1. [ST to SB] (bir sırrı vs.) birine açıklamak (reveal, make known)
2. ortaya çıkarmak (reveal)
1.The spokesman refused to disclose detail of the takeover to the press. (Sözcü medyanın devralınması hususundaki detayı açıklamayı
reddetti.)
2.The door swung open, disclosing a long dark passage. (Kapı
aralandı, uzun karanlık bir koridoru ortaya çıkararak.)
feasible
fi :zıbl 1 adj Uygulanabilir (practicable) A feasible plan / suggestion (uygulanabilir bir plan / öneri)shaft
e:ft a:ft / 2 n1. bir eyin ince uzun ana kısmı, sap vs.
2. tünel, asansör bo lu u vs. 3.ı ın, ua
4. (araba vs. ) ok , aft
1. the shaft of an arrow (bir okun sapı)
2. a lift/ventilation shaft (bir asansör / havalandırma bo ku u)
crust
krast 1 n kabuk. Molten lava rose up from beneath the Earth’s crust. (Ergimi lav dünya kabu unun altından yükseldi.)detect
Di:tekt 2 vt 1. sezmek, farketmek. 2. bulmak, ke fetmek 1. I thought I detected a hint of irony in her words. 2. technology capable of detecting the smallest earth tremorsregulate
regyuleyt 2 vt1. düzenlemek, yoluna koymak.
2. ayarlamak.
1.The proposal seeks to change the way the airline industry is regulated.
2.Teachers are not able to regulate the temperature in their classrooms.
complain
kımpleyn 3 v Sızlanmak, ikayet etmek, yakınmak [about/of ST] [that clause] [to SB]‘It’s far too hot,’ she complained. (“Çok fazla sıcak” diye sızlandı) What are you complaining about? (Neyden ikayetçi oluyorsunuz?) Refugees had complained of being robbed and beaten by officials. (Mülteciler memurlarca soyulmak ve dövülmekten ikayetçilerdi) She’d been complaining of headaches. (Ba a rısından muzdarip)
apt
e:pt 1 adj1. çok uygun, -e meyilli (very suitable)
2. akıllı ve çabuk kavrayan, zeki
1. He's apt to be late. (Sık sık geç kalır.)
That pile of books is apt to fall. (O kitap yı ını devrilir.) an apt comparison (çok uygun bir mukayese / kar ıla tırma) 2. an apt student (akıllı ve çabuk kavrayan bir ö renci.)
agent
eycınt 3 n 1. acente 2. ajan. (spy) 3. temsilci, vekil (represantative) 4. aracı, vasıta1. a shipping agent (bir gemicilik acentesi) 2. a secret / undercover agent (bir gizli ajan)
3. My agent has power to sign my name. (Vekilim adıma imzaya yetkilidir.)
4. Many insects are agents for fertilization. (Pek çok böcek döllenmeye aracılık eder.)
deserve
dizörv 2 v hak etmek, layık olmak (be worthy of)1. After five hours on your feet you deserve a break. (Ayakta be saatten sonra bir arayı hakediyorsun) a matter that deserves further consideration (daha fazla ilgiyi hakeden bir sorun)
funding
fanding 2 n Para, fon (financial support)an increase in the funding of health care (sa lık hizmetleri fonunda bir
artı ) The government is still failing to provide adequate funding for
research. (Hükümet ara tırmaya yeterince fon sa lamada hala
ba arısız.)
