• Sonuç bulunamadı

Rüzgar Enerjisi

Belgede Çevresel Sürdürülebilirlik (sayfa 67-71)

Rüzgar enerjisi, rüzgarı oluşturan hava akımının sahip olduğu hareket enerjisi olarak tanımlanır. Rüzgar enerjisinin kaynağında güneş enerjisi yatıyor. Güneşin, yer yüzeyini ve atmosferi homojen ısıtmamasınınbir sonucu olarak ortaya çıkan sıcaklık ve basınç farkından dolayı, rüzgar adı verilen hava akımları oluşur. Dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesi ve topografik yapı gibi unsurlar da rüzgarları şekillendirir. Ortaya çıkan rüzgar enerjisi mekanik enerjiye (yelkenli gemiler, yel değirmenleri) veya elektrik enerjisine dönüştürülebilir. Rüzgar enerjisinin mekanik enerjiye dönüştürülerek kullanımının insanlığın denizcilik aaliyetleriyle yaşıt olduğu, denizde yol almak için yelken kullanımının 5500 yıl öncesine dayandığı söylenebilir. Yel değirmenlerinin geçmişi ise M.S. 1. yüzyıla kadar uzanıyor. Elektrik üretmek için rüzgar enerjisinden yararlanan ilk değirmen, 1887 yılında İskoçya’da inşa edildi. 1973’teki petrol krizi sonrasında enerjide dışa bağımlılığı azaltmak amacıyla Danimarka’nın başını çektiği gelişmeler sonucunda rüzgar enerjisinden elektrik üretimi bugün ana akım teknolojiler arasına girmeyi başardı.

Danimarka, 2015 yılı itibariyle elektrik enerjisi ihtiyacının %42’sini rüzgar enerjisinden karşılıyor. Küresel ölçekte ise rüzgar enerjisinin toplam elektrik üretimindeki payı %3,8 civarında. Rüzgar enerjisi kullanımında özellikle son 10 yılda hızlı bir artış söz konusu. 2006 - 2015 yılları arasında küresel ölçekte rüzgar enerjisi kurulu gücü yaklaşık 5 kat artarak 74 GW’tan 433 GW’a ulaştı. Sadece 2015 yılındaki kapasite artışı 63 GW oldu. Rüzgar enerjisi, 2015 yılında gerçekleştirilen yeni elektrik üretim kapasitesi ilavesinde Avrupa ve ABD’de birinci, Çin’de ise ikinci sırada yer aldı. Aynı yıl içinde rüzgar enerjisine yapılan yatırım 109 milyar ABD Doları’nı bulurken, söz konusu yatırımların %60’ından fazlası gelişmekte olan ekonomilerde gerçekleştirildi.

