• Sonuç bulunamadı

1.3 Korku ve Titreme

1.3.5 Problema I (Etik Olanın Teleolojik Olarak Askıya Alınması Söz

Kierkegaard’ın bu bölümde üstünde durduğu konu, ahlak kurallarının dini bir sebepten ötürü geçerliliğini yitirmesinin mümkün olup olmadığıdır. Kierkegaard’a göre, birey tümel karşısında, tekil olarak göstermeye kalkıştığı an, günah işlemiş olur ve yalnızca bunu kabullenerek tekrardan tümelle uzlaşabilir (Kierkegaard, 2014: 77).

Kierkegaard’ın felsefi yönelimi bireycilik üzerine kurulmuştur. Burada var olan bireycilikten kasıt, etik egoizmden farklıdır. Bireyi tümele götürecek olan, ahlaksal olarak kendi iç huzurunun yarattığı egoizm kaynaklı bir rahatlama noktası, yani bireyin kendi belirlediği “iyi-kötü”, “doğru-yanlış” kavramları değil, tümelin önceden belirlenmiş kurallarını es geçmeden fakat bireyin bu kurallara kendi bilinciyle ulaşmış olmasıdır. Kierkegaard’ın savunduğu bireyciliğe göre, bireylerin kendi değer yargıları olabilir ve bu yargıların doğrultusunda çıkarlarına uygun gelen hareketi yapabilirler veyahut yapmaya da bilirler (Anderson, 2014: 45).

Kendi yönelttiği problemlere cevap arayışına giren Kierkegaard bu bölümde, İbrahim’in yaptıklarından dolayı, eğer ilahı bir yön yoksa ceza almasını ister fakat İbrahim, Tanrı’nın buyruğunu yerine getiriyorsa, toplumsal etiğin İbrahim üzerinde uygulanması saçma olacaktır. Çünkü İbrahim, bir oğul katili değil bir İman Şövalyesi olacaktır. Burada Kierkegaard İbrahim’in birey olarak içinde bulunduğu durumu iyi analiz ederek çıkarımlarda bulunmuştur. Böylelikle hikâyenin çeşitli versiyonlarını oluşturduğu gibi Kierkegaard, İbrahim’in bu eyleminin sonuçlarında karşılaşacağı birçok sonuç olabileceğini söylemektedir. Bu duruma göre İbrahim oğlunu öldürecektir ve bu durumda hiçbir ilahi etken yoktur. Böylelikle katil olacaktır ya da İbrahim’in imanı test ediliyordur ve oğlunu bir sebep uğruna feda edip, Tanrı yoluna kurban etmiş olacaktır. Böylelikle bir baba olmasına ve derin bir üzüntü içinde olmasına rağmen “İman Şövalyesi” olacaktır. Bir başka durumda ise İbrahim sınanmanın farkında ve yapması gereken şeyin bilincinde fakat kalbi, oğlunun ölümüne dayanamamaktadır. Buna rağmen imanının göstergesinin gereğini yerine getirmesi gerektiğini de bilmektedir. Moriah’a giden yolda İbrahim, Tanrı’nın, oğlu İshak’a kıyamayacağını umut ederek yolu tamamlamıştır. Bu öykü de, her ne şekilde olursa olsun İbrahim’in içinde bulunduğu psikolojik durum, çok ama çok zorlayıcı bir hal almaktadır. İmanın içinde paradoks barındırması, İbrahim’in psikolojik durumu içersinde açıkça görülmektedir.

“İman dâhil, bütün varoluşu açıklamak kolaydır ve böyle bir açıklamaya sahip olmakla kendisine hayran kalınacağına güvenen kişide pek anılmamaktadır. Bu nedenle Boileau’nun dediği gibi; “Un sot trouve toujours un plus sot qui l’admire”5

İman tümüyle şu paradokstur: Tikel olarak bireyin, evrensel olandan yüce olduğu iman karşısında doğrulanır; ona tabi değil ondan üstündür. Ve bu biçimde, “tikel birey tikel olarak evrensel olana üstün” birey haline gelir. Şu nedenle ki birey, tikel olarak mutlak olanla mutlak ilişki içindedir.

