• Sonuç bulunamadı

İLKELERİ A) GENEL OLARAK

B) SORUŞTURMA AŞAMASINDA REKABET KURULU TARAFINDAN İZLENEN USÛLE EGEMEN OLAN İLKELER

IV- Savunma Hakkını Tanıma İlkesi 1) Yazılı Savunma Hakkı

2) Sözlü Savunma Hakkı

Sözlü savunma hakkı, ilgili ya da ilgililerle Rekabet Kurulu arasında karşılıklı konuşmalar sayesinde yanlış anlamaların ortadan kaldırılmasını sağladığı gibi, tarafların idarî usûldeki hukukî durumlarının güçlenmesine de yardımcı olmaktadır200. 4054 sayılı Kanun ile bu ilkeye ağırlık veren bir sistem benimsenmiş olup, bu hak sözlü savunma toplantısı yoluyla kullanılmaktadır201. Öğretide birçok yazar tarafından sözlü savunma toplantısı, duruşma olarak nitelendirilmiş ve Rekabet Kurulu’nun yarı yargısal niteliğinin göstergesi olarak kabul edilmiştir202.

Rekabet Kurulu’nun karar aşamasında, kural olarak sözlü savunmalar yapılmaktadır. Soruşturma aşaması, soruşturma heyetinin ek görüşlerini bildirmesi ve buna karşı taraflara görüşlerini bildirmesi için süre vermesi ile bu sürelerin sonunda bitmektedir. Soruşturma

198

Aslan-Rekabet Hukuku s. 335-336.

199

Koç, Emin: 4054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanunda Düzenlenen İdari Para Cezaları İçin Öngörülen İdari Usul (TBBD 2012/98, s.231-282), s. 263.

200

Özkan-İdari Usul s. 59.

201

Aslan-Rekabet Hukuku s. 337.

202

Yılmaz-Usul ve İspat s. 112; Yılmaz, Ejder: Yargılama Hukukçusu Gözüyle Rekabet Kurulu (Av. Dr. Faruk Erem’e Armağan, Ankara 1999, s. 935-961), s. 957; Budak, Ali Cem: AT Konsey ve Komisyonunun Yeni Rekabet Tüzükleri ve Rekabet Kanunu’nda Yapılan Değişiklikler Işığında Delillerin Toplanması ve İspat (RK Perşembe Konferansları, 27 Mayıs 2004, Ankara 2004, s. 137-158), s. 138.

78 safhasının bitmesi ile soruşturma heyetinin görevi bitmekte ve dosya doğrudan Kurul tarafından yürütülmeye başlanmaktadır. Bu aşamada “sözlü savunma toplantısı” ve üçüncü kısımda ayrıntılı olarak inceleyeceğimiz “karar toplantısı” şeklinde iki aşama bulunmaktadır203.

a) Sözlü Savunma Toplantısına İlişkin Esaslar

Kanun’un 46. maddesinin 1. fıkrasına göre; “Sözlü savunma toplantısı, tarafların

cevap dilekçesi ya da savunma dilekçelerinde sözlü savunma hakkını kullanmak istediklerini bildirmeleri üzerine yapılır. Ayrıca Kurul, kendiliğinden sözlü savunma toplantısı yapılmasına karar verebilir” şeklindedir. Bu hükme göre, şikâyetçi taraf soruşturma raporuna

veya ek görüşe cevap dilekçesinde sözlü savunma toplantısı yapılmasını talep edebilir ya da savunma tarafı, soruşturma raporu veya ek görüş hakkındaki savunma dilekçelerinde sözlü savunma toplantısı talep edebilirler. Şikâyetçi tarafın veya savunma tarafının sözlü savunma toplantısı yapılmasını talep etmeleri hâlinde, Kurul sözlü savunma toplantısı düzenlemek zorundadır. Taraflar böyle bir talepte bulunmasalar dahi Kurul kendi yetkisine dayanarak da sözlü savunma toplantısı düzenleyebilir204. Hakkında soruşturma yürütülenler, bu konudaki taleplerini, yazılı savunmalarında bildirmek zorundadırlar. Kurul, toplantı tarihini, yerini, saatini ve toplantıya katılmak isteyen şikâyetçiler ile üçüncü kişiler için başvuru süresini tespit eder ve bu karar Kurul’un internet sayfasında duyurulur205.

