• Sonuç bulunamadı

Gadîri Hum Hadisini Rivâyet Eden Râvîlerin Hemen Hepsinin Cerh EdilmiĢ Olmaları ve Aynı Çevreden GelmiĢ Olmaları Olmaları ve Aynı Çevreden GelmiĢ Olmaları

BÖLÜM 2: HADÎS ĠLMĠ ÇERÇEVESĠNDE GADÎR-Ġ HUM RĠVÂYETLERĠNĠN TAHLĠLĠ

2.2. Gadîr-i Hum Rivâyetlerinin Muhteva Tahlili

2.2.2. Gadîri Hum Hadisini Rivâyet Eden Râvîlerin Hemen Hepsinin Cerh EdilmiĢ Olmaları ve Aynı Çevreden GelmiĢ Olmaları Olmaları ve Aynı Çevreden GelmiĢ Olmaları

Gadîr-i Hum hadîsini nakleden râvîlerde dikkati çeken bir özellik de, hemen hepsinin bir cerh lafzına muhatap olmasıdır. Bu durum, hadîsçileri, bu râvîlerden gelen bütün rivâyetlere karşı temkinli davranmaya itmiştir. Ancak hadisçiler, bu kişilerden gelen rivâyetleri almamazlık etmemişlerdir.

Ayrıca, araştırmada dikkati çeken bir durum da, adı geçen olayı nakleden tüm râvîlerin, belirli bir çevreden gelmiş kişiler olmalarıdır. Bu gerçeklik, Allah Rasûlü‟nün hadîslerinin, belirli bir kısmının onlara ulaştığı fikrini/kanaatini ortaya çıkarmış oluyor. Nihayetinde kendilerine ulaşan hadîsler sınırlı olunca, olaylara karşı geliştirdikleri tepkiler de, yaşadıkları sosyal çevrenin bakış açısıyla ve kendilerine ulaşan hadisler nispetince olmuştur.

Olayın Sünni hadis kitaplarından Buhârî ve Müslim‟de geçmeyip, diğerlerinde geçmesini ilginç bir şekilde değerlendirmeye tabi tutanlar olmuştur. Onlara göre bunun sebebi, (Gadîr ve/veya Mevlâ hadisini eserlerine alan) bu âlimlerin Emeviler‟in zulüm kokan yönetimlerine tepkileridir.452

O zaman, adı geçen âlimlerin, bu tepkilerine binaen Ehl-i Beyt‟in tarafını desteklemek adına hadîs uydurdukları ya da, sahîh-sakîm ayrımı yapmaksızın, Ehl-i Beyt‟i öven tüm haberleri, hadîs adı altında eserlerine aldıkları sonucu çıkmış oluyor. Bu, hem sağlıklı bir sonuç değil, hem de adı geçen hadîsleri kitaplarına alan âlimleri itham etmekle eşdeğerdir. Buhârî Tarihinde, Sahihine almadığı

448 Büreyde el-Eslemî, Hz. Ali‟yle beraber Sıffîn‟e katılmışlardır. ( , , ) , İbn Hacer, el-İsâbe, I, 286.

449 Zeyd b. Erkâm‟da Hz. Ali‟yle beraber Sıffîn‟e katılmışlardır. ( ), İbn Hacer, el-İsâbe, II, 589.

450 el-Berâ b. Âzib Cemel, Sıffîn ve Nehrevân savaşlarına şahit olmuştur. (

), İbn Hacer, el-İsâbe, I, 278,

451 Ateş, Ali Osman, Ehl-i Sünnet ve Şia’nın Delil Olarak Aldığı Bazı Hadisler, s. 131.

halde, bu konuyu işlemiştir. Müslim de yer belirtmeksizin ve Mevla rivâyetini dâhil etmeksizin Sakaleyn hadisini (Kitabullah ve Ehl-i Beyt olarak) Sahihinde işlemiştir. Gadîr-i Hum hadisesi öncesi durumlar, Gadîr-i Hum mevkiinde Allah Rasûlü‟nün hitabesi ve Gadîr-i Hum sonrası meydana gelen vakalar, bütüncül bir perspektiften tahlil edilmelidir. Zira bir olay değerlendirilirken öncesi ve sonrasıyla ele alınmalıdır. Aksi takdirde verilen her hüküm, tarihi zeminde bir gerçeklik olarak yaşanan olayları, kendi mecrasından alıp, yeni bir kurguya dönüştürebilir. Bu da tarihteki olayların, bilerek veya bilmeyerek, ihtilaflara yol açacak şekilde değerlendirilmesine yol açabilir. Bu durum, ne tarihte bu olayları yaşayanlara, ne de bunu tartışan kesimlere bir fayda sağlayacaktır. Gadîr-i Hum olayı da bu minval üzere değerlendirilmelidir.

