• Sonuç bulunamadı

RÖNESANS VE AYDINLANMA ÇAĞI MİMARİSİ Rönesans Mimarisi;

Avrupa’da 14. yüzyıldan, yaklaşık 1630’lu yıllara kadar geçen süre Rönesans dönemi olarak adlandırılmaktadır. Bu dönemde yeni Avrupa üniversiteleri kurulmuştur. Eğitim standartları niceliksel ve niteliksel olarak artmış, Ortaçağ’ın ötesine geçilmiştir. Geometrinin karşı karşıya kaldığı çeşitli pratik zorluklara, bu problemleri çözmek için tasarlanan araçların

bilimsel çalışmaların artması ve bilginin yayılmasında çok etkili olmuştur (Scriba ve Schreiber 2010, 255-258; Meserve 1956, 376-377).

1400’lü yıllarda Viyana Üniversitesinde, bir astronomi ve trigonometri okulu kurulmuştur. Astronomiye olan ilgi -diğer dönemlerde de olduğu gibi- Rönesans döneminde de geometrinin ve özellikle de trigonometri alanının gelişmesinde çok etkili olmuştur. Astronominin yanında 15-16. yüzyılda, harita çizimleriyle ilişkili olan coğrafya ve jeodezi alanına olan ilgi de geometriyi etkilemiştir. Geometri ve mimarlıkla yakından ilgili olan perspektif çizim tekniği de yine bu dönemde ortaya çıkmıştır. Örneğin, 15. yüzyılda Leon Battista Alberti, perspektif tekniğini kullanarak mimarlık ve resim üzerine kitaplar yazmıştır (Scriba ve Schreiber 2010, 265-318).

Rönesans, kelime anlamı olarak “yeniden doğuş” anlamına gelmektedir. İtalya’da ortaya çıkan Rönesans sanat akımı, daha sonra bütün Avrupa’ya yayılmış ve sanatın, mimari dâhil her alanında etkili olmuştur.

Rönesans’la birlikte, Gotik tarzı terkedilmiş ve Antik çağda olduğu gibi geometrik oranlar güçlü bir şekilde tekrar öne çıkmıştır. Rönesans mimarisindeki temel hedef, Antik çağın entelektüel ve sanatsal başarılarını kavramak ve bunları aşmaktır. Rönesans mimarları; kilisenin geleneklerine dayanmayan, ancak evrenin tanrısal düzenine dayanan matematiksel kesinliği ve ussalığı ifade eden yeni bir mimarlık anlayışı kurmak istemişlerdir (Roth 1999/2002, 426-427). Ortaçağ ve Gotik mimarlığın karmaşık biçimlerinin aksine, net biçimler, dengelenmiş oranlar, sayısal ve geometrik düzenler kullanılmıştır. Dinden bağımsızlaşarak insanı merkez alan (insan, doğa, matematik) düşünce sistemleri etkili olmuştur (Kurtçu, 1999, 48).

Rönesans mimarları özellikle Roma dönemi yapılarını ve o dönemde ortaya konan yazınsal alandaki mimari eserleri incelemişlerdir.

Bu duruma ve insanı merkez alan anlayışa en güzel örneklerden biri, Leonardo da Vinci’nin Vitruvius Adamı çizimidir (Şekil 14). Leonardo da Vinci bu çizimi, insan bedeni ölçüleri ve oranları ile ilgili çalışmalar yapmış Antik dönem kuramcısı Vitruvius’tan esinlenerek yapmıştır (Farrelly, 2011, 36). Ayrıca Rönesans mimarisinde kare, daire, üçgen vb. gibi saf geometrik biçimlerin kullanıldığı yapıların tasarımında, Platon gibi Antik dönem kuramcıları tarafından ortaya konan matematiksel ve geometrik anlayışın etkili olduğu söylenebilir (Perker, 2009, 593-594).

Tanrının kusursuzluğunu simgeleyen daire formu, Rönesans tasarımcıları için önemli ve çekici bir formdur. Bu nedenle daire ve kare, kilise planlarının ideal formları olarak kabul edilmiştir; aynı zamanda yeni kentlerin planında da dairesel şemalar uygulanmıştır (Roth 1999/2002, 435). Bahsedilen bu kent planlarına örnek olarak Sforzinda kent planı verilebilir; merkezden dış sınırlara doğru ışıyan caddeleriyle sekizgen bir yıldız şeklinde tasarlanmıştır (Şekil 15).

Şekil 15: Antonio Averlino: İdeal kent Sforzinda planı, 1461-1462 (Roth 1999/2002, 434)

Bu dönemde mimarlar; merkezi plan sistemi ve ideal geometrik formlarla ilgilenmişler, mekanı tam sayıların oranlı ilişkilerine dayanan modüler birimler şeklinde tasarlamaya çalışmışlardır. Örneğin Bramante, Roma’daki St. Peter Kilisesi plan önerisi için, ilgilendiği ideal geometri ve merkezi plan sistemini kullanmıştır (Yılmaz 1999, 38) (Şekil 16). Rönesans

mimarisi ve döneminin geometrik ve formal anlayışına örnek teşkil edecek eserler ortaya koyan Palladio ise, kök iki oranı ve diğer oran sistemleriyle uğraşmıştır. Daire, kare ve belli oransal kurallar doğrultusunda türettiği bazı geometrik şekilleri mimari tasarımlarında kullanmıştır (Erdem 2017, 16;

Yılmaz 1999, 40) (Şekil 17).

