• Sonuç bulunamadı

Çevresel Sürdürülebilirlik

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Çevresel Sürdürülebilirlik"

Copied!
91
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Biyoloji Bölümü

Çevresel

Sürdürülebilirlik

Dr. Utku Güner

_____________________________________

Versiyon 1.0.1 2020, Trakya Üniversitesi Fen Fakültesi

(2)

İçindekiler

Sürdürülebilir kavramı 5

Sürdürülebirliğin 3 boyutu 5

1. Doğal Çevre 5

2. Ekonomi 5

3. Toplum 5

Sürdürülebilir Tanımları 6

Çevre ve Ekoloji 11

1) Doğanın Bütünlüğü ilkesi: 11

2) Doğanın Sınırlılığı ilkesi: 11

3) Doğanın Özdenetimi îlkesi: 12

4) Doğanın Çeşitliliği ya da "Çeşitlilikte Keramet Vardır" îlkesi: 12 5) Doğada Hiçbir Şey Yok Olmaz, ya da "Doğa Sihirbaz Değildir" ilkesi: 13 6) Doğaya Karşı Elde Edilen Her Başarının Bir de Bedeli Vardır ya da "Bedelsiz Yarar

Olmaz" îlkesi: 13

7) Doğanın Geri Tepmesi îlkesi: 14

8) "En Uygun Çözümü Doğa Bulmuştur" İlkesi: 14

9) Kültürel Evrim ve Geleneksel Ekolojiye Saygı ilkesi: 15

10) Doğa ile Birlikte Gitmek ilkesi: 16

Sürdürülebilirliğin Gelişimi ve Tarihçesi 17

Sürdürülebilirlik Kavramına İhtiyaç Duyulması ve Ortaya Çıkarılması 17

Sürdürülebilirlik Kavramının Tarih Boyunca İlerleyişi 18

Sürdürülebilirliğin Gelişimi 19

Sürdürülebilirliğin üç boyutu 22

Sürdürülebilirlik Halkaları ve sürdürülebilirliğin dördüncü boyutu 24

Yedi Boyutlu Model 24

Geleceği Şekillendirmek 24

Çevresel Sürdürülebilirlik 25

Ekolojik Sürdürülebilir Tasarımın Temel İlkeleri 26

Yaşam Döngüsü Analizi Nedir? 27

Yaşam Döngüsü Analizi Yöntemi ve Aşamaları 27

Yaşam Döngüsü Analizi’nin Uygulama Alanları 30

Karbon ve Su Ayak İzi ile Yaşam Döngüsü Analizi 31

Çevre Beyanları ve Yaşam Döngüsü Analizi 31

Yaşam Döngüsü Analizi’nin Temiz Üretim ile İlişkisi 32

Yaşam Döngüsü Analizi’nin Sanayideki Yeri 33

(3)

Resilience nedir 34

Sürdürülebilir Tüketim 34

Endüstri 4.0 ve Sürdürülebilirlik Kavramı 37

Taşıma Kapasitesi 39

Çevresel Kuznets Eğrisi 40

Ekolojik ayak izi 41

Su ayak izi 45

Karbon Ayak İzi 48

Sürdürülebilir ve Dairesellik 49

Sürdürülebilirliğin Ölçümü 50

Nüfus artışı ve sürdürülebilirlik 50

Biyoçeşitlilik üzerinde küresel insan etkisi 51

Geri dönüşüm 53

Geri Dönüşüm ilkeleri 56

Sürdürülebilir Gelişme 57

Sürdürülebilir Gelişme için Eğitim 57

Çevresel Boyut 58

Çevresel Yönetim 58

Seragazları 59

Tatlısu ve Denizler 60

Ege Denizi Kirlililik 60

Marmara Denizinde kirlilik 61

Karadenzide kirlilik 61

Akdenzide kirlilik 61

Arazi Kullanımı 62

İnsan Tüketiminin Yönetimi 62

Enerji 63

Güneş Enerjisi 64

Jeotermal Enerji 65

Rüzgar Enerjisi 67

Su Güvenliği 68

Gıda 69

Yeni Malzeme üretimi, zehirli maddeler, atıklar 71

Atık hiyerarşisi 71

Sürdürülebilirliğin Ekonomik Boyutu 72

Çevresel bozulmanın ve ekonomik büyümenin ayrılması 72

(4)

Ekonomik bir hedef olarak Doğa 74

Sürdürülebir çevre için ekonomik Fırsat 74

Sürdürülebilir yaklaşımda temel ilkeler 75

Kirleten öder ilkesi 75

Kullanan öder ilkesi: 75

İhtiyat İlkesi: 75

Yerelik ilkesi 76

Bütünleyicilik ilkesi: 76

Kaynakta önleme ilkesi: 76

Önleme ilkesi: 76

Üretim Sorumluluğu 76

Onarma ilkesi: 76

Önceden Önleme ilkesi: 76

Sürdürülebilirliğin Sosyal Boyutu 76

Barış, güvenlik, sosyal adalet 77

Fakirlik 77

İnsan ve doğa ilişkisi 78

İnsan Yerleşkeleri Sürdürülebilirlik Prensipleri 79

Sürdürülebilirliğin Kültürel Boyutu 80

Turizm 80

Sürdürülebilir Kısa Sürede Çözmesi Gerekenler 80

İklim değişikliği 80

Atmosferik Karbondioksit yoğunluğu 81

Biyoçeşitlilik kaybı 81

Kaynaklar 83

(5)

Sürdürülebilir kavramı

Sürdürülebilir yaşam, sürdürülebilir gezegen, sürdürülebilir şehirler, sürdürülebilir gelecek derken sürdürülebilirlik sıklıkla karşımıza çıkan bir kavram. “Nedir sürdürülebilirlik?” diye sorduğumuzda net bir yanıt vermek biraz zor.

Bir şeyin sürdürülebilir olması onun şu anki durumunu devam ettirebiliyor olması ya da kendini yenileyebiliyor olması anlamına gelir. Kelimenin bu anlamından yola çıkarak sürdürülebilirlik kavramı; gelecek nesillere ekolojik, ekonomik ve sosyal koşulları devam ettirilebilir bir dünya bırakmak anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Bu noktada konu yalnız bizleri değil gelecek tüm kuşakları ilgilendirmekte. Konun diğer bir yönü ise insan çıkarı ile ekosistem çıkarının çatışması.

Sürdürebilir en azından günümüzde ekosistemin devamına bağlı farkında varsakta varmasakta tek başına insanlığın devam etmesi mümkün değil.

Sürdürülebilirlik kelimesinin bu anlamı 1983 yılında Birleşmiş Milletlerin yayınladığı Ortak Geleceğimiz adlı rapordan sonra şekillenmiştir. Bu rapora göre sürdürülebilirlik, doğanın ve gelecek kuşakların kendi gereksinimlerine cevap verme yeteneklerini tehlikeye atmadan, günlük ihtiyaçlarımızı temin etmek ve kalkınmak olarak tanımlanmıştır.

Sürdürülebilirlik kavramı ekolojik, ekonomik ve toplumsal boyutları kapsayan bütünsel bir yaklaşımdır. Özünde gelecek nesillere her açıdan yaşanılabilir bir dünya bırakmak vardır. Her açıdan kastettiğimiz ise; kendini yenileyebilen temiz bir doğal çevre, eşitliğe ve refaha dayalı sosyal koşullar ve toplum ile çevreyi gözeten bir ekonomik sistemdir. Sürdürülebilirlik sıklıkla yalnızca çevre koruma ile ilişkilendirilse de yukarıda bahsettiğimiz üç ana sisteme odaklanır:

Yani sürdürülebilirlik

bugünün

ekonomik ve toplumsal

ihtiyaçlarını gelecek

kuşakların olanaklarını

çalmadan ve doğaya zarar

vermeden karşılayabilmek

anlamına gelir.

Sürdürülebirliğin 3 boyutu

1. Doğal Çevre

2. Ekonomi

3. Toplum

Bugünün ihtiyaçlarını, gelecek kuşakların da kendi ihtiyaçlarını

karşılayabilme olanağından ödün vermeden karşılamaktır

(6)

Sürdürülebilir Tanımları

Sürdürülebilirliğin en yaygın kullanımı Sürdürülebilir Kalkınma olarak bilir.

Sürdürülebilir kalkınma kavramı, İngilizcede “sustainable development” olarak ifade edilir ve Kentbilim Terimleri Sözlüğünde “çevre değerlerinin ve doğal kaynakların savurganlığa yol açmayacak biçimde akılcı yöntemlerle, bugünkü ve gelecek kuşakların hak ve yararları da göz önünde bulundurularak kullanılması ilkesinden özveride bulunmaksızın, ekonomik gelişmenin sağlanmasını amaçlayan çevreci dünya görüşü” şeklinde açıklanmaktadır.

Ülkelerin ve uluslararası büyük kuruluşların üretim merkezli ve kâr odaklı çalışmaları ve çevreyi tehdit eden faktörlerin küresel boyutlara ulaşmasıyla sürdürülebilirlik kavramı ortaya çıkmış ve günden güne kavramın önemi ve değeri artmıştır.

Sürdürülebilir kalkınma kavramının ana teması, çevrenin korunması ile birlikte kalkınmanın birbirine zıt olmadığını aksine birbirine paralel bir denge arayışını ifade etmektedir.

Gelişen dünya; hızla artan nüfus, teknolojik gelişmeler, doğa olayları ile birlikte çevreye verilen zararlar, doğal kaynakların tüketilmesi ve geri dönüşü olmayan bir çevre, hükümetleri ve kurumları gelecek kaygısı çerçevesinde sürdürülebilirlik kavramını tüm bu tanımlamaların ötesine taşımış, 1987 yılında Brundtland Komisyonu olarak da bilinen Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun “Ortak Geleceğimiz” raporunda küresel anlamda gelecekten bahsederken insanların bugünkü gereksinimlerini gelecek nesillerin gereksinimlerini karşılayabilme yeteneklerine engel oluşturmadan gidermek olarak sürdürülebilirlik kavramı yeni bir boyutta anlamlandırılmıştır.

