• Sonuç bulunamadı

Literatürde retravmatizasyonun (yeniden travmatize olma) kapsamı hakkında farklı kavramsal çalışmalar bulunmakta ve buna bağlı olarak retravmatizasyon kavramı farklı durumları tanımlamak için kullanılmaktadır. En yaygın olarak travmatik olaydan hayatta kalan kişinin sağlık hizmetleri aldığı esnada yaşadığı stresi tanımlamak için kullanılmaktadır. Bu anlamda da genellikle bir olay ya da etkileşimin kişinin önceki yaşadığı travmatik olay nedeniyle geliştirdiği ruhsal travma semptomlarının yeniden yaşantılanması durumlarında kullanılmaktadır (Hooper ve Warwick 2006, Rosenberg ve diğ. 2001). Retravmatizasyon tetikleyici bir olayın hayatta kalanın kendisini daha önce yaşadığı travmatik olayı anımsaması nedeniyle bunalmış hissettirmesidir.

Bazı çalışmalar ise retravmatizasyonu yeni bir travmatik olayın yaşanması koşuluna bağlı kılmakta, ya da daha önceden yaşanmış travmatik bir olaya bağlı semptomların tetiklenerek ortaya çıkması halinde de kullanılabileceğini belirtmektedirler. Örneğin, bir olayın ya da bir durumun daha önce yaşanmış bir şiddet olayını ya da eski travmatik bir olaya dair kontrolünü kaybetme hissini tetiklemesi için de kullanılabilir (Kammerer ve Mazelis 2006). Önceki yaşanan travmatik olayın kişiye anımsatılması ya da kişinin yeni bir travmatik olaya maruz bırakılması da aynı şekilde problemlidir. Sağlık hizmeti esnasında yaşanan retravmatizasyon; travmatik olaydan hayatta kalan kişinin bir sağlık profesyoneli tarafından istismar edilmesidir. Aynı zamanda hayatta kalan kişiye önceki yaşadığı şiddet ya da istismar durumunun bir sağlık çalışanı ile etkileşimi sırasında ona anımsatılması anlamına gelmektedir (Dallam 2010). Hooper ve Warwick’e (2006) göre; ruh sağlığı çalışanları ya da sosyal çalışmacıların farkında olmadan damgalama ya da güçsüzlük gibi istismar dinamiklerini tekrar etmesi hayatta kalanın retravmatiasyon riskini artırmaktadır. Travmatik olay yaşandıktan sonra kişilerin bu olayla ilgili sorumlu tutulmaları, suçlanmaları da bu riski artıracaktır. Ayrıca travmatik olay sonrasında kişinin sosyal destek ortamı da bu anlamda belirleyici olacaktır. Bu nedenle travmadan hayatta kalanlara destek ya da hizmet veren kişilerin ruhsal travma tepkileri ve travmaya bağlı

zorluklar ile ilgili farkındalığının olmasının kişinin güçlenmesi ve iyileşebilmesi için insan haklarına uygun bir sistem yaratacağı düşünülmektedir (Rosenberg ve diğ. 2001). Başka insanlardan gelen destekleyici bir tavır olayın etkisini azaltabileceği gibi, düşmanca ve negatif bir tavır hasara katkıda bulunup travmatik sendromu alevlendirebilir (Flannery 1990 alıntı Herman 2007, s.80). Bu nedenle şiddet uygulayanın yaptığı gibi sığınakta çalışanların da kendini üstün, ayrıcalıklı, söz ve yetki sahibi olduğunu ifade eden uygulamalarda bulunması son derece sakıncalıdır. Sığınakta kalanlar ve çalışanlar arasında, çalışanlar arasında ve kadınlar arasında hiyerarşi yaratılması ve bunun pekiştirilmesi halinde, sığınakların kadınlar için yeni bir şiddet ortamına dönüşmesi riski bulunmaktadır (Tosun ve Öztürk 2010).

