Rot [away] rat n 1 çürük 2.çürüme

1. the smell of damp and rot (nem ve çürük kokusu)

2. This government has got to stop the rot in the health service.

(Hükümet sa lık servisindeki çürümeyi durdurmak zorundadır)

longitude

lancityu:d . n boylam

latitude

le:tityu:d . n enlem

fever

fi:vır 1 n 1. ate _{2. kuvvetli arzu}

1. Use syrup to reduce fever in infants. (Bebeklerde ate i dü ürmek

için urup kullanın)

2. The whole country was in the grip of election fever. (Tüm ülke

seçim ate ine yakalanmı tı)

respiration

respırey ın . n Soluk alıp verme, solunum

artificial respiration

. n Suni solunum (kiss of life)

spectacular

spekte:kyulır 2 adj harikulade, çok etkileyici The show was a spectacular success. The newspapers charted every moment of his spectacular fall from grace.

resumption

rizamp ın . n Yeniden ba lamak No date was announced for a resumption of the talks. (Görü melere _{yeniden ba lamak için herhangi bir tarih açıklanmadı)}

medium

mi:di ım 2 n 1. [Ço media veya mediums] araç, vasıta (means, vehicle) 2. orta

1. Both broadcast and print media are carrying the story. Sand and clay are added to produce the perfect planting medium. 2. Have you got a medium in this style?

medium

mi:di ım 2 adj 1. orta _{2. mutedil, orta} 1. She’s slim, of medium height, with dark hair. _{2. In medium winds, the plane remained stable.}

rotary

ro tıri . adj Döngüsel, sabit bir merkeze _{ba lı olarak dönen} a rotary mower

rotary

ro tıri . n Göbek (trafik) a rotary mower

ascendancy

ısendınsi . n Üstünlük, avantaj _{(dominance, power)} Two early goals established the team’s ascendancy in the first half.

consternation

kanstırney ın . n Endi e, kaygı (dismay) His comments caused consternation among environmentalists.

impoverish

impavıri . v fakirle tirmek The incompetent military leadership had impoverished a once _{prosperous country.}

harness

harnis . v

1. (ata vs) ko um takmak. 2. to (atı arabaya, öküzleri sabana) ko mak.

3. (do al bir gücü) kontrol altına almak, kullanmak

1. 2.

3. Although we’ve harnessed the force of electricity, we still know very little about its effects on us. (Elektrik kuvvetini kontrol altına

almı olmamıza ra men, üzerimizdeki etkileri hakkında hala çok az ey biliyoruz)

detect

Didekt’ 2 vt _{1.Te his etmek} 2.ke fetmek,

meydana/açı a çıkarmak (discover, determine)

1.The technology is capable of detecting the smallest earth tremors. (Teknoloji en küçük yer sarsıntısını te his etmeye güç

yetirebilir)

2. I thought I detected a hint of irony in her words. (Sözlerinde

bir alay emaresi ke fetti imi sandım)

vast

va:st 2 adj 1. çok geni ; engin (extensive) 2. çok büyük (huge,

enormous)

1.a vast empty plain (çok geni bo bir düzlük)

2. I believe the vast majority of people will support us. ( nsanların çok

büyük bir ço unlu unun bizi destekleyece ini sanıyorum)

restriction

ristrik’ ın 1 n Kısıtla(n)ma, sınırla(n)ma ₍

limitation, restraint) trade/travel/speed/parking restrictions (ticari/seyahat/hız/parketme kısıtlamaları)

facility

fısilıti 3 n

1. kolaylık, olanak (ease, convenience )

2. hizmet veya tesis 3. hüner, maharet (aptitude, ability)

1. A free bus to the airport is a facility offered only by this hotel. (Havaalanına bedava otobüs sadece bu otel tarafından sunulan bir

kolaylıktır/olanaktır)

2. Does the company offer any facilities for employees with young children? ( irket kükük çocuklu aileler için herhangi bir

kolaylık/hizmet/tesisi sunuyor mu?)

