• Sonuç bulunamadı

inherit 2 v 1 Miras almak ( 2 Miras kalmak take over)

He inherited the business from his father. ( i babasından miras aldı) The boys inherited Derek’s good looks. (Çocuklar Derek’in iyi

bakı larını miras edindiler)

inheritance

2 n Miras (heritage) The three countries shared a common linguistic and religious inheritance. (Üç ülke ortak bir dilbilimsel ve dini mirsı payla tılar)

loan

v ödünç vermek Her pictures have been loaned to the Ikon Gallery. (Resimleri Ikon Gallery’den ödünç alınmı tır.)

loan

3 n 1.ödünç verilen ey 2. borç ( credit)

1. He had accepted Tom’s offer of the loan of his cottage in north Wales. (Tom’un Kuzey Wales’teki kulübesini ödünç verme teklifini Kabul etmi ti)

grant

Gre:nt 3 vt

1. kabul etmek (agree, accept)

2. vermek, lütfetmek, bah etmek.

1.She granted his request. (Ricasını kabul etti.)

Granting the truth of what you're saying, I still don't see that there's anything we can do about it. (Dediklerinizin do rulu unu kabul etsek

bile, yine de bu i te bizim yapabilece imiz bir ey göremiyorum.)

2. On April 30, the club granted him a leave of absence for personal reasons. (30 Nisan’da kulüpona ki isel nedenlerle bir tatil verdi)

puzzle

pazıl 1 vt a mak a ırtmak

His behaviour that night puzzled me for a long time (O geceki

davranı ları beni uzun sure a ırttı)

I’ve puzzled over this question for a while. (Bu soruya bir müddet a a

kaldım)

dealer

Di:lır 3 n

1. tüccar, satıcı 2. iskambil kâ ıtlarını da ıtan kimse. 3.uyu turucu satıcısı

a dealer in old stamps (eski pul satıcısı.)

vehement

vi:ımınt . adj 1. iddetli, hiddetli: 2. ate li a vehement protest ( iddetli protesto.) a vehement speaker (ate li konu macı.)

peculiarity

pikyu:lie.riti . n 1.özellik, hususiyet (particularity) 2. acayiplik (oddness)

1. You have to live in the city and understand its peculiarities. ( ehirde

ya amalı ve ehrin hususiyetlerini ö renmelisin)

2. Have you noticed any peculiarities in his behaviour recently? (Son

zamanlarda davranı larında bir acayiplik farkettin mi?)

trial

tre:yl 3 n 1. duru ma 2. deneme; denenme (experiment) 3. sıkıntı, güçlük (burden, difficulty) 4.ba belası 5.ön-eleme [spor]

1.They’re on trial for armed robbery. 2.The drug is now undergoing clinical trials.

3.She writes about the trials of life on the American frontier. 4.The kids can be a bit of a trial at times.

5.The Olympic trials are to be held next week.

trial

tre:yl . adj Deneme (test,

experiamental) trial period (deneme devresi.)

demand

dimend 3 n 1. istem, talep (2. [ekonomi] talep, ra bet. request) 1.She repeated her demand for an urgent review of the system. 2. Demand for organic food is increasing.

demand

dimend 3 v 1. talep etmek, istemek (want) 2. gerektirmek (require)

1. She demanded to know what was happening. (Ne olup bitti ini ö renmek istedi)

2. This is a complex task and demands a high level of skill. (Bu karma ık bir görev ve üst seviyede bir beceri gerektiriyor.)

demanding

dimending 1 adj

1.çok ilgi isteyen , tatmin edilemez (dissatisfied) 2.çok i -emek isteyen (difficult)

1.Young children can be very demanding. (Küçük çocuklar çok ilgi

bekleyebilirler)

2.A demanding boss (çok i isteyen bir patron)

jealous

celıs 1 adj Kıskanç (envious) Other girls görünü ünü kıskanıyorlar) were jealous of her good looks. (Di er kızlar onun

conceal

kınsi:l 2 v Gizlemek, saklamak (hide) He looked at her with barely concealed admiration. (Ona güçlükle gizlenmi bir hayranlıkla baktı)

strain

streyn 2 n

1.stres, acı (stress) 2.yük, kuvvet, basınç (pressure)

3.incinme (injury)

1.The funeral was quite a strain on her. (Cenaze ona çok acı geldi) 2.The strain of the weight on the bridge made it collapse. (Köprüdeki

a ırlı ın basıncı onun çökmesine yol açtı)

3.muscle/back strain (kas / sırt incinmesi)

strain

streyn 2 v

1.germek, çekmek (pull) 2.zorlamak

3.sonuna kadar kullanmak, çok zorlamak

4.incitmek (hurt) 5.çok çabalamak-kendini zorlamak (struggle, strive)

1.The heavy weight strained the ropes until they broke. (Fazla a ırlık

ipleri kırılıncaya kadar gerdi)

2.She strained the rules to suit herself. (Kuralları kendi lehine çok

zorladı)

3.He strained every nerve to win. (Kazanmak için her sinirini kullandı) 4.to strain a muscle (bir kası zorlamak-incitmek)

5.I strained to hear you. (Seni i timek için çok çabaladım)

charity

çeriti 3 n

1.hayır-yardım, sadaka (aid,help)

2.yardımseverlik, merhamet (kindness)

3.yardım kurulu u (aid organization)