supremacy
sıpremısi: . n Üstünlük, egemenlik Rival gangs battled for supremacy. (Rakip çeteler üstünlük için sava tılar)mankind
me:nkaynd 1 n nsano lu (humankind)case
keys 3 n1. durum (situation) 2. (soru turulan) vaka, olay 3. hastanede vaka, hastalık durumu
4. mahkeme, dava 5. deliller (arguments) 6. dilbilgisi durum 7. kutu, çanta, kap vs. (container)
1. In some cases people have had to wait several weeks for an appointment (Bazı durumlarda insanlar bir randevu için birkaç hafta
beklemek zorundaydılar.) If that is the case we need more staff. (E er
durum böyleyse daha fazla elemana ihtiyacımız var.) I cannot make
an exception in your case. (Senin durumun için bir istisna yapamam.) 2. a murder case (bir cinayet vakası) a case of theft (bir hırsızlık
vakası)
3. I had five cases of syphilis this morning. (Bu sabah be frengi
vakam vardı.) a severe case of typhoid (ciddi bir tifo vakası)
4. to lose / win a case (bir mahkemeyi-davayı kaybetmek / kazanmak) You have no case (davanız dü tü)
5. the case for the defendant (sanık lehine deliller) 6. genitive case (sahiplik durumu) (Sarah’s book) 7. a wooden case (tahta bir sandık)
asylum
ısaylım 2 n 1. sı ınma, iltica 2. [eski] tımarhane 1. More than half a million people sought asylum in Europe last year. (Geçen yıl Avrupada yarım milyondan daha fazla insan iltica istedi)emotion
imo ın 3 n duygu, his; heyecan. (passion) feeling, As a nurse I learned to control my emotions. (Bir hem ire olarak hislerimi control etmeyi ö rendim)conscious
kan ıs 2 adj1. [to be … of] [to be … that] farkında olma, bilincinde olma (aware) 2. bilinçli, bilinci yerinde.
1. Teachers are increasingly conscious of the importance of the Internet. (Ö retmenler gitikçe daha fazla internetin öneminin
bilincinde oluyorlar) We are conscious that some people may not wish to work at night. (Bazı insanların gece çalı mak istemeyebilece inin
bilincindeyiz.)
2. The patient was fully conscious throughout the operation. (Hastanın tüm ameliyat boyunca bilinci yerindeydi.) I’m going to make a conscious effort to be more cheerful. (Ne elenmek için bilinçli bir
eyler yapaca ım.)
subconscious
sapkan ıs . adj Bilinçaltı, bilinçaltına ait Your dislike of water is perhaps due to a subconscious fear of drowning. (Sudan ho lanmaman belki bir bilinçaltı bo ulma korkusunedeniyledir)
invasion
inveyjın 2 n1. istila, i gal
2. ani hücum, dolu ma (ço . alı veri için)
3. yayılma
1. the Roman invasion of Britain under Julius Caesar (Jul Sezar komutasında Britanya’nın Romalılarca i gali)
2. The shops prepared for an invasion of last-minute Christmas shoppers. (Ma azalar Noel alı veri i yapanların bir son dakika hücumuna-dolu umuna hazırlıklılar)
3. an invasion of cancer cells (bir kanser hücreleri yayılması)
doubt
daut 3 n ku ku, üphe, belirsizlik I have no doubt that he will succeed. (Ba araca ından ku kum yok.) The future of the company is still in doubt. ( irketin gelece i halabelirsiz)
beyond doubt
biyand daut 3 adj ku kusuz What is beyond doubt is that he is utterly incompetent. (Ku kusuz olan ey onun tam anlamıyla yetersiz oldu udur.)doubt
daut 2 v ku kulanmak, ku ku duymak Some people doubt my ability but I will prove them wrong. (Bazıları yetene imden ku ku duyuyorlar ama yanıldıklarını ispatlayaca ım.)harvest
harvist . v hasat etmek, biçmek. farmers harvesting their crops (mahsullerini hasat eden çiftçiler)harvest
harvist 1 n Hasat, biçme, toplama the corn/potato/grape harvest (mısır / patates / üzüm hasadı)achieve
Içi:v 3 v 1. ba armak, -e ula mak, elde etmek 2. ba arılı olmak1. The Republic of Tunisia achieved independence from France in 1957. (Tunus Cumhuriyeti ba ımsızlı ını Fransa’dan 1957 de aldı.) actors who achieve fame and fortune in Hollywood (Hollywood’ta
öhret ve servet kazanmayı ba aran aktörler)
2. Many managers are driven by a desire to achieve. (Pek çok idareci
dense
dens 1 adj1. yo un, kalın, koyu (intense, thick) 2. sık (orman, saç v.b.) (crowded)
3. anla ılması güç, a ır (complicated)
1. a dense black cloud of flying insects (yo un bir uçan böcekler
bulutu)