3. He traslated with great facility. (Büyük bir hüner ile tercüme etti.)

facilities

Fısilıti:s 3 n Hizmet, tesisat, olanak, gibi _{kolaylık sa layan eyler} The hotel has excellent leisure facilities. (Bu otelde mükemmel e lence _{hizmetleri / olanakları var.)}

sufficient [for

ST] [to do ST]

sıfi ınt 3 adj

yeterli, kâfi (enough) [+for ST] [to do] (OPP

insufficient)

Bedside lighting alone is not sufficient for most bedrooms. (Ço u

yatak odası için sadeve abajur lambalar yeterli de ildir.) There is now

sufficient evidence to prove his claims. ( imdi iddialarını ispatlamak

için yeterli kanıt var)

broad

bro:d 3 adj

1. geni (wide) 2. açık

3. belirgin (obvious) 4. yaygın

5. ana, genel (rough, general)

1. a board room (geni bir oda) 2. broad daylight (açık günı ı ı) 3. a broad hint (belirgin bir ima) 4. a broad education (yaygın bir e itim)

5. the broad outlines of the project (projenin genel hatları)

surrounding

sıraunding 2 adj çevredeki, etraftaki (nearby) The hotel is ideally located for visiting the city and the surrounding _area.

surroundings

sıraundings 2 n çevre, ortam (environment) I took up the time admiring my surroundings. (Çevreme hayranlık _{besleyerek zamanımı öldürdüm)}

surround

sıraund 3 v

1. çevrelemek, ku atmak, etrafını sarmak (frame, border)

2. askeri ku atmak, sarmak (enclose, encircle)

1. Can you name the states that surround Colorado? (Kolarodo’yu

çevreleyen eyaletlerin isimlerini sayar mısın?)

2. Armed police quickly surrounded the building. (Silahlı polisler

çabucak binayı ku attılar)

magnitude

me.gnityu:d 1 n

1. büyüklük, azamet 2. önem, ehemmiyet 3. [mat] büyüklük 4. [astr] kadir, parlaklık

1. They may feel discouraged at the magnitude of the task before them. (Önlerindeki görevin büyüklü üyle cesaretlerini yitirmi

hissedebilirler)

2. a world crisis of considerable magnitude (ciddi ehemmiyette bir

dünya krizi)

3. electorates of less than average magnitude (ortalama büyüklükten

daha küçük olan eloktratlar)

4. star of the first magnitude (en parlak / birinci kadirden olan yıldız)

abuse

ıbyu:s 2 n

1. yolsuzluk, suiistimal (misuse,manipulation) 2. hakaret, sövüp, sayma (insults, swearing, foul language)

3.(bedensel - ruhsal) i kence (mistreatment, violence) 4.cinsel taciz

1. price-fixing agreements and other abuses by large corporations (fiyat

sabitlemesi anla maları ve geni çaplı iretlerce yapılan di er yolsuzluklar)

2.Blake was alleged to have hurled racist abuse at a student. (Blake’in

bir ö renciye ırkçı hakaretler yaptı ı iddia edildi)

3. Physical abuse and neglect of children is too common. (fiziksel

i kence ve çocukların ihmal edilmesi çok yaygın)

4. Several female students have made allegations of abuse against him.

(Birkaç kız ö renci ona kar ı cinsel taciz iddialarında bulunmaktalar)

abuse

ıbyu:s 1 vt

1. kötüye kullanmak (misuse, manipulate)

2. (sa lık v.b.'ne) zarar verecek madde kullanmak 3. acımasızca yermek, sövüp saymak (insult, swear) 4. (bedensel veya ruhsal) i kence yapmak (treat badly, ill treat)

5.cinsel tacizde bulunmak

1. Those with access to private information must not abuse that trust.

(Özel bilgiye eri im bu güveni kötüye kullanmamalı)

2.

3. He was fined £10,000 for verbally abusing the umpire. (Hakeme

sözlü saldırıdan dolayı 10000 paund cezaya çarptırıldı)

4. Prisoners reported being regularly abused by their guards.

(gardiyanları tarafından düzenli olarak i kence yapıldı ı rapor edilen tutuklular)

5. A high percentage of abusive parents were themselves abused as children. (Cinsel tacizde bulunan ebeveynlerin yüksek bir yüzdesinin

bizzat kendisi çocukken cinsel tacize u ramı tı)

bare

be ır 2 adj

1. çıplak (undressed) 2. yalın, basit, kuru (plain, simple)

3. açık, apaçık

4. kıt kanaat, kıtı kıtına, ancak yetecek kadar (mere) 5. çorak

1. Bare legs (çıplak ayaklar) bare wire (çıplak tel) The trees are already bare. (A açlar imdiden çıplak kaldılar)

2. a bare thank you (kuru bir te ekkür) 3. bare facts (apaçık olaylar/gerçekler) 4. bare majority (zayıf bir ço unluk) 5. a bare countryside (çorak bir kırsal arazi)

bare

be ır . v

1. soymak, sıvamak, (elbise vs. ) çıkarmak (strip) 2. göstermek, açıklamak (reveal, expose)

