• Sonuç bulunamadı

Resimde Ölüm Temasına Örnekler

G.42. Mehmet Aksoy, Utanç Duvarı, 2014

4.2. Resimde Ölüm Temasına Örnekler

Şiddet doğada insandan bağımsız olarak yok olmasına karşın, toplumda vardır. Tıpkı barış ve sevgi gibi, nefret ve kin de insanın yanında taşıdığı bir özelliktir. Doğada sanatta yoktur. İnsanla birlikte var olur. Etik ve estetik çerçevede oluşan şiddet ve sanat bir arada yaşarlar, zaman zaman örtüştükleri de olur. İnsana dair değerlerin tümü Sanat’ta yer bulur. Sanat, sevgi, barış, aşk, dostluk sempati, hayranlık gibi soylu ve yüce duygular kadar, kin, kıskançlık, nefret ve daha çoğuna sahip olma gibi tutkuların da yansıması olmuştur ( Mülayim. 1995 ).

36

Sanat her duyguyu her tutkuyu yansıtabilecek güçteyse ‘ölüm’ü tasvir etmeden yoluna devam etmiş olabilir mi? Eğer Sanat insana dair her şeyi yansıtmakla sorumluysa, insanda bu kadar yoğun bir duygu uyandıran ‘ölüm’ü nasıl görmezden gelebilir? Gelmemiştir de zaten.

Ölümün herhangi bir karşıtı yoktur. Yaşam ölümün karşıtı gibi düşünülebilir belki ama ölüm yaşama üstün geliyorsa her seferinde, bu bir karşıtlık olamaz. Öyleyse ölüm her zaman haklıdır. Acımasızdır ölüm, kırar geçer, arkasında yaşama sevinci ve kırıntısı bırakmaz. Ölümün bu özelliğini keşfeden insan sık sık onu yok edici bir araç olarak kullanmaktan çekinmemiştir. Eski Mısır firavunları ölümsüz mezarlarını yaptırmak uğruna binlerce köleyi ölümün ince çizgisinde dolaştırmış ve hatta öldürmekten çekinmemiştir. Roma hükümdarları ise ölümü oyun, eğlence aracı olarak kullanarak, gladyatörleri ‘Ya öl! Ya öldür! çıkmazına sürüklemişlerdir. Gladyatörlerin çabaları hep öldürmek üzerine olmuştur çünkü ölüm onlar için bir haksızlık olacaktır ve bu haksızlık kendine olacağına başkasına olsun daha iyidir. Bu çıkmazdan kurtulmanın yolunu öldürmekte bulur (Lebriz S.D. 2014).

Bu çıkmaz bütün savaşlarda ve çatışmalarda kendini gösterir. Sadece ölmemek için öldürmez insanoğlu, fazlasını istediği için, gücünü kabul ettirmek için ilerde doğabilecek tehditleri önceden ortadan kaldırmak için de öldürür. Tıpkı Goya’nın tasvirinde olduğu gibi. Fransız Devrimi’nin yaşandığı dönemde yapılan bu eser, Napolyon’un askerlerinin İspanya’yı işgali sırasında ayaklanan yurtsever halkın kurşuna dizilerek idam edilmesini betimlemektedir.

Resmin konusu tarihsel açıdan gerçektir ve Goya bu eser aracılığıyla çağına tanıklık etmiştir. Goya’nın en önemli yapıtlarından biri olan ve savaşın yok edici yanını yansıtan “Üç Mayıs Katliamı” adlı bu eser ölüm, ölüm korkusu ve ölümün karşıtı olan yaşam olgusunu yoğun bir duyguyla gösteren bir içerik sunmuştur. Eserin kompozisyonu, bize şiddet olgusunu, ölüm ve öldürme konusunu bütün çıplaklığıyla yoğun bir biçimde yansıtmıştır (Ötgün, 2008). Goya bu tablosunu o kadar çarpıcı ve etkili yapmıştır ki eser bütün İspanya’nın çektiği acıların adeta simgesi haline gelmiştir. Bu da bütün kalbiyle katillere ve zorbalığa karşı olan bir sanatçının tepkisidir. Bu eserde sanatçı ışığı, iyiyi kötüye çevirmek için kullanmıştır. Tarih boyunca yapılan bütün sanatsal çalışmalarda ışık, konuya

37

yüce bir güzellik kazandırmak için kullanılsa da burada durum farklıdır. Bu eserde ışık katliam aracı olarak kullanılmıştır.