Sürdürülebilir gelecek yıllarda mutlaka çözülmesi gereken sorunları ortaya koymakta .

 Sürekli ve hızla artan dünya nüfusu, doğal enerji kaynaklarının azalması, hatta yakın gelecekte tükenecek olmasının

• petrol yaklaşık 40 yıl,

• kömür 200 yıl,

• doğalgaz 80-100 yıl

• küresel ısınma,

• çevre kirliliği gibi sorunlar, insanlığı gelecek nesillere

«temiz, sağlıklı, yaşanabilir bir çevre bırakmak»

(7)

Şekil 1. Sürdürülebilirliğin bileşenleri.

Sürdürülebilirlik son yıllarda giderek daha fazla tartışılan bir konu haline geldi. Ortaya çıktığı ilk zamanlarda genellikle çevre boyutuyla bilinen ve kamu sektörünün görevi olarak görülen bu kavram, artık ‘vatandaş’ ve ‘tüketici’ olarak bireylerin; ekonomik, sosyal ve çevresel etkileri olan, aynı zamanda bu alanlardaki küresel ve yerel sorunlardan etkilenen iş dünyasının; insan hakları, çevre, doğa, hayvan hakları gibi konularda artan hak talepleri ve mücadele sayesinde güçlenen sivil toplum örgütlerinin öncelikli ilgi alanı haline geldi. Özellikle son birkaç yılda ise bu ilginin sürdürülebilirlik konusunda sorumluluk alanını genişlettiğini, saydığımız bu aktörlerin her birine görevler yüklediğini görüyoruz.

Sürdürülebilir kalkınma kavramı, ekonomi ve çevreyle ilişkili olduğu kadar toplumun refah düzeyi, sağlık, yoksulluk, gelir dağılımı, barınma, eğitim, gıda gibi insanların temel yaşam gereksinimleri ve bugün ile gelecek kuşaklar arasındaki eşitliği de ifade etmektedir. Doğal kaynakların hızla tahribatı olumsuz bir içeriğe sahip olmaktan ziyade ortak gelecek anlayışıyla çevreye zarar vermeyen politikaların da ekonomik büyümeye katkı sağlayabileceği Brundtland Raporunda açık olarak belirtilmiştir. Ekosistem ve ekonomik kalkınma birbiriyle ilişkili iki kaynak olarak kabul edilmekte, sürdürülebilir bir kalkınma sürdürülebilir bir ekosistem olarak kabul edilmektedir. Buna paralel anlayışla sürdürülebilir bir ekonomi anlayışı ekosistemin sürdürülebilirliğini destekleyecek ve bozulmasına engel olacaktır.

Pierce ve Larson (1993)’da sürdürülebilirlik hakkında, yeniden yenilenemeyen kaynakların az bulunduklarından birbiri yerine ikame edilebilen kaynakların elde ediminde ve kullanımından doğan çevresel etki ve atıkların, dünyanın kaldırabileceği

(8)

kapasitenin aşılmamasının garanti edilmesi görüşünü savunmuştur. Buna karşılık Whitelegg (1993), sürdürülebilirliğin küresel olmasının dışında başka bir anlam ifade edemeyeceği görüşündedir.

Sürdürülebilirlik kavramına farklı bir bakış açısı getiren Soubbotina’ya (2004) göre ise farklı şart ve koşullara sahip grupların hakları ve gereksinimlerini karşılayabilme konusunda eşitlik kavramı önem taşımaktadır. Öncelikle bugünün toplumları arasında sağlanacak bir eşitlik çevresel risk faktörlerini göz önünde bulunduran kıt kaynakların kullanımında bilinçli bir toplum, gelecekteki kuşakların gereksinimlerini karşılayabilmesine katkı sağlayacaktır.

Sürdürülebilir kalkınma ekonomi ile doğa arasında bir köprü olarak düşünülebilir.

İnsanlar gereksinimlerini karşılamak için kazanç sağlarlar, bu kazançla da ekonomik sistemde harcama yaparlar bu noktada elde edilen girdiler ile yaşadığımız dünyanın çevre düzeni arasındaki bağ gelecek kuşaklar ve temiz çevre kaygısıyla güçlendirilmiştir.

İhtiyaçların karşılanması için gerekli üretim süreçleri doğal kaynakların bilinçsiz tüketilmesi sonucu çevre faktörü üzerinde olumsuz etkiler yaratmakta insan sağlığı ve yaşam kalitesini düşürmektedir. Süre gelen ekonomi ve çevre ilişkisinin yetersizliği bilim adamları tarafından ortaya konmuş bu ilişkinin güçlendirilmesi gerektiği ileri sürülmüştür.

Sürdürülebilir kalkınma kavramı; doğal kaynaklar dengesini ve kalkınmayı göz önüne alan, gelecekte refahı önemseyen nitelikler taşımaktadır. Sürdürülebilirlik kavramında en çok tartışılan nokta, ekonomik amaçlar ile çelişen çevresel amaçların, kavram konusunda belirsizlikler yaratmasıdır. Kalkınma, sadece mal ve hizmet üretimi rakamlarını içermez, eşitlik, adalet, özgürlük, sağlık, gelir dağılımını da içinde barındırmaktadır. Bu şekilde bakıldığında sürdürülebilirlik eşitlikçi bir sosyal amaç olarak algılanmaktadır.

İktisatçılar yaşam kalitesinin belli bir düzey de korunması gerekliliğine vurgu yaparken, çevre bilimciler biyolojik çeşitlilik ve çevresel esneklik üzerinde durmuş, sosyologlara göre ise toplum içinde sosyal bağların ve karşılıklı ilişkilerin korunması gerekliliğine önem vermişlerdir. Bu tartışmalar ışığında iktisadi açıdan ilk adımı Rawls’ın adalet kuramıyla kuşaklar arası eşitlik üzerinde durmuş Barbier ve Markandya tarafından desteklenerek gelecek kuşakların bugünkü koşullardan kötü durumda olmaması gerekliliği vurgulanmıştır.

Sürdürülebilir kalkınma, İşletmelerde uzun vadede dengeli kararlar alabilmek için ekonomik, çevresel ve sosyal boyutların bir arada değerlendirilmesini ve doğal sermayenin gelecek nesiller düşünülerek daha özenli davranılmasını ve dikkatli tüketilmesini ifade etmektedir.

Sürdürülebilir kalkınma tüm bu tanımlamalar dikkate alındığında; bugün insanlar doğal kaynakların tüketiminde ne kadar bilinçli ve özverili olursa; yarının kuşaklarına o kadar yaşanılabilir bir dünya bırakılabileceği kavramını ekonominin ve toplum bilincinin destekleyebileceği bir süreç olarak açıklanabilir.

Sürdürülebilirlik kavramı kalkınma ile yakın bir ilişkiye sahiptir. Kalkınma dediğimiz şey, özünde bireylerin refahlarını artırmayı hedefler. Ne yazık ki, ‘kalkınma’ ya da ‘gelişme’

çok yakın bir zamana kadar yalnızca ekonomik büyüme ile ilişkilendiriliyordu. Şimdi şimdi kalkınmanın yalnızca ekonomik büyüme ile başarılamayacağı ve pek çok farklı faktörün de göz önünde bulundurulması gerektiği anlaşıldı. Böylelikle ‘sürdürülebilir kalkınma’ kavramı sözlüğe girdi. Sürdürülebilir kalkınma ile refah seviyesini artırmak için ekonomik büyümenin yanında, toplumsal eşitlik, doğal çevre, cinsiyet eşitliği,

(9)

nitelikli eğitim, bireylerin sağlığı, sorumlu üretim ve tüketim gibi faktörler de göz önünde bulundurulmaya başlandı.

Şekil 2. Sürdürülebilirliğin farklı bileşenleri.

Buradan hareketle, sürdürülebilirlik kavramı toplumu, doğayı ve ekonomiyi iç içe geçmiş kümeler olarak ele alır. Her biri birbiriyle ilişkilidir, dolayısıyla her birinin sürdürülebilirliği de birbirine bağlıdır. Yani eğer doğal kaynakları yenilenemeyecekleri bir hızda tüketirsek, sürdürülebilir bir ekonomiden söz edemeyiz, çünkü ekonomik sistemi devam ettirecek doğal kaynaklarımız tükenecektir. Ya da sürdürülebilirliği toplumsal açıdan ele alırsak, gerekli siyasi düzenlemeler yapılmadığı ve yaşayış tarzımız değişmediği sürece çevresel sürdürülebilirliğe ulaşmak mümkün olmayacaktır.

(10)

Şimdi basit bir örnek üzerinden açıklamaya çalışalım: İçerisinde 100 adet ağaç olan doğal bir alan düşünün. Sürdürülebilir yaklaşımdan uzak bir kapitalist sistem, kâr etmek adına 100 ağacın 100’ünü de kesecektir. Yalnızca çevre açısından bakan bir yaklaşım ise hiç ağaç kesmeyecektir.

Ancak sürdürülebilir kalkınma anlayışı, doğal ekosistemi korumak adına ağaçların bir kısmını korurken, toplumun refahı adına bu ağaçların bir kısmını doğal dengeyi gözetecek bir şekilde kesecektir. İşte aradaki fark buradadır.

Sürdürülebilirlikle ilgili farkındalıktan sonra diğer bir vurgu ise, bunun hiçbir ülkenin, kurumun ya da bireyin tek başına ilerleyemeyeceği, ancak hep birlikte gerçekleştirilebilecek bir yolculuk olduğudur. Bu noktadan hareketle diğer önemli koşulun, tüm aktörlerin aynı kavramlar hakkında ortak bir algıya sahip olması sayesinde tartışma, uzlaşı, işbirliği ve sinerji için ortak bir zemin yaratmak olduğu fark edilebilir.

