• Sonuç bulunamadı

2.1 İman Nedir?

2.1.1 İman Duygusunun Oluşma Şekilleri

İnanma güdüsü, imana ulaşma yolunda bireyin çıkış noktasıdır fakat imanlı olma konusunda bireylerin imanı yaşama konusunda birbirinden farklı davrandıkları çok açıktır. Bazı bireyler dinine çok bağlı yaşarken, bazıları dinin gerekliliklerinden bir kaçını yapmamayı seçiyor ve hatta kimi bireylerse hiç bir şekilde bir yaratıcıya inanmıyorlar. Bireyler arasında imanın bu kadar farklı şekilde yaşanmasının temel sebeplerinden biri bireyin iç dünyasındaki inanma duygusunun farklılıklar göstermesidir. Bu farkların oluşumu ve inanma duygusunun oluşumunun nedenleri sekiz başlık altında sıralayabiliriz.

2.1.1.1 Modelden Öğrenme

Birey, toplum içinde yaşayan sosyal bir varlık olduğu için küçüklüğünden başlayarak ailesi ve çevresinden edindiği bilgilerle büyümektedir. Birey büyüdüğü aile içinde aldığı ilk eğitimde yaşamla ilgili yeni konular öğrendikçe karakteri buna göre şekillenir. Aile içi eğitimin içinde günlük yaşam bilgileri ile birlikte bireye, ailenin dini görüşü ne yöndeyse o şekilde bir eğitim verilir.

2-6 yaş arası dönem olan ilk çocukluk döneminde taklidin en çok olduğu dönemdir ve bu dönemde çocuk, anne ve babasını örnek alarak büyür (Peker, 2014:

76). Anne ve babanın, din ile ilgili söylediği sözler, çocuğun bu sözleri taklit edip uygulamasıyla sonuçlanır. Rol model olarak gördüğü anne ve babanın doğruluğunu şüphesiz kabullenirken, içsel benliğinde hazır bulunan inanma duyusunun yardımıyla çocuk, anne babanın dinine yönelim gösterir.

Çocuk büyüyüp birey olduğunda zekaca gelişmesi, sosyal çevresini değiştirmesi, çevresel bazı faktörlerinde etkisi ve diğer inanışlarla edindiği bilgileri karşılaştırması gibi etkenlerle model öğrenmede edindiği inancı yitirme ihtimali bulunsa bile, çoğu birey için bu geçerli olmamaktadır. Bireylerin geneli de aile içinde aldıkları dini eğitimin etkileri ömür boyu devam etmektedir.

2.1.1.2 Güçsüzlük ve Çaresizlik

Bireyler yapı itibariyle birbirinden farklı karakterlerde oldukları gibi zorluklara karşı direnmede de farklı güçte olabilirler. Hatta bireyin tüm hayatı boyunca yaşadığı şeyler sebebiyle güçlü ya da güçsüz olduğu anlar olabilmektedir.

İşte bu güçsüzlük anlarında birey kendini emniyette hissetmek, kudretli bir varlıktan yardım istemek, onun gözetiminde olmak ister. Hastalık, ölüm kaza gibi bireyin gücünü kırıp, çaresiz bırakacak anlarda, birey sığınacak bir yaratıcıya yönelme ihtiyacı hissetmektedir (Peker, 2014: 78). Yapılan araştırmalarda bireylerin, kendilerini çaresiz bırakacak bir olayla karşılaştıklarında, diğer zaman ettiklerinden daha fazla dua ettiklerini göstermiştir (Fordham, 2011: 22). Karşılaşılan güçlüğün ve bireyin içinde bulunduğu durumun çaresizliği arttıkça, inanma duygusu daha da artmaktadır.