1. to bare one’s arms (kollarını sıvamak)

2. to bare its teeth (di lerini göstermek) to bare unknown facts (bilinmeyen gerçekleri açıklamak)

barely

be ırli 2 adv

1. henüz/daha ancak 2. açıkça, gizlemeden 3. güç bela, kıtı kıtına 4. hemen hemen hiç (hardly, scarcely)

1. She is barely sixteen. (Daha/henüz ancak on altı ya ında) We have bare enough money for weekend (Anca(k) hafta sonuna yetecek

paramız var)

2. They gave the facts to him barely (Olanları açıkça/oldu u gibi ona

bildirdiler)

3. He barely escaped the danger. (Tehlikeden güç bela kaçtı.) 4. I barely know him. (Onu hemen hemen hiç tanımıyorum)

load

lo d 3 n

1. yük (burden) 2. –e dolusu [+of] 3. sorumluluk yükü

1. He was carrying a heavy load. (A ır bir yük ta ıyordu)

2. a wagonload of coal (bir vagon dolusu kömür) She drove back from the farm with a full load of hay. (Çiftlikten bir araba dolusu samanla

geri geldi.)

3. You must allow others to share your load. (Di erlerine yükünü

payla maları için izin vermelisin)

load

lo d 2 v

1. yüklemek

2. doldurmak, koymak (silah, makine vs)

3. –e garketmek 4. (yalan/uydurmayla)

i irmek

1. They are loading the truck now. ( imdi kamyonu yüklüyorlar) 2. He loaded the cassette into the player. (Kaseti teybe koydu) 3. They loaded us with gifts. (Bizi hediyelere bo dular)

4. to load the evidence in favor of defendent (delilleri sanık lehine

i irmek)

loaded

lo did . adj

1. dolu, yüklü (silah, makine, araç vs)

2. aldatıcı, hileli, yanıltıcı 3. [argo] zom, çok sarho (very drunk)

4. [argo] yükünü tutmu , çok zengin (very rich, wealthy)

1. a fully loaded plane

2. a loaded card (hileli bir oyun kartı) 3.

4. Let him pay, he is loaded. (Bırak o ödesin, yükünü tutmu )

deterioration

ditı ri rey ın . n

1. kötüle me, fenala ma (worsening)

2. gerileme, de erden dü me (decline)

unyielding

Anyi:ding . adj 1. boyun e mez (adamant) 2. inatçı (obstinate) 3. sert katı (firm)

1. Her expression was hard and unyielding. (Yüz ifadesi sert ve katıydı) 2. The ground was unyielding beneath their feet. (Ayaklarının altındaki

toprak inatçıydı.) (=edebî n’aparsa yapsın ürün vermiyor)

accumulate

ıkyu:myuleyt 1 v

1. toplamak / toplanmak (amass, gather, assemble, collect)

2. yı mak, biriktirmek / yı ılmak, birikmek (heap up, pile up, store up)

1. the toxin accumulated in their bodies (bedenlerinde toplanmı

toksin) Investigators have yet to accumulate enough evidence. (müfetti ler henüz yeterince kanıt toplamadılar)

2. to accumulate wealth (servet biriktirmek)

destruction

distrak ın 2 n

1. Mahvolma, harap/yok olma (extinction, extermination, eradication, ruin,

devastation) 2. yok etme, imha

The building must be saved from destruction. (Bina harap olmaktan

kurtarılmalı) the destruction of environment (çevrenin mahvedilmesi)

draught

dra:ft 1 n

1. so uk esinti, cereyan 2. içme, içine çekme (dumanı)

3. yudum, çeki (bir defada

1. Heavy curtains at the windows cut out draughts. (Penceredeki a ır

perdeler cereyanı kesiyor)

2. He took deep draughts of oxygen into his lungs. (Ci erlerine

içilen/yutulan miktar) 4. su derinli i (depth) 5. dama oyunu [BrE] 6. tutulan balık miktarı

3. She downed the remaining beer in one draught. (Kalan birayı bir

yudumda içiverdi)

4. The shallow draught enabled her to get close inshore. (Sı derinlik

sahile yakla masına imkan verdi)

5. 6.

Belgede YDS'de Kullanılan Önemli Kelimeler | 14613 (sayfa 82-85)