Görsel 9: Francisco Goya, Üç Mayıs Katliamı, T.ü.y.b., 266 x 345 cm, 1814

Ölümü getirecek olan askerlerin tüfekleri gecenin karanlığında ışıldamakta ve askerler son emri beklemektedirler (Schama, 2006). Resimde kurgu bir tiyatro sahnesine benzer. Öldürmek üzere olanlar, ölenler, öldürülmek üzere sıranın kendisine gelmesini bekleyenler. Görünen mesaj “biz güçlüyüz” ifadesinin devamı “direnen ölür” şeklindedir. Buna karşın fiziken ezilen, öldürülen ve yok edilen insan topluluğuna bir yandan acıma hissini, diğer yandan sırası gelince intikam almak için, karşı şiddeti bilinç altına yerleştirmektedir.(Ötgün, 2008).

Sanatta ölüm teması sadece savaşlarda çıkmaz karşımıza. Karşıt fikirlerin susturulmasında da insanoğlu ölümü kullanmıştır ve resim sanatı yine tarihi belgelemiştir. Jean- Paul Marat’ı öldürerek yüz bin insanın hayatını kurtardığını söyleyen Charlotte Corday, izleyiciyi çıkmaza sokmaktadır.

38

Görsel 10: Jacques-Louis David, Marat’ın Ölümü, T.ü.y.b. 162x130 cm, 1793

1793 yılında yapılan Marat’ın Ölümü Beksaç’a (1995) göre politik nitelikli ve tam anlamıyla slogancı bir yaklaşımla yapılmıştır. İhtilalin önde gelen savunucularından biri olan Marat, ihtilale karşı çıkan kralcılar tarafından kendi evinde, küvetinin içinde bıçaklanarak öldürülür. Karşıt (kralcılar) görüşteki gruplara karşı Sanat yoluyla bir tepki olarak ele alınan eser gerçekçi ve çarpıcı tarzıyla intikam duygusunu şekillendirmeye yöneliktir (Beksaç, 1995).

“Şiddet'e karşı olumlu olmak güzel-iyi-olumlu-hoş, ama canlılar dünyasında bu tür değerler yok. Saldırının güzel-iyi-hoş olması gerekmiyor. Yaban hayvanının vicdanı, ahlakı, dürüstlüğü, insafı olmadığı gibi, kitlesel şiddet de bunlardan

39

yoksundur. Estetik öldürme, ya ruh hastalarında ya da opera finallerinde görülür.” der Selçuk Mülayim (2000). Kitlesel şiddet (ölüm) Picasso’nun Guernica’sında çıkar karşımıza. Yapılış tarzı olarak gerçekçi olmasa da, konusunu yaşanmışlıktan almıştır.

Görsel 11: Pablo Picasso, Guernica, T.ü.y.b., 346x776 cm, 1937

Resim, İspanya Bask bölgesinde bulunan Guernica adlı küçük bir kasabayla aynı ismi taşır. 1936-1937 yılları arasında İspanya iç savaşında Franco ve Hitler’in yeni bombalarını deneme amacıyla bombaladıkları Guernica kasabasını konu alan resim, aynı zamanda üç bin insanın ölümünü belgelemektedir. Modern silahların kullanıldığı göz önüne alındığında dahi bu olay, keyfi bir acımasızlığın ne boyutlara ulaşabileceğini göstermiştir. Şüphesiz iç savaş sırasında iki tarafta savaş suçu işlemiştir ancak bu küçük kasabanın askeri savunmadan yoksun oluşu nedeniyle Picasso bu olayı özellikle öne çıkarmış gibidir. Guernica, modern politik resimde ulaşılan en son nokta olarak kabul edilmiştir (Clark, 2004).