Sözlü savunma toplantısı, soruşturma safhasının bitiminden en az 30 gün en çok 60 gün içinde yapılır. Sözlü savunma toplantısı davetiyeleri sözlü savunma toplantısı gününden en az 30 gün önce taraflara gönderilir (RKHK m. 46,2). Sözlü savunma toplantısının, bu şekilde belirlenen soruşturma safhasının bitiminden itibaren 30 ilâ 60 gün içinde yapılmasının amacı, Kurul’a ve taraflara toplantıya hazırlanmak için yeterli sürenin verilmesi; ancak bu sürenin de Kurul’un soruşturma konusuyla ilgisini kaybettirecek kadar uzun olmaması ve soruşturmanın makul sürede sonuçlandırılmasıdır. Madde gerekçesinde, sözlü savunma toplantısının zorunlu olmadığını; ancak tarafların savunmalarını sözlü olarak daha iyi yapacaklarını düşünüyorlarsa bu taleplerini belirtilen süreler içinde yapmaları gerektiği açıklanmaktadır206. 203 Aslan-Rekabet Hukuku s. 335-340. 204 Aksoylu s. 41. 205

Bkz. Rekabet Kurulu Nezdinde Yapılan Sözlü Savunma Toplantıları Hakkında Tebliğ (RG 24.04.2010 Sa:27561).

206

79 Sözlü savunma toplantıları, Kurul üyeleri bakımından da önemli olup, üyeler toplantılarda yapılan sözlü savunmalar sayesinde olayı daha iyi kavrayarak daha adil karara varabilme fırsatını elde etmektedirler. Ayrıca taraflar, sözlü savunma toplantısından en geç 7 gün önce Kurul’a bildirmedikleri ispat vasıtalarından yararlanamayacak olduklarından, Kurul’un, toplantı gününden 30 gün önce taraflara toplantı davetiyelerini göndermesi ile taraflara bunları hazırlaması için kanunla güvence altına alınmış bir süreden yararlanma imkânı tanınmış olmaktadır (RKHK m. 47,4).

Sözlü savunma toplantısı ile Kurul soruşturmalarında katılımcı yöntem modeli benimsenmiştir207. Bu modelin tam olarak işler olabilmesi için teşebbüslerin savunmalarına olanak verilmesi, bu olanağı anlamlandıracak soruların sorulması, Kurul üyelerinin kanaatlerini açıklamaması ve de kanaat açıklama anlamına gelecek soruların sorulmaması gerekmektedir208.

Sözlü savunma toplantılarını Kurul Başkanı veya Kurul Başkanının toplantıya katılmadığı durumlarda Kurul İkinci Başkanı yönetir. Toplantı, Kurul Başkanı veya İkinci Başkan ile en az dört kurul üyesinin katılımı ile yapılır. Sözlü savunma toplantıları en çok birbirini izleyen 5 oturumda tamamlanır ve bir gün içinde yapılan çeşitli toplantılar bir oturum sayılır (RKHK m. 47,2-3). Ayrıca, nihaî karar görüşmelerine mazeretli olanlar dışında sözlü savunma toplantısında hazır bulunmuş olan üyelerin katılmaları da zorunludur ( RKHK m. 49). Sözlü savunma toplantıları Kurul üyeleri bakımından önemlidir. Onlar da, toplantıda yapılan sözlü savunmalarla olayı daha iyi kavrayarak daha adil bir yargıya varabilme fırsatını elde etmiş olurlar. Bu bakımdan maddede, nihaî karara ilişkin görüşmelere sözlü savunma toplantısına katılmış üyelerin mutlaka iştirakinin sağlanması amaçlanmıştır.