Bu bağlamda yapılan görüşmede ve anketlerde çıkan sonuçlarla birlikte değerlendirildiğinde; sığınaklarda ve özellikle İlk Adım Merkezleri’ndeki kalabalık ve kaotik yaşam koşullarının, kadınlara şiddet öykülerinin sığınak başvuru sürecinden başlamak üzere defalarca detaylı şekilde anlattırılmasının, personelin suçlayıcı, yargılayıcı ya da otoriter yaklaşımının, bazı sığınak kuralları ve işleyişinin kadınlara yaşadıkları şiddet olaylarını anımsattığı, onları suçlu ve çaresiz hissettirdiği, ruhsal travmaya bağlı semptomlarını yeniden yaşantılamalarına neden olduğu ve buna bağlı olrak ruhsal durumlarını olumsuz etkilediği düşünülmektedir. Görüşme yapılan kadınlardan 3 tanesi özellikle İlk Adım Merkezleri’nin kalabalık ve kaotik koşullarının ruhsal durumlarını sığınağa başvurdukları halden daha olumsuz duruma getirdiğini ifade etmiştir. Sığınak başvurusunda bulunan 2 kadın bütün başvuru sürecinden başlamak üzere; karakolda, İlk Adım Merkezi’nde, nakil oldukları sığınakta defalarca şiddet öykülerini detaylıca anlatmak durumunda bırakıldıklarını ifade etmişlerdir. Görüşme yapılan 3 kadın sığınak personelinin sert tutum ve yaklaşımının ve özellikle bazı sözlerinin onlara yaşadıkları şiddet olaylarını anımsattığı ve bundan dolayı olumsuz duygular yaşadıklarını ifade etmişlerdir. Ayrıca personelin otoriter tutumu kadınlara şiddet yaşadıkları ilişki içerisindeki eşitsiz güç ilişkilerini anımsattığı ve kadınlarla personelin hiyerarşik bir ilişki kurmasının da bunu beslediği düşünülmektedir. Bunu destekleyici olarak, yapılan Sığınak Değerlendirme Anketi’nde “Sığınakta personel ve kalan kadınlar arasında bir hiyerarşi olduğunu düşünüyorum” ifadesi 10 kadından 7 kadın 6,4 şiddetiyle katılım göstermişlerdir.

Görüşülen kadınlardan 4 tanesi sığınaktaki kural ve uygulamaların kendilerine yaşadıkları şiddet olaylarını anımsattığını ve bu durumun kendilerini olumsuz etkilendiğini ifade etmişlerdir. Özellikle yoğun bir biçimde sosyal ve psikolojik şiddete maruz bırakılan kadınlar şiddet ortamındaki denetlenme ve kontrol edilme duygusunun bir benzerini sığınakta yaşadıklarını belirtmişlerdir. Yine Sığınak Değerlendirme Anketi’nde bulunan “Sığınaktaki kural ve uygulamalar bana zaman zaman maruz bırakıldığım şiddet olaylarını anımsattı ve kendimi üzgün ya da öfkeli hissettim” ifadesine 10 kadından 5 tanesi katılım göstermiştir. 10 kadından 9’u ise “Sığınaktan ayrıldıktan sonra pişmanlık duydum” ifadesine katılmadıklarını ifade etmişlerdir. Bu ifadeye tüm kadınların katılma şiddeti 0,8 olarak hesaplanmıştır. Buna çok benzer olarak “Sığınaktan ayrıldıktan sonra kendimi çok rahatlamış hissettim” ifadesine 10 kadından 7 kadın 6,7 şiddetiyle katılım göstermişlerdir. Bütün bu veriler kadınların sığınakta çeşitli nedenlerle retravmatizasyon yaşama risklerinin yüksek olduğu göstermektedir. Feminist ilkelerle yürütülen sığınakta kalan kadınların ifadeleri ve anlatılarına göre; baskı ve denetleme hissi yaratmayan kuralların, işleyişin ve fiziksel yapının, hiyerarşik olmayan ilişkilenme biçiminin, yargılayıcı olmayan yaklaşımın varlığının sığınak deneyiminden doğru oluşabilecek retravmatizasyon riskini azalttığı düşünülmektedir.

5.6. Sınırlılıklar

Bu çalışma boyunca yapılan görüşmelerde ve anket sorularında sığınak öncesi süreç, başvuru süreci, sığınak deneyimi ve sonrası ile ilgili birçok bilgi edinilmiştir. Ancak çalışmanın ruh sağlığı kapsamında çerçevelendirilmesi gerektiği için birçok önemli konuya analizde ve tartışmada yer verilememiştir. Şiddete maruz bırakılan kadınların sığınak deneyimlerinin ve sürecinin değerlendirilmesi konusu ulusal ve uluslararası yasal mevzuat, sosyal politikalar ve sosyal hizmet gibi birçok farklı alanın da kapsamına girmektedir. Bu çalışma sığınak deneyimlerinin bahsedilen diğer alanlara yansıyan kısımlarını kapsamına alamamıştır. Bu nedenle benzer çalışmaların ilgili alanları da kapsamına alacak şekilde yürütülmesi ve bütünlüklü bir değerlendirme yapılması çok önemli görülmektedir.

İkinci olarak çalışmanın nicel kısmı için daha fazla kadına ulaşılması geçerlik ve güvenilirlik açısından önemlidir. Ancak sığınaktan ayrılan kadınların iletişim bilgileri ve yerlerini güvenlik nedeniyle sıklıkla değiştirmeleri nedeniyle kendilerine

ulaşılmakta problemler yaşanmıştır. Ayrıca ne yazık ki Türkiye’de aktif olarak yürütülen feminist sığınak modeli yaygın bir uygulama değildir. Bu nedenle feminist sığınak deneyimi olan kadınların sayısı hem bu sığınakların kapasitesi hem de feminist modelle yürütülen sığınakların çok az sayıda olması nedeniyle burada kalmış kadınların deneyimleri daha kısıtlı kalmıştır.