Sürdürülebilirlik yalnızca doğa koruma anlamına gelmese de, bu elbette sürdürülebilirliğin en temel noktalarından biri. Kaybolan ormanları, çölleşen toprakları ve yok olan türleri bir düşünün. Ekolojik denge alt üst olmuş durumda; eriyen buzullar, yükselen deniz seviyesi, küresel ısınma… Bu koşullar altında gelecek nesillere nasıl bir dünya bırakacağız? Bu koşullar altında doğa kendini nasıl yenileyebilir? Bu koşullar altında, üzerinde yaşayacağımız sağlıklı ve temiz bir çevre olmadan paradan, refahtan, kalkınmadan, ekonomiden ya da siyasetten konuşmak mümkün mü?

Unutmayın, kırılgan olan doğa değil; esas tehlikede olan insanlık. Dünya 4,5 milyardır varlığını sürdürüyor, biz insanlar ne yaparsak yapalım o var olmaya devam edecek.

Ancak insanlığın geleceği bizim şu anki doğal koşulları nasıl koruduğumuza bağlı.

Sürdürülebilir bir denge durumudur. En yüksek kazanç değil, geleceği gözeten, zararıı minimum geretiren sürekli bir süreçtir.

(11)

İnsanlığın geleceği sürdürülebilir bir yaşamı hayatımıza ne kadar entegre edebileceğimize bağlı.

Çevre ve Ekoloji

Diğer bilim dalları gibi ekolojinin de pek çok kuralları, ilkeleri vardır. Ancak biz burada, teknik eserlerde yer alan kurallardan çok, güncel sorunlara ışık tutacak olan genel kuralları ele alacağız. Yani, bir anlamda popüler ekolojinin kurallarından söz edeceğiz.

Bu arada teknik eserlerin anlatım dilinden de uzak durmaya çalışacağız.

Ekolojinin temel öğretileri nelerdir? Bu öğretileri on kural şeklinde özetleyelim:

1) Doğanın Bütünlüğü ilkesi:

Bitkisiyle, hayvanıyla, dağıyla, taşıyla, insanıyla doğa bir bütün, doğada her şey birbirine bağlıdır. Ekologların 'besin zinciri' olarak adlandırdıkları olay; yani canlılar arasındaki beslenme ilişkilerinin bir zincirin halkaları şeklinde gösterilmesi, doğadaki canlıların birbirlerine bağımlılığını vurgular. Örneğin yılan-fare ilişkisi, doğada belli bir denge içindedir, insan bilerek veya bilmeyerek bu canlı zincirin bir halkası olan yılanları yok ettiği zaman, bu dengeyi bozmuş, zincirin öteki halkalarını da etkilemiş oluyor. Hiç hesapta olmadığı halde, fareler artıp, ekinlere zarar vererek, insana doğanın bütünlüğünü hatırlatıyorlar.

Doğadaki ilişkiler, besin zincirleri ile bitiyor mu? Elbette hayır. Örneğin bir barajın sağlıklı çalışıp çalışmaması barajı tıkayan sedimanlara; sedimanlar erozyona; erozyon ise bölgedeki bitki örtüsünün sağlıklı olup olmamasına bağlıdır, işte bu nedenle bir baraj projesinde yapılacak ilk ve en önemli yatırım, barajın havzasmın ağaçlandırılması olmalıdır. Ekoloji bilen biri için baraj bilmecesi gerçekten çok kolay bir bilmece. Ekoloji bilmeyen ise şaşacak, kendi kendine söylenecektir: "Yahu, deli mi bu insanlar? Biz baraj yapıp kalkınma derdindeyiz, bazı hülyacılar ise orman sevdasındalar!"

2) Doğanın Sınırlılığı ilkesi:

Dünyanın yuvarlak olduğunu yüzyıllardır biliriz de, dünyanın sınırlı olduğu bilinci ancak yeni yeni gelişmekte. Kimilerine göre, ilk astronotlarla kozmonotların uzaydan çektikleri resim-lere borçluyuz kısmen bu bilinci, işte dünya: Sonsuz ve cansız uzayda bir minik canlı nokta. Hani yaşanmaz hale gelirsek, çıkınımızı toplayıp kaçacak yer yok. Oysa atalarımız için böyle bir sorun yoktu. Orta Asya çölleşti mi? Topla çadırları, göç Anadolu'ya. O devirlerde insanoğlunun düşüncesindeki dünya kocaman, neredeyse uçsuz bucaksızdı. Ama şimdi gidecek yer kalmadı. Anadolu da çoraklaşıp, insanını doyuramaz olsa, kalkıp Almanya'ya da gidilemiyor artık. Zaten Almanlar da kendilerine gidecek yer arıyorlar. Almanya'nın başlıca orman varlığı, meşhur Kara Ormanlar, sanayi zehri asit yağmurundan bölge bölge ölmekte.

Doğanın sınırlılığı, ekologların uzun yıllardır çok iyi bildikleri bir ilke. Deney tüpündeki mikroorganizmaların sayılarının artışı çalışmalarına, adalara salıverilen geyikler, koyunlar üzerinde yapılan gözlemlere dayanıyor. Daha güncel olarak, Bangladeş ve

(12)

Etiyopya'daki nüfus fazlasının, bir-iki yılda bir başgösteren kıtlıklarla kırılması, ekoloji açısından bu ülkelerde nüfusun doğanın sınırlarını zorladığını gösteriyor. Doğanın sınırlılığı ilkesi yalnızca nüfus sorunlarıyla değil, sanayileşme ve kirlenme sorunlarında da karşımıza çıkıyor. Örneğin, İzmir Körfezi ile İzmit Körfezi'nin belirli bir taşıma güçleri var. Sanayi kirlenmesinde bu sınır aşıldı mı, körfez kendi kendini temizleyemez oluyor.

3) Doğanın Özdenetimi îlkesi:

Ekoloji konusuna sistembilim (sibernetik) açısından yaklaşan uzmanlar, doğayı ekolojik bir sistem (ya da eko-sistem) olarak görürler. Birinci ilke, doğanın bütünlüğünden sözediyordu. Bu üçüncü ilke, bu bütünlüğün tanımım yapıyor; belli bir alanda yaşayan ve birbirleriyle etkileşim içinde olan her türlü canlı ile bunların cansız çevrelerinin oluşturduğu bir bütündür bu ekosistem denen şey.

Sibernetikçiler "sistem" deyince, akıllanna hemen bu sistemin işleyişi, özellikle bu sistemi denetleyen güçler gelir. Diyelim ki, Kapıdağ'da domuzlar meydanı boş bularak artmış. Bu artış hep devam etmez ya, elbet bir sınırı olacak. Bu sınır, ya yırtıcı hayvanlar, ya da avcılar tarafından getirilecek. Yahut domuzun yaşam alanı dar gelmeye başlayacak, uygun yiyecek tükenecek. Domuzlar arasında saldırganlık başgösterecek, hastalık salgını çıkıp, sayıları azalacak. Genel bir kural olarak, artan canlının nüfusu, sistemin sınırlarım zorlamaya başlayınca, bazı etkenler devreye girip nüfusu aşağı çekiyor. Özdenetim ya da doğanın dengesi olarak bilinen durum, işte böyle etkenlerin ortaya çıkmasıyla gerçekleşiyor.

Örneğin, bir ülkenin nüfusu devamlı artıyorsa, temelde iki seçenek mevcuttur: Ya doğanın sınırları zorlanmadan önce, bugün örneğin Çin'de yapıldığı gibi, nüfus planlaması ve diğer önlemlerle artışın önü alınacak. Ya da nüfus sınırı aşıp halk fakir ve aç kalınca nüfus kendiliğinden düşecektir. Bunun da örnekleri bugün Etiyopya'da ve Bangladeş'te yaşanıyor.

4) Doğanın Çeşitliliği ya da "Çeşitlilikte Keramet Vardır" îlkesi:

Doğanın bütünsellik, özdenetim gibi temel özelliklerinden biri de, canlılar arasında görülen çeşitliliktir. Bir tahmine göre, doğada on ile otuz milyon kadar tür, bu türlerin de buğday bilmecesinde gördüğümüz gibi ayrıca çeşitleri vardır. Buğdayın bir sürü çeşidinin bize bir yararı var mı? Önceden kestirmek güç, ama bilmecede gördüğümüz gibi, bu çeşitlerin taşıdığı hastalığa dayanıklılık gibi türlü genetik özellikler, gelecek yılların tarımcılığı için bir çeşit sigorta görevi yapar. Genelde, bitki olsun, kuş olsun doğadaki canlıların çeşitliliğini kendi çıkarımız için korumamız gerektiğini öğretir ekoloji.

Çeşitlilik ilkesinin bir de şu yönü var: Çevre sorunlanna tek tek değil de birçok çözüm düşünmek, devamlı alternatif yaklaşımlar aramak, atılan adımın doğru çıkmadığı hallerde büyük zararları önlüyor. Çeşitliliğe ağırlık vermek toplumlar için uzun vadede sigorta oluyor. Örneğin, tüm enerji kullanımım petrole bağlamış bir ülke, petrol tükenmeye yüz tu-tunca ya da pahalılaşınca krize düşüyor. Oysa, petrolün yanında kömür, güneş, rüzgar, su ve biyomas enerjisi üreten bir ekonomi, kriz tehlikesin! büyük ölçüde sigortalamış oluyor. Yani, çok yönlü ve çeşitli bir enerji politikası, riski bölerek azaltıyor.