2. dense woodland (sık koruluk) 3.a dense essay (a ır bir makale)
breathtaking
brethteyking 1 adj1.çok güzel, nefes kesen (extremely impressive) 2.çok kötü, berbat (extremely bad)
1. The scenery along the coast was just breathtaking. (Sahil boyundaki
manzara tek kelimeyle nefes kesici)
2. I found her rudeness quite breathtaking. (Kabalı ının çok kötü
oldu unu dü ündüm)
intake
inteyk 1 n1. vücuda alınan-tüketilen yiyecek-içecek, aldı (eating- drinking)
2. alınan (ö renci vs) sayısı 3. giri
1.Reduce your intake of salt, sugar, and junk foods. (tuz, eker ve abur-cubur tüketimini-alımını azalt)
your calorie/energy/protein intake (kalori/enerji/protein tüketimi-
alımınız-tüketiminiz)
2. this year’s intake of students (bu yılki alınan ö renci sayısı) 3. the air / fuel intake (hava / yakıt giri kanalı)
fiscal
fiskıl 2 adj mali fiscal and monetary policies (mali ve parasal politikalar)anniversary
E:nivörsıri 2 n yıldönümü. There was a concert to mark the 10th anniversary of Mandela’s release from jail. (Mandela’nın serbest kalmasının 10. yıldönümü için bir konser vardı)revenue
revvinyu 2 n Gelir (income, profit) tax revenues (vergi gelirleri)income
inkam 3 n gelir, kazanç (profit) revenue, What is your approximate annual income? (Yakla ık yıllık geliriniz ne kadar?)output
autput 2 n üretim; çıktı; verim. (input) OPP Industrial output increased by four per cent last year. (Sanayi üretimi geçen sene yüzde dört arttı.) graphics output (grafiklerin çıktısı)annual
E:nyu ıl 3 adj 1. yılda bir yapılan, yıllık 2. bir yıllık1. an annual conference/festival/holiday (yıllık bir konferans / festival / tatil)
2. an annual salary/total/average (bir yıllık maa / toplam / ortalam)
come out
kam aut 3 PhV1. yayımlanmak, piyasaya çıkmak (kitap, kaset, film) 2. ortaya çıkmak, bilinmek 3. algılanmak, anla ılmak 4. sonuçlanmak
3. (leke, di ) çıkmak
1. We’ve recorded a new album, and it’s coming out in the spring. (Yeni bir albüm yaptık ve baharda çıkacak)
2. These differences don’t come out until you put the two groups in a room together. ( ki grubu beraber aynı odaya koyuncaya dek bu farklar
ortaya çıkmaz.) He said, “it’ll all come out in court.” (Mahkemede her ey ortaya çıkacak dedi) It eventually came out that she was already
married. (Sonunda zaten evli oldu u ortaya çıktı.)
3. I didn’t mean it to come out as a criticism. (Onun bir ele tiri olarak
algılanmasını istememi tim) She had only meant to defend herself, but
it had come out all wrong. (Sadece kendini savunmak istemi ti, ama
her ey yanlı anla ıldı.)
4. It’s impossible at this stage to judge how the vote will come out. (Bu
a amada oylamanın nasıl sonuçlanaca ını kestirmek mümkün de il.)
5. Another of her baby teeth came out yesterday. (Di er bir süt di i de
dün dü tü.)
leak
li:k 1 V sızdırmak, kaçırmak; sızmak The tire is leaking air.(Lastik hava kaçırıyor.) Oil was leaking from the pipeline. (Boru hattından petrol sızıyordu) a leaked report (sızdırılmı bir rapor)leak out
li:k aut 1 vi (sır) dı arı-medyaya sızmak News leaked out that he was leaving the show. ( ovu terkediyor oldu u haberi dı arı sızmı )leak
li:k 1 n 1. su sızdıran delik veya çatlak ,sızıntı yeri 2. sızıntı.1. a leak in the roof (çatıda bir sızıntı yeri)
2. The explosion was caused by a gas leak in the main line. (Patlamaya ana hatlardaki bir gaz sızıntısı neden oldu)
terrain
tıreyn . n arazi, yer; bölge, mıntıka. familiar/hilly/mountainous terrain (tanıdık / tepelik / da lık bölge)priority
prayorıti 3 n 1. öncelik 2. geçi önceli i / hakkı1. Being fashionable was low on her list of priorities. (Modaya uygun
olmak onun öncelikler listesinde geri sıralardaydı)
1. Buses take priority over other vehicles on the road. (Yolda
otobüslerin di er araçlara geçi önceli i var)
emphasize
emfısayz 2 v 1. vurgulamak, altını çizmek 2. ortaya çıkartmak1. She emphasizes that her novels are not written for children. (Romanının çocuklar için yazılmadı ını vurguluyor)
2. Naomi’s short hair emphasized her cheekbones. (Naomi’nin kısa
stake
steyk 2 n1. riske edilen bi miktar para 2. [ticari] pay, hisse. 3. kazık; (bitki için) ispalya, sırık, herek.