Sözlü savunma toplantıları kural olarak açık yapılır. Ancak, genel ahlâkın ve ticarî sırların korunması gerekçesi ile Kurul, sözlü savunma toplantısının gizli olarak yapılmasına karar verebilir (RKHK m. 47,1). Rekabet Kurulu nezdinde yapılan sözlü savunma toplantıları hakkındaki tebliğin “Toplantının Aleniyeti ve Gizli Oturum Kararı” başlıklı 9. maddesinde gizli oturum kararı uygulanması için gerekli prosedür anlatılmıştır. Buna göre; “Gizli oturum

kararı Kurul tarafından resen alınabileceği gibi, tarafların yazılı olarak başvurmaları üzerine de alınabilir. Taraflar, sözlü savunmalarının kısmen veya tamamen gizli oturumda yapılmasına ilişkin taleplerini en geç, ispat vasıtalarının sunulmasına ilişkin sürenin sonuna

207

Akıncı, Müslüm: Bağımsız İdari Otoriteler ve Ombudsman, İstanbul 1999, s. 245.

208

80

kadar Kurula yazılı olarak bildirebilirler. Bu süre geçirildikten sonra yapılan gizlilik talebi kabul edilmez. Gizlilik talebinde bulunan taraflar, sözlü savunmalarında kullanacakları ispat vasıtalarının yanı sıra, yapacakları sunumun temel unsurlarını içeren bir taslağını, toplantıdan en geç yedi gün önce Kurula iletirler. Gizlilik niteliğine sahip dokümanlar, açık ve görülebilir bir şekilde “gizlidir” ya da “ticarî sır içermektedir” ifadeleri ile işaretlenir ve bu dokümanların gizlilik içeren bir nüshasıyla birlikte, yalnızca gizlilik içeren kısımlarının çıkarılmış ya da kapatılmış olduğu, gizlilik içermeyen bir nüshası da Kurula sunulur. Ticari sırların korunması gerekçesiyle gizlilik talebinde bulunan taraf, işaretlenen bütün bilgiler bakımından, bunların neden ticari sır olarak kabul edilmesi gerektiğini, söz konusu ticarî sırların açıklanmasının kendisi bakımından nasıl bir zarara yol açacağını ve bunların korunması için sunumun hangi kısımlarının gizli yapılması gerektiğini gerekçeleriyle açıklamakla yükümlüdür. Kurul, gizlilik talebini sözlü savunma toplantısından evvel değerlendirerek karara bağlar. Kurul, bu talebi kısmen ya da tamamen kabul ya da reddedebilir. Kurulun bu talebe ilişkin olarak aldığı kararın gerekçesi, nihaî kararda yer alır. Gizli oturumda, ilgili taraf, soruşturma heyeti ve dosya ile ilgili görevli Kurum personeli dışındaki bütün kişiler salon dışına çıkarılır.”

Bu hüküm, mahkemeler bakımından çeşitli usûl kanunlarında örneğin HMK’nın “Aleniyet İlkesi” başlıklı 28. maddesi209 ile CMK’nın “Duruşmanın Aleniyeti ve Gizli Yapılabileceği Haller” başlıklı 373. maddelerinde210 yer alan “yargılamanın kamuya açık olarak (âlenen) yapılması” kuralına benzemektedir211. HMK’nın 28. maddesinin 2. fıkrasında da duruşmaların bir kısmının veya tamamının gizli olarak yapılmasına ancak genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut resen mahkemece karar verilebileceği belirtilmiştir. Söz konusu RKHK’nun 9. maddesi ayrıca, Anayasa’nın “Duruşmaların Açık ve Kararların Gerekçeli Olması“ 141. maddesiyle paralellik gösteriyor gibi dursa da, RKHK’nun 47. maddesinin son fıkrası bu paralelliği tamamen ortadan kaldıracak niteliktedir. Buna göre; oturumlara bu Kanunu ihlâl ettiği iddia edilen taraflar veya bunların temsilcileri ile doğrudan ya da dolaylı menfaati olduğunu oturumdan önce Kurula ispatlayanlar ya da onların temsilcileri katılabilir. Dolayısıyla toplantılara, duruşmadan farklı olarak sadece maddede açıkça belirtilen sınırlı sayıdaki kişiler katılabilecektir.

209

Kuru/Arslan/Yılmaz-Usul s. 115; Alangoya /Yıldırım/Deren-Yıldırım s. 189.

210

Duruşmaların âleniyeti; herkesin, toplumu belirli bir grubuna ait olup olmamasına ve belirli kişisel özelliklere sahip olup olmamasına bakılmaksızın, mahkemelerin duruşmalarına dinleyici olarak katılabilmesidir.