Mülayim (1995), “Evrensel barışı arayan kesim, plastik çözümler, çizgi

mükemmelliği, yeni materyalleri devreye sokarak yumuşatılmış bir tavırla ortak düzlemi arar ve teklif eder. Ne var ki, ne barış ne de savaşın sürekliliği ve kalıcılığı mümkün değildir. İnsan ilişkileri kimi zaman çiçek ve doğa sevgisine yönelirken, kimi zaman da mezhep, parti şiddeti ve totalitarianizmin buyruğuna girer. Şiddet zirvelerindeki sanat: “Bize katılın, haklı olduğumuz için öldürmek zorundayız” derken, girdaba katılan izleyicinin şiddete sempati duyması an meselesi” der.

40

Öyle ki uğruna savaştığınız fikirler gün gelir hayatınıza mal olabilir, ölümü getirebilir. 1921 yılında Eduard Fuchs tarafından yapılan poster, fikirlerin değişse de izleyicinin duyduğu şiddet sempatisinin değişmeyeceğinin en güzel örneğidir. Kızıl Ordu’nun Polonya’ya girmesini tasvir eden poster, Kızıl Ordu’nun kurucusu Troçki’yi bir elinde tabanca diğerinde ise kanlı bir bıçak tutarken yansıtır. Öldürdüğü insanların kafa taslarının üzerinde çıplak vaziyette otururken resmedilen Troçki ölüm meleğiyle işbirliği içerisindedir. Asıl hikaye bundan sonra başlamaktadır.

Görsel 12 : Eduard Fuchs, Bolszewicka,Münih, 1921

Troçki, devrim sonrası Sovyetlerin en önemli adamlarından biri haline gelmiştir. Dışişleri bakanlığından sonra meşhur Kızıl Ordu’nun kurulmasını

41

sağladığında başkumandandır. Ancak kısa sürede savunduğu ilkelerle fikir ayrılığına düşerek, partiden uzaklaştırılmıştır. Stalin, Troçki’yi Sovyetler rejimi için büyük bir tehlike olarak görüyordur. 1940 yılında İspanyalı bir ajan olan Ramon Mercader, gazeteci kılığında röportaj yapma bahanesiyle Troçki ile buluştuğu sırada kazmayla Troçki’nin kafasına vurarak öldürmüştür. Uğruna savaştığı ve birçok insanın ölümüne neden olduğu fikirler Troçki’nin de ölümüne sebep olurken söylediği son sözler, “Burjuva basınına iyi malzeme olduk.” olur (Biyografi, 2014, 21:20).

Sanatın, dolayısıyla resim sanatının şiddeti nedir ve sınır koymak mümkün müdür? Sanat elbette bir yönden kurgudur. Sanat izleyiciye kurgu aracılığıyla bir gerçeği anımsatır, anlatır ya da anlattığı kanısını uyandırır. Tam anlamıyla gerçek olmayan bir durumu veya olayı, basit bir kurgusal anlatımla size bir tarz, üslup içerisinde sunarak izleyiciyi gerçek hakkında düşünmesine yol açar. Bunların etkisini ölçmek zordur, çünkü Cebrail Ötgün’ün dediği gibi sanat, (2008) “uzunca bir süre

kayayı aşındıran su ve rüzgar gibi yavaş yavaş etkilerler.” Bu kuşkusuz sanatçının

ve sanatın insana ilettiği, ulaştırdığı bir güçtür (Ötgün, 2008).

Toplu ölümler ise tarihte bir çok kez tekrarlanmıştır ve halen yaşanmaktadır. Bunlar kimi zaman hastalıklarla, salgınlarla, kimi zaman insan eliyle olmuştur. İnsan eliyle yapılan toplu ölümlere, katliam, soykırım, etnik temizlik denir. …Soykırım kavramını ilk kez ortaya atan kişi Raphael Lemkin adlı hukukçudur. Kuzey Irak’ta yapılan Süryani katliamından etkilenerek insanlık suçları üzerine çalışma yapan Raphael, bu çalışmasının neticesinde “soykırım” kavramını ortaya çıkarmıştır (Kaya, 2011).