Ancak çaresizlik ve güçsüzlük tecrübeleri bireyi ancak geçici bir süre için dine yöneltir. Bireyin inanma kuvvetinden çok, zihinsel olarak dine inanma duygusunun tam anlamıyla içsel dünyasında yaşatmış olması gerekmektedir. Bu durumu farklı açıdan ele aldığımızda da zihinsel olarak inanma duygusunun hiç gelişmediği bireyde, başından geçen felaketlerde dinden daha da uzaklaşma görülebilir.

2.1.1.3 Bir Varlığa Bağlanma İhtiyacı

Erich Fromm'a göre bireyde herhangi bir şeye yönelim ve o şeye bağlanma eğilimi vardır. Bu bağlanma duygusu, bireyin varoluşunun çok önemli bir parçasıdır.

Dinlerin evrensele ulaşıp, yayılmasının sebeplerinden biri de bireylerdeki bu bağlanma arzusudur. Bireyler yönelecek ve bağlanacak bir amaca sahip olmak için dinsel bir ihtiyaç duyarlar (Peker, 2014: 80). Bu bağlanma ihtiyacı sebebiyle toplumlar farklı inançlara yöneldiler, putlar yaptılar, altından heykellere taptılar, hayvanları, ağaçları, dağları kutsal saydılar. Geçmişten beri bireyler anlam veremedikleri her yeni şeyde içlerinde var olan bağlanma sebebiyle onları yücelttiler.

Güçlü görünen bir şeye bağlanma, bireye ihtiyaçlarının, istek ve arzularının, hayallerinin tatmini yönünde bir güven sağlar.

2.1.1.4 Akıl Yürütme ve Zihinsel Tatmin

Birey düşünen, yeni fikirler üreten, yaşamını düşündüğü ve ürettiği şeylerle devam ettiren bir canlıdır ve bundan dolayı çevresinde olan açıklayamadığı şeyleri daima sorgulamıştır. Çocuklar 2-3 yaşından itibaren çevresini anlamlandırmak adına çeşitli sorular sorarlar ve aldıkları cevaplarla o konu üzerinden fikir yürütürler. Yaş ilerledikçe bireyde soruların şekli değişip, metafizik öğeler barındırmaya başlayacaktır. Birey yaşadığı evrende kendi konumunu belirlemeye çalışır. Bütün bunlar içinde kendini değerlendirir, sonunun ne olacağını düşünür. Birey, tüm bu düzenli yapının güçlü bir yaratıcı tarafından yapıldığını düşünür (Peker, 2014: 80-81). Evrenin içinde başka tatmin edici bir cevabın bulunmayacağını düşünen birey, böylece dine yönelir.

2.1.1.5 Korku

Korku, bireyin yaşamının içinde bulunan önemli bir güdüdür. İki çeşit korkuyla savaşan birey için birincisi aniden oluşan korkulardır. Hastalık, kaza, doğal afet gibi ne zaman olacağı kestirilemeyen olaylar esnasında bireyin ani tepkiler vermesiyle sonuçlanır. Diğeriyse bireyin yaşamında sürekli bir köşede kalmış olan ve gizli bir korku beslediğimiz durumlardır. Ölümden korkma, düşük not almaktan korkma, iş bulamama korkusu gibi korkular bu duruma örnek gösterilebilir.

Diğer yandan bireyde bulunan bu korkuların endişe ve sıkıntıya dönüşmesi bireyin zararına gibi görünse de onun toplumsal durumunu, aile içindeki rolünü, iş hayatındaki statüsünü dengede tutmasını sağlayan negatif yönlü görünen pozitif bir etki olabilmektedir.

İlk çağdaki toplumlar anlam veremedikleri şeylerden korkmuşlar ve böylelikle onu kutsallaştırmışlar, tapınmaya başlamışlardır (Peker, 2014: 82).

Böylece doğa olaylarına anlam yüklemeye, yıldızlardan gelecek okumaya, güneşin ve ayın kudretli olduğuna inanmaları ve onları korkuyla gördükten sonra ilahlaştırmaları fazla uzun sürmemiştir.