(13)

5) Doğada Hiçbir Şey Yok Olmaz, ya da "Doğa Sihirbaz Değildir" ilkesi:

Atalım çöpleri denize, su alıp götürsün. Sanayi atıklarım Sakarya Neh-ri'ne boşaltalım, uzaklaştırır, kurtuluruz. Linyit yakan santralin bacasını çok uzun yap ki dumanı çok yukarılara dağılsın, hava kirliliği olmasın. Nükleer enerji santralı artığım derinlere göm, basma dert açmasın. Hep tanıdık şeyler mi? Dünyanın değişik yerlerinden ağızbirliğiyle yükselen bu cümleleri dinleyen bir uzaylı herhalde bizi şöyle yanıtlardı: "O sizin hüsn-ü kuruntunuz!" Bu yaygın kanıların temeli eskilere, dünyayı uçsuz bucaksız gördüğümüz devirlere dayanıyor belki. Gerçi çöplerimiz ve atık sularımız miktarca az, nitelikleri bakımından doğaya uygun ve-de az zararlı maddeler olduğu sürece fazla bir sorun çıkmıyordu. Ancak, günümüzün sanayi toplumunda bu durum çok değişik.

Ta Çernobil'deki patlamanın çay ürünümüzü etkilemesi hesabı, doğaya salıverilen hiçbir madde yok olmaz. Aynı haliyle, ya da şekil değiş-tirerek olmadık yerlerde karşımıza çıkar. Tarım ilaçları gibi, insan yapışı (sentetik), ayrışmaya dayanıklı, tehlikeli ve zehirli maddeler, örneğin Antarktika'nın penguenlerinin dokularına varıncaya kadar tüm canlıların içine işlemiştir, îngiliz araştırmacıları 1960'ta penguenlerde DDT buldukları zaman tüm dünya şaşkınlığa uğramıştı: Nasıl olurdu? Bu kimyasal madde yalnızca on beş yıldır kullanılmaktaydı ve kimse buzlarla kaplı Antarktika'da DDT kullanmamıştı.

Oysa, Çernobil'in meşum bulutları hesabı, ayrışmaya dayanıklı tüm sentetik kimyasallar bulutlarla, rüzgarla, yağmurla, deniz akıntılarıyla dünyanın en ücra köşelerine taşınmaktaydı.

Bu ilkenin temeli, fizik ve kimya derslerinde öğrendiğimiz Birinci Termodinamik Kanunu'dur. Ortamda var olan madde ve enerji, bir şekilden ötekine dönüşebilir, ama yok edilemez. Enerji ve maddenin sakı-mı olarak da bilinen bu ilkeye göre, enerji ve madde hiçbir yolla yok olmaz. Seyrelip dağılmağı için termik santralin bacasından atmosfere bırakılan kükürt dioksit, Çukurova'da kullanıldıktan sonra Seyhan Nehri'ne karışıp Akdeniz'e ulaşan tarım ilacı, ortamdan kaybolmuş değlidir. Er-geç ekosistemin bir yerinde ortaya çıkacak, ya Bodrum'un çam ormanlarım öldürecek; ya da Adana'nın balığım zehirleyecektir.

6) Doğaya Karşı Elde Edilen Her Başarının Bir de Bedeli Vardır ya da

"Bedelsiz Yarar Olmaz" îlkesi:

Aslında bu ilkenin de dayanağı. İkinci Termodinamik Kanunu'dur. Bu kanuna göre, her enerji dönüşümünde enerjinin bir kısmı iş yapamayacak kadar, yani işe yaramayacak kadar dağınık bir şekle girer. Önce bu kanunun doğada uygulanmasına bir örnek vere- lim. Dünyada bitki, hayvan her canlının besini güneşten gelir. Tüm besin üretimi güneş enerjisinin bitki üretimine, bitki üretiminin hayvan üreti-mine dönüşmesiyle olur. Yani, güneş enerjisi şekil değiştirerek, değişik kılıklara girerek canlılar tarafından kullanılır.

Hayvanlar bitkileri yedikleri zaman, bitkideki tüm enerjiyi kazanmış olmazlar. Bitki enerjisi hayvan enerjisine dönüşürken, bu enerjinin yalnız % 10'u elimizde kalır. Gerisi bu % 10'luk kazanç için ödenilen "bedel"dir; metabolik harcamalar sonucu çıkan ısı olarak çevreye dağılır. Örneğin, tane yemle sığır yetiştirilen ülkelerde, hayvanların beslendiği 100 kalori değerindeki tahıldan sadece 10 kalori değerinde et elde edilir. Bu nedenle, et bir lükstür ve ancak nüfusunu sınırın altında dengeleyebilmiş ülkelerde yaygın şekilde

(14)

besin maddesi olarak kullanılır. Dikkat edilirse, Çin, Hindistan gibi en kalabalık ülkelerde halk fazla et yemez, daha doğrusu yiyemez.

Ekolojide bu ilkenin daha geniş çapta uygulamaları da mevcuttur. Doğada hiçbir şey bedava değildir. Her kazancın bir bedeli vardır. Önceleri tarım üretiminde artışı sağlayan DDT'nin önemli zararları da vardır. Yer ve teknoloji seçimi kötü planlanmış, baştan kara çalışan fabrikaların, termik ve nükleer santralların, şüphesiz yararları yanında, önemli toplumsal ve çevresel maliyetleri bulunduğunu da akılda tutmak gerekir.

7) Doğanın Geri Tepmesi îlkesi:

Burada "tepme" sözcüğünü, katır tep-mesi gibi değil, tepki anlamında kullanıyoruz.

Fizikte bilinen, her etkinin bir tepkisi olması kuralı, ekolojide de geçerlidir. Doğada bedelsiz yarar olamayacağı gibi, bazı durumlarda "Dimyat'a pirince giderken evde-ki bulgurdan olmak" ihtimali de mevcuttur. Yukandaki DDT bilmece-mizde, doğaya karşı kazanılan bir zafer, bir süre sonra yenilgiye dönüşüyor. Güneydoğu Anadolu'da yılanların yok edilmesiyle elde edileceği sanılan yarar, aslında gerçekleşmiyor. Bunun yerine, tarım zararlıları artıp ekinleri telef ediyor. Bu iki örnek de bedelsiz yarar olamayacağım vurguluyor. Ama bundan öte, doğanın nasıl işlediğim bilip anlamadan kurcalamanın bir çeşit "geri tepme" ile sonuçlanabileceğim gösteriyor.

8) "En Uygun Çözümü Doğa Bulmuştur" İlkesi:

Değişimin doğada kural olduğunu, en azından Aristo'dan bu yana biliriz. Doğada gördüğümüz her canlı, milyonlarca yıllık bir süreç içinde geçirdiği sayısız uyarlamalarla, mevcut koşullara en uygun şeklini almıştır. Yani, evrimsel değişimlerle çevreye uymuştur. Dolayısıyla, doğaya insan eliyle yapılan her müdahale belli bir risk taşır, îşte doğada yapılacak büyük çaptaki değişikliklerde zarara uğrama olasılığının, yarar sağlama olasıhğından genelde daha yüksek olduğunu söyler bu ilke.

Açıklayalım: Saatinizin içini düşünün. Birbiriyle ilişkili zemberekler. Tüm parçalar birbirleriyle uyumlu. Saatiniz, Bağdat halifeleri zamanından beri, yüzyıllarca süregelmiş bir teknolojik evrimin sonucu ortaya çıkmış oldukça mükemmel bir makinedir. Şimdi de düşünün ki, komşunun haşarı oğlu saatiniz! ele geçirmiş; nasıl yapmışsa arka kapağım da açmış; nasıl çalıştığım anlamak için, elinde koca bir tornavida ile keyifle kurcalıyor.

Küçük Teoman'ın bu müdahalesinin, saatinizi daha mükemmelleştirme olasılığı az da olsa mevcut. Ama çok daha büyük bir olasılıkla, küçük yaramazın çabaları saatinizi tamirciye yollayacaktır.

Bu benzetmeyi gerçeğe uygun bulmadınız mı? O zaman şu gerçek örneğe ne dersiniz?

Kuşaktan kuşağa aktarılan genetik (kalıtsal) bilgi, her canlıda hücrelerdeki DNA moleküllerinde bulunur. Çemobil'den çıkıp da, örneğin içtiğiniz çay ile vücudunuza giren radyasyon (ışınlama), DNA molekülünün yapısında değişiklik yapma özelliğine sahiptir.

Aldığınız radyasyonun dozu arttıkça, çocuklarınıza aktaracağınız DNA moleküllerinde değişiklik olma olasılığı da artar. Evet, alınan radyasyonun, küçük Teoman'ın torna vidası hesabı, yararlı bir mutasyona (kalıtsal de-ğişime) yol açması olasılığı da elbette vardır. Ama bu mutasyonun zararlı olma olasılığı çok daha yüksektir. Tüm özellikleriniz!

belirleyen ve sağlam bir şekilde çocuklarınıza aktarmayı amaçladığınız DNA

(15)

molekülleriniz, hiç şüphesiz ki kolunuzdaki saatten çok daha mükemmel bir yapıdadır.

DNA molekülünüz, uzun bir evrimsel süreç boyunca doğa ta-rafından, nesilden nesle çok küçük değişimlerle sizi doğaya en uyumlu hale getirmiştir.

Aynı fikri buğday bilmecesine de uygulayabiliriz. Meksika koşulları-na göre geliştirilmiş çıtkırıldım süper buğday çeşidi, Anadolu'daki buğday hastalıklarına yenik düşmüştü. Bu hastalığın üstesinden gelebilmek için, Anadolu'nun koşullarına evrimsel uyum yapmış, dolayısıyla sarı paşa dayanıklı buğday çeşitleri ıslah programma alındı. Yüksek verimli yeni çeşitler işte bunlardan elde edildi.