Şekil 16: Bramante tarafından yapılan St. Peter Kilisesi diyagramları (Yılmaz 1999, 39)

Şekil 17: Palladio’nun mekân tasarımlarında kullandığı yedi farklı geometrik şekil (Yılmaz 1999, 40)

Antik Roma’da sadece ön cephe vurgulanırken, Rönesans’ta tüm cepheler aynı derecede önemsenmiş ve işlenmiştir. Bu özelliğe örnek olarak Pallaodio’nun Villa Capra adlı yapısı verilebilir (Şekil 18). Bu yapının formu; daire, kare, küp gibi geometrik formların farklılaşmış biçimleri kullanılarak oluşturulmuştur (Perker, 2009, 596). Aynı zamanda, Rönesans döneminde etkili olan, merkezi ve simetrik tasarım anlayışını tam olarak yansıtan bir örnektir. Rönesans mimarisi, rasyonel olarak kavranabilen açık sayısal orantılara göre düzenlenmiştir. Yapıların görünüşleri küp ve paralelyüz gibi basit geometrik şekillerden oluşmaktadır.

Şekil 18: Andrea Palladio: Villa Capra (Villa Rotunda), 1566-1571 (Roth 1999/2002, 168)

Rönesans döneminden sonra etkin olan Barok mimarlığı ise

almıştır. Düzlemsel formların yerine, heykelsi plastikliğe ve mekânsal derinliğe vurgu yapan formlar kullanılmıştır. Bu dönemde kilise yapılarının planlarında, diğer mimari anlayışlardaki kilise yapılarından farklı olarak oval şekil sık sık yönlendirici bir form olarak kullanılmıştır (Roth 1999/2002, 476-495) (Şekil 19).

Şekil 19: Guarino Guarini:, 1667-1690 (Roth 1999/2002, 495)

Aydınlanma Çağında Mimari;

17. ve 18. yüzyılda kâğıdın endüstriyel üretimi artmıştır. Bu nedenle yaşanan kağıt kullanımındaki artış, bilimsel alanlarda yapılan çalışmaların da artış göstermesine neden olmuştur. Bu dönemde yaşayan bilim insanları birbirleriyle iletişim içinde olup bilginin aktarılmasını ve yayılmasını kolaylaştırmışlardır. Descartes gibi ünlü bilginler, geometri alanındaki

çalışmalarında cebiri geliştirmiş ve ilk defa üç boyutlu koordinat sistemi üzerinde çalışmışlardır. Bu dönemde matematik, geometri, fizik gibi tüm teknik konulara hakim olan bilim insanları, mimarlık okullarında akademisyen olarak görev almışlardır. Astronomi alanındaki çalışmalar bu dönemde de devam etmiştir, ay ve gezegenlerin yörüngeleri üzerinde incelemeler yapılmıştır. (Scriba ve Schreiber 2010, 342-379).

Aydınlanma Çağı, batı uygarlığının modern çağa geçişini tanımlayan bir dönemdir, bu dönemde diğer dönemlerden farklı olarak akıl ön plandadır. Kilisenin etkinliğinin azalmasıyla mimarların-tasarımcıların odağından şato ve kiliseler çıkmıştır, Barok ve Rokoko gibi geçmiş dönemlerin görsel aşırılıklarını reddederek, gereksiz süslemeden arındırılmış, strüktürel özellikleri öne çıkaran bir mimariye yönelmişlerdir.

Bu dönemde saf, yalın ve sade geometrik formlara yönelim söz konusudur.

Örneğin Aydınlanma Çağı tasarımcılarından; Etienne Louis Boullee ve Claude Nicolas Ledoux, mimari tasarımlarında küre, silindir gibi saf temel geometrik formları tercih etmiştir (Resim 7). Teorik tasarımlarında simgesel anlamlar taşıyan, büyük ölçekli, süsten arındırılmış yapılar önermişlerdir (Roth 1999/2002, 525-553).

Ledoux (1736-1806)’un , Arc-et-Senans Kraliyet Tuz Fabrikası tasarımı ise, erken Aydınlanma Çağı’nın önemli bir örneğidir. Yapı, rasyonel bir geometriye ve projenin parçaları arasındaki hiyerarşik bir düzene göre tasarlanmıştır (Resim 8). Temel geometrik biçimlerden oluşan yapılar oval şeklindeki bir plana oturtulmuştur.

Resim 7: Claude Nicolas Ledoux’un ideal kasaba Chaux’ta bir bahçıvan için tasarladığı konut, 1789 (URL-7)

Resim 8: Claude Nicolas Ledoux: Saline de Chaux (Chaux Tuz Fabrikası), 1775 (Roth 1999/2002, 537)

Benzer Belgeler