelerin sonucunda birçok bölgesel güvenlik anlaşmaları imzalandı. Bu kongreler 1889-90, 1901-02, 1906, 1910, 1923, 1928, 1933, 1938, 1948 ve 1954 yıllarında tekrarlanarak devam etti. Son olarak 1954’deki Caracas Kongresinde Amerikan Devletleri Organizasyonu Bildirisi imzalandı.70Bölgesel düzeydeki bu ortak savunma antlaşmaları girişimlerine rağmen bağımsızlık sonrası Latin Amerika devletleri kendi aralarında önemli sorunlar yaşamıştır. Sınırlardan ve değerli maden yataklarının keşfedilmesinden kaynaklanan bu sorunlar ilerleyen dönemde toplumsal hafızalarda büyük yer edecek savaşlara neden oldu. 1865-1870 arasında Arjantin, Brezilya ve Uruguay’ın oluşturduğu koalisyon ile Paraguay arasında yaşanan Üçlü İttifak Savaşı, Latin Amerika tarihinin en kanlı savaşı olmuş ve Paraguay bu savaşta yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmış, büyük miktarda toprak kaybetmiştir. Hemen ardından 1879 yılında Şili, Peru ve Bolivya’ya savaş ilan etti. Atamaca Çölü’nde ki sodyum nitrat madenlerinin paylaşımından doğan sorunların tetiklediği bu savaş ile Bolivya Pasifik kıyısı ile olan bağlantısını kaybetmiştir. Birinci dünya savaşı öncesi yaşanan son savaş ise Paraguay ile Bolivya arasında (1932-35) Chaco Boreal bölgesinin paylaşılamaması nedeniyle yaşanmış ve bu savaş Paraguay’ın mutlak bir galibiyeti ile sonuçlanmıştır.71

19 yy.’ın başları itibariyle Birleşik Krallığın görece zayıflaması ve Kıta Avrupa’sında artan güç mücadelesi Birleşik Devletlerin bölgedeki etkinliğinin artmasına neden oldu. ABD, bölgeye yaptığı yatırımların yanı sıra bölge devletlerinde artan milliyetçi anti-emperyalist akımlar ile mücadele edebilmek için 1898-1932 yılları arasında Porto Riko, Panama, Küba, Haiti, Meksika, Nikaragua ve Dominik

70 Debane, a.g.e, s.14

71 Chasteen, a.g.e, ss.199-200

31

Cumhuriyetine yönelik askeri müdahalelerde bulunurken diğer yandan ülke içerisindeki bazı subayları destekleyerek askeri darbeler gerçekleştirdi. Özellikle ABD’nin küresel meyve ihracatçısı olan United Fruit şirketinin Latin Amerika’daki muz plantasyonlarına karşı devletlerin bir dönem izlediği kamulaştırma politikaları sonucunda ABD bölgede örtülü operasyonlar ile darbeler düzenlemiş ve bölgedeki istikrarını korumuştur. Bu dönemde “muz cumhuriyeti” olarak tarihe geçen Guatemala, Kosta Rika ve Honduras’da ABD’nin etkisi ile vergiden muaf ihracat hakkı, telgraf ağı, Atlantik’ten Pasifiğe kadar geniş bir alanda sınırsız bir imtiyaz ve bankaları ile şirket tam bir hakimiyet kurmuştur.72 Ancak bu durum Latin Amerika’da binlerce insanın ölümü ile sonuçlanan çatışmalara, hukuksuz tutuklama ve infazlara sebep olmuştur.73 ABD’nin Latin Amerika’daki bu politikaları ABD’nin hakimiyetini güçlendirse de baskıların sonucunda birçok milliyetçi veya komünist silahlı direnişlere yönelmiş böylece Latin Amerika Soğuk Savaş dönemi boyunca da devam edecek olan kanlı bir sürece sahne olmuştur.

72 Özgür Uyanık, Latin Amerika’nın Devrimci Tarihi, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2014, s.123

73 Stephen Kinzer, Darbe: Hawaii’den Irak’a Amerika’nın Rejim Değişiklikleri Yüzyılı, İletişim Yayınları, 1.

Baskı, İstanbul, 2007

32

II.BÖLÜM