• Sonuç bulunamadı

İlk kez İsviçreli Kejellen tarafından kullanılan jeopolitik kavramı, ülkenin coğrafi özellikleri ile politikaları arasındaki ilişkileri inceleyen bir bilim dalı olarak gelişmiştir. Realizm ile benzerlikler gösteren yaklaşım coğrafyaya yüklediği anlam bakımından ayrışmaktadır. Jeopolitik görüşlerde göre coğrafya, dış politikayı belirleyen ana faktör olarak ele alınmıştır, dış politika ile coğrafya arasında neden- sonuç ilişkisi olduğu kabul edilmektedir.

Realist yaklaşımda ise coğrafya, dış politikada etkili olan faktörlerden sadece bir tanesi olarak kabul edilmektedir. Yaklaşımın temelleri siyasi coğrafyanın kurucusu Alman coğrafyacı Friedrich Ratzel tarafından 19. yy’ da atılmıştır. Jeopolitik, kavramı devletlerin coğrafi verileri kullanarak güvenlik ve savunma stratejisi belirleme ve devleti yönetme sanatı olarak ifade edilmektedir (Arı, 2010: 182). Yaklaşımın önemli isimleri Karl Haushofer, Halford Mackinder, Alfred T. Mahan ve Nicolas Spykman’dır. Yaklaşımın temel varsayımları:

 Devlet canlı bir organizma (insan) gibidir ve “hayatta kalma mücadelesi” yaşamın asıl amacıdır. Bu yönü ile realist yaklaşıma benzerlik göstermektedir.

 Coğrafi determinizm (belirlenimcilik) coğrafi alana özgü özellikler toplumsal ilişkileri belirleyen bir faktördür.

 Dünya ulus devletlerden oluşan bir bütündür ve uluslararası alandaki çatışma farklı coğrafi alanlar arasında var olan güç mücadelesinden kaynaklanmaktadır.

 Devletin bulunduğu coğrafya ve ekonomik kaynaklar devletin gücünü oluşturmaktadır.

45

Coğrafyada etkili olduğu kabul edilen iki ana faktör bulunmaktadır. Bunlardan birincisi büyüklük faktörü; devletlerin sahip olduğu toprak alanı ne kadar büyükse uluslararası sistemde o kadar etkili olacağı varsayımına dayanmaktadır ( Arı, 2010: 183). Tarihteki Roma, Mısır, Pers imparatorlukları gibi devletler buna örnek gösterilmektedir. Tarihte Atina ve Venedik gibi küçük toprak parçasına sahip olmasına rağmen önemli denizyollarına ve deniz gücüne sahip olarak geniş alanlara yayılabilen devlet örnekleri bulunduğundan büyüklük tek başına etkili bir faktör olarak kabul edilmemiştir.

İkinci faktör olarak coğrafi konum kabul edilmektedir. Bir ülkenin denizlere yakınlığı, bulunduğu enlem-boylam, iklimi ve buna bağlı olarak tarım ekonomisi, önemli stratejik noktalara yakınlığı ve komşuları o ülkenin dış politikasında ve ulusal karakterinde etkili olduğu varsayılmaktadır. Devlet ve sistem değişmiş olsa da coğrafyanın oluşturduğu ana politikalar değişmemektedir. Örneğin; II. Dünya Savaşı sırasında SSBC’nin konumu sebebiyle Türkiye boğazları üzerinde söz sahibi olmak konusunda gösterdiği çaba ve ısrar Rusya’nın 17. yy’dan belirlenen sıcak denizlere inme politikasıyla ilintilidir. Deniz ve kara devletlerinin tarihte farklı dönemlerde öne çıktığı gözlenmektedir. Bu durum jeopolitik görüşler bakımından iki ana yaklaşım ortaya çıkarmıştır. Kara Hâkimiyeti ve Deniz Üstünlüğü yaklaşımları.

