• Sonuç bulunamadı

Yaklaşım II. Dünya Savaşının yaşanması ile liberal yaklaşımlara karşı güç kazanmıştır. Realist yaklaşımların temel varsayımında uluslararası sistemde başat aktör devletlerdir. Güç mücadelesi, devletler arası ilişkilerin temel kaynağı olarak görülmektedir. Realist yaklaşımların da değişen ve dönüşen dünya şartlarında devletler arası ilişkileri açıklamakta yetersiz kalınması sonucu bazı varsayımları güncellenmiştir. Realist yaklaşımlar uluslararası ilişkileri analiz ettiği birim düzeyine göre Klasik Realizm ve Neorealizm (Yapısalcı Realizm) olarak ikiye ayrılmaktadır.

2.1. Klasik Realizm

Klasik Realizm savaşların nedenini insan doğasından kaynaklı olduğunu ve tıpkı insanın güç ve iktidar arayışı gibi devletlerin de güç ve iktidar arayışında olduğunu ileri sürmektedir. Uluslararası sistemdeki mücadelelin esas sebebi bu güç ve iktidar arayışı olarak görülmektedir. Askeri güç yüksek politik değerde görülmekte iken ekonomik, kültür, sosyal ve çevre gibi unsurlar düşük politik değerlerdir.

H. Morgenthau “Uluslararası ilişkilerin ve siyasetin ana aktörünün devlet ve devletlerin doğasının da güçle ifade edilen çıkarlarını korumak ile gücünü artırmak” olarak belirtmiştir (Morgenthau, 1948: 4-14). Uluslararası siyasetin esas amacı “güç” sahibi olmaktır. Devletler varlığını sürdürmek için kendine yardım etme (self-help) ilkesini benimsemelidir. Liberal görüşlerin aksine ideal olması gerekeni değil gerçekte var olanı söyler. Latince bir atasözünde vurgulandığı gibi “eğer barış istiyorsanız savaşa hazır olmalısınız (Si vis pacem para bellum)”. Uluslararası sistemde her an savaş çıkabilir, bu savaşa hazır olmak ve güç dengesinin korunması gereklidir. Klasik Realizmin varsayımları II. Dünya Savaşı’nın yaşanması sonucu liberal görüşlerin etkinliğini kaybetmesi ve ABD-SSCB rekabetini açıklamaktaki başarısı sebebiyle altın çağını yaşamıştır. SSCB’nin yıkılışı ve teknolojinin yaygınlaşması ve uluslararası sistemin değişmesi ile klasik realizm sistemi açıklamakta yetersiz kalmıştır.

2.2. Neorealizm

SSCB’nin yıkılışı ve artan küreselleşme ile uluslararası sistemde yaşanan değişimler sonucu Klasik Realizm varsayımları yeniden yorumlanmış Neo-Realizm yaklaşımı geliştirilmiştir.

42

Yapısal (Neo) realistler savaşın nedenini uluslararası sistemin anarşik yapısı olarak görmektedir ve devlet davranışlarını sistem düzeyinde analiz etmektedirler. Uluslararası sistemde devletler arası ilişkileri düzenleyen bir üst otorite bulunmaması sebebiyle sistemde kuşku, güvensizlik ve korku hâkimdir. Anarşik sistem içinde varlığını devam ettirmek isteyen aktörlerin rekabet etmekten başka seçeneği bulunmamaktadır. Mücadele edebilmek için devletler güçlü olmak zorundadır ve bu gücün devamlığını sürdürülmelidir. Güç, unsuru olarak ekonomik güç, teknolojik güç, bilim, nüfus vb. unsurlar göz ardı edilmemektedir. Güç, kavramının tanımlanması açısından da farklılaşan yaklaşım gücü ulusal varlığı ve çıkarları korumak için bir araç olarak tanımlamıştır. Devletlerin akılcı aktörler olduğu varsayımında bulunurlar ve devletler amaçlarına ulaşmak için tüm güç unsurlarına başvurmaktadırlar askeri güç son çare olarak görülmektedir.

Yapısal realistler, devletlerin ne kadar güç sahibi olması gereklidir? Sorusuna verdikleri cevaplara göre “Saldırgan Yapısalcı Realistler” ve “Savunmacı Yapısalcı Realistler” olarak ayrılmaktadır. Saldırgan realistlere göre, devletler sahip olabildiği kadar güce sahip olmalıdır ve maksimum güç seviyesine ulaşmalıdır. Savunmacı realistler ise devletlerin elde ettiği gücü artırmak yerine gücünü muhafaza etmeye çalışması gerektiğini iddia etmektedirler. Savunmacı yaklaşıma göre maksimum güce sahip olan hegemon devlete karşı rakip devletler güç dengesi sağlamak amacıyla birleşme ihtiyacı duyacak ve hegemon gücü zayıflatmaya ve yok etmeye çalışacaklardır. Saldırgan yaklaşım ise hegemon gücün, gücü sürekli maksimize etmesinin avantajı üstünde durmakta ve rakip devletlerin yıkıcı güce sahip hegemon devlete karşı birleşme konusunda isteksiz olacaklarını varsaymaktadırlar (Dunne, Kurkı ve Smith, 2010). Rakip devletlerin hegemon güce karşı gireceği savaşı kaybetmesinin siyasi varlığını sona erdirmesi endişesi ile diğer rakip devletlerden birinin hegemon güce karşı harekete geçmelerini bekleyeceğini savunulmaktadır. Bu sebeple rakip devletler birleşemeyecek ve ortak bir hareket başlatamayacaklardır.