1. He liked gambling, but only for small stakes. (Kumar oynamayı sever ama sadece küçük mebla larda)
2. RCS Video has bought a majority stake in Majestic Films International. (RCS videoları Majestik Films International’ın
hisselerinin ço unlu unu satın aldı)
3. Joan of Arc was burnt at the stake in 1431. (Jan Dark 1431’de bir kazıkta yakıldı.)
arch
arç 2 n 1. kemer, tak.2. ayak kemeri. the arch above the front door (ön kapı üzerindeki kemer) a garden arch (bir bahçe kemeri)
bin
bin 1 n1.(kömür, tahıl v.b.'ni saklamak için) kap; sandık; yer
2. çöp [BrE]
coal bin (kömürlük) wood bin (odunluk)
It’s time you threw those shoes in the bin. (Artık u ayakkabıları çöpe
atmanın zamanı gelmi )
be based on
beyzt 3 Ph -e dayanmak. The film is based on a true story. (Film gerçek bir hikayeye dayanıyor)be bound to
2 Ph -mesi kesin olmak: He's bound to win. (Kazanması kesin..)be on fire
3 Ph yanmak. The building was still on fire three hours later.Curtail
körteyl . v kısıtlamak, azaltmak (limit, restrict, lessen)a government attempt to curtail debate (tartı mayı azaltmak için bir
hükümet giri imi) Spending on books has been severely curtailed. (Kitaplara harcama yapmak sert bir ekilde azalmı tır)
companion
kımpe:nyın 2 n1. arkada , yolda . 2. e , bir di er 3. refakatçi. 4. rehber kitap
1. a travelling companion (bir seyehat arkada ı)
2. Have you seen the companion to this glove? (Bu eldivenin e ini
gördün mü?)
3.
4. a companion to french literature (Fransız Edebiyatı hakkında rehber
bir kitap)
durable
dyurıbıl . adj 1. dayanıklı, sa lam. 2. sürekli, devamlı. 1. durable high quality steel 2. Finding a durable solution will not be easysupervise
Su:pırvayz 2 v yönetmek Mary supervises two PhD students. His job was to supervise the loading of the ship.occupy
okyupay 2 v1.i gal etmek
2.(bir yer, bo luk, zaman vs) kapsamak, doldurmak 3.(ofis, ev vs için) çalı mak, ya amak, bulunmak 4. (bir makamda) bulunmak
1.The capital has been occupied by the rebel army. (Ba kent asiler
ordusunca i gal edildi)
2.How much memory does the program occupy? (Bu program ne
kadar yer kapsar?)
Your firm occupies a lot of this building's space. (Firmanız bu binada
epey yer kapsıyor.)
A fountain occupies the center of the garden. (Bahçenin ortasını
fıskıyeli bir havuz dolduruyor)
3.He occupies an office on the 12th floor. (12. katta bir ofiste
çalı ıyor) Which bed do you occupy? (Hangi yatakta yatıyorsun?) 4..The president occupies the position for 4 years. (Ba kan makamda
4 yıllı ına bulunur)
precise
1. tam, kesin
2. çok dikkatli, titiz (kimse). 3. titizlikle yapılmı (i ). 4. dakik (saat).
5. hassas (alet).
1. a precise definition of the word (sözcü ün tam kar ılı ı) at the precise moment of his arrival (tam geldi i anda.)