Deniz üstünlüğü yaklaşımı ABD’li Alfred T. Mahan tarafından geliştirilmiştir. Mahan “ büyük bir devlet olmanın denizlere ve özellikle stratejik su yollarına hâkim olmaktan geçtiğini” savunmaktadır. İngiltere’nin 18 ve 19. yüzyıllarda sahip olduğu üstünlüğü bir ada devleti olmasına ve deniz üstünlüğüne bağlamaktadır.

Kara hâkimiyeti yaklaşımı ile Mackinder, Mahan’ın “deniz üstünlüğü” yaklaşıma karşı çıkmaktadır. Sanayi devrimi ile gelen teknolojik gelişmişlik ile kara gücünün öneminin artacağını iddia etmiş, özellikle demiryollarına sahip olmanın stratejik önemi üzerinde durmuştur. Rusya ve Almanya’yı temel alan Mackinder bu devletlerin artık demiryolu ağı ile istediği birçok yere kara üzerinden kolaylıkla ulaşabileceğini söylemiştir. Mackinder, Rusya, Orta Avrupa, Sibirya bölgelerini Anakara’yı (heartland) olarak tanımlamış ve bölgenin stratejik önemi üzerinde durmuştur. Bu stratejik bölgeye hâkim olan devletin Dünya’ya hâkim olacağını iddia etmiştir. N. Spykman ise “kenar kuşak” yaklaşımı ortaya atmış, sanayi ve iletişimin gelişmesi

46

sebebiyle Avrasya’yı çevreleyen (rimland) bölgenin stratejik öneminin artacağını ileri sürmüştür.

3.1. Jeopolitik Prespektiften Uzay

Siyasi coğrafya; üzerinde konumlanan devletlere çeşitli avantaj ve dezavantaj sağlamaktadır. Bunların değerlendirmesini iyi yapmış, kaynaklarını etkili ve verimli kullanan bir devlet siyasi varlığını devam ettirmekte başarılı olabilecektir. Kimi karşı görüşler tarafından küreselleşmenin etkisi ile siyasi coğrafyanın etkisi azaldığı savunulsa da, jeopolitika hâlâ önemini korumaktadır. Dünya’nın geçirdiği değişim ve dönüşüm diğer Uluslararası İlişkiler yaklaşımlarını etkilediği gibi jeopolitik yaklaşımı da etkilemiştir. Teknoloji’nin etkisi jeopolitik yaklaşımda da gözlemlenebilmektedir. Nitekim 19. yy ve 20. yy’da etkili olan petrol, doğalgaz ve kömür gibi enerji kaynaklarının etkili olduğu enerji rekabeti, teknoloji ve uzay rekabeti ile bu alanlarda kullanılan nadir elementler gibi alanlara kaymaktadır.

Uzay her ne kadar Dünya coğrafyası dışında ise de Dünya’nın bir parçası olarak insan erişimine açıldığı günden beri devletler arası mücadelenin bir parçası olmuştur. Coğrafi bölgelerin özelliklerinin insan davranışlara ve dolayısıyla devlet davranışlara etki ettiği gibi dış uzay alanında da stratejik bölgelerde etkili olmak da devletlerin davranışları üzerinde etkisi olacağı varsayılmaktadır. Uzay’da bilinen helyum 3, lantan, seryum, praseodim, neodimyum, prometyum ve samaryum gibi hafif nadir toprak elementleri (NTE) ve itriyum, evropiyum, gadolinyum, terbiyum, disprosyum, holmiyum, erbiyum, tulyum, iterbiyum ve lutesyumu ağır NTE’ler bulunmaktadır. Bu elementeler genellikle teknoloji üretiminde ve uzay alanında kullanılmaktadır. D. Wingo “Economic Development of the Solar System: The Heart of a 21st-century Spacepower Theory” çalışmasında NTE gibi uzay kaynaklarının çıkartılması ve işlenmesinin bu kaynakların maliyetini düşüreceği ve bu sebeple yeni bir ekonomik yarış başlayacağını iddia etmektedir (Wingo,201: 173-175). Yörüngede bulunan asteroitler bu elementleri içerdiği için yörüngede uzay madenciliği yapılması, bu kaynakların yeryüzüne inmese bile uzay faaliyetlerin oradan elde edilen kaynaklarla yapılması maliyetleri düşürmesi ve bu sayede bilimsel ilerlemelerin hız kazanması kuvvetle muhtemeldir. Uzayın fizik ve ortam şartları farklılıklar göstermektedir ve bu sebeple bazı bölgeler stratejik önem kazanmaktadır. Ay’ da bulunan madenler ve

47

üzerine inşa edilecek bir ekonomik tesis, devletleri Ay yüzeyinin parsellenmesi ile karşı karşıya bırakmaktadır.