211

Soyaslan, Doğan: Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara 2010, s. 382; Centel, Nur/Zafer, Hamide: Ceza Muhakemesi Hukuku, İstanbul 2012, s. 627.

81 Buradaki doğrudan veya dolaylı menfaatin takdiri Kurul’a ait bir husustur. Ancak Kurul’un buradaki takdir yetkisini dikkatli kullanması gerekir; çünkü mahkemeler bakımından aleniyete riayetsizliğin bir bozma sebebi olacağı söylenebilir212. Böylece toplantıya katılabilme hususunda, menfaat koşulu getirilmiş ve menfaatin tespiti Kurul’un takdirine, menfaati olduğu halde toplantıya alınmayan ilgilinin durumu da idarî yargıya bırakılmış olup, yargı ile aleniyet ilkesinin ihlâl edilip edilmediğinin belirlenmesi yolu seçilmiştir213. Ancak Tebliğin 8.maddesinde, “ Sözlü savunma toplantısına dinleyici olarak

katılmak isteyenlerin bu talepleri, toplantı saatinden makul bir süre önce toplantı mahallinde hazır bulunmaları koşuluyla, toplantı salonunun fiziki imkânları ölçüsünde ve salona geliş sırasına göre karşılanır” denilmek suretiyle dinleyiciler için de yeni bir düzenleme

yapılmıştır. O halde diyebiliriz ki, toplantılar kamuya açıklık gereği gizlilik kararı alınmadığı sürece herkes tarafından izlenebilmekte ancak Oturumlara RKHK’yı ihlâl ettiği iddia edilen taraflar veya bunların temsilcileri ile doğrudan ya da dolaylı menfaati olduğunu oturumdan önce Kurula ispatlayanlar ya da onların temsilcileri katılabilir.

RKHK’nun 47.maddesinin son fıkrasındaki; “Oturumlara bu Kanunu ihlâl ettiği iddia

edilen taraflar veya bunların temsilcileri ile doğrudan ya da dolaylı menfaati olduğunu oturumdan önce Kurula ispatlayanlar ya da onların temsilcileri katılabilir” şeklindeki

düzenlemeyle, genel idarî usûl ilkesi olan ve bazı işlemlerin ilgili tarafından bizzat yapılma zorunluluğu ya da usûlün belli aşamalarına bizzat katılma zorunluluğu olmaksızın kendisine temsil veya yardımcı tutabilmesini düzenleyen hukukî yardım ve temsil ilkesi214, sözlü savunma toplantısı bakımından 4054 sayılı Kanun’da açıkça öngörülmüştür. Aynı hususun, açıkça öngörülmemiş olsa da, yazılı savunma bakımından da geçerli olduğunu kabul etmek gerekir. Zira 4054 sayılı Kanun’da yazılı savunmaların temsilci aracılığıyla yapılmasını engelleyen herhangi özel bir düzenleme bulunmamaktadır. Uygulama da, yazılı savunmaların temsilci aracılığıyla yapılabilmesi yönünde gelişmiştir215.

4054 sayılı Kanun’da sözlü savunma toplantısında temsili düzenleyen hükümde yalnızca temsilciden söz edilmiş; ancak bu kişinin avukat olması şartı öngörülmemiştir. Genel İdarî Kanun Tasarısının “Temsil” başlıklı 21. maddesinde de özel bir idarî usûl kanunu olan

212

Yılmaz- Usul ve İspat s. 97.

213

Aslan-Yargısal Denetim s. 5.

214

Özkan-İdari Usul s. 62; Oğurlu-İdari Yaptrım s. 230.