2.1.1.6 Ölümsüzlük Arzusu

Birey yaratılış itibariyle yaşadığı bu dünyadan yok olup gitme korkusuyla yaşamıştır. Ölüm ve yok olmaktan bu kadar çok korkan birey, ölümsüz olma ve ebedi yaşama arzusuna ulaşmak istemektedir. Ölüm korkusu bireyde yerini kaygıya bırakır ve geleceği için kaygı duyan birey, çareyi dine yönelmekte bulur. Dinin bu konuda bireye vaat ettiği, ölümden sonra beden yok olsa bile, ruhun cennet ya da cehennemde var olmaya devam ettiği bildirilirken, başka kültür ve inanışlarda (örn.

Hinduizm gibi) ruhun, beden ölünce yaşamaya devam ettiği ya da bir başka bedende tekrar reenkarne olarak yaşamayı sürdürdüğünü söylemektir.

Bireyde imanın oluşması ve inancın kuvvetlenmesinin nedeni de Tanrı'nın buyruğuna itaat eden bireylerin cennet ile müjdelenmesidir. Diğer taraftan tanrı'nın affedici yanını gözden kaçıran birey, ölümden sonra ki korkutucu şartları yani cehennemi düşünmesiyle şüpheye kapılıp, inkara yönelmesi de söz konusu olabilmektedir (Peker, 2014: 84).

2.1.1.7 Suçluluk ve Günahkarlık Duygusu

Tanrı'nın sonsuz bir kudrete sahip olduğu ve bireyleri işlediği suçlar sebebiyle günahkar olanları cezalandırdığı, bu cezadan kurtulmanın yolu Tanrı'ya ve onun buyruklarına inanıp, bunlara göre yaşamanın doğru olacağı duygusuna kapılan, yani suçluluk ve günahkarlık duygusuyla Tanrı'ya yönelmek mümkün olabilmektedir (Peker, 2014: 84).

Bireylerin hepsi için suçluluk kavramı genel bir kavramdır. Bütün bireyler bu duyguyu az ya da çok olsa bile mutlaka yaşamışlardır. Freud'a göre egonun, bazen süperegonun taleplerine değil id'den gelen arzulara uyması kişide suçluluk duygusu oluşturur. Dinde suçluluk duyulacak bir eylem yapıldığı taktirde, ardından günahkarlık ve cezalandırılmaktan korkma duygusu gelmektedir. Birey de bu aşamalardan sonra içinde bulunduğu suçluluk ve günahkarlık duygusundan sıyrılmak için Tanrı'nın merhametine sığınma isteği oluşur.

2.1.1.8 Dini Sembollerle, Esaslarla Karşılaşma

Bireyler çevresinde olan açıklayamadığı olaylara ya da nesnelere belirli bir anlam yüklemektedir. Bu anlamlar ister doğru olsun, ister doğru olmasın, bireyin zihninde doğru olana karşılık geliyorsa bunu doğru kabul eder. Bireyin bu anlam yükleme işlemi toplumdan, çevreden, kültüründe var olan değerlerden aldıkları bilgileri zihninde işleyip bir anlam yüklemesiyle gerçekleştirir.

Birey yaşadığı toplum içinde, o toplumun dinini benimsemese bile, var olan sembolleri ve açıklamaları az da olsa bilmektedir. Bu bilgiler zihnine doğrudan ya da dolaylı olarak yerleşir. Bu kavramlar bazen bireyin ilgisini çeker ve var olan sembole anlam yükleyip, eğilim duyabilir bazen de bu kavramlara tepkiyle yaklaşıp o inançtan uzaklaşabilir.

Alt yaş gruplarında yetişkinlerin ve çevre faktörlerinin etkisi ağırlıklı olarak kendisini gösterirken, ergenlik döneminden sonra kendi zihinsel gelişmesi ve kazandığı bilgiler, dini inanç konusunda karar vermesinde etkin rol oynar. (Peker, 2014: 85).