1.living on charity (sadaka ile geçinmek)

2. Steele showed no charity to his former friend and partner. (Steele eski arkada ı ve orta ına hiç merhamet göstermedi)

3. The Children’s Society is a registered charity. (Çocuklar Toplulu u

leading

3 adj 1. [en] önemli 2. önde giden, öndeki

1. David was our leading goalscorer last year. (David geçen yılki en önemli golcümüzdü)

2. Michael broke away from the leading group to win by 70 metres. (Michael kazanmak için öndeki grupla arasını 70 m açtı)

feeble

fi:bıl . adj 1.Güçsüz, zayıf (weak) a feeble light/voice (zayıf bir ı ık/ses)

logic

lacik 2 n Mantık (common sense) Poor logic (zayıf mantık) the logic os a system (bir sistemin mantı ı)

ornament

ornımınt 1 n Süs, süsleme (decoration) an old china ornament (eski bir çin süslemesi)

ornament

ornıment 1 v Süslemek (decorate, adorn) The columns are ornamented with geometrical designs. (Sütunlar geometric çizimlerle süslü)

ornate

orneyt . adj Çok süslü, gösteri li (showy) An ornate building (gösteri li bir bina) an ornate style of writing (süslü bir yazma tarzı)

hostile

hastıl/-teyl 2 adj

1.dü man., sava çı (unfriendly)

2.dü manca, nefretkarane (harsh)

3.ho olmayan, ters (adverse)

1.hostile tribes (dü man kabileler) 2.a hostile look (dü manca bir bakı ) 3.a hostle climate (ters-sert bir iklim)

hostility

hastilıti 2 n Dü manlık (enmity) hostility to new technology (yeni teknolojiye dü manlık)

hostilities

hastilıti:s 2 n Çatı ma, sava (fight,

conflict, warfare) Anti-war demonstrations continued after the outbreak of hostilities. (Sava kar ıtı gösteriler çatı malar ba ladıktan sonra da devam etti)

castle

kesıl 2 n Kale In 1541 a fire consumed most of the town and much of the castle. (1541’de bir yangın kasabanın ço unu ve kalenin bir kısmını yakıp yok etti)

host

host 2 n

1.ev sahibi 2.han-otel sahibi

3.parazite ev sahipli i yapan 4.radyo-TV; programda konuk alan

1.Japan is playing host to its first World Championship next week.

(Japonya gelecek hafta ilk defa dünya kupasına ev sahipli i yapacak)

4.a game show/talk show host (yarı ma / tolk ov sunuculu u)

host

host 2 v Ev sahipli i yapmak, a ırlamak Sydney hosted the Olympic Games in 2000. (Sidney 2000 yılında olimpiyat oyunlarına ev sahipli i yaptı)

host

host 2 n pek çok, bir sürü (a great

number) A host of friends (bir ordu/sürü arkada )

taste

teyst 3 n

1.tatma duyusu 2.tat (flavor)

3.bi tadımlık (sample) 4.zevk (sophistication) 5.arzu, sevgi, ilgi (liking)

2.Candy has a sweet taste ( eker tatlı bir tada sahiptir)

3.Give me a taste of the cake (Bana pastadan bir tadımlık versene) 4.Her dress shows her advanced taste (Elbisesi geli mi zevkini

gösteriyor)

5. I have no taste for sports. (Spora hiç ilgim yoktur)

theme

thi:m 3 n

1.konu, tema (subject, topic) 2. kısa melodi, parça 3. bir konuda yazılmı kısa yazı

1.Theme of the book (kitabın konusu)

2.the theme from the film Rocky (Raki filminden parçası)

bilateral

bayletırıl . adj 1.çift taraflı 2.ikili Bilateral treaty (ikili antla ma)

reasonable

ri:zınıbıl 3 adj 1.makul (2.fazla olmayan, adil (fair) sensible) 1.a reasonable person/decision (makul bir insane/kara) 2.a reasonable price / salary (makul bir fiyat / maa )

consume

kınsyum 2 vt 1. tüketmek 2. yakıp yok etmek.

1. Many people have dramatically reduced the amount of red meat they consume. (Pek çok insane dramatik bir ekilde tükettikleri kırmızı et

mikterını azalttı) The new light bulbs consume less electricity. (Yeni ampuller daha az elektrik tüketiyor)

2. In 1541 a fire consumed most of the town and much of the castle.

(1541’de bir yangın kasabanın ço unu ve kalenin bir kısmını yakıp yok etti)

consumer

kınsyumır 3 n tüketici consumer demand/spending/protection (tüketici talebi / harcaması /korunması)

overdue

ovırdyu: . adj 1.geç (late) 2.vadesi geçmi , ödenmemi (unpaid)

1.This change in attitude is long overdue. (Davranı taki bu de i iklik

çok geç)

You’re long overdue for a dental check-up. (Di kontrolü için çok geç

aware [of]

ıweyr 3 adj Farkında olmak They’re aware of the dangers. (Tehlikelerin farkındalar)

insurance

in urıns 3 n 1.sigorta 2.sigorta irketi 3.sigortadan gelen para

1.Have you paid your car insurance? (Araba sigortanı yatırdın mı?) 2. He’s in insurance.(Sigorta i inde çalı ıyor)

3.After the fire, they were able to rebuild their house with the

insurance.(Yangından sonra, sigorta parasıyla evi yeniden

yapabildiler)