Anselm Kiefer soykırım konusunu “Nuremberg Alanı” adlı eseriyle işlemiştir. Resim 1982 yılında yapılmıştır. Tuval üzerine karışık teknik ile yapılan (saman, emülsiyon, akrilik) resim, 280x380 cm boyutundadır. Yapıt, simgesel anlatımlı bir resimdir. Eserin konusu gerçek yaşanmışlıktan alınmıştır. Nazi hakimiyetindeki Almanya’nın Nüremberg kentinde bulunan Yahudilerin yakıldığı fabrikaların kurulduğu alandır. Nüremberg eski hali, Almanya’nın en verimli topraklarının, fabrikalarının olduğu, müziğe ve kültüre önem veren insanların yaşadığı, simgesel bir yerleşim yeriydi. Daha sonra fabrikalar soykırım makinelerine,

42

bereketli topraklar ise öldürülen insanların toplu halde gömüldüğü ölüm tarlaları haline gelmiştir. Bir zamanlar Almanya’nın kültür simgesi olan Nüremberg, artık Almanya’nın kara lekesi haline gelmiştir (Ötgün, 2008).

Anselm Kiefer 1980’lerde ortaya çıkan Yeni Dışavurumcu sanat akımının en önemli sanatçılarından birisidir. Alman tarihi (özellikle Nazi dönemi) ve kültürünün unutmak isteyip kaçtığı olayların üzerine gitmiştir. Simgesel manzaralar yapan Kiefer, savaş sonrası ortamları anlatan geniş ufuklu görünümleri, abartılı perspektifin kullanıldığı iç mekanları da kullanmıştır. Resimlerinde çok nadiren figür kullanmasına karşın, eserleri psikolojik baskıları, ölümü ve yalnızlığı çağrıştırır (Ötgün, 2008).

Yahudi soykırımı ile ilgili bir çok konuya gönderme yapan Kiefer, Alman kültürünün Nazilerce zedelenmesine tepkisini, Almanya’nın geçmişindeki kültürel

Görsel 13: Anselm Kiefer, Nuremberg Alanı, 280x380 cm, 1982

olayları anımsatan ana temalı resimleriyle dile getirmiştir. Kullandığı malzemeyle, kavrulmuş bir manzara, harap olmuşluğuyla insanın yaşadığı acıları

43

anımsatır. Resminde tedirgin edici, harap mekanlar, perspektifin yarattığı sonsuzluk duygusu, kendi cennet/cehenneminde kıvranıp bir çıkış yolu arayan (Yılmaz, 2006) insanın çaresizliğinin etkileyici bir yansımasıdır.

Geniş ölçekli resimleri, izleyiciye psikolojik bir baskı kurar. Çoğunlukla yoğun dokulu resimlerinde Almanya’nın savaşlarının, yengi ve yenilgilerini yeniden yaşattığı birer sahne haline getirir. Kırık yüzeyler, anayurduna bıraktığı kalıcı yara izlerini gösterdiği bilinçli katmanlarını ortaya çıkarırlar. Adorno’nun 1949’ söylediği, “Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarlıktır” sözünü Kiefer, bir çok resmiyle onaylamış gibidir. Eserlerinde itici, sert, estetik hazzı engelleyen malzemeler kullanmasına rağmen, estetik bir olumlama içinde şiirselliğe de karşılık gelir. Bu da sanatın çelişkisidir. Kiefer bu eserinde ve genel anlamda çaresizliğin, kaybolan umutların, sözcülüğünü yapmıştır (Ötgün, 2008).

Sonuç olarak, her dönemde ve her akımda ölüm teması işlenmiştir ve sanatçıların eserleri estetik birer baş yapıt olsalar da, ölümün soğukluğu ve acımasızlığı her zaman izleyiciye kendini belli etmiştir. Ölüm insanın çözemediği en büyük paradoks ve yüzleşmek istemeyeceği yegane olgudur. Nietzsche’nin de dediği gibi “…Ölümün tek iyi yanı bir daha olmayacak olmasıdır.”