Uzay ortamında ikinci bir stratejik faktör ise olası bir askeri üs kurulması sorunudur. Ay yüzeyinde özellikle yerleşik üs kurmak alanda güç sahibi devletleri karşı karşıya getirmektedir. Yerleşik bir askeri üssün faaliyetleri arasında Dünya’yı dışardan gözlemlemek de bulunmaktadır. Ay yüzeyinde ise bazı bölgeler açı sebebiyle gözlem hususunda önceliklidir. Pfaltzgraff uzayı, “Dünyanın yüksek denizi” olarak tanımlamaktadır (Pfaltzgraff, 2013: 34). Dünya etrafında gözlem uyduları yerleştirmek için önemli bazı noktalar bulunmaktadır. Bu noktalar kurtuluş noktası ve lagrance noktalar olarak isimlendirilir. Bu bölgeler bir uzay aracının Dünya ve Ay'a göre her zaman aynı konumda kalacak şekilde yerleştirilebileceği denge noktalarıdır (WEB15). Şekil 1’de gösterilen bu bölgelerden en önemli açı L2 alanındadır (WEB16). Bu noktaların kapladığı alan bakımından uzay aktörlerinin çeşitlenmesi sebebiyle yeni uydular yerleştirilmesi hususunda uluslararası sorunlar çıkabileceği varsayılmaktadır. M. Vaucher'ın uzayın jeopolitiği üzerine makalesinde işaret ettiği gibi, bu noktaların askeri ve ticari önemi çok büyüktür (Vaucher, 1984 ve Pfaltzgraff, 2013: 35).

Şekil 1. Lagrance noktaları

Kaynak: http://www.astronoo.com/en/articles/lagrange-points.html

Dünya ile eşzamanlı dönen Yere Eşzamanlı Yörünge Uzay Hukuku bakımından “sınırlı doğal kaynak” olarak kabul edilmektedir (WEB17). Bu yörünge haberleşme uyduları için kullanılmaktadır. Yörüngeye uydu fırlatılması BM’ye bağlı Uluslararası Telekomünikasyon Birliği’nden (ITU) alınan izne tabidir. Uzay aktörlerinin artış

48

göstermesi ve yeterli alan bulunmaması yeni aktörler açısından bir sorun olacağı için bu alanın nasıl yönetileceği sorununu da beraberinde getirecektir.

Mckinder, Mahan ve Spykman’ın jeopolitik varsayımlarını uzaya uyarlarsak bir uzay üstünlüğü sağlamak için Ay “heartland” olarak tanımlanabilirken Dünya yörüngesindeki sınırlı alanlar “rimland” olarak tanımlanabilir. Mahan bakış açısından ise Dünya, Yörünge ve Ay arasında parçalı olarak kurulacak üsler ve bunlara ulaşımı sağlayacak en kısa mesafede ki bölge uzayın deniz yolunu oluşturacaktır.

Uzay hakkında disiplinde birçok makale yer almasına karşılık teorik çalışmalar bakımından yetersizlik bulunmaktadır. Uzay hakkında başarılı bir teori geliştirilememiştir. Mevcut Uluslararası İlişkiler teorilerinden en çok Jeopolitik teoriler ve deniz gücü yaklaşımlarından etkilenilmiştir. Jim Wirtz “Space and Grand Strategy” makalesinde özellikle jeopolitik önem üzerinde durmuş bu alanda yapılan çalışmaların azlığına dikkat çekerek uzay için Mahan gibi bir teorisyen ihtiyacı olduğunu vurgulamıştır (Wirtz, 2009: 25-26).

Benzer Belgeler