2.3. Realist Perspektiften Uzay

Nihayetinde güçlü devletler, realist yaklaşımlar gözünden bakıldığında sürekli olarak diğerleri üzerinde avantaj elde etmenin peşindendirler. Bu avantaj alanları değişmekte ve çeşitlenmektedir. Nitekim I. ve II. Dünya Savaşlarında hava gücüne ve son teknolojik silahlara sahip devletler avantaj elde etmişlerdir. ABD’nin Hiroşima ve

43

Nagazaki üzerinde kullandığı nükleer silahlar uçak vasıtasıyla atılması sonucu çok daha geniş alana zarar verebilmiştir. İçinde bulunduğumuz yüzyıl içinde ise uzay bir stratejik avantaj alanı olarak görülmektedir.

Realist paradigmalara göre, hegemon gücün varlığını devam ettirebilmesi için uzay üstünlüğüne sahip olması gerekmektedir. Klasik realist perspektiften uzay yarışı, süper güçler arasındaki iktidar rekabetiyle açıklanır, ancak söz konusu "iktidar", somut olandan farklı güçlerin çok yönlü bir birleşimidir (Sheean, 2007: 9). Nitekim uzay programları uzun menzilli füzeler ve teknolojik uzmanlık, istihbarat, gözetleme gibi bir dizi alanda etkili olmayı sağlayarak devletlerin genel gücüne katkıda bulunabilir. Bu durum askeri gücü yüksek politika olarak ele alan Klasik Realizm perspektiften bakıldığında askeri gücün bir parçası olan uzay faaliyetlerinin de yüksek politika olarak değerlendirilmesi imkânı vermektedir. Realist yaklaşımlara göre, uzay gücü dünya gücünün temelini oluşturmaktadır ve aktörlerin dünya üzerinde baskın olmak için uzayı kontrol etmeleri gerekmektedir (Pfaltzgraff, 2013: 39).

Yapısalcı Realizm’in vurguladığı güvenlik ikilemi uzay alanına uyarlanabilmektedir. Uluslararası uzay hukukunun devletleri kontrol edememesi ve bir yaptırım belirlenmemiş olması sebebiyle devletler rakiplerine karşı kendi güvenliğini sağlamak ihtiyacı içindendirler. Devletlerin faaliyetleri denetlenemediği için uzay yönetimide uluslararası sisteme benzer biçimde anarşik durumdadır. Siyasi varlığını korumak isteyen devletler bu sebeple uzayda güç mücadelesi içinde olacaklardır.

Gücü devletlerin sahip olduğu bütün unsurlar olarak kabul eden Yapısalcı görüşlere göre ekonomi, bilim ve teknoloji alanında da yüksek katkıları olan uzay faaliyetleri devletlerin tüm güç unsurlarında yer almaktadır. Bu durum uzayı önemli bir strateji alanı olarak karşımıza çıkarmaktadır. O halde uzay programı içermeyen bir ulusal güvenlik stratejisi eksik bir strateji olarak değerlendirilebilmektedir.

Saldırgan Yapısalcı Realizm varsayımları ile düşünüldüğünde devlet gücünün maksimize edilmesi gereklidir ve uzay gücü devletin sahip olduğu bir güç alanı olarak maksimize edilmeye çalışılmalıdır. Nitekim uzay üstünlüğüne sahip ABD uzayda etkili aktörlerin sayısının artması sebebiyle uzayda askeri faaliyetleri artırmak için silahlanma, askeri üs, uzay komutanlığı gibi yeni stratejiler belirlemektedir. Yine, Hindistan, Çin ve Avrupa’nın uzay programları, keşif, iletişim, navigasyon ve

44

meteoroloji dâhil olmak üzere çok çeşitli askeri hizmetlere sahip uzun menzilli rampaların ve uydu sistemlerinin geliştirilmesi yoluyla gelişmiş askeri yetenekler sağlamıştır. Bu ülkeler kendi ulusal teknolojilerini geliştirme hususunda da titiz davranmaktadır ve uzay teknolojisi ile ilgili her alana yönelik yatırım yapmaktadırlar.

Benzer Belgeler