9) Kültürel Evrim ve Geleneksel Ekolojiye Saygı ilkesi:

Doğadaki canlıların evrim yoluyla mevcut koşullara en uygun biyolojik özellikleri edindiklerim gördük. Bir de insanların nesiller boyunca kendi deneyimleriyle geliştirdikleri uyumlar vardır. Bunlar da ekolojik uyumdur, ama biyolojik evrimle değil de, kültürel evrimle ortaya çıkmıştır. Böyle uyumlara halk tebabetinden, geleneksel yemek çeşitlerine kadar çeşitli adetlerde rastlarız. Güney ve Güneydoğu Anadolu'nun geleneksel yemeklerinden çiğ köfteyi örnek yerelim. Çiğ köfte yapılırken yağsız ve çok ince çekilmiş et, ince bulgur, bol baharat ve sarımsakla uzun zaman dövülür. Sarımsakta çeşitli parazitlere karşı etkili olan doğal maddeler mevcut. Sarımsağın, çiğ köfte ve pastırmadaki parazitleri öldürdüğünü Türk bilimcileri araştırmalarla dünyaya kanıtladılar (Dr. Fuad Şahin'den). Bilimcilerin yeni keşfettiği bu çözümü, Anadolu balkının asırlar önce sınama-yanılma yoluyla bulması, ekolojik uyumun güzel bir örneğidir.

Yemeklerden söz açılmışken soralım: Fasulye pilavla niye iyi gider? Fasulye-pilav bir arada, hayvansal proteinin kıt olduğu durumlarda, vücudun temel protein ihtiyacım en iyi şekilde karşılayacak, birbirlerinin eksikliklerim giderecek şekilde iş görür.

Gene geleneksel yemeklerimizden yoğurtlu pilav, sütlaç ve aşure, değişik protein parçacıklarım (amino asitleri) vücudun ihtiyacım en iyi karşılayacak şekilde bir araya getirirler.

Beslenme açısıtıdan bu kadar sağlıklı yemek çeşitlerinin, kuşaklar boyunca kültürel olarak gelişmesi bir tek bizim toplumumuza özgü değildir elbette. Güney Amerika yerlilerinin mısır ve fasulyeyi, Hintlilerin mercimek ve pirinci bir araya getiren yemekleri gibi ömeklere dünyanın dört bucağında rastlıyoruz.

Kültürel evrim, sadece yemek konusunda olmuyor tabiî. Avcının, balıkçının, eczacının, tarımcının kuşaklar boyu biriken deneyimlerle en uyumlu yaklaşımları bulması da kültürel evrim kapsamma girer. Örneğin, dağlık arazide erozyona neden olmadan tanm yapabilmek için teraslar kullanırız. Bu teraslama yöntemini Alman mühendisler ya da ABD'li bilimciler mi keşfetmiş dersiniz?

Tarımda teraslama yöntemim, M.Ö. 1000 -3000 arasında dünyanın en az üç yerinde birden, başta Doğu Akdeniz olmak üzere. Güney. Amerika ve Filipinler'de görüyoruz.

Eski toplumların her yaptığım elbette yüceltemeyiz. Ama bilimsel olarak henüz kamtlanmayan şeylerin yok sayıldığı bu bilim-teknik çağın-da, ekoloji bize eski kuşakların doğa bilgisine saygı göstermeyi öğütler.

(16)

10) Doğa ile Birlikte Gitmek ilkesi:

Nasreddin Hoca'nın çok ters bir kaynanası varmış. Bir gün çayda boğulmuş. Herkes kadıncağızı çayın alt taraflannda ararken. Hoca çayın üst kısmına yönelmiş. "Aman Hoca, nereye gidiyorsun?" diyenlere. Hoca: "Siz bilmezsiniz, rahmetli her şeyi ters yapardı." demiş. Günümüz sanayi toplumlarında da, Hoca'nın kaynanası misali, doğaya aykırı tutumlara çok sık rastlanmakta. Kısmen doğaya yabancılaşmanın bir sonucu bu.

Kısmen de 18. yüzyıldan bu yana Batı bilimciliğinin "doğaya egemen olma" tutkusu ile ilgili olarak ortaya çıkıyor. Doğu felsefelerinde ise, örneğin Taoizm'de, doğa ile birlikte gitme ya da doğa ile birlikte olma, yaygın ve temel bir kavram.

Bu ilke, ekoloji ve çevre bilimlerinde değişik şekillerde ortaya çıkıyor. Batı Avrupa ve ABD'de birkaç yıl öncesine kadar ekmeklik buğday, içinde neredeyse hiçbir besin değeri bırakılmamacasına arıtılır; vitamin, demir gibi bazı besleyici maddeler sonradan una eklenirdi. Oysa şimdi biraz genel kültürü ve ekoloji bilgisi olan Amerikalı, bu süngerimsi, aşırı rafine beyaz ekmekleri değil, kepeği çıkartılmamış buğdaydan, çavdardan yapılmış ekmekleri tercih ediyor. Çünkü, doğal maddelerin besleyici değerinin, kimyasal ekmeklerden nasıl olsa daha üstün olduğunun artık farkında.

Şimdi de peyzaj mimarisinden bir örnek yerelim: ABD'nin otoyolları hiçbir engebeye taviz vermeden, dümdüz, dosdoğru gider. Oysa, ingiltere'nin otoyolları genellikle, coğrafi çevreye uygun bir şekilde kıvrılıp dolanarak gider, İskoçyalı peyzaj mimarı lan McHarg'ın belirttiği gibi, doğaya uygun otoyol yapımında, kırsal alanların tarihi değerleri, orman, dinlenme alanları hesaba katılır. Yüksek kaliteli tarım toprakları otomobil ilahına kurban edilmez.

Üstat McHarg, eğer Çukurova'ya gelip de, en güzel toprakların yollar ve sanayi alanlarıyla kaplandığım, kalan toprağın üretimim arttırmak için de ne denli sanayi gübresi ve tarım ilacı kullanıldığım görseydi, herhalde çok şaşardı.

Doğa ile birlikte gitmek ilkesi tarım konularında sık sık karşımıza çıkıyor. Örneğin, tarım zararlılarmın kendi doğal düşmanları yoluyla de-netiminde olduğu gibi. Oysa aşın böcek ilacı kullanımıyla, zararlıların yanında yararlı böcekler de ölünce basımız derde giriyor.

Benzer şekilde doğal yöntemlerle, örneğin baklagiller ekimi yoluyla, toprağın azotunu artırmak mümkün. Oysa aşın kimyasal gübre kullanımı, bir zaman sonra toprağı yakıyor.

Daha teknik deyimiyle, bu kimyasallar, azotun biyolojik olarak tespit edilme işleminde rol oynayan bakterilerin işlevlerin! engelliyor. Dolayısıyla toprağın doğal gübre üretme potansiyelini bilip kullanmak varken, tüm güvenini kimyasal gübrelere bağlayıp toprağım yakan tarımcının, Nasreddin Hoca'nın suyun akışına bile ters giden kay-nanasından farkı var mı?

Ekoloji kurallarımız şimdilik bu kadar. Bu kuralları ilerideki bölümlerde daha ayrıntılı olarak nasıl olsa ele alacağız. Şimdilik, yukarıda saydığımız ilkelerin aslında birbirleriyle ilişkili olduklarım belirtmekle yetinelim. Bunun da nedeni, doğanın kendi kendini denetleyen bir bütün olmasıyla ilgilidir, insanın ileriyi görmeden, bilinçsizce çevresinde yaptığı değişiklikler, bu bütünün çeşitli dengelerim bozuyor. Oysa, doğaya aykırı değil, doğayla birlikte ya da doğanın suyuna gitmek de mümkün. Örneğin, tarım ürünlerim ıslah ederek besin üretimim de artırmak olası. Tabi bunu yaparken, bedelsiz yarar olamayacağım hatırda tutmak şartıyla. Doğanın geri tepmesi olasılığını da hesaba katarak temkinli olmak gerek.

(17)

Aslında söz ettiğimiz tüm ilkeler, doğada yapacağımız değişikliklerin hiç beklenmedik sonuçları olabileceği ihtimalini göz önünde tutarak, daha baştan tedbirli davranmamız yönünde bizi uyarır. Belki de temkin fikri onun için atasözlerinde bu derece yaygındır.

Örneğin:

"îşini kış tut da yaz çıkarsa bahtına" atasözü, doğada yapacağımız köklü değişikliklerde hep hatırlamamız gereken bir düsturdur.

Yoksa tedbirsizlik sonucu:

"Baba eder, oğul öder."

Durumu fark ettiğimizde iş işten geçmiş olabilir:

"Balık, ağa girdikten sonra aklı başına gelir."

Sürdürülebilirliğin Gelişimi ve Tarihçesi

Sürdürülebilirlik kavramı ilk olarak 1987 yılında resmi olarak adı ortaya atılmış bir kavramdır. Sürdürülebilirlik kavramının tarihçesinden önce sürdürülebilirlik kavramını açıklamak yararlı olacaktır.

Sürdürülebilirlik kelime anlamı olarak; üretkenlik ve çeşitliliğin devamlılığı sağlanırken, daimi olabilme yeteneğini korumak olarak tanımlanır. Kamuoyu küresel anlamda sürdürülebilirlik kavramıyla, Birleşmiş Milletler bünyesinde çalışan Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun 1987 yılında yayımlamış olduğu “Ortak Geleceğimiz” adlı rapor ile tanışmıştır. Rapor sürdürülebilirlik kavramını: “İnsanlık; doğanın gelecek kuşakların gereksinimlerine cevap verme yeteneğini tehlikeye atmadan, günlük ihtiyaçları temin ederek, kalkınmayı sürdürülebilir kılma yeteneğine sahiptir” şeklinde tanımlamıştır.

Komisyonun yayımladığı raporda da tanımlandığı üzere, sürdürülebilirlik kavramı ilk olarak çevre bakış açısıyla ortaya çıkmış olan bir kavramdır. Burada amaç çevreyi, doğayı sürdürülebilir kılarak, doğaya karşı sorumlulukları yerine getirmek olarak adlandırılabilir. İnsanoğlu teknolojik olarak ilerlese bile doğa yaşamın vazgeçilmez bir parçasıdır. Bunun yanında doğanın bize sağladığı kaynaklar da yaşamın en çok tercih edilen kavramlarından olarak gözlemlenmektedir. Bu kaynaklar yenilenebilir kaynaklar olmadığı için de kullanım esnasında mutlaka dikkat edilmelidir.