215

82 4054 sayılı kanun düzenlemesine paralel olarak, temsilcinin avukat olması şartı aranmamıştır. Ayrıca Tebliğin “Temsil” başlıklı 7. maddesinde de “ Taraflar sözlü savunma

toplantısına bizzat katılabilecekleri gibi, yetkili temsilcileri vasıtasıyla da katılabilirler. Temsilcinin avukat unvanını haiz olması gerekmez. Tarafları toplantıda kimlerin temsil edeceğinin, bu kişilerin temsil yetkisini gösterir belgeler ile birlikte en geç toplantıdan yedi gün öncesine kadar Kuruma bildirilmesi asıldır. Zorunlu hallerde Başkan, bu süre içinde bildirilmemiş temsilcilerin dinlenmesine de izin verebilir. Bu şekilde bildirilen temsilci sayısı, toplantı yerinin fiziki imkânları ve sürenin daha etkin kullanımı gibi gerekçelerle Başkanlık tarafından kısıtlanabilir. Tüzel kişiliğe sahip olmayan teşebbüs ya da teşebbüs birliklerinin ortakları veya üyeleri toplantıya ayrı ayrı katılabilecekleri gibi, ortak bir temsilci ile de katılabilirler. Bu madde hükümleri toplantıya katılan şikâyetçiler ve üçüncü kişiler bakımından da geçerlidir.” denilerek açıkça temsilcinin avukat olmasının şart olmadığını

belirtmiştir.

1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Yalnız Avukatların Yapabileceği İşler” başlıklı 35. maddesindeki; ”Kanun işlerinde ve hukukî meselelerde mütalaa vermek, mahkeme, hakem veya yargı yetkisini haiz bulunan diğer organlar huzurunda gerçek ve tüzel kişilere ait hakları dava etmek ve savunmak, adlî işlemleri takip etmek, bu işlere ait bütün evrakı düzenlemek, yalnız baroda yazılı avukatlara aittir. Baroda yazılı avukatlar birinci fıkradakiler dışında kalan resmi dairelerdeki bütün işleri de takip edebilirler. Dava açmaya yeteneği olan herkes kendi davasına ait evrakı düzenleyebilir, davasını bizzat açabilir ve işini takip edebilir “ şeklindeki düzenleme, avukatların tekel hakkını dava takip etmekle sınırlamış olup, resmi dairelerde iş takip etmeyi avukatlara özgülememiştir216. Buna göre, Avukatlık Kanunu’nun ilgili hükmü anlamında bir resmi daire olan Rekabet Kurulu’nun önünde ilgililerin temsil yetkisi bakımından avukat olma şartı aranmaması gerek Avukatlık Kanunu’na gerek henüz yasalaşmamış olan Genel İdarî Usûl Kanunu Taslağına uygundur217. Ancak, bunu eleştiren yazarlar da mevcuttur. Bu görüşe göre, ilgililerin Rekabet Kurulu önünde avukat olmayan kişilerce temsil edilmesi, kişilerin hukukî güvenlikleri bakımından tehlike arz etmekte olup

216

Kuru/Arslan/Yılmaz-Usul s. 255;Güner, Semih: Avukatlık Hukuku, Ankara 2011, s. 138 vd.; Sungurekin Özkan, Meral: Avukatlık Mesleği Avukatın Hak ve Yükümlülükleri (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ve 6102 ve 6335 sayılı Türk Ticaret Kanunu Değişiklikleri ile), İzmir 2013, s. 54 vd.

217

83

kamu düzenine de aykırıdır. Ayrıca da, Kurul kararlarının yargıya intikal etmesi durumunda zaten avukatla temsil zorunlu hale gelecektir218.

b) Sözlü Savunma Toplantısında Yararlanılabilen Delil ve İspat Vasıtaları

6100 sayılı HMK‘da düzenlenen delil ve ispat türleri ile arasındaki benzerlik ve farklılıklar da dikkate alınarak Rekabet Kurulu’nun sözlü savunma toplantısında yararlandığı delil ve ispat vasıtaları aşağıda detaylı olarak incelenecektir. RKHK’nun 47. maddesinin 5.fıkrası ; “Sözlü savunmada ilgili taraflar Hukuk Usûlü Muhakemeleri Kanununun İkinci

Babının Sekizinci Faslında düzenlenen her türlü delil ve ispat vasıtasından yararlanabilirler.” şeklindedir. Rekabetin Korunması Hakkındaki Kanunda, 1086 sayılı

HUMK’a atıf yapılmış olsa da, 1.10.2011 tarihinde 6100 sayılı HMK yürürlüğe girmiş olduğundan, RKHK’nun 47. maddesinin 5. fıkrasının ona göre değiştirilmesi gerekir. Zira HMK’nın “Diğer Kanunlardaki Yargılama Usûlü ile İlgili Hükümler“ başlıklı 447. maddesinin 2. fıkrasındaki; “Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan 18/6/1927 tarihli ve 1086

sayılı Hukuk Usûlü Muhakemeleri Kanununa yapılan yollamalar, Hukuk Muhakemeleri Kanununun bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelerine yapılmış sayılır” düzenlemesi

RKHK bakımından da uygulanmaktadır.