2.2.3. Gadîr-i Hum‟da Hz. Ali‟ye Ġmametin Tebliği Meselesi

Rivâyetlere bütün olarak bakıldığında, Allah Rasûlü‟nün (a.s.), adı geçen mevkide, Hz. Ali (k.v.) hakkında söylediği sözlerin, onun imâmetine/hilafetine delâlet etmediği anlaşılmaktadır. Eğer böylesi bir durumun gerçekliği olmuş olsaydı, Hz. Ali her bulunduğu ortamda bunu dile getirir, Hz. Peygamber (a.s.) tarafından kendisine verilen bu hakkından asla vazgeçmezdi.453 Aynı zamanda Hz. Ali‟ye atfedilen ünlü Nehcü’l-belaga adlı eserde, kendisinin, Hz. Peygamber (a.s.) tarafından imâm/halife tayin edildiğine ve öncekilerin, kendisinin hakkını gasp ettiklerine dair Hz. Ali (k.v)‟nin bir ifadesi bulunmamaktadır. Diğer yandan, Hz. Ali'nin ağzından, hayatının hiçbir evresinde (ne halife olmadan önceki devrede, ne de hilafeti devraldıktan sonraki devrede), Allah Rasûlü‟nün, kendisini, ümmet üzerine halife tayin ettiğine dair bir kelam çıkmamıştır.454

Hz. Ali gibi bu uğurda mücadele etmiş olan Hz. Hasan‟ın ve bu yolda şehit düşünceye kadar mücadelesinden vazgeçmeyen Hz. Hüseyin‟in ağzından da bu yönde bir kelam işitilmemiştir. Tarihi gerçekler de gösteriyor ki Hz. Hasan, ortam huzur bulsun diye hilafeti Muaviye‟ye kendi isteğiyle devretmiştir. Eğer bu yönde bir nas bulunmuş olsaydı, her ne pahasına olursa olsun Hz. Hasan, hilafetten asla feragat etmezdi.

453 Zuhaylî, İslâm Fıkhı, VIII, 403.

2.2.4. Rivâyetlerde Geçen Mevlâ-Velî Kelimeleri Ekseninde Hz. Ali‟nin Ġmameti Meselesi

Şia‟nın Hz. Ali‟nin, Hz. Peygamber tarafından imâm/halife tayin edildiğine dair en büyük delillerinden biri, Gadîr-i Hum rivâyetlerinde geçen „Mevlâ’ kelimesidir. Bunun sebebi, Mevlâ kelimesinin birçok manayı bünyesinde barındırmasıdır.455 Mevlâ kelimesi, Ehl-i Sünnet‟in ve Şia‟nın ihtilaf ettiği konulardan bir tanesidir. Hatta konuyla alakalı ihtilafın temelini bu kelime oluşturmaktadır da denilebilir.456

Her iki kesimin, bu kelimeye verdikleri lügavî anlamlar birbirine yakın olmasına rağmen, bunu yorumlama ve bu kelime üzerinde hüküm çıkarmada Sünnî ve Şiî kesim arasında derin ihtilaflar bulunmaktadır. Sünnî kesim, buradaki mevlâ kelimesinden Allah Rasûlü‟nün, halifeliği ve/veya imâmeti kastetmediğini, Allah‟ın ve Rasûlü‟nün her müslümanın dostu ve sevgilisi olduğu gibi, Hz. Peygamber‟in de Hz. Ali hakkında yaşananlar dolayısıyla onu böyle savunduğunu457

dile getirmişlerdir.