4.3. Çarmıhta İnfaz Konusunda Ölüm Teması

Batı tarihinde ortaçağ bölümünün neredeyse tamamında, suçluların halka açık yerlerde idam edilmeleri toplumsal düzeni korumak açısından çok önemli bir yer tutuyordu. İbret-i alem için yapılan bu infaz ve işkenceler, ne keyfi ne de özensiz biçimde icra edilen infazlardı. Tam tersi cezalandırılan kişinin üzerindeki etkiyi arttırmak için tamamen planlı ve programlı uygulanan işlemlerdi. Bu etki hem cezalandırılan hem de izleyenler için etkili olmalıydı. Büyük suçlar için uygulanan infazlar, toplum karşıtı hareketlerle bozulan toplumsal düzenin yeniden kazandırıldığının gösterilmesi açısından fırsat oluyordu. Bu infazlar, suçlularca tehdide uğramış olan otoritesini, hükümdara geri veren simgelerdi (Leppert, 2009)

Avrupa kültüründe ölüm imgesi Ortaçağ’dan günümüze dek kendine has ikonografik özellikler taşıyan çeşitli aşamalardan geçer. Ortaçağ felsefesine göre

44

ölüm, hayatın doğal bir parçası olmaktan çok, ilk işlenen günaha karşılık Tanrı’nın insanoğluna gönderdiği bir ceza niteliğindedir. Kıtlıklar, salgınlar, savaşlar ve Engizisyon mahkemelerinin kurbanlarını halka açık infazları bu dönemde ölümü hayatın bir parçası kılmıştır. Dini, sosyal ve politik kurumlarda görülen çürüme, mistik ve skolastik düşüncenin temsilcilerin halkı doğru yaşayıp iman içinde ölmeye hazırlayacak bir öğreti için el ele vermeye yöneltir.

Ölüm kavramının sanat eserlerine yansıtılması da ölüm bilinci gibi, bireylere, dönemlere ve kültürlere göre değişiklikler barındırır. Diğer bir değişle, ölüm kavramını yansıtan kültür ve sanat objesi kendisini üreten sanatçının, toplumun ve dönemin aynasıdır. Toplumun, ölüm kavramı karşısında geliştirdiği düşünce, inanç ve alışkanlıklar bütününün aktarılmasıdır (Acar, 2010). Bu bağlamda bakıldığı zaman çarmıha gerilme döneminin sıklıkla kullanılan bir infaz çeşididir. Çarmıha gerilme denildiğinde de Hz İsa’nın çarmıha gerilerek öldürülmesi şüphesiz en çok işlenen konuların başında gelmektedir.

İnceleyeceğimiz resimlerin ilki Masaccio’nun “Kutsal Üçlü” adlı çalışmasıdır. Resim sanat tarihinde eşsiz bir yere sahip olan bu yapıt, pek çok ilkin de resmidir. 15. yüzyıl Floransa Büyük Ustalar Dönemi’nde gerçekleştirilmiş en önemli eseridir kuşkusuz. Mimar Filippo’nun geliştirdiği çizgisel perspektifin yeni kurallarının tatbik edildiği ilk resimdir. Sanatta devrim niteliğindeki bu kurallar Kübist akımının ortaya çıkmasına kadar, yani 450 yıl boyunca Batı resminin baskın geleneği olarak varlığını sürdürmüştür. Bu eserin, 1428 yılında Masaccio’nun 27 yaşında öleceği kent olan Roma’ya gidişinden önce resmedildiği düşünülür (Labno, 2012).

Kutsal Üçlü’yü (Ruhülkudüs) tasvir eden bu yapıt Floransa’da bir kilisenin duvarına boyanmıştır. Dışta, sağda ve solda resmi sipariş eden diz çökmüş vaziyette iki bağış severi yani yaşlı tüccar ve karısını görürüz. Çarmıhta İsa’yı, çarmıhın altında ise Meryem’le İncilci Aziz Yahya görülür. Bu resimle birlikte Masaccio dehasını kanıtlamıştır. Çünkü henüz yirmi sekiz yaşına gelmeden resim sanatında bir devrim yaratmayı başarmıştır. Buna rağmen ne ilginçtir ki Masaccio “beceriksiz Tomasso” anlamına gelmektedir (Gombrich, 1999).