Bu durum uzlaştırılmaz; çünkü tüm uzlaştırılmalar evrensel olanın yetkisiyle gerçekleşir…”

(Kierkegaard, 2013b: 61).

Kierkegaard imanın paradoksallığını bu şekilde açıklarken İbrahim’in durumuna örnek olması ve “Trajik Kahraman”ın, “İman Şövalyesi”nden farkını ve etiğin askıya alınışına örnek olarak gösterilebilecek üç hikâyeyi örnek olarak sunar.

5Bir aptal daima kendisine hayran olacak daha aptal birini bulur. (L’art poetique 1674)

Birincisi Miken Kralı Agemmenon’dur. Ordularını Truva Savaşına götürürken yelkenli gemileri hareket ettirecek rüzgârın olmayışı dolayısıyla, Av Tanrıçası Artemis’e rüzgârları serbest bırakmasını diler ve bunun için kızı İphigenia’yı kurban etmeyi göze alır. Kierkegaard, ülkenin selameti için kendi kızını kurban etmek isteyen Agemmenon’un bu durumunu “gözyaşı dökmeyi göze alabilen adam” (Kierkegaard, 2014: 81) olarak ele alır. Kierkegaard’a göre Agemmenon trajik kahramandır. İlahi bir nedeni olsa da etik kurallara karşı gelip kızını kurban etmek istemesi onu İman Şövalyesi yapmaz.

İkinci örnek ise Eski Ahit’in Hakimler Kitabı’nda adı geçen İsrailoğullarının kabile reisi olarak anılan Jefta’dır. Jefta, bir başka kabile olan Ammonitlerle savaşa girmeden önce Tanrı’ya; “Eğer, Ammonitleri yenmeme yardımcı olursan, zaferden geri döndüğümde beni karşılamak üzere evimden ilk çıkanı ben de sana vereceğim.”

(Hakimler 10: 6-18) diye dua eder. Savaştan galip ayrılan Jefta geri döndüğünde karşısına çıkan tek evladı olan kızıdır. Jefta çok üzülmesine ve iki ay boyunca yas tutmasına rağmen, Tanrı’ya verdiği sözü yerine getirir ve kızını kurban eder.

Kierkegaard bu örnekteki durumu da kahramanlık olarak adlandırır. Tanrı’ya verilmiş bir söze uyulması imanın ispatı değil, bir kahramanlığın göstergesidir.

Jefta’nın öyküsünü dinleyenler İman Şövalyesi değil bir kahraman göreceklerdir.

Sonuncu örnek ise Eski Roma Cumhuriyeti’nin kurucu ve ilk konsüllerinden biri olan Lucius Junius Brutus’dur. Kierkegaard bu örneği vererek Eski Roma Tarihi’ne bir gönderme yapmaktadır. Buna göre Brutus iki oğlunun kendisine komplo hazırlayıp yerine Roma Krallığının son kralı olan Tarquinius’u getirmeyi planladıklarını öğrenir. Böylece iki oğlunun idamına karar vermekten başka seçeneği olmayan Brutus, öz oğullarının ölümüne şahit olur. Kierkegaard bu örnekte ise devletin devamı ve adaletin yerini bulması, öz çocuklarının suçlarına karşı tarafsız ve hak edilen cezanın verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Brutus adaletli davrandığı için kahramandır. Öz oğullarının yaptığı şeyi göz önüne alarak kanunları gereğince uygulamıştır. Kierkegaard bu durumu: “…bu işi eskilerden daha bilgece yapmış birçok kişi gelip geçmiş olsa da, hiçbirinin Brutus kadar mükemmel yapmadığı hatırlanacaktır.” (Kierkegaard, 2014: 82) diye açıklayarak, Brutus’un ne kadar zor bir görevi gerçekleştirdiğini anlatmıştır.