Şia ise Allah Rasûlü‟nün, bu kelimeyle, kendisi gibi Hz. Ali‟nin de insanlar üzerindeki tasarrufunu/liderliğini/kayyumluğunu kastettiğini anlamışlar458

ve özetle Allah Rasûlü‟nün şunu demek istediğini ifade etmişlerdir; Allah Rasûlü, müslümanlar için, kendi öz nefislerinden daha evlâ ve onlar üzerinde daha çok yetki hakkına sahip olduğu gibi, kendisinden sonra Ali‟nin de aynı yetkiyle ve aynı tasarrufla müslümanlar üzerinde hak sahibi olduğunu ve kendisinin halifesi (imam) olduğunu belirlemiştir. Buna göre, Hz. Ali de müslümanlar üzerinde aynen Allah Rasûlü gibi hak ve yetkiye sahiptir.459 Buradan Şia, hilafetin, Hz. Ali (k.v.)‟nin hakkı olduğunu çıkarmıştır. Aynı zamanda Şia tarafından imamların masumiyeti inancı da bu kelimelere yükledikleri anlamlar çerçevesinde oluşmuştur.460

Hz. Muhammed (a.s.)‟in ifadelerinde ne bir bozukluk, ne de anlaşılamayan başka bir durum vaki olmuştur. Söylediği her kelimeyi, zihinlere bila tereddüt nakşeden bir

455 Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-muhît, IV, 401; İbnu‟l-Esîr, en-Nihâye, V, 227–8. Mevlâ kelimesini 20‟den fazla anlamı vardır. Örneğin,

mâlik, köle, köle azat eden, azat edilmiş köle, amcaoğlu, sahip, akraba, komşu, kendisine nimet verilen, nimet veren, dost, yardımcı, bunlardan bir kaçıdır. Cevherî, es-Sıhah, III, 166; Açıkel, Ehl-i Beyt, s. 243; Demircan, Gadîr-i Hum, s, 62.

456 Açıkel, Ehl-i Beyt, s. 242.

457

Aydın, İmâmet, Hilâfet ve Velâyet, s. 48; Açıkel, Ehl-i Beyt, s. 244; Demircan, Gadîr-i Hum, s, 65.

458 Açıkel, Ehl-i Beyt, s. 242–3; Komisyon, Usûl-i Dîn, s. 242.

459 Komisyon, Usûl-i Dîn, s. 242.

Peygamber, imamet gibi önemli bir meselede, birçok anlama gelen ve ümmetin ihtilafına ve kendi en yakınlarının hakkının gasp edilmesine sebebiyet veren bir kelimeyi kullanmış olması düşündürücüdür. Eğer Hz. Muhammed (a.s.), adı geçen mevkide, Hz. Ali‟nin imametini kastetmiş olsaydı, daha net ve açık ifadelerle ve hiçbir ihtilafa ve tereddüde mahal bırakmayacak şekilde bildirirdi. Bu durumu, et-Tabakât‟ta nakledildiğine göre461, Hz. Ali‟nin torunlarından olan Hasan el-Müsennâ çok güzel bir şekilde özetlemiştir: “Eğer Allah Rasûlü (a.s.), „ben kimin mevlâsıysam, Ali‟de onun

mevlâsıdır, cümlesiyle emirliği/hilafeti kastetmiş olsaydı, namaz, oruç, zekât ve hacla

ilgili hükümleri açıkça belirttiği şekliyle bunu da belirtir ve “Ey insanlar, bu (Ali)

benden sonra sizin halifenizdir” buyururlardı. Hiç şüphesiz Allah Rasûlü (a.s.),

müslümanların en fasih olanı ve onlar içerisinde en açık konuşanıdır.”462

Allah Rasûlü‟nün „Mevlâ‟ kelimesini hilafet manasında kullandığını varsayarsak463

bu durumda Hz. Ali dâhil, onu halife olarak seçmeyen tüm ashâb, zan altında bırakılmış olur. Bu da hem tarihi gerçeklere, hem de İslâm‟ın özüne ters düşen bir durumdur. Şöyle ki Veda Haccında hazır bulunan tüm ashâbın hiç tartışmasız Hz. Ali‟yi halife olarak seçmesi ve hiçbirinin ona biat etmekten kaçınmaması gerekirdi.