Kimse doğadan faydalanarak elde ettiğimiz zenginliklerin yok olmasını istemez. Çünkü bu zenginlikler hiçbir şekilde üretimi yapılmayacağı, tekrar elde edilemeyecek kadar özel kavramlar olarak bilinmektedir. Doğada hiçbir kusur bulunmadığı gibi doğaya zarar verecek, yok edecek ürünler de üretilmemeli, doğa teknoloji uğruna yok edilmemelidir.

Bir nevi kalkınma olarak bakılacak olan sürdürülebilirlik kavramı her anlamda gelişimi sağlayan bir proje kavram olarak gözlemlenebilmektedir.

Sürdürülebilirlik Kavramına İhtiyaç Duyulması ve Ortaya Çıkarılması

Sürdürülebilirlik kavramının en çok kullanıldığı alan çevre olsa da bu bakış açısı dünyada her türlü alanda kullanılabilmektedir. Türkiye’de de genelde borsa ve imalat doğa ile birleştirilerek sürdürülebilirlik kavramı olarak ortaya çıkarılmaktadır.

Sürdürülebilirlik sürdürülemez durumların gelecekte mutlaka karşımızda çıkmasından doğmuştur.

(18)

Sürdürülebilirlik kavramının tarihçesi de aslında çok uzak değildir. Çevre için gerçekleştirilmesi beklenen düzenlemeler ilk olarak 1970 yılında uluslararası alanda yapılmıştır. Amaç çevreyi geleceğe hazırlamak, doğayı tehdit edecek olası durumlardan uzak durmak olarak bilinmektedir.

1972 yılında da sosyo-ekonomik olarak çevre alanında ilk küresel değerlendirme olan Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı’nda kabul edilmiş ve imzalanmıştır. Çevre koruma üzerine yaptırımlar ilk defa bu bildirge imzalanarak uygulanmıştır.

Sürdürülebilir kalkınma olarak ortaya çıkan bu kavram da ilk defa 1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından hazırlanan raporda geçmiştir. Bahsi geçen 1987 yılından itibaren de sürdürülebilirlik kavramı çevre için kullanılışlı hale getirilmiş bir kavram olarak ortaya çıkmıştır.

Doğa adına ortaya çıkarılmış sürdürülebilirlik kavramının amacı bir bakıma doğadaki yoksulluğu azaltmak, doğal kaynaklardan yararlanırken dünyadaki eşitliği sağlamak, en önemlisi çevre dostu teknolojilerin ortaya çıkarılmasına zemin hazırlamak, nüfus kontrolünü de sağlamaktadır. Çevre adına sürdürülebilirlik kavramının uygulamasının sağlanması oldukça önemli olarak görülmektedir.

Birleşmiş Milletler bildirgesinde asıl amaç insanlığın gelişmesine doğanın katkıda bulunmasını sağlamaktır. Yapılan yeni gelişmelerde de doğaya zarar vermeden bunların gerçekleşmesini sağlamak oldukça önemlidir. Sürdürülebilir projeler arasında sadece doğanın ve insanın arasındaki ilişkiler değil birçok farklı projeler de yapılmaktadır.

Yapılan bu çalışmalar pek çok katkı sağlamaktadır.

Sürdürülebilirlik Kavramının Tarih Boyunca İlerleyişi

Sürdürülebilir kavramı sadece doğa için değil pek çok farklı alanda da kullanılmaktadır.

Ülkemizde çoğunlukla borsa ve imalat alanında sürdürülebilirlik kavramı dikkat çekmektedir.

Şirketler sürdürülebilirlik endeksi oluşturarak bu kavramı kullanmaktadır. Bunun dışında sürdürülebilir kalkınma, sürdürülebilir kalkınmada iş dünyası ve sanayi, sürdürülebilir kalkınmada bilgi ve iletişim, biyoçeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kalkınma, iklim değişikliği ve sürdürülebilir kalkınma, yönetişim ve sürdürülebilir kalkınma olarak birçok proje karşımıza çıkmaktadır. Sürdürülebilirlik kavramının tarihçesi yaklaşık kırk seneye yakın bir zamana dayansa da hala kullanılmaktadır.

Sürdürülebilirlik tarihi, ilk medeniyetlerden günümüze kadar insan egemen ekolojik sistemleri izler. Bu tarihin karakteristik bir özelliği olarak, belirli bir toplum 'un bölgesel başarısı artar, ardından kriz dönemi olur. Bu kriz ya çözülür ve toplum yeni edindiği tecrübesi ile sürdürülebilir bir hale gelir ya da çöküşe geçer.

Erken insanlık tarihinde, ateşin kullanımı ve ve değişik yiyecekler için istek, bitki ve hayvan topluluklarının doğal yapısını değiştirmiş olabilir. 8.000 ile 10.000 yıl öncesi

Sürdürülebilir bir çok katmanı olan ve ekonomi, üretim kalkınma gibi farklı konularda uygulama alanı bulan bir süreçtir.

(19)

arasında, büyük ölçüde doğal çevrelerine ve "kalıcı yapı" ortaya çıkarmalarına bağımlı olan tarım toplumları ortaya çıkmıştı.

18. ila 19. yüzyılların Batı sanayi devrimi, fosil yakıtlar içindeki enerjinin engin büyüme potansiyelini kullanmaya başladı. Daha da verimli motorlara yakıt olarak daha sonra da elektrik üretimi için kömür kullanılmaya başlandı. Modern sanitasyon sistemleri ve tıp bilimindeki gelişmeler büyük popülasyonları hastalıklardan korudu.[60] 20. yüzyıl ortalarında ortaya çıkmaya başlayan bir çevreci hareket yararlanılmakta olunan birçok maddi faydanın çevresel bedellerinin de olduğuna işaret etti. 20. yüzyıl sonlarında çevresel problemler küresel boyuta ulaştı.1973 ve 1979 enerji krizleri küresel toplumun yenilenemez enerji kaynaklarına ne ölçüde bağımlı olduğunu gözler önüne serdi.

21. yüzyılda, ormanların yok edilmesi ve fosil yakıt kullanımı sonucu ortaya çıkan sera etkisi tehdidi ile ilgili giderek artan bir farkındalık var.

Sürdürülebilirliğin Gelişimi

Sürdürülebilirlik kelime anlamı olarak; çeşitlilik ve üretkenliğin devamlılığı sağlanırken, daimi olabilme yeteneğini korumak olarak tanımlanır.

Küresel anlamda kamuoyunun sürdürülebilirlik kavramıyla tanışması Birleşmiş Milletler bünyesinde çalışan Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun 1987 yılında yayımladığı

“Ortak Geleceğimiz” isimli rapor sayesinde oluşmuştur. Bu raporda sürdürülebilirliğin tanımı şu şekilde yapılmıştır: İnsanlık; doğanın gelecek kuşakların gereksinimlerine cevap verme yeteneğini tehlikeye atmadan, günlük ihtiyaçları temin ederek, kalkınmayı sürdürülebilir kılma yeteneğine sahiptir.

Hepimizin hayatı doğal kaynaklara bağlıdır. Ve bu doğal kaynaklar sonsuzluğa sahip değildir. Bu aşamada sürdürülebilirlik kavramı devreye girer. Sürdürülebilirlik sağlamak demek doğa ve insan arasında denge oluşturmak demektir. Bu dengenin oluşturulması ise bizim elimizdedir. Peki nasıl başaracağız bunu? Bunun tek cevabı var; seçimlerimizi doğru yönlendireceğiz. Teknolojimizi, iklimimizi, çevremizi, enerjilerimizi, doğal kaynaklarımızı iyi tanıyıp, analiz edecek ve uzun vadeli planlar yaparak, planlı bir şekilde kaynaklar üzerinde yönlendirme yapacağız. Sürdürülebilirliği bir bütün olarak algılayacağız. Yenilenemeyen enerji kaynaklarının farkında olacak bunun yerine yenilenebilir kaynakların kullanımına ağırlık vereceğiz .

Bir şeyi sürdürebilmek için o şeyi korumak ve ona değer vermek gerekir. Bir şeyin sürdürülebilir olması demek o şeyin belirli bir yaşam döngüsü içerisinde devam etmiş olmasını gerektirmektedir. Bu yıllarca süren bir devamlılığın yanı sıra hedeflere ve amaçlara ulaşmada da doğru yolların ve kaynakların kullanılması demektir. Bu süreçte tüm yaşam döngüsü bir bütün olarak düşünülmelidir. Küresel sistemi, ekolojiyi, ekonomiyi, enerjiyi (vs.) korumak için hem toplumsal hem de fiziksel bir vizyon

Sürdürülebilir için en uygun zaman, DEĞİŞİMİN zorunlu olmasında önceki periyottur. Dünya verdiğimiz zarar bir noktada geri döndürülemez olabilir.

(20)

oluşturulmalıdır. Bunu içinde bireysel ve toplumsal olarak sosyal yönden sorumluluklarımıza hakim olmamız gerekir.

Günümüzde karşılaşılan birçok problemin basit çözümleri vardır. Bireysel olarak sürdürülebilirliğe katkı sağlamak istersek; insanların binlerce yıldır yaşayarak, keşfederek öğrendiği bilgileri doğru kullanarak, daha adil ve sürdürülebilirliği olan bir yaşamı istememiz ve buna sahip olmamız mümkündür.