45

Görsel 14: Masaccio, Kutsal Üçlü, Fresko, 667 x 317 cm, 1425

Kutsal Üçlü şüphesiz ki Rönesans’ın yenilikçi ve ilerlemeci ruhunu yansıtan en güzel örneklerinden birisidir. Bu eserle birlikte Ortaçağ Hıristiyan sembolizminin yeniden dirilme ve kefaret sahneleri güncellendi. Daha modern ve bilimsel yorumlarla Rönesans formu verildi. Böylelikle insan ile Tanrı’nın ayrılmaz uyumu matematiksel bir armoniyle anlatıldı. Kutsal Üçlü’nün gizemi, gömme bir şapelin göz yanıltıcı alanı içerisinde bulunan figürlerin gerçekliğinden kaynaklanır (Labno, 2012). Bu perspektif oyunu izleyicide hem hayranlık hemde şaşkınlık yaratmıştır mutlaka. Bu devrimin henüz yeni olduğu yıllarda, oldukça şaşırtıcı olan perspektif hilesini barındırmıyordu yalnızca. Belkide bu yeni mimarın, çerçevesinin içerisine yerleştirdiği figürlerin sadeliği izleyeni daha çok şaşırtmıştır. Eserde ince bir zerafet yerine, büyük ve ağır figürler; kolayca akan eğriler yerine, katı ve köşeli biçimler;

46

değerli taşlar ve çiçekler yerine, içinde bir iskelet bulunan çıplak bir mezar görülüyordu. Meryem’in, İsa’yı işaret eden o basit el hareketi, resmin içindeki tek hareket olduğu için çok etkileyicidir (Gombrich, 1999). Figürler gerçekçi Rönesans mimarisi içerisinde piramidal kompozisyonda yerleştirilmişlerdir. Alt bölümde iskeletin yattığı yazılı lahit vardır. Yazıda İtalyanca “Benim olduğum, senin de

olacak olduğundur,” yazar. En üstte ise Tanrı’yı görmekteyiz. Kutsal Üçlü Tanrı’nın

yüzünü, güvercin ve İsa’nın başı ile adeta birleştirerek oldukça yakın göstermiştir. Bu çalışmanın esası 28 gün sürmüştür. Detayların yapılması ve düzeltmelerle birlikte iki aydan az zaman almıştır (Labno, 2012).

Antonio del Pollaiuolo’nun, “Aziz Sebastian’ın şehit edilişi” adlı çalışmasında açık alan ve simetri dikkati çekmektedir. Eser Rönesans resim sanatı için önemli yere sahiptir. Pollaiuolo’nun en önemli eserleri arasında yer alan eser ahşap üzerine boyanmıştır.

Bir civciv satıcısının oğlu olduğu için Antonio’ya Pollaiuolo (İtalyancada civciv anlamına gelir) adı verildi. Floransa ve Roma’da ki atölyelerinde başarılı çalışmalar yapan Antonio, resim ve heykel sanatlarında boy gösterdi. İnsan figürünü resmetmekteki ustalığı, onu diğer Floransalı ressamların önüne geçirdi (Dixon, 2010). Antonio insan anatomisini çalışmak için kadavraları incelemesiyle dikkat çekmiştir. Leonardo da Vinci’den önce bilimsel çalışmalara girmiş olması, ileriki safhalarda Yüksek Rönesans’ın Michelangelo ile Raffaello gibi ressam ve heykeltıraşları için önemli bir etken sayılmıştır (Labno, 2012).

Resim, bir kazığa bağlanmış olan Aziz Sebastian’ın, etrafında bir gurup oluşturmuş altı cellat tarafından şehit edilişini anlatıyor. Oldukça düzenli bir üçgen şeklinde yerleştirilen gurubun, bir kenarındaki her bir cellada diğer kenarda benzeri bir figürle karşılık verilmiştir. Resim açık ve katı bir simetriğe sahip. Bu rahatsız edici simetriyi, oklarını hazırlayan celladın birinin yüzünü izleyiciye dönük yaparken, diğerini arkasından göstermiştir. Aynı tavır ok atan diğer iki cellat içinde geçerlidir. Arka planda yeni perspektif sanatını uyguladığı görülüyor ancak bu konuda pekte başarılı olduğu söylenemez. Arka plan ile şehitlik olayı tam manasıyla

47

birbirine kaynaşamaz. Araların patika gibi bir bağlantı dahi yoktur (Gombrich, 1999).