Bu hızlı gelişimin ana nedeni, maliyetlerdeki düşüş olarak kabul ediliyor. Uluslararası Enerji Ajansı’na göre, 2008-2015 yılları arasındarüzgar enerjisi maliyetleri üçte bir oranında azaldı. Yine BNEF’nin(Bloomberg New Energy Finance) analizine göre 2040 yılına kadar maliyetlerde %41 oranında ek düşüş öngörülüyor. Bunun sonucunda rüzgar enerjisi, güneş enerjisiyle beraber, 2020’li yıllardan itibaren pek çok ülkede en düşük maliyetli elektrik üretim teknolojisi haline gelebilir. Analizlere göre önümüzdeki 25 yıl içindeki yeni elektrik enerjisi kurulu gücünün %21’i rüzgar enerjisine dayalı olacak. Türkiye’de rüzgar enerjisinin birincil enerjideki payı, 2014 verilerine göre 1000’de 6 civarında. Elektrik üretiminde rüzgarın payı ise son 10 yılda sıfırdan %4,5’a kadar yükseldi. 2006 yılında 51 MW olan rüzgar enerjisi kurulu gücü 2015 yılı sonunda 4718 MW’a yükselirken, bu dönemdeki yeni kurulu güç inşasının %12’si rüzgar enerjisi alanında gerçekleşti.5 2015 yılındaki yeni rüzgar enerjisi kurulu gücü ilavesi açısından Türkiye dünya sıralamasında ilk onda yer alıyor. Elektrik Enerjisi Piyasası ve Arz üvenliği Strateji Belgesi’nde, Türkiye’de rüzgar enerjisi kurulu gücünün 2023 yılında 20.000 MW’a ulaşması hedefleniyor. Türkiye’nin Birleşmiş Milletler’e sunduğu iklim değişikliği katkı beyanında ise 2030 yılında rüzgar enerjisi kurulu gücünün 16.000 MW’a yükseleceği belirtiliyor.8 Hedeflerdeki çelişki düşündürücü olsa da, düşen maliyetler ve gelişen rüzgar enerjisi teknolojisinin etkisiyle rüzgar enerjisinin elektrik üretimindeki payının artması bekleniyor. WWF-Türkiye ve Bloomberg New Energy Finance’in yaptığı bir çalışma, yenilenebilir enerji ağırlıklı politikaların hayata geçirilmesi halinde 2030 yılında rüzgar enerjisinin elektrik üretimindeki payının herhangi bir ek maliyete neden olmadan %17 seviyelerine çıkabileceğini gösteriyor. Türkiye Rüzgar Enerjisi Birliği tarafından 2016 yılı sonunda yayımlanan bir analiz ise, her yıl 1000 MW rüzgar enerjisi kurulu gücünün devreye girmesi ile 2035’te 25.000 MW kurulu güce ulaşılabileceğini, bu yatırımların elektrik enerjisi fiyatlarında sağlayacağı düşüş sonucunda tüketiciye yansıyacak net faydanın 30,7 ila 60 milyar ABD Doları arasında olabileceğini ortaya koyuyor.

Su Güvenliği

Su güvenliği ve gıda güvenliği ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlıdır. 1951-60 yılları arasında insanların su kullanımı bir önceki onyıla göre dört kat arttı. Bu hızlı artış ekonomiyi etkileyen bilimsel ve teknolojik gelişmelerden kaynaklanmıştır(özellikle sulanan arazilerdeki artış, endüstriyel ve enerji sektörlerinin büyümesi ve bütün kıtalardaki yoğun baraj inşaatları). Bu nehirlerin ve göllerin su döngüsünü ve su kalitesini değiştirmiş ve küresel su döngüsü üzerinde kayda değer bir etkiye yol açmıştır.[161]

Günümüzde insanların su kullanımının yaklaşık %35'i sürdürülemez boyutlardadır. Sürdürülebilir olmayan su kullanımı akiferlerin tükenmesine yol açar ve önemli nehirlerin akış miktarını azaltır. Dünya nüfusu arttıkça, akiferler tüketildikçe ve kaynaklar kirlenip sağlıksız hale geldikçe iklim değişiklikleri daha ciddi boyutlara ulaşacak. 1961 yılından 2001 yılına kadar su arzı iki katına çıktı (tarım için kullanım %75 arttı, endüstriyel kullanım %200 ve hane içi kullanım %400'den fazla, 1990'lı yıllarda küresel olarak mevcut tatlı suyun %40 ile %50 arasında olan bir miktarının insanlar tarafından, %70 tarım, %22 sanayi ve %8 hane içi oranlarında kullanıldığı ve genel toplamın giderek arttığı bir tablo vardı.

Şekil 27. Dünyada su kaynakları bakımıından yeterli ve yetersiz bölgeler.