6100 sayılı HMK’nın ise “İspat ve Deliller” başlığını taşıyan dördüncü kısmı, yedi bölümden oluşmakta olup, bu bölümler şu şekilde sıralanmıştır:

1- Genel Hükümler 2- Belge ve Senet 3- Yemin 4- Tanık 5- Bilirkişi incelemesi 6- Keşif 7- Uzman Görüşü

Medenî yargılamada delil, bir uyuşmazlığı çözebilme gücüne göre ikiye ayrılmaktadır: Kesin deliller ve takdiri deliller. Yargıtay ve öğretide, güçlü delil, kuvvetli delil, kuvvetli takdiri delil, önemli delil gibi başka kavramlar ile de delillerin ifade edildiği görülmektedir219.

218

Yılmaz-Yargılama Hukukçusu s. 959; Aslan-Yargısal Denetim s. 5.

219

Akcan, Recep: Yargıtay Kararlarındaki Güçlü Delil Kavramının Hukukî Niteliği (SÜHFD 2004/1-2, s. 7-24), s. 8.

84 Kesin deliller; Senet (HMK m. 199-224 ), Yemin (HMK m. 225-239) ve Kesin hükümden (HMK m. 303) oluşmaktadır. Takdiri deliller ise, Tanık (HMK m. 240-265), Bilirkişi (HMK m. 266-287 ), Keşif (HMK m. 288-292 ) ve Özel hüküm sebepleridir (HMK m.192). Doktrinde ikrarın delil mi olduğu, feragat niteliğinde mi olduğu yoksa usûlü (yöntemsel) bir işlem mi olduğu tartışmalıdır220.

Kesin deliller, bir uyuşmazlığı sona erdirmek açısından çok etkili bir araç olup, hâkimi bağlayıcıdır. Bir vakıa kesin delil ile ispatlanıyorsa hâkim, o vakıayı doğru kabul etmek zorundadır. Bu durumda hâkimin takdiri mümkün değildir221. Ancak re'sen araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda hâkim, kesin delillerle bağlı değildir222.

Takdiri deliller ise hâkimi bağlamamaktadır. Takdiri delilleri hâkim serbestçe değerlendirerek karar verebilir. Takdiri delillerin değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gereken üç koşul bulunmaktadır: Sonuç ilkesi, tamamiyet ilkesi ve ikna edici güç ilkesi. Sonuç ilkesi, hâkimin ispat konusuna ilişkin olarak akıl yürütmesinde tutarlı olmasını ifade etmektedir, yani delillerin vakıalarla çelişmemesi gerekmektedir. Tamamiyet ilkesine göre ise, delillerin tamamı, karar için önemli vakıaların tümünü açıklayabilmelidir. Son olarak ikna edici güç ilkesi, hâkimin o delili vakıanın açıklanmasına dayanak olarak gösterme gerekçesini açıklaması gereğidir223.

Rekabet Hukukunda da re'sen araştırma ilkesinin geçerli olması nedeniyle serbest delil sistemi söz konusudur. Nitekim 4054 sayılı Kanun’da kesin delil-takdiri delil ayırımı yapılmadan her türlü bilgi ve delilden söz edilmiş (RKHK m. 44,1), 47. maddede sözlü savunma toplantısı bakımından mülga HMK’nun “Deliller ve İkamesi” bölümüne atıf yapılarak buradaki her türlü delil ve ispat vasıtalarından yararlanılabileceği belirtilmiştir. Serbest delil sisteminin sonucu olarak, belirli hususların sadece belirli delillerle ispatı öngörülmemiş, o hususun ispatını temin edecek bütün delillerin ispat vasıtası olarak kullanılmasına cevaz verilmiştir224.

220

Umar, Bilge/Yılmaz, Ejder: İspat Yükü, İstanbul 1980, s. 191 vd. ; Aksi görüş için bkz. Kuru/Arslan/Yılmaz- Usul s. 372-378.