Görsel 15: Antonio del Pollaiuolo, Aziz Sebastian’ın şehit edilişi,292x203 cm A.ü.y.b. 1471 Anatomi konusunda gelecek kuşaklar için yol göstermesi ve yeni perspektif denemelerine girmesiyle ve ayrıca eserinin hem Ortaçağ hem Rönesans etkileri taşıması, Antonio’yu tam manasıyla Erken Rönesans sanatçısı yapmaktadır.

48

İnceleyeceğimiz diğer resim Rogier van der Weyden’in “Çarmıhtan İndiriliş” adlı eseridir. Detay açısından oldukça etkileyici olan bu resim Rönesans dönemini yansıtan en çarpıcı eserler arasında gösterilmektedir.

Görsel 16: Rogier van der Weyden, Çarmıhtan indiriliş, A.ü.y.b., 220x262 cm , 1435 Hakkında kesin olarak çok az şey bilinmesine rağmen, 15 yüzyılın en duygulu ve etkili sanatçıları arasında bilinir. Çalışmalarında tarih veya imza bulunmamasına rağmen, bugüne ulaşan üç eserin Rogier’e ait olduğu doğrulanmıştır. “Çarmıhtan

İndiriliş” 15. yüzyıl Kuzey Avrupa resminin en büyük başyapıtıdır (Labno, 2012).

Rogier, saça ve elbiselerin dikişlerine varıncaya kadar, her ayrıntıyı tek tek işlemiştir. Bütün detaylarına ve ince işçiliğine rağmen, yinede bu tablo gerçek bir sahneyi canlandırmamaktadır. Figürlerini, derinliği az olan bir düzleme yerleştirmiştir. Pollaiuolo’nun resmindeki sorunu anımsadığımız zaman, aynı sorunun Rogier’in de çözümleyemediğini görebiliriz. Ortaçağ estetiğinden Rönesans anlayışına geçiş sürecinde buna benzer birçok sorunla karşılaşmak doğaldır. Gotik sanatın ilkelerini

49

yeni düşünce stiline uyarlayan sanatçı, Kuzey Rönesans sanatına çok büyük katkılarda bulunmuştur (Gombrich, 1999).

Rogier, Çarmıhtan indiriliş gibi benzer konuları alarak, yenilikçi bir kompozisyon çabası içerisinde yorumladı. Alışılagelmiş gerçekçi mekan tasvirinden kurtularak, bu tabloda olduğu gibi on figürü, gerçek olmayan arka planın önüne sıraladı. Böylelikle figürlerin dramatik hallerinin ve duygusal ifadelerin emrinde daha uygun olduğuna inandığı yapay bir mekan kurguladı. Meryem’in yığılmış ve bitkin bedeni, ölen oğlunun yansıması gibidir. Tıpkı bir fotoğraf karesi gibidir. Zaman bir anlık durmuş, birazdan canlanacaklar ve kaldıkları yerden devam edeceklermiş hissi uyandıran resim, aynı zamanda sonsuza kadar ölümsüzleşir (Labno, 2012).

Adının bile kesin olarak bilinmeyecek kadar unutulmuş olması hem tuhaf, hem şaşırtıcı olan Matthias Grünewald, sanatsal gücü bakımından Dürer’le karşılaştırılabilecek tek Alman ressamdır. Grünewald tıpkı Shakespeare gibi esrarengiz bir kişidir. Hemen hemen Dürer’in çağdaşı olan sanatçı hakkında ne bir kayıt ne de bir belge vardır. Bu ressamın yaptığı ileri sürülen bazı eserlerde, M.N.G harfleri görülür. Almanya’da Aschaffenburg yakınlarında yaşayıp, çalışan Mathis Nithardt Gothardt adında bir ressam daha biliniyor ve adının Grünewald değil

Benzer Belgeler