Çevrenin korunması tüm uluslarımızın paylaştığı bir sorumluluktur. Bu alandaki ulusal ve bölgesel çabaları desteklemekle beraber, daha geniş ölçüde ortak hareket etme ivedi gereksinimini de görmeliyiz.(Paris Şartı. Sürekli ve dengeli kalkınmanın gerçekleşebilmesi için çevre koruma, kalkınma sürecinin entegre bir parçasını oluşturacaktır, ayrı olarak düşünülemez. (Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı) sürdürülebilirlik daimi olma yeteneği olarak adlandırılabilir. 21. yüzyılda genel olarak biyosfer ve uygarlığın bu yeteneğine atfen kullanılır. Aynı zamanda, kaynakların sömürülmesi, yatırımların yönü, teknolojik gelişmenin yönlendirilmesi ve kurumsal değişimin uyum içinde olduğu ve insan ihtiyaçlarını ve isteklerini karşılayabilme potansiyelinin hem günümüzde hem de gelecek için korunduğu dengeli bir ortamda değişimin sağlanması olarak tanımlanabilir. Bu alanda çalışanların birçoğu için, sürdürülebilirlik birbirine bağlı şu etki alanları ile tanımlanır: çevre, ekonomik ve sosyal;

ve bunlar Fritjof Capra'ya göre Sistemsel Düşüncenin prensiplerine dayanmaktadır.

Sürdürülebilir gelişmenin alt etki alanları kültürel, teknolojik ve politik olarak kabul edilir.[

Bazıları için sürdürülebilir gelişme sürdürülebilirlik için ana prensip olmasına karşın diğerleri için bu iki terim paradoksaldır (ör. gelişme doğal olarak sürdürülebilir değildir).[ Sürdürülebilir gelişme gelecek neslin ihtiyaçlarını karşılama yetisine zarar vermeden günümüzdeki ihtiyaçları karşılayabilen gelişmedir. Sürdürülebilir Gelişme terimi Çevre ve Gelişme Dünya Komisyonu için Brundtland Raporu (1987) tarafından ortaya atılmıştır.

Sürdürülebilirlik, ortak bir idealin arayışıyla karakterize edilen sosyo-ekolojik bir süreç olarak da tanımlanabilir. Bir ideal, tanım itibarıyla belirli bir yer ve zaman için ulaşılabilir değildir. Ancak, ısrarlı ve dinamik bir şekilde yaklaşarak, süreç sürdürülebilir bir sisteme yol açar. Ekoloji bilimi, sürdürülebilirliğin, türlerin ve çevresindeki kaynakların dengesi ile sağlandığına inanmaktadır. Bu dengeyi sağlamak için, mevcut kaynaklar doğal yollarla üretimden daha hızlı tüketilmemelidir.

Sürdürülebilirlik kavramının geniş bir alana yayılan modern kullanımının tam olarak tanımlanması zordur. Esasen, sürdürülebilirlik, insanların uzun vadede sadece girdilerine güvenmeye devam edebilecekleri şekilde, doğal ve yenilenebilir kaynaklardan faydalanılması anlamına geliyordu. Sürdürülebilirlik kavramı veya Almanca Nachhaltigkeit, Hans Carl von Carlowitz'e (1645-1714) kadar izlenebilir ve ormancılığa uygulanmıştı.

Sağlıklı ekosistemler ve doğal çevre insanların ve diğer organizmaların hayatta kalması için gereklidir. Olumsuz insan etkisini azaltmanın yolları çevre dostu kimya mühendisliği, çevre kaynakları yönetimi ve çevre korumadır. Yeşil hesaplama, yeşil kimya, yer bilimi, çevre bilimi ve koruma biyolojisi kullanılarak veriler elde edilir. Ekolojik ekonomi insan ekonomileri ve doğal ekosistemleri hedef alan akademik araştırma alanlarını inceler.

(21)

Sürdürülebilirliğe doğru ilerlemek aynı zamanda uluslararası ve ulusal hukuk, kentsel planlama ve ulaşım, tedarik zinciri yönetimi, yerel ve bireysel yaşam tarzı ve etik tüketimcilik konularını da ilgilendiren sosyal bir mücadeledir

.

Daha sürdürülebilir yaşamanın yolları, yaşam koşullarını yeniden düzenlemek (Eko- köyler, eko-belediyeler ve sürdürülebilir şehirler), ekonomik sektörleri veya iş uygulamalarını yeniden değerlendirmek (permakültür, yeşil bina, sürdürülebilir tarım), yeni teknolojiler geliştirmek için bilimi kullanmak(yeşil teknolojiler, yenilenebilir enerji ve sürdürülebilir fisyon ve füzyon gücü) veya sistemleri esnek ve geri dönüşümlü bir şekilde tasarlamak ve doğal kaynakları koruyan bireysel yaşam tarzlarını ayarlamak gibi birçok şekil alabilir.

Sürdürülebilirlik terimi insan-ekosistem dengesinin (homoestaz) sağlandığı nihai hedef olarak görülmeli, "sürdürülebilir kalkınma" ise bizi sürdürülebilirliğin son noktasına götüren bütünsel yaklaşım ve zamansal süreçleri ifade eder.

Eko no mik

1. Milletlerarası nesiller boyu adaletin teşvik edilmesi 2. Değiş-tokuşta haksızlıktan kaçınılması

3.Adaletli gelir dağılımının sağlanması 4. Haksız fiyatlandırmadan kaçınılması

5.Yatırım politikalarının etik olmasına özen gösterilmes 6. Maliyet girdi ve çıktılarının eşit dağıtılması

7. Yerel ekonomilerin desteklenmesi

Çevres el

1.Doğadaki ekolojik çeşitliliğin korunması 2.Doğal kaynakların korunması

3.Yenilenebilir ürünlerin sürdürülebilir kullanımı

4.Yenilenebilir olmayan ürünlerin kullanımının azaltılması

5.Doğadaki canlılara ve çevreye verilen zararın en aza indirgenmesi 6.Kültürel ve tarihi mirasların korunması

Dünyanın sorunu daha fazla çok daha fazla istemek, sınırlı bir dünyada yaşadımız gerçeğini Kabul etmemektir.

(22)

Sosyal

1. İnsani yaşam standardının yüksek tutulması 2. Milletlerarası sosyal eşitliğin desteklenmesi

3.Toplumlarda kültürel ve sosyal bütünlük sağlanması 4.Kişi özlük haklarının ve özgürlük değerlerinin arttırılması

5.Bireylerden topluma toplumdan uluslararasına kadar tüm insanların sürdürülebilirlik faaliyetlerine katılıma teşvik edilmesi

6.Fayda artırımı için halkın bilinçlendirilmesi ve fırsatların öngörülmesi

"Sürdürülebilirlik" teriminin kullanımındaki artan popülariteye rağmen, insan toplumlarının çevresel sürdürülebilirliği sağlama olasılığı, çevresel bozulma, iklim değişikliği, aşırı tüketim, nüfus artışı ve toplumların kapalı bir sistemde sınırsız ekonomik büyüme peşinde olması ışığında kuşkulu bir durumdaydı ve hala da böyle olmaya devam ediyor.

Sürdürülebilirliğin üç boyutu

Sürdürülebilir Kalkınma Hardi ve Zdan (1997)’a göre; çevre, toplum ve ekonomi olarak üç başlık altında ifade edilmiştir. Ancak bu üç boyuttan sürdürülebilirliğin sağlanması açısından hangisinin daha etkin olduğu, hangi mekanizmaya göre nasıl bileşim oluşturduğu tartışılmaktadır.

Şekil 3. Sürdürülebilirliğin üç boyutun ilişkisi.

Brundtland Komisyonu (Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu-WCED) tarafından sürdürülebilir kalkınma kavramının açıklanmasından önce bahsedilen üç boyutun birbirinden bağımsız hareket ettiği görüşü savunulmuştur.

(23)

Şekil 4. Sürdürülebilirliğin bileşenleri.

2005 Dünya Sosyal Gelişme Zirvesi ekonomik gelişim, sosyal gelişim ve çevre koruma gibi sürdürülebilir kalkınma hedeflerini belirledi. Bu görüş, sürdürülebilirliğin üç boyutunun karşılıklı olarak bağımsız olmadığı ve karşılıklı olarak bağlayıcı olabileceğini belirten birbiri içine geçmiş üç elipsin kullanıldığı bir resimde ifade edilmiştir. Aslında, üç boyut birbirine bağımlıdır ve uzun vadede hiçbiri diğerleri olmadan var olamaz. Üç boyut, son yıllarda özellikle gıda endüstrisinde sayısız sürdürülebilirlik standartları ve belgelendirme sistemi için ortak bir zemin teşkil etmiştir.

Bugün belirgin olarak bu sistemi benimseyen standartlardan bazıları Rainforest Alliance, Fairtrade ve UTZ Certified'dır. Bazı sürdürülebilirlik uzmanları ve uygulayıcıları, sürdürülebilirliğin uzun-vade düşünme prensibini vurgulayacak şekilde, "gelecek nesiller"'i de bir boyut olarak öngörmüşlerdir. Kaynak kullanımını ve finansal sürdürülebilirliği de iki ek sürdürülebilirlik boyutu olarak gören bir görüş de vardır.

Sürdürülebilir gelişme, doğal çevreyi tahrip etmeden veya bozmadan temel insan ihtiyaçlarını karşılamak için yerel ve küresel çabaları dengelemekten oluşur.[29][30] O zaman soru, bu ihtiyaçlar ve çevre arasındaki ilişkinin nasıl temsil edileceği haline gelir.

2005 yılında yapılan bir araştırma, çevresel adaletin sürdürülebilir gelişme kadar önemli olduğunu belirtti. Çevreci ekonomist Herman Daly, “Ormansız bir kereste fabrikası ne işe yarar?” diye sordu. Bu açıdan ekonomi, kendisi biyosferin bir alt sistemi olan insan toplumunun bir alt sistemidir ve birindeki kazanç diğerinden bir kayıptır.