221

Akkan, Mine: Medenî Usul Hukukunda Tarafların Farklı Olması Durumunda Kesin Hükmün Delil Niteliği (DEÜHFD 2009/Özel Sayı, s.3-61), s. 7; Pekcanıtez /Atalay/Özekes s. 262.

222

Kuru/Arslan/Yılmaz-Usul s. 370.

223

Konuralp, Haluk: Medenî Usul Hukukunda İspat Kurallarının Zorlanan Sınırları, Ankara 2009, s. 45; Akcan s. 24; Pekcanıtez /Atalay/Özekes s. 262.

224

85 Rekabet Hukukunda, HMK’ya atıf yapılırken kesin delil-takdiri delil ayırımı yapılmamıştır. Doktrindeki bir görüşe göre yapılan atıf, medenî yargılamadaki delil sistemine değil, delil çeşitlerinedir. Aksi takdirde, rekabet hukukunun kamusal yönü ihmale uğrayabilir225. Rekabet Hukukunda bu delil çeşitlerine hangi şekillerde başvurulmakta olduğu aşağıda ayrıntılı biçimde incelenecektir.

İlk olarak, HMK m. 266-287 ‘de düzenlenen ve takdiri delillerden olan “bilirkişi” delili incelenecektir. Buna göre; çözümlenmesi özel bilgiyi ve tekniği gerektiren konularda görüş ve düşüncelerini bildirmek yoluyla yargıca yardımcı olan ve kendisine arz edilen hususlarda fenni ve ilmi bilgisini kullanarak tetkikine arz edilen hadisenin hususiyeti hakkında mütalâasını bildiren uzman bir kişi olan226 bilirkişilikle ilgili ( İYUK m. 31 ile yapılan atıf gereği HMK da bilirkişilik müessesesinin düzenlendiği maddeler de dikkate alındığında ) en önemli hususun hâkimin bilmediği, özel ve teknik bilgiyi gerektiren bir hususun varlığı olduğu görülecektir. HMK da, eski düzenlemeden farklı olarak özellikle “hukuk dışında” kavramı getirilmiştir. Konuya Rekabet Hukuku açısından bakıldığında ise, HMK’na yapılan atıf çerçevesinde Kurul’un ayrı bir uzmanlık isteyen konularda, bilirkişiden görüş isteyebileceği düşünülmektedir.

Yeni bir kurum olarak hukuk muhakemesine girmiş olan “uzman görüşü” ile ilgili düzenlemeye göre, tarafların uzmanından bilimsel değerlendirme alabilecekleri, sadece bunun için süre isteyemeyecekleri, hâkimin talep üzerine ya da re’sen uzmanı mahkemeye çağırıp dinlenmesine karar verebileceği, hâkim ve tarafların soru sorabileceği, özürsüz gelmezse hazırladığı raporun değerlendirmeye tabi tutulmayacağı hükme bağlanmıştır (HMK m. 293). Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz (HMK m. 266). Şu halde hâkimlerin hukukî konularda bilirkişiye başvurması kanuna açıkça aykırıdır. Bunun yanı sıra, gereği olmadığı halde bilirkişiye başvurulması lüzumsuz masrafa ve zaman kaybına yol açacağından usûl ekonomisi ilkesinin (AY m. 141; HMK m. 30) de ihlâli anlamına gelecektir227. Buna karşılık 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun uzman görüşünü düzenleyen 293. maddesi uyarınca tarafların iddia veya savunmalarını güçlendirmek amacıyla hukukî konularda uzman tanığa

225

Yılmaz-Usul ve İspat s. 101.

226

Sunay s. 42; Kuru/Arslan/Yılmaz-Usul s. 429-432; Arslan, Ramazan: Bilirkişilik Uygulaması ve Bu Uygulamaya Yargıtay’ın Etkisi (YKD 1989/4, s. 156-183), s. 162; Tanrıver, Süha: Bilirkişinin Hukukî Statüsü, Yükümlülükleri, Yetkileri ve Sorumluluğu, Ankara 2002, s. 33; Pekcanıtez /Atalay/Özekes s. 284-290.

227