Artan arz yönetimi, gelişmiş altyapı, tarımın su üretkenliği ve ürün ve hizmetlere giden su miktarında azalma, sanayileşmemiş ülkelerdeki su kıtlıklarını ele alma, gıda üretimini yüksek üretken bölgelere yoğunlaştırma, iklim değişikliği için planlama, esnek tasarlama sistemleri ile su verimliliği küresel ölçekte gelişmektedir. Sürdürülebilir gelişme ile ilgili umut vadeden çalışmalar esnek ve geriye dönebilir sistemler planlama yönünde olacaktır.[Yerel seviyede su kullanımı, insanların yağmur suyu hasadı yapması ve kullanım suyunu azaltmasıyla daha sürdürülebilir hale geliyor.

Gıda

Amerikan Toplumsal Sağlık Örgütü, "sürdürülebilir gıda sistemlerini",çevreye en az olumsuz etkide bulunacak şekilde, nesiller boyunca gıda ihtiyacını karşılayabilecek sağlıklı ekosistemleri korurken, sağlıklı besinlerle mevcut yiyecek ihtiyaçlarını karşılayabilen sistemler olarak tanımlar. Sürdürülebilir bir gıda sistemi ayrıca yerel üretim ve dağıtım altyapılarını teşvik eder ve besleyici gıdaları herkes için erişilebilir ve uygun fiyatlı hale getirir. Dahada önemlisi yetiştiricileri ve diğer çalışanları, tüketicileri ve toplumları korumak insani ve adildir.

Endüstriyel tarım, çevresel etkilere, zengin dünyada obezite, fakir dünyada ise açlıkla ilişkili sağlık sorunlarına neden olmaktadır. Bu ise, etik tüketimin temel parçası olarak, sağlıklı ve sürdürülebilir gıda yolunda güçlü bir hareket meydana getirdi.[168][169] Farklı beslenme şekillerinin çevresel etkileri, tüketilen hayvansal ve bitkisel gıdaların oranı ve gıda üretim yöntemi gibi birçok faktöre bağlıdır

Şekil 28. Gida güveliği açıısında risk değerlendirmesi

Dünya Sağlık Örgütü, 2004 Dünya Sağlık Konseyi tarafından hazırlanan "Beslenme, Fiziksel Aktivite ve Sağlık hakkında Küresel Strateji" isminde bir rapor yayınladı. Bu rapor, sağlık ve uzun yaşamla beraber anılan, et,tuz ve ilave şeker oranı düşük, meyve-sebze bakımından zengin Akdeniz Diyetini öneriyor. Akdeniz'de geleneksel yağ kaynağı mono doymamış yağ bakımından zengin zeytinyağıdır. Pirinç ağırlıklı sağlıklı Japon Diyeti karbonhidratlar bakımından zengin ve yağ oranı düşüktür. İki diyet şeklide et ve doymuş yağ oranı düşük, baklagiller ve diğer sebzeler açısından zengindir. Ayrıca düşük sıklıkla hastalık sebebiyeti ve düşük olumsuz çevresel etki ile hatırlanırlar.

Küresel düzeyde, tarımsal işletmelerin çevresel etkileri sürdürülebilir tarım ve organik tarımla ele alınmaktadır. Yerel düzeyde, yerel gıda üretimi, kentsel atık toplama alanlarının ve evlerdeki bahçelerin daha üretken kullanımına yönelik permakültür, kentsel bahçecilik, yerel gıda, yavaş gıda, sürdürülebilir bahçecilik ve organik bahçecilik gibi gelişen hareketler vardır.

Sürdürülebilir deniz ürünü, yakalandığı ekosistemi tehlikeye atmadan, üretimi aynı miktarda veya artacak şekilde gerçekleştirebilecek kaynaklardan elde edilmiş deniz ürünüdür. Sürdürülebilir deniz ürünü hareketi, daha fazla insanın aşırı avlanma ve çevresel açıdan yıkıcı avlanma yöntemleri ile ilgili farkındalığı arttıkça, hız kazanmıştır.

Belgede Çevresel Sürdürülebilirlik (sayfa 67-71)

Benzer Belgeler