Sürdürülebilirliği basitçe, "insan yaşam kalitesini, buna imkan veren eko sistemlerin taşıma kapasitesini aşmadan geliştirmek" olarak tanımlamak belirsiz olsa da,

(24)

sürdürülebilirliğin ölçülebilir sınırları olduğunu düşüncesini akla getirir. Ancak sürdürülebilirlik aynı zamanda bir harekete geçme çağrısı, devam eden bir süreç veya

“yolculuk”tur ve dolayısıyla politik bir süreçtir. Bu nedenle bazı tanımlar ortak hedefleri ve değerleri ortaya koyar. Yeryüzü Şartı “doğaya saygı, evrensel insan hakları, ekonomik adalet ve barış kültürü üzerine kurulu sürdürülebilir bir küresel toplumdan” bahseder. Bu, “siyaset” boyutunun da önemini de içeren daha karmaşık bir sürdürülebilirlik figürünü önermiştir.

Bundan da öte, sürdürülebilirlik, şimdi ve gelecekte tüm türler için arzu edilen bir gezegeni sağlamak için, ekolojik esneklik, ekonomik refah, siyasi adalet ve kültürel canlılık arasındaki dengeyi koruyan ve olumsuz etkiyi en aza indiren sorumlu ve proaktif karar verme ve yenilikçilik anlamına geliyor. Özel sürdürülebilirlik türleri, sürdürülebilir tarım, sürdürülebilir mimari veya ekolojik ekonomi'yi de içerir.[38] Sürdürülebilir gelişmenin anlaşılması önemlidir, ancak net bir hedef olmadan "özgürlük" veya "adalet"

gibi odaklanmamış bir terimdir. Aynı zamanda "gelişme sosyolojisine meydan okuyan değerlerin diyalogu" olarak tanımlanmıştır.

Sürdürülebilirlik Halkaları ve sürdürülebilirliğin dördüncü boyutu

Birleşmiş Milletler ve Metropolis Derneği'nin “Sürdürülebilirlik Halkaları” yöntemini kullanarak São Paulo şehrinin geniş kentsel alanının sürdürülebilirlik analizi. Birleşmiş Milletler Binyıl Beyanı ekonomik kalkınma, sosyal gelişme ve çevre koruma dahil olmak üzere sürdürülebilir gelişme ile ilgili ilkeleri ve anlaşmaları tanımlarken, üç boyut kullanmaya devam etti: ekonomi, çevre ve sosyal sürdürülebilirlik. Son zamanlarda, son on yıldaki tartışmalara cevap veren sistematik bir etki alanı modeli kullanarak, Sürdürülebilirlik Halkaları yaklaşımı, ekonomik, ekolojik, politik ve kültürel sürdürülebilirlik olarak dört birbirinden ayrı boyut belirledi. Bu yaklaşım Birleşmiş Milletler, Unesco, Gündem 21 ve özellikle de kültür'ü 'dördüncü' sürdürülebilir gelişme boyutu olarak belirten "Kültür için Gündem 21" le uyum içindedir. Bu model günümüzde Birleşmiş Milletler Şehirler Programı ve Metrololis gibi kurumlar tarafından kullanılmaktadır.

Metropolis örneğinde, bu yaklaşım, ekonomi, çevre ve sosyal üçlemesine dördüncü boyut olarak "kültür"ü eklemek anlamına gelmez. Aksine, dört alanın hepsini - ekonomi, ekoloji, politika ve kültür - sosyal bir öğe(ekonomi dahil) olarak kabul edip, ekoloji (insan ve doğal hayatın kesişmesi) ile bildiklerimizin ötesine aşan çevreyi birbirinden ayırmayı içerir.

Yedi Boyutlu Model

Başka bir model, insanların tüm ihtiyaçlarını ve özlemlerini yedi değişken ile sağlamaya çalıştıklarını gösteriyor: ekonomi, toplum, meslek grupları, hükümet, çevre, kültür ve fizyoloji. Küreselden bireysel ölçeğe kadar, yedi değişkenin her biri farklı seviyelerde olabilir. İnsan sürdürülebilirliği, yedi boyutun tümünde sürdürülebilirliğe ulaşılarak sağlanabilir.

Geleceği Şekillendirmek

Sürdürülebilirliğin ayrılmaz unsurları araştırma ve yenilik faaliyetleridir. Açıklayıcı bir örnek olarak Avrupa çevre araştırma ve yenilik politikası gösterilebilir. Yeşil Ekonomi ve yeşil topluma geçiş ve bunları sürdürülebilir kılmak üzere dönüştürücü bir gündem tanımlamayı ve uygulamayı amaçlamaktadır. Avrupa'daki araştırma ve yenilikçilik, dünya

(25)

çapındaki katılıma da açık olan Horizon 2020 Programı tarafından finansal olarak desteklenmektedir. İyi tarım uygulamalarının teşvik edilmesi çiftçilerin çevreden tam anlamıyla faydalanmasına imkan verir ve aynı zamanda çevre gelecek nesillere hasarsız aktarılmış olur. Ek olarak, yenilikçi ve sürdürülebilir seyahat ve ulaştırma çözümlerinin başlatılması bu süreçte hayati bir rol oynamalıdır.

Çevresel Sürdürülebilirlik

Çevresel açıdan sürdürülebilir bir sistem, yenilenebilen kaynakları ön planda tutmalı, yatırımlar kanalıyla yenilenemeyen kaynakları da tüketmeye çalışmamalıdır.

Çevresel sürdürülebilirliğin olumlu sonuçlanabilmesi için doğal kaynak tüketiminde minimum düzeye inilmesi ve malzeme kullanımında yenilenebilir ürünler tercih edilmesi gerekmektedir. Uygulanan yönetim stratejileri, üretimde kullanılan hammadde, doğal kaynak kullanımı işletmelerin çevre konusunda sürdürülebilir bir politika izleyip izlemediği konusunda belirlilik sağlamaktadır. Kurumsal sürdürülebilirlik açısından işletmeler faaliyetlerini çevre bilinciyle gerçekleştirmelidirler.

Ekonomik boyut ile birlikte çevresel boyutlarda kalitenin de arttırılması sürdürülebilir kalkınmanın ayrılmaz bir parçasıdır. Sürdürülebilirlik açısından çevresel boyut, yenilebilir kaynakların ön planda tutulması, yenilenemeyen kaynakların ise tüketiminde dikkatli olunması ve yatırımlar kanalı ile yerine konulmaya çalışılmasıdır.

Çevresel sürdürülebilirlik; işletmelerin çevreye zarar vermeden ya da en az seviyede zarar verecek faaliyetlerde bulunmasını ve çevrenin gelecek nesiller göz önünde bulundurularak korunmasını ifade etmektedir.

Ekonomik varlığın ayrılmaz parçası olan insan yaşamı çevresel sürdürülebilirliğin odak noktasıdır. Dünyada bütün canlılar ve ekolojik çevre tek başına var olamamakta birbirleriyle etkileşim halinde bir ekosistemin parçasıdırlar. Bu sebeple, ekosistemin bir bölümünün yok edilmesi veya zarar görmesi halinde tüm sistemde tahribatlar meydana gelmektedir. İnsanları diğer tüm canlılardan ayıran özelliği varlığını sürdürmek için içinde bulunduğu ekosistemi yok etme gücüne sahip olmasıdır . Çevresel sürdürülebilirlik, bu noktada insanları çevreye duyarla davranışlara ve işletmeleri sorumlu faaliyetlerde bulunmaya teşvik etmektedir.

çevresel sürdürülebilirliğin etkinliğinin sağlanabilmesi için aşağıda belirtilen beş koşulun yerine getirilmesi gerekir:

1. Doğal kaynak tüketiminin en az seviyeye indirilmesi,

2. Üretim girdilerinin ve tüketim malzemelerinin yenilenebilen kaynaklardan sağlanması,

3. Atıkların geri dönüşümünün en üst seviyelerde sağlanması,

4. Enerji kaynaklarının korunması ve yenilenebilir enerji sistemlerinin öngörülmesi, 5. Çevreye dayalı yapılandırmalarda ekolojik çevreye ve canlılara zarar vermeyecek yöntemler seçilmesi.

Çevresel sürdürülebilirlik, doğal kaynakların devamlılığının sağlanması, insan sağlığına önem verilmesini, hayvan ve bitki türlerinin korunmasını içermektedir. Faaliyetlerinden kaynaklı çevre kirletici olumsuz etkilerini en az seviyelere indirmeyi ve raporlamayı amaç edinen işletmeler, sürdürülebilirlik açısında sorumlu işletmeler olarak görülmektedir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Ancak TM puan türüne uygun tercih yapan öğrenciler, diğer puan türlerine göre yerleşen öğ­ rencilere göre Ticaret ilgisi altölçeğinden daha yüksek

Ekonomik Büyümenin Ölçülmesi Büyüme Hızı Ekonominin Büyümesinin Ölçülmesinde Karşılaşılan Sorunlar.. Ekonomik Büyümenin Sınırları

[r]

Aşağıdaki Çizelge 7.4 ’de yine ulaşım için en önemli olan emisyonların şehiriçi (devlet yolları) ve şehirdışı (otoyol ve il yolları) yollardaki 2015 ve 2030

Susturucularda ortalama akış deneysel olarak da incelenmiş, bu amaçla porosite değerleri 1.3% ve 13% olan susturucuların farklı akış koşullarındaki iletim

ġekil 3.19 : Guse ucundan 200 mm yukarıdaki kiriĢ kesitinde dönme (#27-#32) KiriĢ alt ucunun yükleme doğrultusunda guse plakasına göre olan göreli hareketi ön ve arka cephede

Atriyoventriküler septal defekt, hipoplazik sol kalp sendromu , aort koarktasyonu, triküspit displazisi/ Ebstein anomalisi, ventriküler septal defekt, kardiyomiyopatiler,

Biz de bu amaçla, her biri önemli birer tarihi belge olan minyatürlerde resmedilmiş olan, sultan eğlence sahnelerinin ikonografyası içinde yer alan çalgı